Başkalarını da kemale ulaştırmak, istikamete götürmek için; iyilikleri emredip, kötülüklerden sakındırmasını emir buyurdu:
“İyiliği emret, kötülükten vazgeçir! Bu hususta sana isabet edecek eziyete katlan!” (Lokman: 17)
Bu kolay bir vazife değildir. Bu vazifeyi yapanların başlarına bir takım musibetler ve sıkıntılar gelmesi mümkündür. Bu sıkıntılara sabretmek lâzımdır.
Bir de şu var ki, bu vazife cesareti ve metaneti gerektiren işlerdendir. Malını ve canını o yolda fedâ edenlerin işidir, korkak kimselerin harcı değildir.
Nitekim Âyet-i kerime’nin nihayetinde:
“Çünkü bunlar azmedilmeye değer işlerdendir.” buyuruluyor. (Lokman: 17)
Lokman Aleyhisselâm nasihat ve vasiyetlerine devam ederken; insanları Allah yoluna davet etmenin edebini oğluna anlattı:
“İnsanları küçümseyip yüz çevirme!” buyurdu. (Lokman: 18)
Halka yol göstermek, Hakk’a davet etmek, yanlışlıklarının giderilmesini hatalarının düzeltilmesini sağlamak, onların üzerinde üstünlüğü ve böbürlenmeyi gerektirmez.
Bu vazifeyi ifâya memur olanların tevâzu kanatları daima yerdedir, herkes basar da geçer. Kendisini herkesten küçük görür, herkese değer verir.
Tevâzu müminin şiârıdır. İnsanları küçük görmemek, onlara karşı büyüklük taslamamak bir emr-i ilâhîdir.
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah kendini beğenip öğünen ve böbürlenen kimseleri asla sevmez.” (Lokman: 18)
Kibriyâ ve azamet Allah-u Teâlâ’ya mahsustur, büyüklük ve ululuk ancak O’na yakışır. Kula yakışan tevâzudur, alçak gönüllülüktür.
Allah-u Teâlâ insan haysiyetini ayaklar altına alan büyüklenmekten, kendini beğenip başkalarından üstün görmekten kullarını sakındırmak için diğer Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilir ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.” (İsrâ: 37)
Lokman Aleyhisselâm oğlunu böbürlenerek yürümekten nehyederken, en güzel yürüme tarzını da açıkladı. Ne çok çabuk, ne de çok yavaş gitmemesini, ölçülü hareket etmesini öğütleyerek:
“Yürüyüşünde mütevâzi ol!” buyurdu. (Lokman: 19)
Bir kimsenin kibir ve gururu yürüyüş biçimine de akseder. Takvâsı olmayan bir zenginlik, sahibini gururlu hâle getirir. Âmirlik, ilimde yükselmek, kuvvetli olmak, herhangi bir dalda tanınmış olmak... gibi şeyler o insanı gururlu bir hale getirir ve bu hal yürüyüşünde de kendini gösterir.
Diğer taraftan tevâzu gösterisi yapanlar da vardır. Onun kendini beğenmesi, gösterişe kaçan bir tevâzu halini alır ve yürüyüşüne yansır.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-, başı önünde omuzları düşmüş, süklüm-püklüm yürüyen bir adamı gördüğünde “Başını kaldır da yürü, İslâm acizlik değildir.” diyerek celâllenmiştir. Aciz ve hasta gibi yürüyen bir başkasını görünce de “Ey sefil! Dinimizi lekeleme!” buyurmuştur.
Yürürken lüzumsuz yere tevâzu gösterisinde bulunmanın dindarlıkla bir ilgisi yoktur.
Lokman Aleyhisselâm’ın, oğlunun şahsında bütün beşeriyete öğüt ve tavsiyeleri devam ediyor.
Buyurdu ki:
“Söz söylerken yavaş sesle söyle! Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokman: 19)
Lüzumsuz yere sesini yükseltenler, ölçüsüz konuşanlar netice itibarı ile eşeklere benzetilmiştir. Ayrıca o, Allah katında buğza uğramıştır.
Bu hususta âhir zaman peygamberi Muhammed Aleyhisselâm beşeriyete en büyük numunedir.
Son derece fasih söz söyler, gayet açık ve külfetsiz konuşurdu. İstenirse kelimeler birer birer sayılabilirdi. Herkesin aklına ve idrakine göre söz söyler, dinleyenin idrâki karışmazdı. Az kelime ile çok şey anlatırdı. Lüzumsuz yere konuşmaz, söze lüzüm görmedikçe sükunet ederdi.
Hazret-i Aişe -radiyallahu anhâ- validemiz Medine-i münevvere’nin en büyük Tabiî âlimlerinden yeğeni Urve -radiyallahu anh-e “Bir şey anlatacağım, bilmem sana hayret verir mi?” buyurmuş, sonra sözlerine şöyle devam etmiştir:
“Buraya Ebu Hüreyre geldi. Odanın şu tarafına oturdu. Sözüne hiç ara vermeksizin mütemadiyen, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-den bahsedip haber veriyor ve bunları bana duyurmak istiyordu. Halbuki ben nafile namaz kılıyordum. Ben ibadetimi bitirmeden kalkıp gitti. Eğer ibadetimi tamamlayıp da kendisine yetişebilseydim, onu böyle fasılasız söz söylemekten men edecektim. İyi bil ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- sizin sözünüzü zincirlediğiniz gibi birbirine ekleme söz söylemiş değildir.” (Tecrid-i sarih: C. 9 sh. 278)
Âyet-i kerime’lerde nakledilen ve sadra şifâ olan öğütlerden başka, kendisinden birçok hikmetler ve nasihatler rivâyet edilmiştir:
“Oğulcuğum! Tevbeni geciktirme. Çünkü ölüm ansızın geliverir.”
“Allah’tan kork! Kalbin günahla dolu olduğu halde, ikram ve ihsanda bulunsunlar diye kendini insanlara müttaki gösterme.”
“Oğulcuğum! Ben konuşmam sebebiyle pişmanlık duymuşumdur, fakat sükutumdan dolayı hiç pişmanlık duymamışımdır.”
“Oğulcuğum! Âlimlerle oturup kalk, onların dizinin dibinden ayrılma. Çünkü Allah toprağı göğün yağmuru ile canlandırdığı gibi, kalbleri de hikmet ile diriltir.”
“Oğulcuğum! Oruç tut, şehvetini keser. Seni namazdan alıkoyacak şekilde oruç tutma, çünkü namaz oruçtan daha büyüktür.”
•
“İnsanların en şerlisi hangisidir?” diye sorulmuştu.
“Kendisini halkın kötü görmesine aldırış etmeyen kimsedir.” buyurdu. (Ahmed bin Hanbel)
•
“Dört zamanda dört şeyi korumak, iki şeyi hatırdan çıkarmamak, iki şeyi de tamamen unutmaya çalışmak lâzımdır.
Korunacak şeyler: Namazda gönül, halk arasında dil, yeme içme sırasında ağız, bir kimsenin evine girilince de göz.
Hiç hatırdan çıkmayacak şeyler: Allah-u Teâlâ’nın azameti ve ululuğu ile ölüm.
Unutulması gereken şeyler: Bir kimseye yaptığın iyilik ve kardeşlerinden gördüğün kötülük.