Kullarının ebedi saâdeti için her fırsatta tevbe etmelerini emir buyuran Rabb’imiz Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“De ki: Ey kendilerine kötülük edip haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Zümer: 53)
“Yaptığı zulümden sonra tevbe edip hâlini düzelten kimse, bilsin ki Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.” (Mâide: 39)
Yüce Rabb’imiz Âyet-i kerime’lerde, günah bataklığına düşmüş olan biz kullarını dalâletten hidayet yoluna ve günahlardan tevbeye dâvet etmekte, Allah’ın rahmetinden umut kesilmeyeceğini, kim tevbe eder uslanırsa Allah-u Teâlâ onun tevbesini kabul edeceğini, bağışlayacağını bildirmiştir. Bu Âyet-i kerime’ler biz günahkâr kullara ne güzel ve ne büyük müjdedir.
Ahiret sermayesi olarak bize verilen kıymetli ömür, gece ve gündüz durmadan günah işlemekle, kusur yapmakla, yanılmakla, gereksiz söz ve işlerde geçmektedir. Her nefes bizi kabre çekmekte, geçen zamanlarda saçlarımıza aklar düşmekte, yüzümüzde oluşan çizgiler derinleşmekte, bedenimiz eski gücünü kaybetmektedir. Saniye saniye yaklaşan sonu görememekteyiz. Ne kadar da kör ve zavallıyız. Nasıl da dalmışız geçici, aldatıcı, süslü dünyaya.
Çevremizde gördüklerimiz de bir delildir, bu sona gittiğimize. Mahallemizde sık sık ölüm haberini veren hoparlörün sesi, yanından geçtiğimiz kabristan, kaybettiğimiz dostlarımızı anarken duyduğumuz buruk acı, âkıbetimizin de böyle olacağını düşündürmeye sevk eden kuvvetli etkenlerdir.
Kaçış yoktur ölümden, ölmemek elimizde değildir amma günahlara tevbe edip, hazırlık yapmak elimizdedir. Bize ikram edilen zamanın bir dakikası hazinedir. Bir dakika içinde neler olmaz ki!
Yüce Rabb’imiz şöyle buyuruyor:
“De ki: Sizin kendinizden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma: 8)
Şu halde elde fırsat dilde ruhsat varken, ecel kapıyı çalmadan bu ilâhi af’tan yararlanıp tevbe edip, Hakk’a yönelip tarlamızı bol bol âmel-i sâlih ile ekelim. Biz günahkâr kullar O’nun rahmet ve mağfiret kapısının her zaman açık olduğunu bilelim.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri:
“Rabb’inizden mağfiret dileyiniz. Sonra tevbe ediniz.” buyurmaktadır.
Bağışlanma talebi demek olan “istiğfar” dil ile Allah’tan mağfiret dilemektir.
Tevbe ise kalp işidir, dil ve kalp ile yapacağımız bu tevbe, büyük bir pişmanlıkla, günahların acısını yüreğimizde hissederek, Rabb’imizin sonsuz merhameti karşısında utanarak, eriyerek, ağlayarak, yalvararak kesin bir daha yapmayacağımıza söz vererek yapılmalıdır. Zamanla aynı kötülükler tekrar edilirse yapılan tevbe dilde kalmıştır, tevbe pişman olan, yakaran bir kalple yapılmamıştır.
Bu hususta Peygamber’imiz -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Dil ile yapılan istiğfar yalancıların tevbesidir.” buyuruyorlar. (Münâvî)
Tevbenin sağlıklı olabilmesi için üç esasın bulunması şarttır:
1- Yapılan günahlara pişmanlık duymak,
2- Günahlardan sıyrılmak,
3- Bir daha günahlara dönmemeye azmetmek.
Âyet-i kerime’de:
“Ey iman edenler! Yürekten samimi bir tevbe ile, Allah’a dönün. Umulur ki Rabb’iniz sizin kötülüklerinizi örter.” (Tahrim: 8)
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime’de nasûh tevbesiyle tevbe etmemizi emir buyurmaktadır.
Ubey bin Kab -radiyallahu anh- anlatıyor:
“Allah’ın Resul’üne sordum:
“Nasuh üzere tevbe nedir yâ Resulellah?”
Şu cevabı verdi:
“Sende zuhur eder etmez, günahına pişmanlık duyar, bu pişmanlıktan hemen günahından ötürü Allah’tan bağışlanmasını diler ve o günahı bir daha yapmazsın. İşte nasûh tevbesi budur.” dedi.
Böylesine yapılan tevbede yalnız günahlar bağışlanmaz, işlenen günahlar sevaba dünüştürülür.
Bizleri şaşırtacak, sonra kalbimize ferahlık verecek bu hususta mucize Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ancak tevbe edip iman eden ve sâlih amel işleyenler başka, Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir.” (Furkan: 70)
Dilde kalmayacak olan bu tevbede acele etmeliyiz. Bu hususta Lokman Hekim oğluna nasihat ederek:
“Oğlum tevbeyi yarına bırakma! Çünkü ölüm insanı ansızın gelip yakalar.” demiştir.
Akıllı insanlar tevbeyi olmayacak yarınlara bırakmaz. Kendine yazık etmez. Can-ı gönülden tevbe eder. Yırtılanları onarır, affeden, koruyup gözeten, rızıklandıran gerçek dost olan Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmaya vesileler arar, O’na sarılır.
Artık gönlünde O ve O’nun sevdikleri olur. Diğer sevgiler geriye itelenir. O’nu düşünür daima şükreden, hamd eden biri olur.
Günahları aklına gelince, utancıdan ağlar, yüreği yanarda yanar. Rabb’imiz çok affedici, merhametli olduğunuda hatırlayınca kâh ağlar, kâh güler.
Gözyaşları ve mutluluklar artık O’nun içindir. Canı, malı O’nun yolunadır. Hüzünlüdür, buruktur, eziktir yüreği hak etmemiştir bu kadar iyiliği...!
Rabb’imiz öylesine merhametlidir ki sevgi ve şefkatle yarattığı kullarını izler, tevbelerini sabırla bekler. Eğer kul tevbede gecikiyorsa, O kulların gönüllerinde korkular halkeder. İbret alalım, tevbe edelim diye, tevbe yollarını kolaylaştırır, çeşitli belâlara uğratır, imtihana çeker.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar her yıl bir veya iki defa çeşitli belâlara uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı?Böyleyken yine de tevbe etmiyorlar, ibret almıyorlar.” (Tevbe: 126)
Hakikatın acı ve tatlısı, kabir ve ahirette yaşanacak yapılan feryat ve yakarışlar boşuna olacaktır.
Yüce Rabb’imiz bakınız ne buyuruyor:
“Onlar orada: Ey Rabb’imiz! Bizi çıkar da, yapageldiklerimizden farklı olarak sâlih amel işleyelim! diye bağrışırlar. O zaman onlara şöyle deriz: Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar ömür vermedik mi?Size uyarıcı da gelmişti. (Fakat inanmadınız). Artık azabı tadınız! Zâlimlerin yardımcısı yoktur.” (Fâtır: 37)
Günahta kul hakkı da varsa buna tevbe için kul hakkını hemen ödemek, onunla helâlleşmek, ona iyilik ve duâ etmek gerekir.
Hak sahibi ölmüş ise ona duâ ve istiğfar edip, çocuklarına, varislerine verip ödemeli, bunlara iyilik yapmalıdır. Çocukları, varisleri bilinmiyorsa fakirlere verip sevabı hak sahibine niyet etmelidir.
Kul hakkını ödemediğimizde ahiret saâdetinden mahrum oluruz, bu hussuta titiz olmalıyız.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Biz kıyamet günü adalet terazileri kuracağız. Hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan bir iyilik hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir tartıya koyarız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.” (Enbiyâ: 47)
Ebu Katâde -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ashâb-ı kiram arasında ayağa kalktı ve:
“Allah yolunda cihad ve Allah’a iman etmek amellerin en faziletlisidir.” diye hatırlattı.
Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp:
“Yâ Resulellah! Şayet Allah yolunda öldürülürsem, bu benim günahlarıma kefaret olur mu?” diye sordu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ona:
“Evet, şayet sen sabrederek, ecrini de sadece Allah’tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına kefâret olur.” buyurdu.
Sonra Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Nasıl demiştin?” diye sordu.
Adam: “Şayet ben Allah yolunda öldürülürsem günahlarıma kefâret olur mu?” diye sözünü tekrarladı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ona:
“Evet, şayet sen sabrederek, ecrini sadece Allah’tan bekleyerek, cepheden kaçmaksızın düşmana karşı koyup Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına kefâret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi.” buyurdu. (Müslim - Tirmizi)
Ulvi bir makam olan şehidlikte dahi kul hakkı af edilmediğine göre, elimizde fırsat, dilimizde ruhsat varken üzerimizde hakkı olanlarla helâlleşmeli, hak sahiplerine hakkını vermeli ve hulusi kalp ile tevbe edip Rabb’imizin engin merhametine sığınmalıyız ve O’nun rızâsına göre yaşamaya gayret etmeliyiz.