Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
MAKALE - İki Azgın Arkadaş “Nefis” Ve “Şeytan” - Ömer Öngüt
İki Azgın Arkadaş “Nefis” Ve “Şeytan”
MAKALE
Misafir Yazar
1 Kasım 2001

 

İki Azgın Arkadaş
“Nefis” Ve “Şeytan”

 

Halil İbrahim Emre


O Allah öyle bir Allah’tır ki, Rahman ve Rahim sıfatıyla bütün yarattıklarının her türlü ihtiyacını karşılar. Onları imtihan eder, görüleni ve görülmeyen her şeyi ilm-i ezelisinde bilir. Mevcud-u hakiki O’dur. O’ndan başka ulûhiyete müstehak kimse yoktur. Kullarının ibadetlerine mâbud O’dur, O’ndan başka mâbud yoktur.

Âyet-i kerime’de:

“O öyle bir Allah’tır ki O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Görülmeyeni de bilir, görüleni de bilir.” buyuruluyor. (Haşr: 22)

Geçmişte ne olduysa, şimdi ne oluyorsa, gelecekte ne olacaksa hepsini en ince teferruâtıyla bilir.

“O Rahman’dır, Rahim’dir.” (Haşr: 22)

“Rahman”; dünyada kendisine inananı-inanmayanı, itaat edeni-etmeyeni ayırdetmeden bütün mahlûkatına sayısız nimetler bahşeder, onları esirger.

“Rahim”; çok merhamet eder, inanıp sâlih ameller işleyenleri, verdiği nimetleri iyiye kullananları ahirette daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırır.

“O Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Haşr: 24)

Bütün buyrukları ve işleri hikmetlidir. İnsanın dünya saâdetini ve ahiret selâmetini kazanması için emir ve yasaklar koymuştur. Fakat insanın bir yanında nefsi, bir yanında şeytanı onu olanca şiddetiyle Yaratan’ına isyana teşvik eder.

Nefis her hayra engel olmak isteyen, her şerrin kapısını açan, her iyiliği benimseyen kıyamete kadar ayrılmaz bir arkadaştır. Kin, kibir, gadap, şehvet, hased, riyâ, tamah gibi kötü sıfatları da kalp hastalıklarıdır. Eğer bu kalp hastalıkları tedavi edilmez ve bu nefis terbiye edilmez ise Yaratan’ına bile karşı çıkar. İnsanlar da hayvani sıfatlar vardır. Eti yenmeyen hayvan sıfatında olanlar vardır onların nefsi de iman etmemiştir. Görünüşte çok iyi işlerde bulunuyor gibi gözükselerde nefsi iman etmediği için niyeti bozuktur.

Eti yenen hayvan sıfatında olanlar ise nefsi iman etmiştir. Fakat ıslah olmamıştır. Onun için sıfat-ı hayvaniyede kalmıştır. Herkes hangi hayvani surette ise o şekilde mahşere çıkacak ve suretlerinden kim oldukları bilinecek.

Bir kısım insan da vardır ki ahlâk-ı zemimeden sıyrılıp, sıfat-ı hayvaniyeden arındıkları için insan suretindedirler. Onlar mahşerde insan suretinde haşrolunurlar. Eğer bir insan haramlara dalıyorsa sıfat-ı hayvaniyededir. Değil haramlara en küçük şüphelilerden de sakınıyorsa insandır. Herkese saldıranlar köpek sıfatında, düşmanlık yapanlar yılan, hilekârlar tilki, hırsızlık yapanlar fare, nankörlük yapanlar kedi, kıskanmayanlar domuz sıfatındandırlar.

Fakat eti yenen hayvan sıfatında olan kimseler ayrıdır. Kimisi öküz, kimisi horoz sıfatındadır. Koyun sıfatında olan ise çok azdır. Sıfat-ı hayvaniyenin hangisini huy edinmişse hangisi ile amel ediyorsa, o sıfat onda mevcuttur, o sıfatla ölecek, o sıfatla dirilecek.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Her kişi öldüğü hâl üzere dirilir.” buyuruyor. (Müslim)

Perde kalkınca herkesin sıfatı belli olacak, icraatı ile beraber görülecek.

Diğer bir Hadis-i şerif’te ise:

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz.” buyuruluyor.

Hangi hayvani sıfatta ölmüş ise Allah-u Teâlâ hayattaki suretinin üzerine o hayvan suretini verecek ve onun kim olduğunu herkes tanıyacak.

Aslında herşeyi O yaratıyor, O şekil veriyor, O hayat veriyor, O yaşatıyor, O yediriyor, O giydiriyor. Dilediği zaman da emanetini çekip alacak, sana âit bir şey olmadığını göreceksin, ama nefis Yaratan’a bile karşı çıktı.

Âyet-i kerime’de:

“Ey inkâr edenler! Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz?

Gördünüz mü (rahimlere) akıttığınız meniyi?

Onu (siz mi düzgün bir insan sûretine getirip) yaratıyorsunuz, yoksa yaratanlar biz miyiz?” buyuruluyor. (Vâkıa: 57-58-59)

Hülâsa nefis terbiye görmezse akla hayale gelmeyecek işler yapar. Rabb’ine bile harp ilân eder, isyan eder. Kur’an-ı Azimüşan’da ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kıyamet alâmetlerini bildirdiği Hadis-i şerif’lerde nefsin ne kadar azgın duruma gelerek neler yapabileceği bize bildiriliyor.

Kur’an-ı Azimüşanda geçmiş bir neslin imtihanı, nefislerinin ne kadar azdıkları ve helâkı bildiriliyor.

Şöyle ki:

Salih Aleyhisselâm kavmine kendisinin bir peygamber olarak gönderilmesi ile imtihana tâbi tutulmuş olduklarını söyledi. Çünkü onun gelmesi ile bir mihenk konmuş oldu. Hak ile bâtıl birbirinden ayrılmış oldu. Hakk’ı kabul edip, nefsini terbiye eden, hak yolda yürüyenler, imtihanı kazandı. Bâtılda kalıp nefsinin azgınlıklarına uygun bâtıl dâvâsını inatla sürdürenler ise kaybetmiş oldu. Kendilerine gönderilen peygambere uymadıkları için hakkı bâtıldan, gerçeği sahtesinden ayıramadılar. Dalâlet batağında helâk oldular.

Semud kavmi Salih Aleyhisselâm’ın birçok mucizelerini görmelerine rağmen yetinmediler. Azgın nefislerine uydular. İstekleri bitmek tükenmek bilmiyor, küfürde inat ediyorlardı.

Dediler ki:

"Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygambersen, duâ et de şu karşıda tek başına duran kayadan şu şu vasıfta bir dişi deve çıksın. O zaman senin peygamberliğini tasdik eder ve sana iman ederiz."

Salih Aleyhisselâm onlardan iman edeceklerine dair kesin söz aldıktan sonra, onların isteklerine icabette bulunması için Allah-u Teâlâ'ya niyazda bulundu.

Bu sırada kayada, doğum sancısı çeken kadınlarda görüldüğü gibi bir sancı çekme hali görüldü. Sonra da ikiye ayrılarak, içinden onların istedikleri gibi bir dişi deve çıkıverdi.

Salih Aleyhisselâm şöye buyurdular:

"Ey Kavmim! İşte size mucize olarak Allah'ın devesi!" (Hûd: 64)

"Size Rabbinizden açık bir mucize gelmiştir. İşte şu Allah'ın devesi, size bir mucizedir." (A'raf: 73)

Deve bu arada kendisi gibi büyükçe bir erkek yavru doğurdu.

Onlar bu mucizeyi gözleriyle gördüler ve hayretler içinde kaldılar. Kendi kafalarına göre Salih Aleyhisselâm'ı aciz bırakacaklardı, kendileri aciz kaldılar. Fakat azmış nefislere, kararmış ruhlara, taşlaşmış kalplere, inatçı bir kavme iman aşılamak ne mümkün!

Semud kavminin mucize olarak deve istemelerinin sebebi, deveye karşı büyük ilgi duymalarındandır. En çok süt veren deve, onların en kıymetli malı sayılırdı.

Bu mucize deve Semud kavminin kaderini tayin edecekti. Bu onlar için çok ciddi ve tehlikeli bir imtihandı.

Âyet-i kerime’de:

"Ey Kavmim! İşte size mucize olarak Allah'ın devesi!

Onu kendi haline bırakın, Allah'ın arzında yesin, içsin. Sakın ona bir kötülük dokundurmayın. Sonra sizi yakın bir azap yakalar." (Hûd: 64)

İmtihan gereği olarak Cenâb-ı Hakk’ın emriyle kuyudaki sudan bir gün onlara birgün deveye içmesi müsade edildi. Kuyuya deve salındığı zaman kuyunun bütün suyunu içiyor. Fakat ondan fazla da süt veriyordu, diğer günde ise onlar ertesi güne bile yetecek kadar sularını alıyorlardı.

Fakat bir gün deveye ayırmak işlerine gelmiyordu. Deveyi birkaç sefer öldürmeye niyet etmişlerdi, korkudan başaramadılar.

Diğer taraftan Salih Aleyhisselâm da yeri geldikçe onları ikâz ederek "Deveye kötülük kastı ile ufacık bir dokunmanız size büyük zarar getirir." diyordu.

Şeytan ise onlara devamlı surette deveyi öldürmelerini telkin ediyordu. Deveye ilgi artmıştı, halkın Salih Aleyhisselâm’a meyletmesi iman etmesi korkusu Semud kavminin ileri gelenlerini endişelendirdi ve Semud'un kızılı denilen ve Kudar adındaki kibirli bir çete başına bu işi yüklediler, deveyi keserek öldürttüler. Böylece azgın nefislerinin âkıbetini hazırlamış oldular.

Âyet-i kerime’de:

"Onların en azgını deveyi kesmek için ayaklanınca, Allah'ın Resul'ü onlara 'Allah'ın devesine ve onun su içme hakkına dikkat edin!' dedi. Onu yalanladılar ve deveyi kestiler." (Şems: 12-13-14)

Salih Aleyhisselâm haber alınca "Bari yavrusuna yetişin!" buyurmuşsa da yavru dağa doğru kaçmıştı ve anasının geldiği mucize kayaya girdiği için yetişemediler. Müşrikler kudurmuş gibiydiler.

"Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerden isen, bizi tehdit ettiğin azabı getir dediler." (A'raf: 77)

Salih Aleyhisselâm onlara birinci gün yüzlerinin sararacağını, ikinci gün kızaracağını, üçüncü gün kararacağını, dördüncü gün ise ilâhi azabın gelip kendilerini helâk edeceğini söyledi.

"Ve onlardan yüz çevirdi." (A'raf: 79)

Dördüncü günün sabahına çıkmadan, gece yarısı ile sabah arasındaki süre içinde yıldırım çarpar gibi bir gürültü koptu. Gökten üzerlerine bir sayha, altlarından da şiddetli bir sarsıntı geldi. Her şey bir anda olup bitti ve helâk oldular.

Allah-u Teâlâ'nın kendilerine rahmet olarak gönderdiği bir peygamberi, âilesiyle birlikte öldürmeye teşebbüs edip, kim vurduya getirmeye kalkışmaları, bardağı taşıran son damla olmuştu.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

"Âd'ı Semud'u, Ress halkını ve bunlar arasında bir çok nesilleri de helâk ettik.

Onların her birine misaller getirdik. (Amma öğüt almadıkları için) hepsini kırdık geçirdik." (Furkan: 38-39)

"Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı ve yurtlarında dizüstü çökekaldılar.

Sanki orada hiç oturmamışlardı. Biliniz ki Semud kavmi Rabb’lerini inkâr etmişti, biliniz ki Semud kavmi Allah'ın rahmetinden uzak düşmüştü." (Hûd: 67-68)

Şeytana uyan azgın nefisli kavimlerden bir tanesinin misali Kur’an-ı kerim’de bize bu şekilde Âyet-i kerime’lerle haber verilmiştir. Bu geçmişteki bir misaldir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz ise gelecekteki daha azgın nefsine, şeytana uyar olanların yapacaklarını ve nasıl helâk olacaklarını, kıyamet alâmetleri olarak deccalin çıkışını ve Ye’cüc ile Me’cüc’ün yeryüzünde nasıl kan akıtacaklarını, nefisleri o kadar azacak ki “Yerdekileri öldürdük, göktekileri de öldürelim.” diyeceklerini ve silahlarını göğe çevireceklerini Hadis-i şerif’te bizlere şöyle haber vermektedir:

Nevvas bin Sem’an -radiyallahu anh-den şöyle söylediği rivayet olunmuştur:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir sabah Deccâl’den bahsederken, onun ne büyük bir belâ olduğunu belirtti. Öyle ki, biz onu Nahl civarında zannettik. Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in huzurundan ayrıldık, sonra tekrar geldik. Bizdeki hüzün ve teessürü anladı ve “Derdiniz nedir?” diye sordu. “Ya Resulellah dedik, bu sabah Deccâl’den bahis açarak onu tezyif ettiniz, ne büyük bir belâ ve fitne olduğunu söylediniz. Hatta biz onun Nahl civarında olduğunu sanmıştık.”

Bunun üzerine buyurdu ki:

“Sizin için en korktuğum Deccâl’den başkalarıdır. Şayet Deccâl ben sizin aranızdayken zuhur ederse, yalnız başıma onu mağlup edebilirim. Eğer ben aranızda değil iken çıkarsa, artık herkes kendi nefsini müdafaa edip şerrinden korunmalıdır. Zaten Allah-u Teâlâ her müslümanı onun şerrinden himaye edecektir.

Deccâl, son derece kıvırcık saçlı, gözü dışarıya fırlamış bir delikanlıdır. Ben onu sanki Katan oğlu Abdül-uzzâ’ya benzetiyorum. Her kim Deccâl’e yetişirse, Kehf suresinin ilk âyetlerini okusun.

Deccâl Şam ile Irak arasındaki bir yerden çıkacak, sağı ve solu ifsad edecektir. (O zamanda bulunan) Ey müminler, dininizde sebat ediniz!”

“Yâ Resulellah! Deccâl yeryüzünde ne kadar kalacak?” Dedik.

“Kırk gün kalacak. Bir günü bir sene, bir günü bir ay, bir günü bir hafta ve diğer günleri ise sizin günleriniz kadar olacaktır.” buyurdu.

Biz yine sorduk:

“Yâ Resulellah! Bir sene kadar olan o günde, bir günlük namaz bize kifâyet eder mi?”

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“Hayır” buyurdu, “Siz ona göre namaz vakitlerini tahmin ve takdir edersiniz.”

“Yâ Resulellah! Onun yerdeki hızı ne kadar olacaktır?” Dedik.

Buyurdu ki:

“Rüzgârın önüne kattığı bulutun hızı kadar. Bir topluluğun yanından geçer, onları kendisinin rableri olduğuna inanmaya davet eder. Onlar da ona iman ve icâbet ederler. Bunun üzerine Deccâl göğe yağmur yağdırmasını emreder, yağmur yağar. Toprağa emreder, otlar, çayırlar biter.

Hayvanlar da merâdan fevkalâde besili ve sütlü olarak dönerler.

Sonra Deccâl başka bir topluluğa gelir, onları da kendisinin rab olduğuna inanmaya davet eder. Lâkin onlar bu daveti reddederler, Tevhid dininde sebat ederler, o da onlardan ayrılır. O topluluktan yağmur kesilir, otlar kurur. Mal namına ellerinde hiç bir şey kalmaz.

Bir harabeye gelir, ona ‘Hazinelerini, definelerini çıkar!’ diye emredince, bal arılarının beylerini takip ettikleri gibi, o hazineler de süratla Deccâl’i takip ederler.

Sonra gençlikle dopdolu bir delikanlıyı kendisine iman etmeye dâvet eder. Kabul etmeyince onu bir kılıç darbesiyle iki parçaya ayırır, yine davet eder. Delikanlı beşûş bir çehre ile güler.

O bu vaziyette iken, Allah-u Teâlâ Meryem’in oğlu Mesih’i gönderir. İsa -aleyhisselâm- boyanmış iki hülleye bürünmüş, ellerini de iki meleğin kanatları üzerine koymuş olarak Şam’ın doğusundaki Beyaz Minâre’ye iner.

Başını eğince hamamdan çıkmış gibi tertemiz bir halde terler, başını kaldırdığı zaman da saçından inci taneleri gibi nûrânî damlalar iner. Onun nefesini koklayan bir kâfir muhakkak ölür. O nefes göz alabildiği yere kadar uzanır.

İsa -aleyhisselâm- Deccâl’i aramaya koyulur. Neticede ona Lüdd kapısında yetişir ve onu öldürür. Sonra İsa -aleyhisselâm- ın yanına Deccâl’in şerrinden Allah’ın muhafaza buyurduğu bir topluluk gelir. İsa -aleyhisselâm- onların yüzlerini mesheder, cennetteki derecelerini haber verir. Bu sırada Allah-u Teâlâ İsa -aleyhisselâm-a şöyle vahyeder.

‘Ben sana itaat eden bir cemaat meydana getirdim. Hiç bir kimsenin onları öldürmeye gücü yetmez. O kullarımı Tur dağında muhafaza et.’

Cenâb-ı Hakk Ye’cüc ve Me’cüc’u gönderir. Bunlar yüksek yerlerden akın edecekler. İlk kafile Taberiye gölüne uğrayıp oradaki suları tamamen içecekler. Sonra geridekiler bu göle uğrayacaklar ve ‘Vaktiyle burada çok su varmış’ diyecekler. Sonra Beyt-i Makdis dağına yürüyecekler. ‘Yeryüzündekileri öldürdük, geliniz göktekileri de öldürelim.’ diyecekler ve oklarını göğe doğru atacaklar. Allah-u Teâlâ okları kana boyanmış olduğu halde onlara geri çevirecek. İsa -aleyhisselâm- ve ashâbı Tûr dağında mahsur kalacaklar. Öyle ki muhasaranın şiddetinden o gün bir öküz başı, onlardan her biri için bugünkü paranızla yüz dinardan daha hayırlı olacak.

Bunun üzerine Nebiyullah İsa -aleyhisselâm- ve ashâbı onların belâsından kurtarması için Allah’a yalvaracaklar. Allah-u Teâlâ Ye’cûc ve Me’cûc kabilelerinin enselerine kurtçuklar musallat eder. Sabahleyin hepsi de Allah’ın kudreti ile bir tek nefsin ölümü gibi bir anda kırılır helâk olurlar. Sonra İsa -aleyhisselâm- ve ashâbı Tûr dağından yere inerler. Yeryüzünde onların kokmuş lâşelerinden hâli bir karış yer bulamazlar.

Yine İsa -aleyhisselâm- ve ashâbı Allah’a yalvarırlar da Cenâb-ı Hakk deve boynu gibi kuşlar gönderir. Onlar lâşeleri alıp Allah’ın istediği yere atarlar. Sonra Cenâb-ı Hakk pek çok yağmur indirir ki, hiç bir ev ve çadır bu yağmurdan kurtulmaz. Bu yağmur bütün yeryüzünü yıkar, ayna gibi tertemiz, yemyeşil bir hale getirir. Sonra yeryüzüne ‘Meyvelerini bitir, evvelki gibi feyiz ve bereket ver!’ diye emrolunur. İşte o gün bir cemaat bir tek nar yiyip doydukları gibi onun kabuğu ile de gölgelenirler. Merâya gönderilen deve, sığır, koyun ve keçilerin sütleri de bereketli olur. Öyle ki, sağmal devenin sütü kalabalık bir cemaati, sığırınki bir kabileyi, koyunun sütü de yakın akrabadan bir cemaati doyurur. İşte bunlar böylece bolluk içinde müreffeh bir hayat geçirirken, Cenâb-ı Hakk hoş bir rüzgâr gönderir ve bu rüzgâr bütün müminlerin ruhlarını kabzeder. Geri kalan insanlar, en şerli insanlardır, yekdiğeri ile boğuşurlar, merkepler gibi halkın huzurunda alenen çiftleşirler. Kıyamet de onların üzerine kopar.” (Müslim)

Böylece azgın nefislerine ve şeytana uyanların işi biter. Yalnızca Azâmet-i ilâhi kalır.