Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Vâkıa Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (5) - Ömer Öngüt
Vâkıa Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (5)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Nisan 2001

 

Vâkıa Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (5)

HALLÂK-I AZİM

 

İnsanın Yaratılışı:

Herşeyi nizam ve intizam içinde yoktan var eden, yaratan ve tedbirini görüp ihtiyaçlarını yerleştiren Allah-u Teâlâ'dır. Hiçbir güç ve kuvvet O'na muhalefet edemez, hükmünü dilediği gibi yürütür.

İnkârcıları susturmak ve beşeriyete gerçeği duyurmak için Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Ey inkâr edenler! Sizi biz yarattık." (Vâkıa: 57)

İlk başta benzersiz olarak yaratmaya kâdir olanın, öldükten sonra yeniden yaratmaya da gücü yeter.

"Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz?" (Vâkıa: 57)

İnanmanız gerekmez mi? İnanmakla birlikte itaat etmeniz ve yolunda bulunmanız gerekmez mi?

Nice insanlar her ne kadar Allah-u Teâlâ'nın yaratıcılığını tasdik ediyorlarsa da, takip ettikleri yol bu tasdiklerine aykırı düşmektedir. Bunun içindir ki gerçekleri yalanlamış olmaktadırlar.

Allah-u Teâlâ bu hususu daha açık ifade etmek için de şöyle buyurmaktadır:

"Gördünüz mü (rahimlere) akıttığınız meniyi?" (Vâkıa: 58)

Ona ibret nazarı ile baktınız mı? Bana haber veriniz!

"Onu (siz mi düzgün bir insan suretine getirip) yaratıyorsunuz, yoksa yaratanlar biz miyiz?" (Vâkıa: 59)

Elbette bunun aksini iddiâ edemezsiniz.

İnsanın yaratılışı gözler önünde her an tekrarlanan bir mucizedir. Atılan ve dökülen bir nutfe, kısa bir zaman sonra işiten ve gören bir insan oluveriyor. Eti ve kemiği ile, sinirleri ve damarları ile, huyları ve karakterleri ile bu insan nerede gizli idi? Doğacak çocuğun kız mı erkek mi olacağına Allah'tan başkası mı karar veriyor?

Bu yaratma tecellisinde karı-kocanın rolü, sadece birleşmekten ibarettir. Bundan sonra erkeğin de kadının da işi biter. İlâhî irade safha safha ortaya çıkmaya başlar.

Erkek cinsiyet hücresine nutfe yani sperma, kadının cinsiyet hücresine de yumurta denir.

Sperma, meninin içindeki tohumun ismidir. Erkeğin yumurtalıklarında yaratılır.

Birleşme sırasında normal olarak ikiyüz-üçyüz milyon kadar sperma çıkar ve rahme iner. Aşılamak için yaklaşık sekiz saat kadar yumurta hücresi arar. Milyonlarca spermadan 15-18 santimetre arası mesafeyi ancak ikibin veya ikibinbeşyüz kadarı kateder. İçlerinden de sadece bir tanesi ve en güçlü olanı rahim yolundaki yumurtayı bulur ve yumurtanın yaptığı hafif bir çıkıntıyı delerek içeri girer. İki hücre böylece birleşerek bir tek hücre meydana gelir.

Yumurta, spermaya kıyasla daha büyüktür ve çekicilik kabiliyeti vardır. Sperma ise son derece hareketlidir, dakikada 2-3 milimetre mesafe alabilir.

Bu kadar küçük canlıların bu kadar büyük işler başarması, hiç şüphesiz ki azâmet-i ilâhî'yi gösteren şaşırtıcı bir tablodur.

Yumurta aşılandıktan sonra onu dış çevresinden koruyucu bir duvar kuşatır, diğerlerinin girmesini önler. Öyle ki, bundan sonra gelebilecek bütün spermalar kafaları ile bu duvara çarptıkları halde, bu duvarı delmek imkânı bulamazlar. Böylelikle geri kalan spermalar ölürler.

Aşılanan bu hücre hemen onbeş dakika sonra, canlıyı meydana getirmek için ikiye, dörde, sekize... bölünmeye ve üremeye başlar. Her hücre ardı ardına devamlı olarak bölünür ve çoğalır. Bu bölünme esnasında yumurta rahim kanalında yoluna devam eder. Daha sonra rahim yolu kaslarının kasılmasıyla altı veya yedi gün içinde rahme ulaşır. Bu süre içinde hücre bölünmesi zirveye ulaşmış olur. Yaklaşık elli bölünme meydana gelir.

Yumurta rahime ulaştığında, tıkalı olan rahim cidarının önünde durur. Aradan fazla bir zaman geçmeden, rahim cidarının açılması için uğraşır. Bu iş gerçekleştiği zaman rahim cidarına gömülür, arkasından da açmış olduğu kapı kapanıverir.

Bütün bunlar Allah-u Teâlâ'nın “Kün!” emri ile, tedbiri ile ve takdiri ile olmaktadır.

Hücrelerin içinde bulunan ve gen dediğimiz, mikroskopla bile zor görülebilen varlıklar, gelecek olan insanın karakter ve kabiliyetlerini, bütün hususiyetlerini üzerlerinde taşımaktadırlar.

Erkek veya dişi olacağı, güzelliği, çirkinliği, boyunun kısalığı veya uzunluğu, aklî ve ruhî yapısı, duygu ve emelleri, kabiliyet ve anormallikleri... Hepsi bu bir zerrede gizli bulunuyor.

Yeryüzüne gelmiş ve geçmiş iki insanı asla birbirine benzetmeyen hususiyetler güçsüz bir cisimcikte mevcut. Bir zerre nerede, bir insan nerede?

O zerrenin içerisine bütün mukadderâtını da koymuş. Sonra o kerih suyu dilediği şekilde şekillendirmiş ve şekilden şekile koymuş.

 

Belirli Bir Ölüm:

Ölüm, bu fâni âlemdeki hayat yolculuğunun sona ermesi ile bekâ âleminde geçirilecek ebedî hayatın başlangıç noktasıdır. Her doğan ölür, her gelen gider.

Dünyanın yıkılışı büyük kıyamet, insanın ölümü ise küçük kıyamettir.

Allah-u Teâlâ'nın sonsuz hikmetlerini ihtiva eden iradesinin gerektirdiğine göre, insanların her birine belli bir ecel tayin ve taksim etmiştir.

Âyet-i kerime'sinde buyuruyor:

"Aranızda ölümü takdir eden biziz." (Vâkıa: 60)

İnsanların doğumu gibi ölümü de O'nun kudret elindedir ve bilgisi dahilindedir.

İnsanların hayat süreleri değişik değişiktir. Kimi uzun kimi kısadır. Büyük küçük, genç ihtiyar hiç kimse belirlenmiş olan vakti gelmeden ölmez. Vakti gelince de bir dakika tehir olmaz.

Binaenaleyh faydasız zamanda çare aramaya muhtaç olmamak için, ecel gelmeden önce âhiret tedarikine bakmak gerekiyor.

Ölüm, dar ve sıkıntılı bir evden, çok geniş ve o nisbette ferah bir eve taşınmaktır. Ebedî yaşamanın sırrı ve habercisidir. Ölüm eskiyen bedenin atılması ve ruhun yeni bir bedene bürünmesi demektir.

Her kim olursa olsun insanoğlundan hiçbir ferde Allah-u Teâlâ bu dünyada ebedi kalmayı nasip etmemiştir.

"Ve biz önüne geçilebileceklerden değiliz." (Vâkıa: 60)

Bize kimse üstün gelemez, her dilediğimizi istediğimiz gibi yaparız. Biz hiçbir kimseye karşı mağlup ve âciz değiliz. Kudret ve kuvvette bizi hiç kimse geçemez.

"Sizi ortadan kaldırıp da sizin yerinize benzerlerinizi getirmeye ve sizi bilmeyeceğiniz bir biçimde yaratmaya da gücümüz yeter." (Vâkıa: 61)

Sizin benzerlerinizi yaratmaya da, size benzemeyenleri yaratmaya da kâdiriz.

Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime'lerinde ise şöyle buyurmaktadır:

"Dilerse sizi yok eder ve yepyeni bir nesil getirir. Bu Allah'a göre güç değildir." (Fâtır: 16-17)

Bu O'nun için zor olmadığı gibi, imkânsız da değildir. Dilerse yeryüzündeki bütün insanları yok eder, siler, süpürür de, hiç görülmedik bambaşka yeni bir mahlûk, tanımadığımız bir âlem yaratır.

O'nun bu azameti, insanların O'na olan ihtiyacının ve O'nun da ihtiyaçsızlığının bir tecellisidir.

"Her halde ilk yaratılışınızı bilirsiniz, (fakat tekrar yaratılacağınızı) düşünmeli değil misiniz?" (Vâkıa: 62)

Bütün bunları yapmaya muktedir olanın, ölüleri de diriltmeye muktedir olduğunu düşünmek gerekmez mi?

 

Ekinler:

İnsan hayatı için gerekli hususlardan birisi de rızıktır. Rızkın esası ise ekip biçmek olduğu için Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Şimdi bana ekmekte olduğunuz (tohum işini) haber verin!" (Vâkıa: 63)

Bir tek daneden ne kadar çeşit daneler, başaklar meydana geliyor. Onları bitirmek ancak Allah-u Teâlâ'nın yaratıcı kudretinin bir tecellisidir. Yerden bitkiler çıkararak ölümünden sonra toprağı diriltir, kokuşmaya müsait olan çamurdaki tohumdan yemyeşil bitkiler çıkarır.

"Onu yerden siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitirenler biz miyiz?" (Vâkıa: 64)

Elbette onu yerli yerine yerleştiren, yerde bitiren Hazret-i Allah'tır. İnsanların bu hususta hiçbir kabiliyetleri yoktur. Aslında onlar tohumu atmaktan, taneyi dikmekten başka hiçbir şey yapmamışlardır.

O dileseydi, bitki mahsulünü vermeden sararıp solar ve saman yığını haline gelirdi.

"Eğer isteseydik onu (o ekini tohumsuz) bir ot kırıntısı yapardık da siz şaşakalırdınız." (Vâkıa: 65)

Harcadıkları emeklere, yaptıkları masraflara pişman olurlardı. Fakat Allah-u Teâlâ lütf-u kereminden insanlara mahsuller vermektedir.

"(O zaman şöyle derdiniz): Doğrusu biz çok zarara uğratıldık." (Vâkıa: 66)

“Çünkü ekinimiz yok oldu, ektiğimiz tohumda ziyan ettik.” derdiniz.

"Hatta umduğumuzdan mahrum kaldık." (Vâkıa: 67)

Malımızı yitirdiğimiz gibi, elimize bir kâr da geçmedi. Biz ne kadar nasipsizmişiz!

 

Sular:

Su, her canlının hayat kaynağıdır. İnsanlar içmek, ekin ve hayvanlarını sulamak için ona son derece muhtaçtırlar.

"İçmekte olduğunuz suyu da söyleyin bana!" (Vâkıa: 68)

Allah-u Teâlâ bu beyan-ı ilâhî'si ile mahlûkâtı üzerindeki Ulûhiyet ve Samediyet'ini göstermekte, su gibi bir tek sebep altında çeşitli görüntülerle kudretinin azametini hatırlatmaktadır.

"Onu buluttan indiren siz misiniz, yoksa indirenler biz miyiz?" (Vâkıa: 69)

Suyu güneş harareti vasıtasıyla buharlaştırıp bulutlaştıran ve yağmur halinde indiren, bütün canlıların hayatının devamını sağlayan ve buna muktedir olan sadece Allah-u Teâlâ'dır. Buhar şeklinde saf ve berrak olarak denizlerden yükseltip bulutlarda toplar, sonra da onu yağmur şeklinde indirir. Bu fiziki ve kimyevi hadiseler kendiliğinden değil, ilâhî bir plân dahilinde cereyan etmektedir.

Rüzgârlar bulutları O'nun emriyle sürüklerler ve belli bölgelerde yine O'nun tayin ettiği zamanlarda yağmur yağdırırlar.

İnsan hayatı için, ekmekten daha mühim olan suyu insanoğlunun istifadesi için yaratmış, onun tatlı olmasını da takdir buyurmuştur.

"Eğer dileseydik, onu (içilmeyecek) tuzlu bir su yapardık. Hâlâ şükretmez misiniz?" (Vâkıa: 70)

Suyun bir özelliği de belli bir derece ısıda buharlaştığında, içinde buharlaşan suyun saf olmasıdır. Su şayet bu özelliğe sahip olmasaydı, denizlerden buharlaşan suda tuz da bulunur, yağmur yağdığında yeryüzü çorak bir hale gelir, hayattan eser kalmazdı.

Bir düşünün! Denizlerde yaşayan varlıklar tuzlu suda hayatlarını devam ettirebilirlerken, karada yaşayan varlıklar ise yağmur vasıtasıyla tatlı su elde ederek hayatlarını sürdürebilmektedirler.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Size tatlı sular içirdik." (Mürselât: 27)

Tatlı suları bulutlardan O indirmiş, pınarlardan kuyulardan O çıkarmıştır.

Allah-u Teâlâ bu şartları hazırlamasaydı, dünyada yaşamak mümkün olmayacaktı.

O'nun mülkünde yaşayan, O'nun verdiği rızık ve O'nun bahşettiği su ile beslenen insan, nasıl olur da kendisini Rabbinden müstağnî görür?

 

Ateş:

Ateş, ısıtma ve aydınlatmayı sağlayan ilâhî bir nimet, aynı zamanda Allah-u Teâlâ'nın fâil-i mutlak olduğunu belgeleyen bir delildir.

"Söyleyin şimdi bana, çakmakta olduğunuz ateşi!" (Vâkıa: 71)

Yanan ağacın asıl maddesi ve bu maddenin yanmaya elverişli duruma gelmesi, Allah-u Teâlâ'nın değişmez kanunlarından ve hikmetlerinden biridir.

"Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa biz miyiz yaratan?" (Vâkıa: 72)

Allah-u Teâlâ cisimleri bu özelliği ile yaratmamış olsaydı, hiçbir şekilde ateş meydana çıkmaz, elektrik üretimi kabil olmazdı.

Ne günümüzde yaşayan insanların elektrik lâmbası yanar, ne de o çağlarda yaşayanların çakmağı çakardı.

"Biz onu bir ibret ve çöl yolcuları için bir fayda yaptık." (Vâkıa: 73)

Geçim sebeplerini ateşe bağlı kılmıştır. Ateş sayesinde yemekler pişer, ısınma sağlanır, birçok madenler eritilerek muhtelif eşyalar yapılır. Ateşin ne büyük bir nimet olduğu düşünülecek olursa, onu Allah-u Teâlâ'nın yarattığı apaçık görülmüş olur. Fakat ateş alışılan bir şey haline geldiği için, insanların gözünde basit bir şeymiş gibi telâkki edilmektedir.

Fakat şuurlu insanlar bu ilâhî nimetin kıymetini her an için takdir ettikleri gibi, ahiret ateşini hatırlatan bir ibret olarak görürler.

 

Tesbihât:

Tesbih, tevbenin anahtarıdır, hatta özüdür. Allah-u Teâlâ'yı tesbih etmek günahların bağışlanmasına vesiledir.

Âyet-i kerime'lerde tesbih, sarih olarak emredilmektedir:

"Çok büyük olan Rabbinin ismini tesbih et." (Vâkıa: 74)

Tesbih; kulun îlahî buyruklara baş eğerek, Allah-u Teâlâ'yı her türlü noksanlıklardan, beşeri sıfatlardan tenzih etmesi ve kemâl sıfatlarıyla O'nu övüp tâzimde bulunmasıdır.

İnsanlar, melekler, cinler, bitkiler ve cansızlar, havada kanat çırpan kuşlar O'nu tesbih etmektedirler.

Bütün yaratıklar, hareketleri ve durmaları ile Allah-u Teâla'nın varlığına, birliğine, eksiklik şüphesinden münezzeh oluşuna fiilen delâlet edip durmaktadırlar. Hepsi O'ndan dilek diler, hepsi O'nu kendine göre takdis eder.

Allah-u Teâlâ'yı tesbih edip şânına lâyık olmayan vasıflardan tenzih eden, O'nu kemâl ve cemal sıfatları ile tavsif eden bir müslümanı; umulur ki Allah-u Teâlâ ahlâk-ı zemimelerden, hayvânî sıfatlardan temizler.


  Önceki Sonraki