Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Ömer Öngüt Görüşleri Sözleri Kitapları Düşünceleri Yazıları Eserleri
Kalblerin Anahtarı Külliyatı
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Tasavvuf, insanın süflî hayattan ulvî hayata ve yüksek kemâlâta ulaşabilmesini; nefsini kötü duygu ve huylardan, hayvânî sıfatlardan arındırarak ahlâkını düzeltmesini, zâhirini ve bâtınını nurlandırmasını sağlayan mânevî bir disiplindir. Bu bakımdan tasavvuf, İslâm ahlâkının vücut bulmasında en büyük âmildir.

Râbıta Kime Yapılır

Râbıta Kime Yapılır


1. Hazret-i Allah ile iftihar edenlere yapılır. Zira onlar Hakk’ta fânî olmuştur. Varlığından bir eser kalmamıştır.

Nefsi ile iftihar edenlere gelince; o doğrudan doğruya kendini putlaştırmıştır, râbıta edenler nefis putuna râbıta eder. Bu, bu kadar hassas ve ince bir mevzudur ve fakat bilinmiyor.

Âyet-i kerime’de:

“Sâdıklarla beraber olunuz.” buyuruluyor. (Tevbe: 119)

Bu sâdıklar kimdir?

“Onlar sıdk makamında, kuvvet ve kudret sahibi hükümdarın huzurundadırlar.” (Kamer: 55)

Allah-u Teâlâ’ya vâsıl olanlar sıddıkiyet makamına alınırlar.

Râbıta yalnız bunlara yapılır, başkasına değil. Onlar dünyâda nâdirdir.

2. Yalnız ve yalnız kendisini bir maskeden ibaret olduğunu bilene ve görene Râbıta yapılır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“İlmi ile amil olan âlimin yüzüne bakmak ibadet makamına kâim olur.” (Münâvî)

Çünkü o bir maskeden ibarettir. Onun içinde gerçekten Hakk vardır. Onun içindir ki, ona nazar eden, tecelliyat-ı ilâhî’ye mazhar olur.

3. Vücudu da bir elbiseden ibaret olduğunu bilen ve görene Râbıta yapılır. Bunlar Hazret-i Allah ile bakar ve bunları görür.

Hani Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurmuyor mu?

“İçinizde... Görmüyor musunuz?” (Zâriyat: 21)

İşte Allah-u Teâlâ’nın içte olduğunu gören ve bilen yalnız bunlardır. Bu sırra yalnız bunlar mazhardır. Râbıta ancak bunlara yapılır, başkasına şâmil değildir. Bu surette Allah-u Teâlâ’ya ulaşmak için köprü mesabesindedir, bir vasıtadır, hem de en mühim bir vasıtadır. Nasipdar olanlar oradan alırlar..

Bunlar “El-fakru fahrî”nin sırrına erenlerdir. Allah-u Teâlâ’nın ihsan ve ikram ettiği sonsuz nimetlerin karşısında, bir zerrenin dahi idrâkinden âciz olduğunu bilirler. Amma o görüyor da âciz düştüğünü biliyor. Hem biliyor, hem görüyor.

İşte Râbıta yapan, bu içindekine yapmış olur. Râbıta’ya mezun olanlar da ancak bunlardır. Neden? Çünkü o, kendi varlığını var olan Hazret-i Allah’ta ifnâ etmiş. Zira Gerçek mürşid Hazret-i Allah’tır.

İtiraz edenler bu Âyet-i kerime’lerin, bu Hadis-i şerif’lerin tecelliyatından mahrum kaldıkları için, bilmeyerek itiraz ediyorlar. Amma bu itirazları ile gerçekten câhil olduklarını ortaya koyuyorlar.

Kalbini Allah-u Teâlâ’nın dostuna raptetmek emr-i ilâhî olduğu halde, bu emr-i ilâhî’yi inkâr edenlerin ellerinde ne gibi deliller var?

Dilinizi göstereceğinize delil gösterin!

Zira bunların dilini, önlerine sürdüğümüz Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle kesmiş oluyorum.

Kâbe-i Muazzama’ya secdeye kapanmayı şirk olarak kabul etmiyorsun da, Râbıta’dan murad olunan: “Sâdıklarla beraber olunuz!” emr-i ilâhî’sini neden şirk kabul ediyorsun? Halbuki o da Allah-u Teâlâ’nın emri, bu da Allah-u Teâlâ’nın emri.

İnsan-ı kâmil bir perdeden, bir maskeden ibarettir. Kâbe-i muazzama’da ne ki varsa İnsan-ı kâmil’de hepsi mevcuttur. Onda öyle bir bina var ki, onu O yarattı. Onun özünde Hakk var.

Kâbe-i muazzama’da Hacer-ül esved, Kâbe-i muazzama’da Altınoluk var. Fakat Allah-u Teâlâ ona öyle bir oluk ihsan buyuruyor ki, feyz deryâsından Resulullah Alayhisselâm’ın deryâsına gelir. Kâinat da o derdyâdan alır, o Altınoluk’tan alır. Yani ona yönelen Hakk’a yönelmiş olur. Ondan aldığı feyz, feyz-i ilâhî’dir. Allah-u Teâlâ’dan Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inden ona, ondan O alınmakla feyz-i ilâhî olur.

O gördüğün insan-ı kâmil bir maskeden, bir resimden ibarettir. İçinde yalnız ve yalnız O olduğunu hem bilir hem görür.

Gören yalnız bunlardır. Onun içinde yalnız O olduğu için, O Kâbetullah oldu. İşte Râbıta ancak Kâbetullah’a yapılır.

Kâbe-i muazzama’nın yapılması için Allah-u Teâlâ İbrahim Aleyhisselâm’a emretti ve bütün ruhların dâvet edilmesi emrolundu. Bu dâvet kıyamete kadar devam eder, umuma şâmildir.

İbrahim Aleyhisselâm’a yapımını ve dâvetini emreden Allah-u Teâlâ, sâdıklarla olmayı emreden de yine Allah-u Teâlâ’dır.

Nasipdar ettiği kimseler o vâsıta ile tekâmül eder. Aynı zamanda “Kalbül-mümin arşur-rahman” olduğu için; Allah-u Teâlâ’nın ihsan ve tevdî ettiği emâneti, ezelî nasibini, Râbıta ve muhabbet sayesinde almış olur.

Bütün kâinâta taksimat maddî arş’dan gelir. Mânevî bütün taksimat da, mânevî arş’dan gelir. Bu da İnsan-ı kâmil’dir. Onun içindir ki Allah-u Teâlâ taksim etmişse nasibdar olanlar nasibini oradan alırlar.

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde:

“Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin, hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah’tan korkun ki, felâha erebilesiniz.” buyuruyor. (Âl-i imran: 200)

Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Bu Âyet-i kerime’yi bu mânâya kullanırsam, zâhir âlimleri tarafından hatalı görülmemeliyim. Çünkü;

“Kur’an’ın bir zâhiri bir de bâtını vardır. Bâtını da yedi dereceye kadar gider.”

Gibi Hadis-i şerif’ler tefsir dairesini genişletmişlerdir.” (45. Mektup)


  Önceki Sonraki