Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
MAKALE - İlâhi Emir “Namaz Ve Zekât” - Ömer Öngüt
İlâhi Emir “Namaz Ve Zekât”
MAKALE
Misafir Yazar
1 Ağustos 2001

 

İlâhi Emir
“Namaz Ve Zekât”

 

Halil İbrahim Emre


Şereflerin en üstünü Hazret-i Allah’a kul olabilmektir. Bir mahlûk için, bunun fevkinde bir şey olamaz. O kulluğuna alır, kabul ederse tasarruf-u ilâhi’siyle, hıfz-u himaye’sine alır ve “Bu benim kulumdur” der. Hazret-i Allah ona her zaman sahip çıkar, onun sahibi olur. Bir insan Hazret-i Allah’a sıdkıyle bir kul olacak, yani sıdkıyle kapısına dayanacak. Ebeveyni de; annesi, babası hayatta ise Allah için onlara bakacak. Namazı zamanında kılıp cihatta bulunursa o insan çok kazananlardan olur. Çünkü namazı zamanında kılmaya azmeden kimse zekâtını da zamanında verir, ilâhi emirlere riâyet eder. İlâhi hükümlere eğilmiş, gönül vermiş, hülasa gönlünü Hazret-i Allah’a râm etmiş olur.

Şürayh İbn’ül-Hâris anlatıyor, Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz’in ashâbından birinin şöyle dediğini işittim.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:

“Allah azze ve celle buyurdu ki: ‘Ey Ademoğlu sen bana doğru kalkarak yönel, ben sana doğru yürüyüp geleyim. Sen bana doğru yürüyerek gel, ben sana doğru koşarak geleyim.’”

Cenâb-ı Hakk kulunu çok sever hatta affetmek için kulunda hoşuna gidecek küçük bahaneler, vesileler arar. Bir kul Allah-u Teâlâ’ya ne kadar teveccüh eder yönelirse, Allah-u Teâlâ ona ondan daha fazla olarak teveccüh buyurur. Kul, Allah-u Teâlâ’ya kalkarak yönelirse, Allah-u Teâlâ ona yürüyerek gelir, kul yürüyerek Allah-u Teâlâ’ya yönelir giderse, Allah-u Teâlâ ona koşarak yönelir gider.

Hadis-i kudsî’deki Allah-u Teâlâ ile ilgili gelme ve koşma, mecâzi anlamdadır. Kula çabucak lütfetmesinden, vermesinden ve kulun az da olsa ibâdet ve taatini kat kat sevapla karşılaması mânâlarınadır.

Yani Allah-u Teâlâ;

“Ey insanoğlu! Bana ibadetini halisane yap, güzel amellerde bulun, beni çokça zikret, habibim Muhammed’e de çokça salât-ü selâm’da bulun, buna karşı ben de sana rahmet ve ihsanda bulunayım. Rızkını arttırayım, sıhhatine âfiyet vereyim ve seni bedenen ve ruhen sâlim huzurlu bir insan kılayım.” buyurmaktadır.

Mümin bu ulvî teveccühe nâil olmaya çalışmalıdır. Çünkü Hazret-i Allah kuluna sermaye koyacak ki o sermaye ile o kul iş yapsın. Onun için duâmızı “Allah’ım zâtına kul, Habibine ümmet et. Âkıbetimizi de hayırlı eyle.” diye yapacağız. O da kabul ediverirse bizim için dünya saâdeti, ahiret selâmeti budur.

Zekât ibadeti birçok Âyet-i kerime’lerde namazla birlikte emredilmiştir.

“Namazı kılınız, zekâtı veriniz.” (Bakara: 110)

İslâm’da imandan sonra en önemli iki esas vardır, bu rükûnlardan birisi namaz, diğeri ise zekâttır.

Namaz ile zekât Bakara sûre-i şerif’inin 110. Âyet-i kerime’sinde beraber emredilmiştir. Namazı kıldın, zekâtını vermedin namazın da kabul değil. Zekâtı verdin namazı kılmadın, zekâtın da kabul değil.

Çünkü Cenâb-ı Hakk:

“Namazı kılınız, zekâtı veriniz.” buyuruyor.

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:

“Cenâb-ı Allah zekât vermeyenlerin imanını da namazını da kabule şâyân buyurmaz.” (Münâvi)

Bunun da sebebi namaz ile zekât arasında kuvvetli bir bağlılığın oluşudur. Namaz İslâm’ın direğidir. Namazı terkeden, dinini yıkmış olur. Zekât ise İslâm’ın köprüsüdür. Bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez.

Namaz gibi zekâtın da çok yerde emrolunması, zekâtın önemini gösterdiği gibi, bu kadar emirlerden sonra yapılmamasının ise Allah-u Teâlâ’nın gazabına sebep olacağı aşikârdır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde zekâtı İslâm’ın beş temel esasından birisi saymıştır ve:

“İslâmiyetinizin kemâli zekât vermenize bağlıdır.” buyurmuşlardır. (Münâvi)

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Kim ki Allah kendisine mal verir, o da malın zekâtını vermezse, zekât verilmeyen mal kıyamet gününde mat zehirli, iki boynuzlu, gözleri kuru üzüm tanesi gibi bir ejderha olup, sahibinin boynuna dolanır, avurtlarını ağzı ile tutar, sonra ‘Ben senin malınım, ben senin hazinenim!’ der.” buyurdu ve şu Âyet-i kerime’yi okudu:

“Allah’ın, kereminden kendilerine verdiği şeyde cimrilik edenler hiçbir zaman onu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Bu onların zararınadır. Cimrilik ettikleri şeyler kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Âl-i İmran: 180)

Zekât vermekle dünyada borç ödenmiş, ahirette ise azaptan kurtulmuş olunur. En mühimi, emr-i şerif yerine gelmiş olur.

Kulların mülkiyetinde olan her şey gerçekte Allah-u Teâlâ’nındır, müstakilen O’nun mülküdür. Bunlara sahip olanların hakiki mülkleri yoktur, kısa bir müddet için verilmiş birer emanettir. Herkes şu kısa ömür içinde kendisinin olduğunu zannettiği serveti, gün gelecek bırakmak zorunda kalacaktır. Sonra hepsi O’na dönecektir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Altınla gümüşün haklarını vermeyen hiçbir altın ve gümüş sahibi yoktur ki, kıyamet gününde bunlar ateşten levhalar haline getirilip de cehennem ateşinde kızdırılarak onlarla sahibinin yanları, alnı ve sırtı dağlanmasın.

Bu levhalar soğudukça miktarı ellibin sene olan bir günde kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar sahibine azap için tekrar kızdırılarak geri çevrileceklerdir. Nihayet kendisine ya cennet ya da cehenneme doğru (giden yol) gösterilecektir.”

-Yâ Resulellah! Ya (zekâtı verilmeyen) develer ne olacak?

“Hiçbir deve sahibi de yoktur ki, bu hayvanların hakkı su başlarına geldikleri gün sağılıp muhtaçlara vermek iken, onların hakkını vermesin de, kıyamet gününde o develerin altına alabildiğine düz ve geniş bir sahaya yatırılarak develerden bir tek yavru bile hariç kalmamak şartı ile onu ayakları ile ezmesin ve dişleri ile ısırmasınlar.

Deve sürüsünün baş tarafı üzerinden (çiğnenip) geçtikçe son tarafı onun üzerine iade edilir. Bu iş, miktarı ellibin sene olan bir günde kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar devam eder. Nihayet ya cennete yahut cehenneme giden yolu kendisine gösterilir.”

-Yâ Resulellah! Sığırlarla koyunlar ne olacak?

“Hiçbir sığır ve koyun sahibi yoktur ki, onların hakkını vermesin de, kıyamet günü geldiğinde düz ve geniş bir yerde onların altına serilerek, o hayvanlardan hiçbirisi hariç kalmamak ve içlerinde çarpık boynuzlu, boynuzsuz, kırık boynuzlu bulunmamak şartı ile onu boynuzları ile sürmesin, tırnakları ile ezmesinler.

Bu hayvanların önde bulunanları, üzerinden çiğneyip geçtikçe, sondakiler onun üzerine tekrar iade edilirler. Bu, miktarı ellibin sene olan bir günde ta kullar arasında hüküm bitinceye kadar devam eder. Nihayet ya cennete veya cehenneme giden yolu kendisine gösterilir.”

-Yâ Resulellah? Ya atlar ne olacak?

“Atlar üç kısımdır: Bir kısmı sahibi için bir yük, bir kısmı sahibi için örtü, bir kısmı da sahibi için ecirdir.

Bir kimsenin övünmek, gösteriş ve müslümanlara düşmanlık için bağlayıp beslediği at, sahibine bir yüktür.

Bir kimsenin Allah yolunda bağlayıp beslediği ve onun sırtında ve boynunda Allah’ın hakkı olduğunu unutmadığı at, onun için bir örtüdür.

Bir kimsenin Allah yolunda müslümanlar için çayır ve bahçede bağlayıp beslediği at, sahibi için ecirdir.

At bu çayırdan veya bahçeden ne yerse, yediği şeyler sayısınca sahibine sevap yazılır. Ona atın pislikleri ve idrarı sayısınca dahi sevap yazılır.

At, ipini koparır da bir veya bir iki tur atarsa, sahibine onun izleri ve pislikleri miktarınca sevap yazılır. Yahut sahibi onu bir nehir kenarından geçirirken, sulamaya niyeti olmadığı halde o nehirden su içerse, Allah sahibine onun içtiği su yudumları miktarınca sevap yazar.”

-Yâ Resulellah! Ya merkepler ne olacak?

“Merkepler hakkında bana şu bir tek şümullü âyetten başka bir şey indirilmedi. Her kim zerre miktarı hayır işlerse onun mükâfatını görür, zerre miktarı kötülük işleyen de onun cezasını görür.” (Müslim: 987)

Hazret-i Allah bize vermiş bizim de vermemiz gerekir. Verilen şeylerle insanın malı eksilmez. Biz cahil insanlarız, vermekle azalacağını zannederiz.

Zekât veren bir insan ayrıca “Allah’ım! Bana verdiriyorsun, dileseydin aldırırdın, sana şükürler olsun.” diye de şükretmelidir.

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz buyuruyor:

“Allah azze ve celle (Hadis-i kudsî’de) buyurdu ki:

‘Kulum, vaktinde namazı kılarsa, kendisine azâp etmeyeceğime ve cennete koyacağıma dâir sözüm vardır.’” (Hâkim - Âişe -radiyallahu anhâ’dan-)

Namaz imandan sonra gelen ve Allah ile kul arasında başlıca bir ibadettir. İslâm’ın şartlarından önde gelenidir ve kula miraç hediyesidir. Miraç gecesinde beş vakit namaz farz kılınmıştır. Peygamberimiz, sahâbe-i kiram ve diğer sâlih zâtlar, bu mübarek ibâdete çok ehemmiyet vermişlerdir.

Hadis-i şerif’e göre, mümin ile kâfiri ayıran farktır.

Peygamberimizin son sözleri de: “Namaza devam ediniz.” olmuştur.

Âyet-i kerime’lerde ve Hadis-i şerif’lerde namaz hakkında gayet önemle durulmuştur.

Âyet-i kerime’de:

“‘Sizi Sakar’a (alevli cehenneme) sokan nedir?’ Derler ki: ‘Biz namazımızı kılmıyorduk. Yoksulu doyurmuyorduk.’” buyuruyor. (Müddessir: 42-44)

İbn-i Mâce’nin rivayet ettiği bir Hadis-i kudsî’de Allah-u Teâlâ’nın, beş vakit namaza devam etmeyenler için cennete koyma hususunda bir vaadinin olmadığı buyurulur. Zari bütün ameller, namazın ihlâsla edâ edilmesine bağlıdır.

Nitekim bir Hadis-i şerif’te Peygamberimiz:

“Kulun kıyamet günü muhasebe olunacağı ilk şey namazdır. Eğer o düzgün (tam) olursa, diğer amelleri de düzgün olur. Eğe o bozuk (noksan) olursa, diğer amelleri de bozuk olur.” buyuruyor.

Namaz Rabbimiz Teâlâ Hazretlerinin görünür görünmez, bitmez tükenmez ihsan ve ikramlarına karşı şükran ve tazimlerimizi sunmak için kalbimiz, dilimiz ve bedenimizle yaptığımız bir ibadettir.

Hadis-i şerif’e göre İslâm’ın şartı, dinin direği ve temeli, ibâdetlerin rehberi, cennetin anahtarıdır. Müminin miracı, kalbinin nuru, ruhunun gıdasıdır. Namaz kılmakla İslâm’ın esas ve büyük temeli kurulmuş, kişi kurtuluş ipine tutunmuş olur.

İnsan namaza ne kadar devamlı olursa, dinin de o kadar sağlamlaştırmış olur. Hakikatine inilerek edâ edilmiş bir namaz, kötülüklere büyük bir set olur. İnsanı Mevlâ’sına en çok yaklaştıran ameli namazdır. Kulun rabbisine en yakın olduğu an secde anıdır. Namazda iken kulun üzerine ilâhi rahmet iner.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

"Ne dersiniz? Birinizin kapısı önünden ırmak geçse, günde beş defa içinde yıkansa kiri kalır mı?"

– Hayır, hiçbir kir bırakmaz.

"İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah bununla günahları yok eder." (Buharî. Tecrid-i sarih: 319)

"Gece ve gündüz melekleri bir biri peşine size gelir, sabah ve ikindi namazında birleşirler. Sonra gece melekleri çıkar. Allah onların hallerini bildiği halde 'Kullarımı nasıl bıraktınız?' diye sorar. Melekler 'Onları namaz kılarken bulduk, namaz kılarken bıraktık.' derler." buyurmuşlardır. (Buharî. Tecrid-i sarih: 332)

Rabbimiz ibâdet ve taatlarımızı, namazımızı, zekâtımızı, orucumuzu, rızâsına uygun amellerimizi rızâsında artırsın, edâsını da kolaylaştırıversin.