“Sadakalar (zekât) fakirlere âittir.” (Tevbe: 60)
Âyet-i celile’sinde sadaka, yani zekâtın birinci derecede fakirlere verilmesi beyan buyuruluyor. Şüphesiz fakir demek hiçbir şeye mâlik olmayan kimse demektir. Bu Âyet-i celile’de beyan buyurulduğu vechile zekât birinci derecede ancak fakirlere tahsis ile onlara verilmek lâzım geldiğine göre, mânevî zekât de rızık olduğundan, mânen fakir olan; yani kendisinde hiçbir varlık, hâl, ilim gibi medâr-ı iftihar bir sanat görmeyen kimselere mahsustur.
Âbidin birisi üçyüz sene ibadet etmiş. Hiç günah işlememiş. Vefat ettiğinde, Cenâb-ı Hakk kendisine suâl etmiş:
“Adalet ile mi muâmele edeyim, yoksa rahmetimle mi?” buyurmuş.
Âbid, günahı olmadığını düşünerek:
“İbadetimle muamele ediniz.” demiş.
Bir hesap edilmiş, üçyüz senelik ibadeti dünyada bir defa bakmasına mukabil olmuş. Onun üzerine Hakk’ın rahmetini taleb etmiş.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz altmışüç yaşında irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemişlerdir.
Bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Ümmetimin pek azı yetmiş yaşının oğullarıdır.”
Yaş altmışüçü geçince vücud-ı beşer tenezzül edermiş. Bir yahudi doktor fennen bu hakikatı tasdik etmiş. “Hazret-i Peygamber’in altmışüç yaşında irtihâli, nübüvvetinin sıdkına delâlet eder.” demiş. Pek doğru söylemiştir. Doğru olan sözü söyleyen kim olursa olsun kabul etmeli ve hoş görmelidir.
Kelâm-ı ilâhî olan Kur’an-ı Azimüşan büyük bir mucizedir. Bir Fransız Kur’an-ı Azimuşan hakkında:
“Allah -celle celâlüh- kelâmıdır. Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm: ‘Ben yazdım.’ deseydi inanmazdım.” demiştir.
Kelâm-ı ilâhi on defa bile okunsa usanılmaz. Fakat insan kelâmı bir kaç kere okununca usanılır.
Kezâ Fransız demiş ki:
“Bir insan gökleri yapmağa bilfarz muktedir olsa, fakat Kur’an’ın bir âyetini bile yapamaz.”
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis- şerif’lerinde:
“Ümmetin en şereflileri hamele-i Kur’an’dır.” buyurmuşlardır. (Taberânî)
Bazıları hafız-ı Kur’an olanları “Hamele-i Kur’andır” demişler. Fakat emr-i ilâhî’yi ifâ etmeyen hafızlara “Eşrâf-ı ümmet” denilemez. “Ahkâm-ı Kur’aniye”yi yüklenmiş olanlar, hamele-i Kur’an’dır.
Zira Âyet-i kerime’de:
“O kimseler ki Tevrat’ı hâmil oldular, sonra da amel etmediler. Onlar merkeb gibidir.” buyuruluyor. (Cum’a: 5)
Bir merkebe bir çok kitab yükleseler, o merkebe faydası olamaz.
Hadis-i şerif’te:
“Bir insan Cenâb-ı Hakk ile tekellüm etmek istese, Kur’an-ı kerim’i kıraat etsin.” buyurulmuştur. (C. Sağîr)
Dinleme esnasında Kur’an Cebrâil vasıtasıyla yeni nâzil olmuş gibi zanolunur. Kıraat (okumak) sünnet, dinlemek vâcibtir.
Mümin derûnundaki emellerinin ne olduğunu başkasının işitmesiyle sıkılırsa mümin değildir. Nefsi fenâ bir şey isterse diğerinin bu fenâlıktan haberdar olmasını istemez. Nefsi ibadet ve zikirle tathir etmek (temizlemek) mümkündür.
Hasta bir insanın dünyada hiçbir şeyin lezzetini anlayamadığı malûmdur. Binaenaleyh, nefsin hastalığı da ahiret için hiçbir şeyden haberdar olmamaktır.
Bir insan kalbindeki düşüncesine başkasının agâh olduğunu hisseder ve mahcub olursa hâli iyi değil demektir. Bu güzel bir mihenk, ayar ve ölçüdür.
Bağdat’ta Seyyid Musa el-Cebbûrî isminde bir zât onbeş sene müddetle uzlet ve riyazet ederek yirmidört saatte bir parça arpa ekmeği yiyerek vakit geçirirmiş. O sırada Hâlid-i Bağdâdi -kuddise sırruh- irşad ile şöhret bulmuştu. Seyyid Musa, sohbetinde bulunmak üzere Hazret-i Hâlid -kuddise sırruh-un huzuruna gitmiş, ahvâlinde hiçbir istifâde-i mâneviyye’ye nâil olmadığını arzetmiş.
Hazret-i Hâlid -kuddise sırruh- Hazretleri bu işin gayet kolay olduğunu ve ongün teslim olarak emirlerinin harfiyyen icrâsını emretmişler. Seyyid Musa, kendisine daha ziyade riyâzet emrolunacağını zannetmişse de on gün için her müşkilâta katlanmayı göze alarak teslim olmuş. Hazret-i Hâlid -kuddise sırruh- emir buyurmuşlar ki:
“Daha önceki evrâd ve ezkârını kâmilen terket. Güzel yemekler ye, gece güzel uyku uyu. Gündüz akşama kadar çarşıda gez.”
Bu emir karşısında Seyyid Musa, fukaralıktan bahsederek dert yanmıştı.
Hazret-i Hâlid -kuddise sırruh-para vereceğini söyleyerek: “Burada otur, yemek ye!” buyurmuşlar. Adam âilesinin zarureti karşısında yalnız kendisinin nefis yemek yemesini tecviz etmeyerek müdâfada bulunmuş. Daha sonra erzâk ve sâiresinin evine gönderilerek âilesiyle yemesini emretmişler. On gün bu sûretle hareket ederek kendisindeki varlığın gittiğini hissetmiş. Hazret-i Hâlid’in huzuruna gelerek hâlini arzetmiş. Hazret-i Hâlid -kuddise sırruh- da:
“Sizin onbeş senelik seyyidliğinizden, ibadetinizden ve riyâzetinizden dolayı sizi bir varlık istilâ etmişti. Şimdi bu hâl geçti.” demiş ve teveccüh buyurarak keşfi açılmış. İşte insan böyle kendisinde bir şey olmadığını düşünmelidir.
Her makamda söylenecek söz vardır.
Enbiyâ-i izâm ve Evliyâ-i kirâm’ın makamları başka başka olduğundan kelâmları da ayrıdır. Evliyâ da meşreb ve makamlarına göre söz söylerler. Yani bazı veliler Muhabbetullah’tan ve bazıları Marifetullah’tan bahseder, bazı veli riyâzetten bahseder, bazısı da güzel yemekten söz eder. İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- gibi.
Bir de söylenecek söz mecliste bulunan muhatabın haline göre olmalıdır.
Nitekim Hadis-i şerif’te buyurulmuştur:
“Halka anlayabilecekleri derecede söz söyleyiniz. İnkârlarını mucib olacak sözlerden sarf-ı nazar ediniz.” (Münâvî)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Kim Rabb’ine kavuşmayı arzu ediyorsa sâlih bir amel işlesin ve Rabb’ine kullukta hiç ortak koşmasın.” (Kehf: 110)
Yani amel ve ibadeti ancak Cenâb-ı Hakk görsün diye yaparak, Cenâb-ı Hakk’ın gayriye teşmil etmeyerek şirk ve riyâdan ictinap etsinler.
Ölüm dört kısımdır:
1- Mevt-i ahmer (kırmızı ölüm),
2- Mevt-i esved (siyah ölüm),
3- Mevt-i ahdar (yeşil ölüm),
4- Mevt-i ebyaz (beyaz ölüm),
Mevt-i ahmer, nefis ve şeytan ile mücadele ederek menhiyattan ictinâb ile ibadet ve taat için nefsi iksârdır.
Mevt-i esved, münkir ve muhaliflerin zem ve kötülemesine, seb ve şetmine, ezâ ve cefâsına sabır ve tahammülden ibarettir.
Mevt-i ahdar, belâ ve musibetlere rızâ göstermektir.
Mevt-i ebyaz, açlığa dayanıp şikayet etmemektir.
“Müminler ölmezler, belki bir dârdan öbür diyâra intikâl ederler.”
Hadis-i şerif’i, mümin-i kâmil olanlar ölmezler; ancak bir mahalden diğer mahalle naklolunurlar, şeklinde de tercüme olunur. Bir misâl:
İmâm-ı Gazâlî -kuddise sırruh- Hazretleri hasta yatmakta iken bir kaç kişi gelerek evinin yakınında bir bahçeye kendisini götüreceklerini ve orada biraz hava almasını teklif etmişler, evinden çıkarak bahçeye götürmüşler. İmâm-ı Gazali -kuddise sırruh- Hazretleri evinin yakınında böyle bir güzel bahçe olduğu halde kendisine mechul kalmasını tefekkür ederek teessüf etmiş. Hânesinden de bir vâveylâ, feryâd koparak cenaze çıktığını görmüşler. Biraz sonra yanındakiler gitmeğe kalkmışlar. İmâm-ı Gazâli -kuddise sırruh- de beraber gitmek istemiş, fakat kendisine orada kalacağını ve öldüğünü söylemişler. İşte âşıkların ölümü böyle bir evden bir bahçeye nakildir.
•
Evliyâullah’tan bir zât, hâlet-i neziîde iken kendisine bir celâl gelmiş, kendisini kıblenin aksi cihetine çevirmelerini söylemiş. Bu hâlinden müteessir olmuşlar ve derhal yüzünü kıbleden aksi cihetine çevirmişler. İki dakika sonra yine kıbleye çevirmelerini emir buyurmuş.
Sebebini suâl etmişler, cevâben:
Azrâil Aleyhisselâm geldiği zaman: “Ruhunu ver cennete götüreyim!” dedi. Ben de: “Cennet için ibadet yapmadım. Artık bundan sonra ibadet etmeyeceğim.” dedim. Sonra Cenâb-ı Hakk cemâlini gösterdi, Azrâil Aleyhisselâm’a darılmıştım, bizi barıştırdı.
•
Şeriatta bir takım müctehidler gelip eserler telif ettikleri gibi tarikatta da böyle müctehidler gelmiştir. Meselâ “İmâm-ı Âzam”, “İmâm-ı Mâlik”, “İmâm-ı Şâfiî”, “İmâm-ı Hanbelî ” -rahmetullâhi aleyhim- Hazerâtı gibi müctehidler gelmiştir. Ve dördü de haktır.
Tarikatte de “Nakşibendî”, “Kadirî”, “Bedevî” -kaddesallahu esrârehüm- Hazerâtı gibi müctehidler gelerek zikir icrâ etmişlerdir. Ve tarikatları da kendi isimlerine izafe edilmiştir. Hepsi haktır, hedef birdir.
Daha sonraki meşâyih onların yolunda gitmektedir. Şeriat’ın haricine çıkmamak lâzımdır. Vâkıa onlar da devrân yapmışlardır. Fakat bu devrân sırf cezbe halinde olmuştur.
1- Avam cenneti: Burada yeme, içme ve cima ile Cemâlullah’a bir kaç def’a nâil olmak vardır.
2- Havâss cenneti: Bunlar da haftada bir defâ Cemâlullah’ı müşâhede ederler.
3- Ahass cenneti: Bunlar, mukarrabindirler. Padişahın mabeyincisi gibi daima Cemâlullah ile müşerref olurlar.