Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
SİLSİLE-İ SÂDÂT - Şeyh Muhammed Es’ad Erbilî (Kuddise Sırruh) -43- - Ömer Öngüt
Şeyh Muhammed Es’ad Erbilî (Kuddise Sırruh) -43-
SİLSİLE-İ SÂDÂT
Dizi Yazı - Silsile-i Sâdat
1 Ekim 2001

 

Silsile-i Sâdât -33-

ŞEYH MUHAMMED ES’AD ERBİLÎ
(Kuddise Sırruh) -43-

 

Râbıta:

İnsanların gıdası “Cismânî” ve “Rûhânî” olmak üzere iki kısımdır:

“Gıdâ-i cismânî”, yemek içmek suretiyle beslenmektir. “Gıdâ-i rûhânî” de mâneviyat ile tegaddî etmektir.

Meselâ cismin gıdası olan yiyeceklerden ekmeği tasavvur edelim. Toğrağa ekilir, yağmur yağar, neşv-ü nemâ bulur, buğday vücuda gelir, ondan da ekmek olur. Eğer buğday ekilip de uzun müddet veyahut hiç yağmur yağmazsa tohum neşv-ü nemâ bulmaz, buğday mahsulü de olamaz. Demek ki buğdayı kemâle getirecek yağmurdur. Yağmur olmazsa buğdayın kemâlinin husulü de mümkün değildir. Binâeanaleyh “Cismânî gıda”nın kemâle vusûlü için rahmet-i ilâhîye’ye fevkalâde ihtiyacı vardır. Aksi takdirde helâk olması muhakkaktır.

“Gıdâ-i mâneviye” de füyuzât-ı ilâhiye’ye muhtaçtır. Yani mânevî rahmet-i ilâhiye’ye muhtaçtır. Mânevî rahmet-i ilâhiye de insanların kalbine ifâza olunur.

En ziyade mânevî rahmet-i ilâhiye yani füyûzât-ı Rabbâniye kibar-ı evliyâullah’ın kalbine ihsan olunur. Diğer müminler de onlardan biiznilâh-i Teâlâ feyiz alırlar.

Evliyâullah da yağmur gibidir. Maddî yağmur olmayınca hayat-ı beşeriye’nin bekâsı mümkün olamayacağı gibi, mânevî yağmur da olmayınca mükevvenâtın bekâsı mümkün olamaz.

Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:

“Ümmetimin kümmelîni (seçkinleri) yağmur gibidir. Evvelinden mi âhirinden mi hangisinden halkın daha ziyade müstefid olacağı (daha çok istifade edeceği) mâlum değildir.” (Tirmizî)

Bununla beraber her yağmurun zamanına göre faydası olduğu gibi evliyâullah’ın da asra, zamana göre faydaları vardır. İnd-i ilâhî’de herbirinin mevkii vardır. Zaman-ı sâbıkta geçen evliyâullah ile sonradan gelenleri mukayeseye kalkmamalıdır.

Meselâ birkaç asır evvel irtihal buyuran evliyâullah’ı bu zamanda ekseri insanlar tasdik ederler. Bunun sebebi vardır. Zirâ irtihalden sonra irşâd vazifesinden azade kalırlar. Şeytan da onları tasdik etmekten menetmez. Asıl hayatta bulunan irşada memur kâmil velilere tekarrüb ettirmemek için inkâr ettirir. Tekarrübünden mene çalışır. Çünkü müminlerin selâmetini arzu etmez.

Kalbi temiz olursa yani kalpte iman olursa daima ibadet ve taate sevkeder. İnsanlar ekseriyetle “Müminiz” derler. Halbuki müslümandırlar, yani teslim olmuşlardır. Mümin olmak için herhalde imanın kalbe girmesi lâzımdır.

Mümin-i kâmil olanlar Cenâb-ı Hakk’ın doksandokuz sıfatına iman ederler, hiç şüpheleri olmaz. Fakat bazı insanlar: “Cenâb-ı Hakk Ğaffâr’dır” diye ümitlenerek dar-ı ahiret için çalışmazlar. Fakat “Rezzâk” sıfatına imanları olamadığı için dünyada çalışmayınca aç kalırız.” diye korkarlar. İşte bu müslüman ve müminin işi değildir.

Kezâ dünyada zengin olan kimseler maişet cihetinden korku çekmezler. Çünkü idaresine kâfi nakde (paraya) mâliktir. Fakat fakir olanlar aç kalma tehlikesinden azade kalamazlar, dâima korkarlar. İşte dâr-ı ahiret için zengin olan evliyâullah ile dâr-ı ahiret için fakir olanlar da buna büyük bir misaldir.

Şu halde bir kimse saâdet-i uhreviye’yi temin ederse zevk içindedir. Saâdet-i uhreviye’den mahrum ise fakirdir, daima korku içindedir.

 

Kalbin Vazifesi:

Aleyhisselâtü ves-selâm Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyurmuşlardır ki:

“Dünyada cenâzenin yürüdüğünü görmek isterseniz Ebu Bekir’e bakınız.”

Mâsivâdan tamamen geçerek meyyit gibi olmuştur.

“Ölmeden evvel ölünüz!”ün sırrı da budur.

Kur’an-ı kerim’de zikri geçen müminden maksat mümin-i kâmil’dir, Evliyâullah Hazerâtıdır.

Müminlerin kalbi, Arşurrahman’dır.

Cenâb-ı Hakk:

“Yere ve göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım.” buyurmuştur. (K.Hafâ: 2256)

Ki, Cenâb-ı Hakk’ın buyruğu müminin kalbi Arşurrahman olan evliyâullah kalbidir. Arşurrahman da bütün semâvâtı içine alır.

Zâhiren görünen âzâların herbiri bir vazife ile muvazzaftır. Göz görmek, kulak işitmek, ayak yürümek içindir. Bütün âzâların bir vazifesi vardır. Kalbin vazifesi de muhabbettir. Muhabbet ise Cenâb-ı Allah’a mahsustur. İnsan el-ayak ve göz ile vezâif-i lâzimesini ifâ ettiği gibi kalp de vazifesini ifâ eder. Kalbin Cenâb-ı Hakk’a muhabbet etmesi, sair ticaret ve meşguliyetlere mâni teşkil etmez. Arşurrahman olan evliyâullah’ın kalbinde muhabbetullahtan başka muhabbet yer almaz.

 

Zikrullah:

“Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri sayısıncadır.”

Ancak tarikatlar arasındaki tasfiye-i rûha en uygun ve Hakk’a vuslata en yakın olan tarik, tarik-i zikir’dir.

Zira Hadis-i şerif’te:

“Zikrin hayırlısı hafî olanı, rızkın hayırlısı da miktar-ı kâfi olanıdır.” buyurulmuştur. (Münâvî)

Zikr-i hafî de ikidir:

“Lisanen ihfâ ile zikir”

“Kalben zikir”

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Rabb’ini gönülden, yalvararak, boynu bükük ve ürpererek hafif sesle sabah akşam zikret.” (A’râf: 205)

Kalben zikir, lisan ile hafî zikirden efdaldir.

Zira Âyet-i kerime’de:

“Allah’ın zikri en büyüktür.” buyurulmuştur. (Ankebût: 45)

Allah-u Teâlâ’nın zikrin büyüklüğü ile hükmetmesi, zikrin Allah nezdinde amellerin en efdali olduğunu gösterir.

Zikr-i hafî hafaza meleklerinin işitmemesi sebebiyle zikr-i cehriden yetmiş kat efdaldir.

Hadis-i kudsî’de Cenâb-ı Hakk:

“Ben beni zikredenle beraberim.” buyurmuştur. (K.Hafâ)

Zâkir, zikirle Allah-u Teâlâ’ya öyle kemâl-i kurbiyet ve tamamı ünsiyet tahsil eder ki, o kurbiyyet ve ünsiyetin gereği olan cülus Hakk Teâlâ’nın şânına muhal olduğu halde Hakk Teâlâ onu zâtına izafe etmiştir. Tâlib-i rızâullah (Allah’ın rızâsını isteyen) ve Râgıb-ı likâullah (Allah’a kavuşmaya can atan) kimse zikre devam etmeli ki, rızâullah’a nãil ve likâullah’a vâsıl olabilsin.

 

Yalan Söylemek:

Âyet-i kerime’de:

“İnsan, dünyadaki sa’yinin semeresini ahirette görür.” buyurulmuştur. (Necm: 40)

Bir adam hem işret eder (içki içer), hem hırsızlık eder, hem de yalan söylermiş. Bunların hepsini terketmesini tavsiye etmişler. “Hepsini birden terkedemem. Yalnız bir tanesini, yani yalan söylemeyi terkedeyim.” demiş. Yalanı terketmiş. Sonra: “Meyhaneden veyahut hırsızlıktan geliyorum.” demeye hicap etmiş, hepsini terketmiş.

 

İlmin Önemi:

Cenâb-ı Hakk’ın en büyük sıfatı ilimdir. Onun için ilim tahsil etmek lâzımdır. Çünkü ferâiz-i diniye’yi insan ilimle ifâ eder, öğrenir. Yalnız ilim fayda vermez, amel ve ibadet de şarttır.

Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-den sonra peygamber gelmediği için, ulemâ varistir.

 

Mânevî Terakkiyât:

Seyyid Şerif Cürcânî -kuddise sırruh-, Yâkub-i Çerhî -kuddise sırruh- Hazretleri’ne intisap etmiş, bilâhare Yâkub-i Çerhî -kuddise sırruh- Hazretleri, Seyyid Şerif -kuddise sırruh- Hazretleri’ni kendi şeyhi olan Alâeddin Attar -kuddise sırruh- Hazretleri’ne götürmüş, görüşmüşler.

Farsça bir beyitte Seyyid Şerif -kuddise sırruh- Hazretleri:

“Yakub-i Çerhi’ye intisab etmeden râfızî imişim. Alâeddin Attar -kuddise sırruh- Hazretleri’ne mülâkî olduktan sonra Allah’ımı bildim.” demiştir.

Şu halde böyle bir âlim zâtın kusurunu itiraf etmesi, tarikatın büyüklüğüne delâlet eder.

Yâkub-i Çerhî -kuddise sırruh- Hazretleri Seyyid Şerif -kuddise sırruh-e teveccühte, göğsünde bir hışırtı hissetmiş. Hafif bir de cezbe gelerek sarığı düşmüştü. Seyyid Şerif -kudise sırruh- daha sonra bunun sebebini sormuş, o da: “Derrunundan ilmin paslarını kazıdığını” söylemiştir.

Nitekim Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmuştur:

“Bizim uğrumuzda bizim için mücahede edenlere elbette yollarımızı gösteririz.” (Ankebût: 69)

Burada iki mânâ vardır.

Biri, şerr-i şeytan ve nefs ile mücadele edecekseniz, bizden hidayet bulursunuz.

Diğeri mücahede eden, çalışan herhalde ameline nâil olur, mahrum kalmaz.

 

Dünya ve Mâsiva:

Bir kalpte mâsivâ muhabbeti bulundukça o kalpte Cenâb-ı Hakk’a muhabbet yok demektir. Çünkü Hakk Teâlâ Hazretleri: “Bir adamda iki kalbin bulunmadığını, yani hem muhabbetullah ve hem de muhabbet-i mâsivâ’nın içtimaının mümkün olmayacağını:

“Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamıştır.” (Ahzâb: 4)

Âyet-i kenrime’siyle beyan buyurmuştur.

Bir kalpte muhabbet-i mâsivâ oldukça o kalpte muhabbet-i ilâhiye bulunmaz. Muhabbet-i ilâhiye’yi kazanmak için kalbin tathiri lâzımdır.

“İki zıt bir yerde cem olmazlar ve birlikte irtifâ kaydedemezler, yükselemezler.”

Muhabbet-i Mevlâ olan bir kalpte dünya muhabbetinin olmayacağı bedihidir. Bir sâlik-i tarikatın lâtife-i kalbi kesafet-i mâsivâdan temizlenince onun kalbi hâne-i muhabbet ve âşeyâne-i hümây-i mârifet olacağı şüphesizdir.

 

İnciler:

Necmüddin-i Kübrâ -kuddise sırruh- Hazretleri:

“Tevâzuyu köpekten öğrendim.” buyurmuştur.

Hadis-i şerif’te:

“Ashâb’ım yıldızlar gibidir...” buyuruluyor.

Evliyâullah da mânen sahabilere vâristirler.


  Önceki Sonraki