Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Önümüzde Büyük Tehlikeler Var! - Ömer Öngüt
Önümüzde Büyük Tehlikeler Var!
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Ağustos 2001

 

Önümüzde Büyük Tehlikeler Var!

 

Dergimizin gündem yazılarını takip eden okuyucalarımız bizlerden hem sıkıntılı ve zor günlerin haberlerini almakta, hem de ülkemizin ileriki zamanlarda selamete çıkma ihtimalini okumaktalar. Bu iki farklı haberi birbiriyle bağdaştıramayanlar, alaka kuramayanlar olabilir.

Bu iki farklı tesbite şöyle bir açıklık getirelim:

Önümüzde gerçekten sıkıntılı günler var. Maalesef özellikle son on yıldır ülkemizi yöneten idarecilerin telefonu küresel güçlerle paralel çalışmaktadır. Ve hatta yönetim kademesindeki gayr-ı milli etki tam bir hakimiyete dönüşmüştür. Türk halkının; ülkesi, devleti, milleti, dini, ahlakı üzerinde icra edilen dejenerasyona sessiz kalması ise felaketin boyutlarını büyütmüştür. Önümüzdeki günlerde yeni bir ekonomik kriz ve devalüasyonun ve hatta sosyal patlamaların ve belki de sıcak çatışmaların yaşanması kuvvetle muhtemeldir.

İlerisi için ümitvar olmamıza sebep olan husus ise şudur: Bu zor günler vesilesiyle yerli güçlerin gayr-ı milli kişi ve grupların hakimiyetini tam manasıyla ortadan kaldırması ihtimali vardır. Hatta bu böyle olmak zorundadır. Zira bu borç ve ekonomik çöküntüden, uluslararası siyasi ve askeri baskılardan “Eski tas eski hamam” bir yapı ile kurtulmak mümkün değildir. Yerli güçlerin fikir ve hedef birliği içinde, muazzam bir gayretle çalışması halinde ancak bu badireler atlatılabilir. Ve ancak bu sayede önümüzdeki engellemeleri bertaraf ederek sözü dinlenir büyük bir ülke olabiliriz.

Niçin böyle olmak zorunluluğumuzu izah edebilmek için nasıl bir kuşatma altında olduğumuzu tekrar izah etmeye çalışalım:

 

Türkiye’nin Büyük Devlet Olması
Kimin İşine Gelir?

Kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerçek vardır ki, Türkiye’nin güçlü bir ülke olması ne küresel güçlerin, ne de bölgesel güçlerin işine gelir.

Arazi coğrafyasının, tarih coğrafyasının, kültür ve din coğrafyasının tam ortasında bulunan Türkiye, bu özellikleri sebebiyle, Balkanlar üzerinden Avrupa ile, Kafkaslar ve Orta Asya üzerinden Asya ile, Ortadoğu üzerinden Arap yarımadası ve Afrika ile ilgilidir.

Milli kimliğimiz, İslam kimliğimiz ve İmparatorluk kimliğimiz sebebiyle birçok ülkenin emperyal gayeleri önündeki en önemli potansiyel tehlike Türkiye’dir.

Küresel güçlerin çıkar çatışmalarının merkezindeki konumumuza paralel olarak ülkemiz toprakları üzerindeki emellerini milli ideal haline getiren komşularımız vardır. Yunanistan Megalo idea adını verdiği ülküsü ile İstanbul, Ege ve Kıbrıs üzerinde hayaller kurar, Ermenistan Büyük Ermenistan hayalini anayasasına işleyecek kadar pervasızdır. İsrail’in “Vadedilmiş topraklar” inancı bir Türkiye başbakanının lisanına girecek kadar herkesin bildiği bir vakıadır.

 

İsrail Tehlikesi:

Yunanistan ve Ermenistan taşeron tehlikelerdir. İsrail ise yahudi diasporasının dünya ve hatta Türkiye içindeki etkisi sebebiyle en tehlikeli olanıdır. Uluslararası finans kuruluşları, uluslararası haber ajansları, bir çok ülkede ve özellikle ABD’deki yerel medya, film endüstrisinin merkezi Hollywood, silah endüstrisi ve daha birçok yerde yahudi etkisi ve hakimiyeti çok fazladır. Dünyayı, ülkeleri, devlet yönetimlerini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirebilmek için büyük gayret sarfederler. Kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiremedikleri kişileri, ülkeleri, devletleri yıpratmak en büyük ülküleridir. Ve hatta bu iş onlar için daha kolaydır.

Türkiye’de yaşanan ekonomik ve siyasi gelişmeler bu çerçevede değerlendirilmelidir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye’deki Kasım krizi çıkmadan önce Türkiye MGK kararıyla bir Kudüs planı ortaya atmış, ayrıca Kıbrıs hakkında masadan çekilme kararı vermişti. (Kasım krizi Hürriyet yayın yönetmeninin yazdığına göre ABD kaynaklı iki fonun 2 milyar dolar çekmesiyle başlamıştı.) Filistin’de Şaron’un kışkırtmasıyla başlayan bugünkü durum bizim hamlemizden sonra vuku bulmuştur.

Türkiye’deki PKK ve Kürt sorununun, Kuzey Irak’taki devlet çalışmalarının esas merkezi İsrail’dir. İsrail için bu bölgede taşeron bir devletin kurulması o kadar önemlidir ki, Ortadoğudaki yahudi politikalarının icra memuru ABD Orta Asya’daki hakimiyetinin yok olması, Rusya ve Çin’in kuvvetlenmesi pahasına Türkiye’den desteğini çekmiştir. Türkiye gibi bir müttefiki ile didişmeyi göze almıştır.

İsrail için en tehlikeli ülkeler Suriye, Irak ve İran’dır. İsrail şimdi olmasa bile yakın gelecekte bu ülkeleri ve gerekirse bütün Ortadoğu’yu vurmaya hazırlanmaktadır. İsrail’in Jeruselam Post gazetesinde savunma konularına dair yazılar yazan Arieh O’Sullivan İsrail planları hakkında şu bilgileri veriyor:

“İsrail Hava Kuvvetleri İran ve Irak gibi komşu olmayan ülkelerde büyüyen egzistansiyel tehdidi gözledikçe, kolunu uzatmayı baş önceliklerinden biri yaptı. İsrail’de çok kişi sürekli kan dökülmesi ve hemen her gün İsraillilerin hayatını kaybetmesi nedeniyle gözle görülür Filistin ihtilafını, ülkenin temel güvenlik sorunu olarak görürken, askeri yapı kararlı biçimde daha geniş resme bakıyor... İsrail Silahlı Kuvvetleri, sürekli olarak, çatışmanın sadece Suriye’yi değil Irak’ı da içine çekecek bir bölgesel savaşa doğru kötüleşebileceği uyarısında bulundu. Irak kitle imha silahlarını geliştiriyor ve İran uzun menzilli yerden atılan füze ve nükleer silah programında ilerliyor.

Mevcut durum görülmemiş ölçüde patlayıcı halde. En kötümser senaryolar, ABD ve İngiltere’nin Irak’a karşı harekatının topyekün bir Orta Doğu savaşına çığ gibi büyüyebilecek ve İsrail’in tüm sınırlarını kapsayacak bir bölgesel yangını öngörüyor...”

Bu satırlar dikkatle irdelenirse Kürt devletinin en çok kime yarayacağı, İsrail dostu bir Türkiye’nin niye bu kadar önemli olduğu gayet iyi anlaşılır. Türkiye’nin yakınlığı İsrail ve ABD için -kısa ve uzun vadede- hayati önem taşımaktadır. Şu günlerde İsrail, Türkiye’nin ekonomik çıkmazından azami çıkar sağlamanın gayreti içerisindedir.

 

İngiliz-Yahudi İşbirliği
ve Yahudilerin Klasik Toprak Satın Alma Taktiği:

Birinci dünya savaşı yıllarında Arap ülkelerinde İngilizlere karşı mağlubiyetimizin pek bilinmeyen çok önemli bir yönü vardı: Gönüllü yahudi ajanlar.

Osmanlı’nın üstün hoşgörüsü ile birinci sınıf vatandaşlar olarak huzur ve refah içinde yaşayan yahudiler aynı Ermeni ve Rumlar gibi Osmanlı’ya ihanet etmişlerdi. Fakat bunların ihaneti kendilerine has sinsilikleri sebebiyle daha tahrip edici olmuştu. Zira merkezi Kudüs’te bulunan gizli bir ajan teşkilatı tertip eden yahudiler ordularımızın hareketlerini en ince teferruatına kadar tesbit edip İngilizlere bildiriyorlardı.

Ferudun Kandemir “Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası” isimli eserinde Yahudi casusları hakkında özel bir bölüm ayırmış ve icraatları hakkında bilgiler vermiştir. Cevat Rıfat’tan rivayetle naklettiği bir olay şöyle:

“28 Ocak 1918 Medine’ye Şam’dan erzak götüren bir tren makine uğultusuyla kırılan sessizliği boza boza Katrana istasyonuna yaklaşıyor. İçinde erzaktan başka yine Medine’ye giden bazı er ve subaylarla aileler de bulunan bu tren, bir anda, berrak gökte beliren İngiliz uçaklarının, yaklaşarak attıkları bomba yağmuruna tutuluyor. Düşman uçakları aynı zamanda Katrana istasyonu ile oradaki kolordu karargahını da bombalıyorlar. Her tarafta şehit olanlar, ya ralananlar ve bunların arasında malum yavrular da var. Kan revan içinde feryat edenlerin çığlıklarıyle iniltileri ortalığı kaplıyor. Düşman uçakları, işledikleri cinayetin kefareti olarak bir kurbanla iki esir bırakarak, süratle uzaklaşmış, gözden kaybolmuşlardı. Fakat onları üstümüze böyle hedeflerini tayin ederek saldırtanların Yahudi casusları olduğu anlaşılmıştı.”

Türkler geç de olsa Yahudi ihanet çetesini farketmişler, aralarına sızarak birçok haini yakalamışlardı. Yahudi casuslar, merkezi Kudüs’te bulunan Aranson teşkilatına mensuptular. Bu teşkilatın asıl başkanı Cauna Köyü’nde bulunan dünyaca malum Amerikalı yahudi milyoneri Roçild’in umumi vekili ve yakın dostu Gerşman’dı. Fedakar ve becerikli elemanlarımız Gerşman’ı ve ondan elde ettikleri bilgiler doğrultusunda Raşel ismindeki meşhur kadını yakalamışlardı. Bu kadın ölüm korkusuyla birçok hainin ismini yumurtlamış ve İngilizlerin büyük bir taarruza hazırlandığını haber vermişti. Fakat bu arada gerçekleşen İngiliz taarruzu sebebiyle Filistin’i terketmek zorunda kalan Osmanlı ordusu birçok haini cezalandıramadığı gibi ağır yenilgiler almıştı.

Aynı kitapta Filistini yahudilerin nasıl ele geçirdiğini, köylüleri kandırarak satın aldıkları topraklara -dikkat çekmemek için- Arap kıyafetli yahudilerin yerleştirildiğini anlatan Feridun Kandemir 1937 yılında Filistin Müftüsü ile yaptığı görüşmeleri de aktarıyor.

Yahudilerin sinsi taktiklerini farkedemeyen Araplar burada bir devletin kurulmasını hiç tahmin edemediler. İş Cemiyet-i Akvama intikal ettiği günlerde dahi kendi haklarının tanınacağına kesin gözüyle bakan Filistin Müftüsü ilk darbeyi İngilizlerin Filistin’in taksimini öneren raporu ile yemişti. Buna rağmen Cemiyet’in kendi tabii haklarını tanıyacağını ümit eden müftü, hepimizin bildiği gibi yine yanılmıştı.

Şu netameli günlerimizde Türk ekonomisini manipüle etmeye yönelen hemen tüm haberlerin İngiliz Financial Times gazetesinde neşredilmesi acaba tarihin acı bir tekerrürü müdür?

Bu gazete IMF’den sadaka almamıza rağmen Kıbrıs ve AGSP’de direnmemizi diline doladıktan sonra, Türkiye’nin asıl sınavı tarım politikalarında vereceğini yazdı. Türkiye’de o kadar kriz olurken iki bakanın Ziraat Odaları Birliği Başkanı ile görüştükten hemen sonra istifa etmek zorunda kalması sıradan bir tesadüf müdür? IMF üstün(!) ekonomi bilgilerini mi bize öğretiyor, yoksa tarımın bitirilmesi sayesinde Türk çiftçisi elindeki araziyi daha kolay satacak bir kıvama mı getiriliyor? Endüstriyel Bölgeler Kanunu, Yabancılara arazi satışına izin veren kanun da cabası. Bu kadar tesadüf(!)ün bir araya gelmesi ne ile izah edilebilir?

Şu İngilizlerin bize yaptığını hiç kimse yapamadı. Ermeni Soykırımı iddiaları hakkında tarihi gerçekleri en iyi bilmek durumunda olan İngiltere şu zamana kadar sessiz kalmayı tercih ediyordu. Herhalde bu konuya da el atmaya karar verseler gerek İngiltere’nin Ermenistan Büyükelçisi Ermeni Haber Ajansının 18 temmuz tarihli haberine göre şunları söyledi: “Benim ülkem, Osmanlı imparatorluğu’nun 1915-1923 yılları arasında Ermeniler’e karşı gerçekleştirdiği soykırımı tanımaktadır. Biz bunu, korkunç bir tarihsel olay olarak görüyoruz. Ülkemde hem yöneticiler, hem de normal vatandaşların, o yıllarda yaşananlara karşı çok açık bir tutumu vardır. İngiltere de o yıllarda Osmanlı İmparatorluğu ile savaş halindeydi. O dönemlerde yapılan vahşet olaylarına ilişkin yayınları unutmamalıyız. Zaten bu yayınları da gün ışığına bizzat benim hükümetim çıkarmıştır.”

Buna benzer olayları, ilginç tesadüfleri(!) ve üzerimizde tertip edilen oyunları hemen her yazıda değişik boyutlarıyla dile getirmeye çalışıyoruz. Bu hakikatleri artık vicdanlı her vatan evladı idrak etmeye başladı. Dolayısı ile şu anda olanı tesbit etmekten ziyade yapılması gerekeni iyi teşhis etmek daha büyük bir önem arzetmektedir.

 

Düşman veya Rakip:

Uluslararası ilişkilerde düşmanlık edebiyatı bazen haklı olarak eleştirilere uğruyor. Düşman kelimesi yerine “Rakip” kelimesinin tercih edilmesi belki daha münasip olur. Ancak bazı rakiplerimizin düşmanlık hisleriyle rekabet yaptığını görmezden de gelemeyiz. Ayrıca belki dünya üzerinde hiçbir ülkenin olmadığı kadar çok rakibi olan bir ülke olduğumuz da inkar edilemeyecek bir gerçektir. Bazı rakiplerimizin sinsilikleri ve hainlikleri ise öyle mide bulandırıcı bir seviyeye ulaşıyor ki artık bunlar için “Düşman” tabirini kullanmaktan başka çare kalmıyor.

 

Uluslararası Kuşatmayı Tamamlayan Diğer Unsurlar,
Sosyal Patlama ve Terör Tehlikesi:

Osmanlı’nın birinci sınıf vatandaşı olan gayr-ı müslim unsurlar ve hatta müslüman olmuş gayr-ı müslimler Batı ülkeleri ile işbirliği yapmışlar, bu vatana ihanet etmişlerdi. Bu ihanet devam etmektedir. Yabancı ülke hesabına çalışmasalar bile bu vatana hiçbir vefa duygusu beslemeyen bu güruhlar şahsi servetlerini çoğaltmak uğruna ülkemizin kaynaklarını hortumlamayı vazife edinmişlerdir. Nesebi Türk olduğu halde bu ihanet yoluna girenler de az değildir. Özellikle ülkemizdeki mezhepçi yapılanma Batı ülkeleri ile işbirliği içindedir. Zira Yahudi ve Hıristiyan’a büyük bir dost gibi yaklaşan, insanlık, sevgi edebiyatının gereklerini bu milletlere karşı büyük bir hoşgörü ile uygulayan bu insanlar, “Yezidin çocukları” yakıştırması ile bu vatanın evlatlarına tamir edilmesi mümkün olmayan bir kin beslemektedirler. DHKP-C, TİKKO gibi örgütler bu güruhtan beslenirler. F tipi cezaevlerini protesto maksadıyla tertip edilen ölüm orucu eylemlerinin alınlardaki kırmızı bantlarla evlerde ve ailelerde de devam ettirilmesinin arkasında da bu sosyolojik gerçek vardır.

Bunlarla kalsa yine bir şey değil. Milletimizin dini duygularını nefsinin heva ve hevesine alet edenler de büyük birer tehlikedir. Nasıl ki, güya Amerika ve yahudi düşmanı olan Saddam bizzat Amerika tarafından bir piyon gibi kullanılmışsa, basireti körelmiş, nefsinin ve şeytanın oyuncağı olmuş önderler de potansiyel bir taşerondur. Bu tipler bütün dünyayı kurtarmak gibi bir hayal peşindedirler. Taraftarları ile beraber durmadan kendi kendilerine gaz verirler. Kimisi ABD’ye yerleşir. Sorsan kendisine bütün dünya onun misyonunu kabul etme kıvamına gelmiştir. Kimisi partisini din yerine koyar. Bütün dünya benim partimden olmak zorundadır der. Kimisi de sinsilikte, hilekarlıkta, paracılıkta yahudiyi aratmayacak fıtrattadır.

Burada sayabildiğimiz, sayamadığımız birçok fitnenin körüklenmesinde basiretsiz ve kalitesiz idarecilerin de büyük katkısı olmuştur. Türkiye düşmanlığını pompalayan çevrelerin eline birçok kozlar yıllar yılı verilmiştir. Bu yanlışlardan en büyüğü Hazret-i Allah’ın dinini kendi kalıplarına sokmaya çalışmalarıdır. Sipariş üzerine fetvalar veren, Hıristiyan ve Yahudiye milletimizi peşkeş çekmeye çalışan din görevlileri hem dinimize hem milletimize hem de devletimize çok büyük zarar vermektedirler. Unutulmamalıdır ki, nasıl ki bağımsız ve cesur hukuk adamları devletin sigortası ise, dinine gönülden bağlı, ehl-i takva din adamları da aynen böyledir. Bu tip görevlilerin gerektiği zaman ortaya koydukları yapıcı muhalefet çekinilmesi gereken bir husus değil, bilakis halkın devlete güveninin, adalet ve bağlılık duygularının olmazsa olmaz koşullarıdır.

Dış destekli fitne ve terör fesatının üzerine idareci hatalarının eklenmesi ile Türkiye’yi karıştırmak isteyenler için uygun bir ortam oluşmuştur. Ekonomik sıkıntıların tetikleyebileceği bir sosyal patlamadan maksatları doğrultusunda faydalanmak isteyen bölücü zihniyetli, Türkiye düşmanlığını inanç düsturu haline getirmiş kimseler ülkemizin başına büyük gaileler açabilirler. Halkımıza ve özellikle okuyucularımıza bu fitnetlerden şiddetle uzak durmalarını tavsiye ediyoruz.

 

Çare:

Görüldüğü gibi Türkiye çok büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Bu kadar çok ve bu kadar büyük tehlikeleri bertaraf edebilmek için yerli unsurlarımızın birlik ve beraberlik içinde hızlı hareket edebilen dirayetli bir idare mekanizması tesis etmesi icap etmektedir. Çekişmelere ve çamur atmalara dayanan, iktidara gelebilmek için çıkar çevrelerine tavizler veren, yiyicilerin ve hainlerin yuvası haline gelen klasik siyaset sistemiyle bir yerlere varmak mümkün değildir.

Gayr-ı milli unsurların hakimiyetlerinin bertaraf edilmesi çok önemlidir. Osmanlı bu sebeple yıkılmıştır. İçinde bulunduğumuz yolsuzluk ve ahlaksızlığın baş müsebbibi bu unsurlardır. Basınımız bunların elindedir. Sermayenin önemli bir kısmı bunların elindedir.

Memleketimizin selametini zerre miktarı düşünmeyenlerin ve hatta hainlik yapanların önünü kesmek, gerekli yaptırım ve cezaları uygulamak en tabii hakkımızdır.

ABD ve Batı ülkelerinin eski tas eski hamam sistemin devamı için büyük gayret sarfettiği, Türkiye’deki düzenin kazaya uğramasından büyük korkular duyduğu biliniyor. Gerçek anlamda bağımsız bir Türkiye karabasan gibi kabuslarına giriyor. Küreselleşme kavramının arkasına saklanarak Türkiye’ye Kıbrıs, AGSK, Kuzey Irak gibi konularda teslimiyetçiliği tavsiye eden, ABD ne derse yapalım, itiraz etmeyelim diyen mandacılarımız ise rahatlarının bozulmasını istemiyorlar. Patronlarının kılıcını sallıyorlar.

Yazının girişindeki cümlemizi tekrar edelim:

“Ümitvar olmamıza sebep olan husus ise şudur: Bu zor günler vesilesiyle yerli güçlerin gayr-ı milli kişi ve grupların hakimiyetini tam manasıyla ortadan kaldırması ihtimali vardır. Hatta bu böyle olmak zorundadır. Zira bu borç ve ekonomik çöküntüden, uluslararası siyasi ve askeri baskılardan “Eski tas eski hamam” bir yapı ile kurtulmak mümkün değildir.”

İçinde bulunduğumuz uluslararası baskı sistemi ve ekonomik durum başka bir alternatif bırakmamıştır. Tabii sözü dinlenmeyen, devamlı yalpa yapan, taşeron siyasetlere razı isek durum başka...

Taşeronculardan kurtulmanın zamanı gelmiştir.


  Önceki Sonraki