Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Misyonerlerin Artarak Devam Eden Faaliyetleri? - Ömer Öngüt
Misyonerlerin Artarak Devam Eden Faaliyetleri?
GÜNDEM
Şinasi Çapa
1 Temmuz 2001

 

Batı Emperyalizminin İnsani Yardım Kılıflı Taarruzu:
MİSYONERLERİN ARTARAK DEVAM EDEN FAALİYETLERİ...

 

Türkiye iktisadi, siyasi, kültürel alanlarda yoğun bir bombardımana tabi tutulmaktadır. Hıristiyan batı ve onun yandaşları yetiştirdikleri özel elemanlarla özellikle Türkiye ve İslâm ülkeleri üzerinde, değişik kimlikler altında ve türlü oyunlarla korkunç bir abluka uygulamaktadırlar.

Gün geçmiyor ki ilim, spor, turistik gezi adı altında değişik bölgelerimizde özel şahısların, grupların evlere kadar giderek hıristiyanlık propagandası yaptıkları haberleri basına yansımasın. Artık çürüyen aile yapısıyla, kültüründen uzaklaşan cemiyetiyle geçim derdine düşürülen milletimiz, üzerinde denenen oyunları görebilmek ferasetini yitirmiştir.

Bir gazeteden şu haberi okuyoruz: “Yıllardan beri adeta devlete meydan okurcasına açıktan açığa yapılan bütün bu faaliyetler sonunda İstanbul’un Kadıköy, Avcılar, Bakırköy, Beşiktaş, Eminönü, Osmanbey, Güngören, Bostancı, Cerrahpaşa, Ortaköy, Üsküdar, Beyoğlu, Göztepe, Zeytinburnu semtlerinde 19 yeni protestan kilisesi açıldı. Dördü hariç diğer bütün kiliselerin birer internet sitesi açtıkları biliniyor.”

Yaptıkları çalışmalar bununla sınırlı değil. Radyo yayınları, broşürler, gazete, yurtlar, sağlık ocakları vs. gibi alanlarda pek çok kimlikle Hıristiyanlığı yaymak adı altında Batı Emperyalizminin hakimiyet alanlarını genişletmek, geliştirmek, yeni sahalar açmak, yeni elemanlar kazanmak misyonunu icra ediyorlar.

Başlangıçta “Hıristiyan inanışını va’z etmek ve ayinleri yönetmek” yetkisiyle donatılmış din adamlarının çevreye (diğer ülkelere) gönderilmesi gayesiyle yetiştirilen misyonerler, son zamanlarda ülkelerin yağmalanmasına, milletlerin esir edilmelerine hizmet eden ajan din adamı vazifesi icra etmektedirler.

Sözde Haçlı seferleri bitmiş, ama özde değişik şekillerde devam etmektedir. Tarihe baktığımızda bu teşekkülün okullar açarak, hastaneler kurarak, huzur evleri, çocuk yuvaları kurarak insani gayeler için(!) çalışıyor izlenimi vererek asıl yüzlerini gizlemeye çalıştıkları görülmektedir. Önce Osmanlı egemenliği altındaki İslâm ülkelerini Türk yönetimine karşı kullanmak, İslâm birliğini bozmak ve müslüman ülkelerde hıristiyanlık propagandası yapmak amacıyla kitaplar basıp dağıtmak, doğu kiliselerini yeniden organize etmek gayesiyle hareket etmişler, bunda başarı sağlamışlardır. Sonra bizzat Papa’nın emriyle Şark dillerini Öğrenme Enstitüleri kurulmuştur.

Gayr-i hıristiyanları, hıristiyanlaştırmak gayesinde olan bu teşkilat İslâm ülkeleri için birer kâbus hâlini almıştır. Memleketimize Türkî cumhuriyetlerden gelen öğrencilere de kancayı takmışlar, bir çoğunun din değiştirmelerine sebep olmuşlardır. Deprem bölgelerinde çadırlara kadar gitmişler, yetmiş kişinin hıristiyan olmasına sebep olmuşlar, bunları birer misyoner olarak yetiştirmişlerdir. Yeni yöntemlerle elde ettikleri kimseleri eğitip, devşirme zihniyeti devam ettiriyorlar ve servetlerle, parayla zaten ekonomisi darbe yiyen ülkemize sinsi bir cepheden savaş başlatıyorlar.

Batının içyüzünü ve esas gâyesini, misyonerlerin çalışmalarını, İslâm ülkelerindeki ızdırabı anlamak için İtalya’nın eski Dışişleri bakanı ve 1989’da AT dönem başkanı olan adamın sözlerindeki korkunç gerçeğe bakalım:

“Başta Cezayir olmak üzere, Kuzey Afrika’da müslüman gençler hızla İslâmi ahlâka yöneliyorlar, Batıyı örnek almıyorlar. Bu ise Avrupa’nın güneyden İslâm tarafından kuşatılması demektir. Kuzey Afrika’daki İslâmî uyanışı boğmak için müslüman gençler eğlence merkezleri, gece kulüpleri ve çeşitli yerlere (alkol, uyuşturucu, futbol, fuhuş, film vs.) kanalize edilmelidir ve bu proje için 13 milyar dolara ihtiyaç vardır...”

Müslümanlar İslâmı iyice öğrenmemeliler, ahlâkları bozulmalı, dinlerinden soğumalı, hıristiyanca bir yaşantıya alıştırılmalı, fuhuş, futbol, film, alkol, uyuşturucu kullanımı yaygınlaştırılmalı ki esas gayeleri için uygun bir ortam hazırlansın ve memleket istila edilsin. Önemli olan müslümanların hıristiyanlar gibi yaşamaları, düşünmeleri, felsefelerini benimsemeleridir. İsimleri müslüman olsun ama hayatları hıristiyan yapısına uysun, onlar gibi yaşayıp onlar gibi ölsünler ama İslâmca mezara konsunlar.

Misyonerlerin İslâm bölgelerinde yaptıkları çalışmalarla pek çok müslümanın din değiştirdiği bilinmektedir. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Kırım, Bosna-Hersek, Arnavutluk, Kosova’da yüzbinlerce insan dünya nimetlerinden faydalanmak uğruna Vatikan ve diğer hıristiyan merkezlerinin milyarlarca dolarlık yardım ve destekleriyle imanlarını satmaktadırlar. Bunlara maaş verildiği de olmaktadır. Arnavutluk’ta müslüman ismini bırakıp hıristiyan ismini alanların sayısının 150 bin olduğu söylenmektedir.

Bununla yetinmeyen hıristiyan batı dünyası, inancı ve birliği bozan mezhepler icad etmişlerdir. (Vahabilik, Kadıyanilik, Bahailik gibi) Sömürgeciliğin, müsteşrikliğin, misyonerliğin başarısı için Batı üniversitelerinde Arapça, Türkçe, Farsça okutulmuş ve okutulmaya devam edilmektedir. Türkiye’de de pek çok okul açılmış, bu okullarda kendilerine faydalı olacak, yardım edecek, davalarına hizmette bulunacak adamlar yetiştirmişlerdir. Üniversitelerde etkili konumlara gelmişler, dersler vermişler, öğrenci yetiştirmişler ve hırıstiyanlık gayelerine uygun olarak devletin egemen kurumlarına görüşlerini kabul ettirmeye kadar muvaffak olmuşlardır. Ülkemize profesör, doktor, tüccar, sanatçı, araştırmacı, arkeolog olarak gelenlerin çoğu misyonerdirler. Tarihî ve jeolojik keşifler, araştırmalar perdesi altında faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Amstron Ağrı’ya gelmiş, Ermeniler için Nuh’un gemisi bahanesiyle geziler yapmıştı.

Kamplar, öğrenci kongreleri, spor müsabakaları, öğrenci yurtları, çocuk yuvaları, kitap yayını çalışma alanlarını oluşturur. Hepsi birer perdedir, asıl gaye batı emperyalizminin sömürüsünü devam ettirmek, geliştirmek, yaymak, yeni alanlarda hakimiyet kurmaktır.

Misyonerler okullar, kiliseler, manastırlar, sağlık kurumlarıyla İslâm ülkelerine sızıp faaliyetlerini icra ederlerken; şarkiyatçılar ilim maskesiyle, müslümanlara zehirli fikirlerini empoze ediyorlar ki; zaafa uğrasın, kendini kaybetsin, sonra sömürgeci devletlerin askerleri yağma, çapul, talan için gelsinler.

Misyonerliğin düzenli olarak yürütülebilmesi için seçme, kaabiliyetli elemanları görevlendirirler. Yerine göre hedef ülkenin gençleri de devşirilerek kazanılır, misyoner yapılır. Özellikle küçük yaşlardaki çocuklar alınır, eğitilir, yetiştirilir. Ve çoğu başarılı olurlar. Bir asır evvel misyonerlerin hangi gaye ile çalıştıklarını anlamak için şu satırları dikkatle okumalıyız:

“Okulların yapılmasını (yabancı kolejler, Osmanlı döneminde) ve bilhassa batıda öğrenim yapılmasını teşvik etmeliyiz. Müslümanların çoğu İngilizceyi öğrendiklerinden zaten inançları sarsılmıştır. Batı okullarının kitapları Doğu’nun mukaddes kitabına (Kur’an) olan inancı cidden zor bir iş haline koydu.”

Kur’an üzerinde oynanan oyunlar, hadislerin sahih olup olmadığı tartışmaları, fırka fırka, bölüm bölüm İslâm bölünmesi, Türk örf ve adetlerinden uzaklaşılması, tv’lerin, basının hatta işyeri ve mağaza isimlerinin bile yabancı olması gibi kültürel taarruzlar sömürgeciliğin, sömürülenlerin halini izah etmektedir.

Rahmetli Cemil Meriç’in misyonerleri “Sömürgecilerin keşif kolları” olarak tarif etmesi calib-i dikkattir.

Sömürgecilerin kullanmadıkları alan, baş vurmadıkları yol yoktur. Türk aile yapısının dejenerasyonu da dahil ele geçen her fırsatı en ince ayrıntısına kadar değerlendiriyorlar.

Anadolu ve diğer İslâm memleketlerinde uzun zamandan beri faaliyetlerini devam ettiren hıristiyan haçlı emperyalizminin insani yardım maskesi taşıyan misyoner teşekkülleriyle aile yapısına saldırdıklarını biliyoruz. Öyle ki; müslüman kadın evinden sokağa çıktığı için misyonerliğe hizmet edenler tarafından alkışlanıyorlar, teşvik ediliyorlar, kadınlarımızın geri kaldığı, cahil oldukları, hürriyete kavuşmaları gerektiği, evde ızdırap içinde bocalayıp ömrünü tükettiği gibi aile yapısını bozan, mahremiyetleri ortadan kaldıran fikirleri ortaya atıyorlar. Ve bir kongrede şu kararları alıyorlar: “Bir an önce çözülmesi gereken acil ihtiyaç: Boşanmış veya küçük yaştan itibaren dul kalmış kadınlara evler kurmak gerekir.”

“Müslüman erkekleri, hıristiyan kızlarla evlenmeye teşvik etmek” aldıkları kararlardandır. Böylece İslâm ruhu zedelenecek ve evdeki üstün meziyetler değişecektir.

Milletimizin içinde bulunduğu mali, kültürel, siyasi sıkıntıların odalarımıza kadar yansıyan görüntülerini bertaraf etmenin yolu iç-dış düşmanları ve onların sinsi oyunlarını bilmek ve gereği gibi karşı koymakla, yerli yerinde tedbirlerle mümkün olacaktır.

Bu teşkilatın mensuplarının önemli vasıflarından birisi de kendi milletlerinin (hesabına çalıştıkları ülkenin) siyasi, iktisadi, kültürel hakimiyetlerini kökleştirmek, faaliyet gösterdikleri ülkelerde (bilhassa İslam ülkelerinde) her türlü huzursuzluk, kargaşa ve fitne çıkarmaktır.

Dini gaye gütmesi gereken misyonerlik zihniyetinin emperyalizme zemin hazırlayan ve insan sevgisinden yoksun bir ajan teşkilatı haline gelmesi, üzerinde ibretle durulması gereken bir konudur.

ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Dean Acheson: “Projenin muvaffakiyeti için bu isteği müdafa eden Amerika, bunu insanlığa karşı beslediği sevgiden dolayı değil, bilakis kendi çıkarları için yapıyor.” diyerek misyonerlerin üstlendikleri görevin arkasındaki gücü ve amaçlarını ifade ediyor.

Şu satırlar onların bu amaçlarını biraz daha ortaya koyuyor: “Misyonerlik emperyalizm için açık propagandayı yeterli bulmayıp İsrail’e hizmet ve Araplara bir kin olsun diye casusluk yoluna tevessül etti.”

Ortadoğunun kaynamasında, Cezayir’in kan deryası haline getirilmesinde Balkanların barut fıçısına döndürülmesinde, Kafkasların feryatlar altında inlemesinde, Türkiye’deki maddi ve manevi krizlerin altında asırlardır gerçekleştirmek istediği menfur planlar, gönüllü misyonerlerin arkalarına büyük ve müstebit devletlerin desteğini alarak yaptıkları çalışmalar, ihanet oyunları yatmaktadır.

Gayelerine ulaşmak için her vasıtayı meşru gören bu zihniyetin mensuplarının önündeki en büyük mania ve korkutucu güç İslam dini ve onun yüce kitabı Kur’an-ı kerim’dir.

Ne gibi yöntemler takip ettiklerini şu cümlelerden anlayabiliriz: “Müslümanlar insanlığın bütün içtimai ihtiyaçlarını İslâmın karşıladığını iddia ediyorlar. Bu sebepten bizim ruhî silahlarla İslâm dinine karşı koymamız gerekiyordu. Sosyal faaliyetlerinde, doğrudan doğruya İncil eğitimiyle arkadaşlık yapması, yardımcı olması ve onu tamamlaması lazımdır. Öyleyse günlük münasebetlerle işe başlayalım. Bunlar çocuklar ve kadınlarla olan münasebet olacaktır... Erkek ve kadınlara, bilhassa bunlardan öğrenci olanlara evler bulacak, eğlence, oyun ve spor öğrenimine ön ayak olacak ve onları bu gibi faaliyetlerle toplayacak kulüpler kurmak lâzımdır.”

Her zaman İslâm ülkelerinde kargaşa çıkarmışlar, ikilikler oluşturmuşlar, kendilerine yardımcı olacak sapık taraftarlar bulmuşlardır. Dini, siyasi kargaşalığın hemen hepsi bunlar tarafından çıkarılmış, beslenmiş, hakimiyetleri için ne gerekiyorsa yapılmıştır. İngilizlerin Kadiyanılik, Vahabilik gibi İslâm imanını zedeleyen fırkaların yayılmasında gösterdikleri gayret gibi. Çünkü onlara göre İslâm camiası dağınık kaldığı müddetçe dünya politikası yönünden tesirsiz ve etkisiz kalacak, tehlikeli olamayacaktır. Bunu gerçekleştirmek için de İslâm devletleri arasında birleşme hareketlerini, yakınlaşmaları engellemede aktif rol oynamışlardır. İslâm her hâl-ü kârda dünyayı korkutmaya devam etmektedir. Her ne kadar müslümanlar bunun farkında değilse bile.

İngiliz papaz Jan Ikonomos’un ikiyüz yıl evvel yazdığı ve uygulamaya koyduğu, günümüzde de değişik ad ve kılıflarla, bütün dehşetiyle sergilenen kurallara bir gözattığımızda gelinen noktayı ve alınan neticeyi, sürüklendiğimiz uçurumu belki farkedebiliriz:

“Türklerin hatalarını büyütüp Avrupa’ya duyurmak ve Avrupa’nın düşmanlığını sağlamak, Türkleri iktisaden çökertmek, tüccarı çürük ticarete sürüklemek, bol faizli kredilerle ağır borçlar altına sokmak, Türk mallarının sahtesini piyasaya sürüp Türk müessese ve ticaretini iflasa sürüklemek, Türk milletinin ahlâk, din, dil, milliyet, örf-adet ve an’anelerini bozmak; küfüre, argoya, içkiye, zinaya, kumara alıştırmak. Ailelerin içine güzel Rum kızlarını sokarak bu işi kolaylaştırmak...”

Söyler misiniz bunların hangisi gerçekleşmedi? IMF’nin yardım vaadleri, ekonominin perişan hali, zengin işadamlarının hortumculukları, aile yapımız, memleket yönetimimiz, halkın hâlî...

Her ne kadar millet ismen hıristiyan olmadı ise de şeklen onlardan acaba ne farkı kaldı? İslâmım demek başka, İslâm’ı yaşamak başka şeylerdir. Düşünen farkı anlayacaktır. Gelinen acı noktaya rağmen milletin sesini tamamen kesmek isteyen bu güçler son günlerde faaliyetlerini memleketimiz üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Elimizde kalan son kırıntıları da yok etmek için var güçleriyle çalışmaktadırlar.

Basın-yayın kuruluşları adeta beynelmilel emperyalizmin, siyonizmin, misyonerliğin yan kuruluşları gibi çalışır, yayınlar yapar. Dur-durak bilmeden Türk milletinin ne kadar kıymetli değerleri varsa bombardımana tâbi tutulur. Dünyevi lezzetlerle baygınlaşan bu millet bakalım ne zaman ayılacak, uyanacak?

Biz uyanmazsak misyonerler atlarını daha rahatça oynatacaklar, kinlerini kusacaklardır. Bütün gaye Anadolu’yu bölmek, parçalamak ve Türk milletinin elinden almaktır.

Geç kalmadan silkinmek, ayağa kalkmak zamanı geçti bile.

Büyük şairimiz Mehmet Akif Ersoy diyor ki:

“Misyonerler gece gündüz çalışırken acaba
Oturup vahy-i ilâhîyi mi bekler ulemâ.”


  Önceki Sonraki