Hazret-i Allah'ın Nur'u kendisine; "Ben Allah'ın Resul'üyüm, seni Allah'a kulluğa davet ediyorum." buyurduğu ve sözünü bitirdiği anda müslüman olmuştu. Onun hidayete ermesine fevkalâde sevinen Resulullah Aleyhisselâm:
"Ebu Bekir'den başka, İslâm'a davet ettiğim herkes bir tereddüt geçirdi. Ebu Bekir ise ne durakladı, ne de tereddüt etti." buyurmuştur.
Bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyururlar:
"Eğer kendime bir dost edinmiş olsaydım, mutlaka Ebu Bekir'i dost edinirdim. İyi bilin ki, sizin arkadaşınız Allah-u Teâlâ'nın dostudur." (Tirmizî)
Risaletten önce o Nur'un en sâdık dostu idi. İslâmiyet'ten sonra en aziz arkadaşı, en fedakâr ve vazifeperver yardımcısı, peygamberlik sırlarının en samimi mahremi, kudsî emanet yönünden sırdaşı, cemâlinin ve kemâlinin aynası oldu.
Ebu Bekir Sıddîk -r. anh-; Resulullah Aleyhisselâm'ın dâvetini ilk kabul eden, vefatına kadar da yanından hiç ayrılmayan, İslâm dini'ne büyük hizmetler yapan, yüksek seciye sahibi bir zât-ı âli idi. Haiz olduğu bu yüksek rütbe o derece şâyân-ı gıpta idi ki; Resulullah Aleyhisselâm bir şeye gücendikleri veya müteessir oldukları zaman, Ebu Bekir -r. anh- gelecek olsa, derhal tebessüm eder ve üzüntüleri hemen giderdi.
Hadis-i şerif'lerinde:
"Ebu Bekir benden, ben Ebu Bekir'denim. Ebu Bekir dünya ve ahirette benim kardeşimdir." buyurmuşlardır. (Tirmizî)