2001 yılı ülkemiz ve dünya açısından gitgide önemli hale gelmektedir. İçeride su üstüne çıkan hırsızlık ve hortumlamalar, ihanetler ve çöken ekonominin yanında, dışarıda da birbirini takip eden önemli gelişmeler olmaktadır.
ABD 2001 yılında yeni başkanı ile tanıştı: Bush. Bush yönetimi görevi devralır almaz dünyada kendi çıkarlarını ilgilendiren konulara nasıl müdahale edeceğinin sinyal ve gözdağını verdi: Irak’ı iki defa bombaladı. Bahane Irak’ın Körfez Savaşı sonrası kendisine tahsis edilen paralelleri ihlal etmesiydi. Gene sivil halk zarar gördü, çocuklar yaralandı. ABD’nin bu saldırısında Irak’la sıkı ticari ilişkiye giren ülkelere, özellikle ve özellikle Türkiye’ye gözdağı verdi. Washington yönetimi Türkiye’nin Bağdat ile bilhassa mazot ithalatı ile başlatıp ticari heyetler göndererek güçlendirmeye çalıştığı ticari ilişkilerinden rahatsız olmaktadır. Washington’un kaygısı Irak lideri Saddam’ın güçlenmesi değildir. Çünkü Körfez Savaşı ve akabindeki politikalarla Saddam iyice etkisiz konuma getirilmiştir. Ayrıca Amerika bölgede askeri varlığı ile dahi bulunmaktadır (İncirlik üssü, Kuveyt).
Ve fakat Bush yönetimi Türkiye’nin tercihinden rahatsızdır. Türkiye, ABD’ye rağmen Irak’la ticareti tercih etmiştir. Bu tercih Amerika’nın Körfez ve Ortadoğu politikasına tamamen zıttır. Yahudi ve ABD güçsüz bir Irak, sömürge bir Kuveyt, İsrail’le kolkola bir Ürdün ve işbirlikçiler tarafından yönetilen bir Türkiye ve Mısır istemektedir. Bu nedenle Irak’a uygulanan yaptırım rejiminin, Türkiye tarafından delinmeye devam edilmesi Bush yönetimini harekete geçirmiştir.
PKK’nın başı Apo, Türk ordusunun bastırması ile yakalanmıştır. Yahudi ve Amerikan uşak ve işbirlikçilerinin, ‘AB’ye girmemize engel olur’ örtüştürmesiyle idamının engellenmesine rağmen alçak elimizdedir. PKK’yı Türkiye için bir istikrarsızlık unsuru yapan ABD-Yahudi-Avrupa Birliği üçgeni bir kartını kaybetmiştir. Barzani elimine edilmiş ve bölgeye kısmen de olsa sükûnet gelmiştir. Yani Apo’nun yakalanması ile başlayan süreçle beraber Güneydoğumuz istikrara doğru yönelmiştir. Batı’nın bu kartı düşmüştür.
Güneydoğu’daki bu sükûnetin Irak’la işbirliğine dönüşmesi Amerika’nın çıkarlarına uymamaktadır. Çünkü bu işbirliği yahudi İsrail’in Ortadoğu’daki varlığını tehlikeye sokar. ABD’nin petrol yataklarını, su kaynaklarını kontrole almanın yanında, en önemli diğer stratejisi de Ortadoğu’da İsrail’in varlığını tehlikeye atacak bir gücün bulunmasına engel olmaktır. Çünkü ABD eşittir İsrail’dir. PKK’nın askeri bakımdan elimine edilmesi, Türkiye’nin Irak’la ticari işbirliği, (ABD’nin muhalefetine rağmen) İsrail’i de rahatsız etmektedir.
Ne kadar ilginçtir ki bunlar olurken, aynı anda İsrail’de seçimler olmuş ve “Beyrut Kasabı” diye bilinen Ariel Şaron seçimlerden galip çıkmıştır. Şaron bilindiği üzere aşırı şiddet yanlısıdır.
Müslümanlara çok büyük zulüm ve katliam yapmış olan Şaron’un iktidara gelmesiyle birlikte İsrail çok sert bir şekilde Filistinlilere saldırılar düzenlemiş ve yerleşim yerlerini ablukaya almıştır. Sözde barış nihayete ermiş ve çarpışmalar başlamıştır.
ABD’nin Bush’la beraber Irak’a karşı tekrar silah kullanma, gözdağı verme politikası ile Şaron’un seçilip tekrar kasaplığa soyunması aynı tarihlere denk gelmiştir. Bu tesadüf değildir. Ortak bir stratejinin adımlarıdır bunlar, Amerika ve İsrail tarafından atılan.
Bundan evvel Ortadoğu Barışı adı altında, İsrail ve ABD’nin hedefi gene bölgeye hakim olmaktı; yoksa huzurla, barışla yaşamak asla değildi. Adı barıştı, hedefi topraklara hakimiyetti. Şimdi Ortadoğu’da değişen dengelerle beraber İsrail de Nil’den Fırat’a topraklara hakim olma siyasetini, şiddet yoluyla elde etmeye yöneldi.
Körfez Savaşı’na kadar yahudi, Filistinlilerle silahla mücadele etti. Körfez Savaşı ile Irak safdışı bırakılınca, birdenbire! bir Ortadoğu barışı gündeme geldi. ABD aracılığı ile İsrail ve Arafat barışa! imza attılar. Ne değişmişti Filistin topraklarında? Aslında hiç ama değişen faktör gitgide güçlenip İsrail’e diş bileyen Irak’ın güçten düşürülmesiydi. İsrail rahatladı ve barış adı altında sinsice hareket etti. Fakat ne zaman ki Apo alçağı yakalandı, Türkiye’nin PKK terörü azaldı, Irak’la siyasi ve ekonomik işbirliği arttı, İsrail ve ABD hemen siyaset değiştirdiler.
Bunun yanında İsrail’le bundan evvelki dönemde girişilen normal dışı askeri-siyasi ilişkiler halkımızın da büyük kesimini rahatsız etmişti.
Kısaca ABD’nin Irak’ı vurması, Şaron’un zulüm ve katliamları hep beraber yürütülen bir senaryonun sahneleridir. Ama elhamdülillah ki Türkiye’de bunun farkında olanlar, vatanını sevenler hâlâ vardır.
Bunun yanısıra ABD Büyükelçisi Pearson’ın ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş’in iktisadi programlarına siyasi desteğin tam olup olmadığını sorgulamak üzere koalisyonu oluşturan üç lidere sorgu ziyareti yapması altı önemle çizilmesi gereken bir husustur. Büyükelçi hangi sıfat, yetki ve sorumlulukla bunu yapabilmiştir? Sürekli siyasi desteğin tam olduğu hükümetçe açıklanırken, Pearson daha doğrusu ABD buna neden gereksinim duymuştur? Veya daha açık soralım: ABD neden çekiniyor? Neye karşı, ısrarla hem Derviş hem de Amerika bu desteği istiyor? Çünkü Kemal Derviş hükümetin son can simididir. Daha doğrusu hükümetin ömrü Derviş’in başarı veya başarısızlığına bağlıdır. ABD de bu hükümeti maşa gibi kullanmak istemektedir ve Türkiye’deki son kalelerinden biri de bu koalisyondur. Hiçbir güvenirliği kalmamış hükümetin başındaki bu insanlar arka plana itilirse, ABD ve yahudi karşıtı politikalar gitgide daha açık dile getirilir hale gelecektir. ABD buna müsaade etmek istemiyor. Derviş’in bakan olmasını ısrarla isteyen de ABD’dir. Sokaktaki sıradan bir vatandaşın dahi farkedebileceği şekilde, Amerika Türkiye’de bir şeyleri yıkmaya, tesis etmeye, ayakta tutmaya çalışıyor. Bunu artık alenen yapıyor çünkü Türkiye’ye uyguladığı siyasi, ekonomik ve askeri baskı erozyona uğramaktadır. Yani ABD Derviş’in başarısı için çırpınıyor. Çünkü o başarılı olursa hükümet artı puan alacak ve doğru ilişkili olarak Washington yönetimi etkinliğini devam ettirecek.
Kemal Derviş’in ekonomik programını götürerek takdim edeceği ABD gezisine, Dışişleri Bakanı Cem’i de alması manidardır. Ekonomik program için para talep etmeye giderken neden Dışişleri Bakanı da ziyarete katılmaktadır? Acaba Türkiye’den maddi yardım karşılığında, bazı siyasi ödünler mi istenmektedir? Örneğin Irak politikasında, Kıbrıs’ta veya AB ile ilişkilerde ABD bir şeyler talep edebilir mi? Bu soruların cevapları belli. Bush yönetimi para veririm ama şu, şu siyasi konulara, İsrail’le ilişkilere dikkat edin, şöyle yapın diyecektir. Dışişleri ve hükümet para dilenmek uğruna ihanet sayılabilecek bir şey yapmamalıdır. ABD Türkiye’nin sıkıştığı ekonomik açıdan kendini, yahudiyi ve AB’yi rahatsız eden siyasi konularda tavizler aramaktadır.
Şu günlerde Balkanlarda başlayan Arnavut-Makedon çatışması da dikkatle izlenmelidir. Bu çarpışmalar durup dururken başlamamıştır. Amerika’nın Balkanlar’daki ajanları vasıtasıyla ateşledikleri bir kıvılcımdır. Bu senaryonun kopyası Çeçenistan’daki son çarpışmaların başlangıcını bize hatırlatıyor. Orada da ABD, burada da ABD. Çete niteliğindeki bir grubun Makedonya ile çatışmaya girişmesi bile bölgedeki tüm ülkeleri pür dikkat hale getirmiştir. Yunanistan zaten Makedonya’yı yutmak için bahane arıyor. Böyle bir şey gerçekleşirse Sırbistan ile komşu olup Slav-Ortodoks birliği adına bölgeyi kan gölüne çevirebilirler. Bu, Türkiye’nin ve Bosna’nın Balkanlar’daki etkinliğini sıfıra yakın seviyeye getirir.
ABD’nin bu sinsi planı, Türkiye’nin çok dikkatli takip etmesi gereken bir husustur. Muhtemelen Türkiye bölgeye herhangi bir müdahale yapmak istese, Yunanistan hemen önümüzü kesecek, Türkiye’nin önüne AB kartı konulacak ve manevra kabiliyeti azaltılacaktır. ‘AB’ye girmek istiyorsan, bölgedeki şiddete karışma’ sözleriyle Türkiye sindirilmeye çalışılabilir. ABD’nin tuzağına düşülmemelidir.
ABD’nin oynadığı atların safdışı kalması, arzu ettiği tavizleri alamaması ve Türkiye’nin yahudi ve Batı yanlısı uygulamalar yerine dinini, vatanı ve adaleti ayakta tutacak politikalara yönelmesiyle ne olabilir? Evvelâ bu ihtimal özellikle İsrail’i korkutmaktadır. Dini, tarihi ve askeri konumuyla İsrail’in canına okuyacak ülke Türkiye’dir. İngilizlerin ektiği Arap milliyetçiliğinden ve bölücülükten arınarak, Türkiye’nin liderliğinde hareket edecek olan bölge müslümanları İsrail’in korkulu rüyasıdır.
Aynı durum ABD için de geçerlidir. Ortadoğu’da petrole, suya, insanlara hükmedecek bir Türkiye, ABD’nin Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkas siyasetini yerle bir edebilir. Böyle bir durumda İsrail’in bertaraf olması da Washington’un düşünmek bile istemediği bir ihtimaldir. Çünkü İsrail Amerika’dandır, Amerika İsrail’dendir.
Türkiye’de bu değişim gerçekleşmesiyle, ABD yönetimi bir dizi sinsi politika izleyebilir! Şöyle ki:
-Nasıl ki Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında önemli unsurlardan biri ajanlarla ateşlenen iç isyanlar olduysa (bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika Osmanlı’nın elinden böyle çıktı), Türkiye’de de bu tür oyunlar oynanabilir. Kürtler ateşlenebilir, din ve vatan bölücüleri parmaklanabilir vs. Türkiye içten karıştırılmak istenebilir. Türkiye bunlarla uğraşmaktan başını kaldıramayacak duruma getirilmek istenebilir. Bunun sonucunda da Türkiye, gövdesi içten çürümüş bir ağaca dönüşecektir.
-Bunun ötesinde, bunda muvaffak olunamazsa, yahudi ve uşağı ABD, Türkiye ile başka bir devleti savaştırmaya çalışabilir. Bunun tarihte ve komşularımızda örneği çoktur. İran ile Irak çarpıştı, yahudi rahatladı. Üstelik savaştıkları silahları bile yahudi sattı. İki komşu ülke her bakımdan zayıfladı, İsrail kuvvetlendi. Daha sonra Saddam Kuveyt’e saldırdı. ABD’nin tuzağına düştü. Hem halkını perişan etti, hem ABD’nin bölgeye yerleşmesini sağladı, hem de müslümanları sıkıntıya soktu. Aynı şekilde Çeçenistan’da istikrar oturmuşken, ABD’nin oyunuyla, mücahitlerin komşu yerleşim yerlerine saldırmaları sağlanmış ve Çeçenistan tekrar Rusya ile karşı karşıya getirilmiştir.
Eğer ABD diğer ihtimalleri uygulamaya sokamazsa, Türkiye’yi bir komşusu ile savaştırmayı göze alabilecektir. İran için bunu denediler, şu ana kadar olmadı. Fakat uzun yıllardır aramızda bitmek tükenmek bilmeyen sorunlar olan Yunanistan’ı da Türkiye’nin üzerine salabilirler. Yunanistan’ın düşmanlığını zaten yakından tanıyoruz. ABD Türkiye’de yahudinin çıkarlarına aykırı oluşumlar gördüğü anda, Yunanistan’ı fitilleyecektir.
ABD ve yahudi şer ittifakına karşı Irak’ın ekonomik yapısı güçlendirilmeli, Çeçenistan’da mücahitlerin ayakta kalmasına yardım edilmelidir. Olası bir Türk-Yunan savaşında Çeçenistan Rusya’ya, Irak da İsrail’e perde olacaktır. Bu durumda Türkiye gözü arkada olmadan Yunanistan’la kapışabilecek ve inşaallah hezimete uğratacaktır.
Türk Dışişleri siyasetini yahudi üzerine değil, komşu müslüman devletler üzerine bina etmelidir. Bu hem Hazret-i Allah’ın rızâsına uygundur, hem de Türkiye’nin ulusal çıkarları bunu gerektirmektedir.