Gerçek mânâda hakiki bayramlar, ahireti kazananların bayramıdır. Onlar dünyayı boşamış, ahiretle evlenmişlerdir. Hazret-i Allah’ın selâmı, esenliği onların üzerine olunca, Hakk Teâlâ Hazretleri’nin Cemâlullah’ını seyre dalınca; o daldıkları nur deryasının içinde hakiki mânâda bayram sevincini yaşayacaklardır. İşte hakiki bayram da bu bayramdır.
Bir kulun derecesi; İslâm’dan imana, imandan ikana, ikandan marifete, marifetten ilme, ilimden muhabbete, muhabbetten mahbubiyyete, istemekten istenilir olmaya yükseldiğinde, artık gaflete düşse başı boş bırakılmaz. Unutsa hatırlatılır, uyuyacak olsa uyandırılır, cehalet gösterse uyarılır, sırtını dönse döndürülür, sussa konuşturulur, hep uyanık ve duru kalır.
Onun, gaflete düşmemesi Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizden aldığı bir mirastır. Çünkü Allah Resulü’nün gözleri uyur, gönlü uyumazdı.
Mümin dünyaya göz atınca, onu istemiş, arzulamış, gönlü onun sevgisiyle dolmuş. Bunu gören dünya bu mümine sahip olmak isteyince, mümin kendisine gelerek hemen dünyayı boşamış, âhiret sevdasına düşmüş, onu bulmuş, kalbini onun sevdası kaplamış. Bu defa mümin tekrar silkinmiş, âhiretin kendisini tutsak edeceğinden, Rabbinden alıkoyacağından endişe duymuş ve onu da boşayıp dünyanın yanına oturtmuş, onlara yönelik vecibelerini yerine getirip Hakk’ın kapısına yönelmiş, çadırını buraya kurmuş, Hakk kapısının eşiğini yastık edinmiştir. Kendine, öyle ise sen de Hazret-i İbrahim’in dinine tâbi ol, yıldızı, ayı, güneşi aş, yaratana ulaş ve onun dediklerini söyle, der.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Üzerine gecenin karanlığı basınca bir yıldız gördü. ‘İşte benim Rabbim budur!’ dedi. O batınca da: ‘Ben batıp yok olanları sevmem.’ dedi.
Ay’ı doğarken görünce: ‘İşte benim Rabbim budur!’ dedi. O da batınca: ‘Rabbim bana doğru yolu göstermezse, elbette dalâlete düşenler gürûhundan olurum.’ dedi.
Güneşi doğarken görünce: ‘İşte benim Rabbim budur, bu daha büyük!’ dedi. O da batınca dedi ki: ‘Ey kavmim! Ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım.’
Ben hanif olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben müşriklerden değilim.” (En’am: 76-79)
Mümin, yastık edindiği Hakk kapısının eşiğindeki tutumunu ve isteğini samimi bir şekilde sürdürürse kapı açılır.
Huzura girmesi için kalbine izin çıkar, o durumunu kendisinden çok daha iyi bilmesine rağmen yine de mümine halinden, dünya ve âhiret karşısında başından geçenlerden istihbarat da bulunur. Mümin de yaşadıklarını anlatır.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ onu kendisine yaklaştırır. Ona ünsiyet gösterir, onunla konuşur, sırtına hoşnutluk hilâtını giydirir. Kalbini ilim ve hikmetiyle doldurur. Asıl bayram burada başlar. Bu Allah-u Teâlâ’nın sevgililerine muhabbet etmek, onlara intisap etmekle de o sevgi ve muhabbet neticesinde âhirete köprü atılmış olur. Dünya, âhirete uzanan bir köprüdür. Bu köprünün biri alt, diğeri üst olmak üzere iki yolu vardır. Üst geçit zâhiri, alt geçit bâtınî...
Köprünün altında da derin bir kuyu. Alttan gidenlerde üstten gidenlerde o kuyuya düşecek. Herkes mecburen gidiyor. Üstten gidenler de iki kısma ayrılmış. Bilenler ne olacağına ağlıyor, bilmeyenler ise havaya bakıyorlar, güle oynaya gidiyorlar. Köprüde olduklarını unutmuşlar, kuyuyu görmüyorlar. Kabrin bir veyl deresi olduğunu da unutmuşlar, onlar için âlem bu âlem, dem bu dem. Hep halk ile meşguller ve bu halde iken ansızın patır-patır kuyuya düşüyorlar.
Alt geçitten giden mânevi ehli ise gözlerini kuyuya dikmiş. Dâima üzüntü ve ıstırap içinde, murakabe ile, hesapla meşgul. Muhakkak ölüme mahkûm olduğunu biliyor, nefsine de bildirmeye çalışıyor. Kabri ve âhireti için hazırlanıyor, düşeceği ânı bekliyor. “Düştüğüm zaman halim ne olacak?” endişesi ve korkusu içinde her an Cenâb-ı Hakk’a sığınıyor, dâima O’nunla meşgul. Bu hale erenler hakiki bayram yapacak, ebedî saâdete ereceklerdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz:
“Ümmetimden yetmişbin kişi ve her birinin yanında ayrıca yetmişbin kişi olduğu halde hiç hesap görmeden cennete girecektir.” buyurmuştur. (Müslim)
Seyyid Şerif Cürcani -kuddise sırruh-Hazretleri;
“Muhammed Aleyhisselâm’ın ümmetinin çoğu hesapsız cennete gireceklerdir.” buyurmuştur.
Nitekim Vedâ Haccı’nda Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz:
“Ey Âdemoğulları! Namazınızı kılın, orucunuzu tutun, haccınızı yapın, zekâtınızı verin ve bütün bunları Allah rızâsı ve gönül hoşnutluğu ile yapın da hesapsız ve azâpsız cennete girin.” buyurmuştur.
Kıyamet günü olunca Allah-u Teâlâ cennet hazinedarına:
“Ey Rıdvan! Dünyada oruç tutanları, aç ve susuz olarak mezarlarından çıkardım, şimdi ne istiyorlarsa onlara cennetten getir.” diye emreder.
Rıdvan da Gılman’larla, nurdan tabaklar içinde yiyecek ve içecek şeyleri onlara gönderir ve:
“Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü âfiyetle yiyin, için!” buyurur. (Hâkka: 24)
Kıyamet günü olduğu vakit Allah-u Teâlâ’nın emri ile yüzleri nur gibi parlayan birtakım kimseler getirilip incilerden yapılmış minberler üzerine oturtulurlar. Hatta şehitler ve peygamberler bile onlara imrenirler.
Ashâb-ı kiram tarafından bunların kim olduğu sorulduğunda, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz:
“Bunlar ayrı ayrı memleketlerden toplanarak, Allah’ı zikreden ve birbirleriyle sevişen kullardır.” buyurur.
Abdullah ibn-i Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir diğer Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyururlar:
“Kıyamet günü bir cemaat gelecek ve mahşer halkının üzerinden yel gibi geçip cennete gireceklerdir. Bunlar her an ölüm için hazır olup bir an önce Allah’a ulaşmak maksadıyla ölümü bekleyen kimselerdir.”
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz buyururlar ki:
“Benim ümmetimden olup da denizde ölen kimse mutlu bir insandır. Bu gibiler kıyamet günü arşın altında toplanırlar.”
Allah-u Teâlâ:
“Varın cennete girin, hurilerle eğlenin, size hesap yoktur.” buyurur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bir gün “Kıyamet gününde çeşitli hasret ve haller vardır.” buyurdu.
Ashâb-ı kiram Efendilerimiz:
“Bu hasretlerden kurtulmanın çaresi nedir yâ Resulellah?” dediler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz ise şöyle buyurdular:
“Dünyada âlimlerin eteğinden sarılmaktır. Zira kıyamet günü Allah-u Teâlâ âlim ve zâhidleri bir araya toplayıp, zâhidlerin cennete girmelerini emreder. Zâhidler hemen cennetin yolunu tutar, âlimler ise kalırlar.
Allah-u Teâlâ:
‘Benim sizi cennete göndermeyişim, sizi burada tutmak için değil, dünyada zâhidleri yalnız kendi nefislerini düzeltmekle meşgul ettiğim için. Âhirette de yalnız kendilerini bağışladım. Fakat siz dünyada nefislerinizden başka diğer insanlarla da meşgul oldunuz, onlara yol gösterdiniz ve öğrettiniz. Şimdi dünyada sizi dinleyenleri de bulup yanınıza alın ve onlarla cennete girin.’ buyurur.
Âlimler de dostlarını alarak cennete götürürler.”
Fahrüddin-i Râzi Hazretlerinin rivayetine göre:
Allah-u Teâlâ:
“Ey âlimler, Allah hakkında zannınız nasıldır?” diye sorar.
Âlimler:
“Sen af edip yarlığayıcı, merhamet sahibi bir padişahsın.” derler.
Allah-u Teâlâ:
“Ben de sizi bağışladım. Zaten ilmi size emanet etmem, hakkınızda hayır murad ettiğim içindir, haydi cennetime girin.” buyurur.
Müminlere bayram müjdesinin ilki üç yerdedir.
Birincisi ölüm anında, diğeri kabirde ve üçüncüsü de mahşer yerindedir.
Birinci bayrama eren müminlere;
“Sevabınızın kaybolacağından korkmayın.” diye müjdelenir.
İkinci bayramı kazananlar, ihlâs ile amel edenlerdir.
“Amellerinizin kaybolacağından korkmayın, amelleriniz makbul ve sevabınız kat kat mükâfat görecektir.” diye müjdelenirler.
Üçüncü bayram sahipleri tevbe edenlerdir.
“Müjdeler olsun, tevbeleriniz makbul ve ameliniz mahfuzdur. Bundan korkunuz olmasın.” denir.
Dördüncü bayram sahipleri zâhidlerdir.
“Mahşerin dehşetinden korkmayın hesapsız olarak cennete girin.” buyurur.
Beşinci bayram sahipleri ilmiyle amel edip, halkı aydınlatan âlimlerdir.
“Kıyametin güçlüklerinden korkmayın, ameliniz kat kat artar. Siz ve size uyanlara müjdeler olsun.” denir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Kıyamet günü dört sınıf insan miskten yapılmış tepecikler üzerinde oturur. Bunlar hesap görmez ve azâp olmazlar. Bunlar, Allah rızâsı için Kur’an okuyanlar, câhil ve fakat hâlis itikad sahibi olanlar. Allah rızâsı için müezzinlik yapanlar ve dünyada belâlara mübtela olup sabretmesini bilenlerdir.”
Bir başka Hadis-i şerif’lerinde ise:
“Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, kıyamet günü şehidler, silahları omuzlarında olduğu halde mahşer yerine gelirler. Bunlar öyle muhteşem bir tavır içinde yürürler ki, Allah katında en sevimli peygamberlerden olan İbrahim ve Musa Aleyhimüsselâm’ın önlerine çıksalar onlar bile bunlara yol verirlerdi. Mahşer halkı, ‘Bunlar acaba kimlerdir?’ derlerken bir münâdi, ‘İşte bunlar Allah yolunda canlarını seve seve veren şehidlerdir.’ der.” buyurdu.
“Kıyamet günü bir kısım insanlar mezarlarından uçarak doğruca cennete giderler.”
Melekler:
“Siz kimsiniz ki böyle herkesten evvel cennete giriyorsunuz? Siz hesap gördünüz mü?” diye sorunca:
“Biz ne hesap ve ne de azâp görmeden doğruca buraya geldik.” diye cevap verirler.
Melekler:
“O halde nasıl oldu da geldiniz?” diye sorarlar.
“Biz Allah’ın fazlı ile cennete girdiğimizi biliyoruz. Fakat Allah’ın fazlının da iki sebebi vardır. Birincisi Allah’ın bize verdiğine râzı olup ona kanaat ederdik, diğeri de gizli günah işlemekte Allah’tan korkardık.”
Bunun üzerine melek-i kiram:
“Gerçek, cennet sizin hakkınızdır.” derler. (Kütü’l Kulûb)
İşte gerçek mânâda bayram bu müminleredir.
Gerçek bayram ebedî saâdeti kazanmış, O’na kul, Habibine ümmet olabilen, Kur’an ve sünnet yolundan ayrılmayan o bahtiyar kullaradır.
Allah’ım bizi dünyada ve ahirette sevgili kullarıyla, sâlih kullarıyla, sâdık kullarıyla, şehitlerle, peygamberlerle beraber kılsın ve beraberce lütfuyla haşr eylesin.