Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Ömer Öngüt Görüşleri Sözleri Kitapları Düşünceleri Yazıları Eserleri
Kalblerin Anahtarı Külliyatı
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Tasavvuf, insanın süflî hayattan ulvî hayata ve yüksek kemâlâta ulaşabilmesini; nefsini kötü duygu ve huylardan, hayvânî sıfatlardan arındırarak ahlâkını düzeltmesini, zâhirini ve bâtınını nurlandırmasını sağlayan mânevî bir disiplindir. Bu bakımdan tasavvuf, İslâm ahlâkının vücut bulmasında en büyük âmildir.

Nefis ve Ruh

Nefis ve Ruh


Allah-u Teâlâ Cemâl nurundan en evvelâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin nurunu yarattı. Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin de bilhassa göz nurundan Arşırahman’ı, sonra diğerlerini halketti.

Allah-u Teâlâ bütün ruhları “Lâhut âlemi”nde yarattı. Bunun içindir ki ahsen-i takvimin tâ kendisi olmuş oluyor.

Sonra yaratılan ruhları kâinatın en aşağısına, cesetler âlemine indirdi.

Kur’an-ı kerim’de bu hususa şöyle işaret ediliyor:

“Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” (Tin: 4-5)

Yâni Allah-u Teâlâ “Kudsî rûh”u ahsen-i takvim üzere yarattıktan sonra, beraberinde tevhid tohumu olduğu halde “Lâhut âlemi”nden saldı, evvelâ “Ceberût âlemi”ne indirdi. Ceberût, âlem-i emirden sonra madde ve müddetle vücut bulan, maddî ve mânevî âlemler arasında bulunan orta âlemdir. Ruhânî âlemin de cismânî âlemin de bazı hususiyetlerine sahiptir. Bir berzah ve misâl âlemidir.

Ceberût âlemine gelince Allah-u Teâlâ ruhlara o âleme mahsus, o âlemin nurundan kisveler giydirdi. Bu kisveyi giyen ruhlar “Sultânî ruh” oldu.

Sonra o kisve ile “Melekût âlemi”ne indirdi. Orada da o âlemin nurundan kisveler giydirdi. Bu kisveyi giyen ruhlar da “Ruhânî ruh” ismini aldı.

Mülk âlemi zâhir âlem, melekût âlemi ise bâtın âlemdir. Arş’tan arza kadar melekût âlemidir.

Allah-u Teâlâ ruhları yine saldı, “Mülk âlemi”ne indirdi. Emr-i İlâhî ile cesetlere inip mülk kisvesine bürünen ruhlar ise “Cismânî ruh” oldu.

Cesetleri halk edişi ile ilgili değişik halleri şu Âyet-i kerime’si ile haber vermektedir:

“Sizi topraktan yarattık, ölümünüzden sonra yine O’na döndüreceğiz ve sizi tekrar oradan çıkaracağız.” (Tâhâ: 55)

Ruhların bu cisme girmeleri ile ilgili olarak da diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Ona kendi ruhumdan üfledim.” (Sâd: 72)

Âlemlerden süzüle süzüle gelen ve ulviyattan halkolunan ruh, hissiz ve hareketsiz vücuda sığdırıldı.

Vücutta bir de nefis var. Nefisle ruh, vücutta ayrı ayrı yer tutmuşlardır.Nefis; toprak, su, hava ve ateşten müteşekkil bir “Buhâr-ı zulmânî”dir. Karın boşluğunda bulunur, kumandası secde mahallidir. Bütün vücuda oradan kumanda etmek ister.

Nefis süfliyâttan, ruh ulviyâttan halkolunmuştur. Nefis ahlâk-ı zemime, ruh ise ahlâk-ı hamide ile mücehhezdir. Çok lâtiftir, çok âli makamdan gelmiştir.

Allah-u Teâlâ cesette ruhların her birine, kendilerine mahsus yerler ayırmıştır.

Cismânî ruhun yeri etle kan arasıdır ve bedende terbiye edilir. Ruhânî ruh’un yeri kalp,

Sultânî ruh’un yeri fuad,

Kudsî ruh’un yeri ise sırdır. Ruhların terbiyesi ayrı bir husustur.

Sır; Hâlik ile mahlûk arasında bir vâsıtadır, tercüman mesâbesindedir. Çünkü Kudsî ruh’a sahip olan bir kimse, Allah-u Teâlâ iledir ve O’nun mahremi sayılır.

Yani içten içe, âlemden âleme geçiliyor. Bunlar bâtınların da bâtınıdır.


  Önceki Sonraki