Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ - Vâkıa Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (3) - Ömer Öngüt
Vâkıa Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (3)
KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ
Dizi Yazı - Tefsir
1 Şubat 2001

 

Vâkıa Sûre-i Şerif’inin Tefsiri (3)

 

Evvelkiler ve Sonrakiler:

“Onların büyük bir kısmı eski ümmetlerdendir.” (Vâkıa: 13)

Önceki ümmetlerin içinde “Sâbikûn” yani öncülerin çok olması, bütün nebi ve resulleri içine alması sebebiyledir. Çünkü Âdem Aleyhisselâm’dan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin zaman-ı saâdetlerine gelinceye kadar yüzyirmidört bin peygamber gelip geçmiştir.

Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:

“İki cennet Allah-u Teâlâ’ya çok yaklaştırılmış olan mukarreblere (öncülere) verilecektir. Onların oradaki eşyaları altından olacaktır.

Diğer iki cennet de, kitapları sağlarından verilen Ashab-ı yemin’e verilecektir. Onların eşyaları da gümüştendir.” (Feth’ül-bâri)

Azlık ve çokluk sayıya göredir, onların hepsi de cennette olacaklardır.

“Onların bir kısmı da sonrakilerdendir.” (Vâkıa: 14)

Geçmiş ümmetlere çok sayıda peygamber gönderildiği için onların içinde “Sâbikûn” yani öncüler çoktur. Bununla beraber ümmet-i Muhammed içinde “Öncüler”e uyanlar, geçmiş ümmetlerin öncülerine uyanlardan daha çok olacaktır. Zira onlar cennetliklerin yarısından çoğunu teşkil edeceklerdir.

Çünkü onlar:

“Siz beşeriyet için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.” (Âl-i imran: 110)

Âyet-i kerime’sindeki şerefe mazhar olmuşlardır.

Onların bu fazileti Hakk katında malumdur ve Levh-i mahfuz’da yazılmıştır. Onlara bu lütfu bahşederek bütün ümmetlerden üstün kılmıştır.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Bizler en son gelenleriz. Fakat kıyamet gününde en başa geçenler de biz olacağız. Şu kadar var ki her ümmete kitap bizden önce verilmiş, bize onlardan sonra verilmiştir.” buyurmuşlardır. (Müslim: 855)

Onların bütün ümmetlerden hayırlı olmaları, tâbi oldukları âlicenap Peygamber’in Allah katındaki faziletinden dolayıdır.

Ashab-ı yemin’in de fazileti “Sâbikûn”a uymalarından ileri gelmektedir.

 

Cennette Kavuşacakları Göz Kamaştırıcı Nimetler:

“İleri geçenler” için neler hazırlandığını bildirmek, onlara verilen ruhânî ve cismânî nimetleri açıklamak ve zihinlerde hayâl ettirmek için şöyle buyuruluyor:

“Altın ve mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.” (Vâkıa: 15)

Allah-u Teâlâ kullarının anlamalarına kolaylık sağlamak için o nimetleri dünya nimetlerinin isimlerini vererek anıyor. Yoksa bunların vasıflarını bütünüyle anlamak ve kavramak imkânsızdır. Huzur ve emniyet içinde oturacakları, altın ile dokunmuş, inci ve yakut kakmalı öyle tahtlar hazırlanmıştır ki, mahiyetini ancak Allah-u Teâlâ bilir.

“Onların üzerine karşılıklı olarak yaslanırlar.” (Vâkıa: 16)

Diledikleri gibi otururlar, diledikleri yere diledikleri şekilde bakabilirler. O tahtlar üzerinde kurulurlar, birbirlerine kemâl-i hürmetle nazar ederler, birbirleriyle karşılıklı olarak sohbet ve muhabbet ederler. Nâil oldukları nimetin huzuruna ermiş bir şekilde gayet rahattırlar, aslâ sıkıntıları olmaz.

Sonra gelen Âyet-i kerime’lerde Mukarrebler’in Allah-u Teâlâ’nın sonsuz ihsan ve ikramlarına nâil olacakları temsillerle beyan buyurulmaktadır:

“Etraflarında ölümsüz gençler dolaşır.” (Vâkıa: 17)

Vildan ve Gılman ismi verilen, sonsuzluğa ermiş genç delikanlılar hizmetlerinde bir an bile olsun aslâ kusur etmezler. Saygılı ve naziktirler. Güler yüzlü ve tatlı sözlüdürler. Hep aynı hâlde kalırlar, büyüyerek vasıfları değişmez. Her zaman gençliğin tazelik ve zindeliğinde bulunurlar, hiç yaşlanmazlar.

“Akıp giden şarap kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle.” (Vâkıa: 18)

Bitip tükenmelerinden ve boşalmalarından yana endişeleri olmayacak şekilde akıp duran ırmaklar cennet şarapları ile doludur.

Hizmetçi Vildan’lar kulpsuz, yuvarlak ve büyük büyük kadehlerle; kulplu, parlak, şeffaf ibrik ve sürahilerle pınarlardan akan şarap dolu kâselerle dolaşırlar.

“Bu şaraptan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir.” (Vâkıa: 19)

Baş ağrısı yapmaz, şuuru zedelemez, baş döndüren tadına rağmen aklı gidermez, hâlsizlik doğurmaz, lezzetleri kesilmez, ne kadar içilirse içilsin hiçbir zaman bitip tükenmez, alabildiğine zevk ve neşe verir.

“Beğendikleri meyveler.” (Vâkıa: 20)

O hizmetçiler yanlarında envâi çeşit meyvelerle dolaşarak onlara takdim ederler. O meyvelerin hepsi de güzel ve lezzetli olmasına rağmen; içlerinden en iyisini, bunca çeşit arasından en üstününü, canlarının çektiğini seçerler.

Diğer Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“Naîm cennetlerinde türlü meyveler kendilerine ikram edilmektedir.” (Saffat: 42-43)

Cennet meyveleri, hangisi olursa olsun külfetsiz ve mihnetsizdir. Azalmaz ve tükenmez. Atılacak tarafı yoktur, posasızdır. Lezzetleri daima değişir. Hazımı kolaydır, sıkıntı ve zahmeti olmaz. Pişirilecekler pişmiş olarak gelir. Kazanma külfeti yoktur, herkesin istediği kadar çoktur, darlık endişesi çekilmez.

Cennette acıkmak, yemeğe ihtiyaç hissetmek yoktur. Onların meyve yemeleri, sırf lezzet almak, zevkyab olmak içindir.

“Canlarının çektiği kuş etleri.” (Vâkıa: 21)

Şüphesiz ki cennetin kuşları da dünyadakilerden çok farklıdır. Etlerinin posası yoktur. Her biri ilâhî kudret eliyle yaratıldığından dolayı son derece nefis ve lezzetlidir. Canları nasıl çekerse, ister kızartılmış, ister pişirilmiş olarak yerler.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-e:

“Sen cennette iken canın kuş arzu edecek, o da senin önüne kızarmış olarak düşüverecektir.” buyurmuşlardır.

Enes -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Cennet kuşları melez deve gibi cennet ağaçları arasında yayılırlar.” buyurduğunda Ebu Bekir -radiyallahu anh-: “Yâ Resulellah! Demek ki bunlar çok değerli kuşlardır!” dedi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Onun yenilişi kendinden de güzeldir.” buyurdu ve bu sözünü üç kere tekrarladıktan sonra:

“Doğrusu ben senin de o kuşlardan yiyecek kimselerden olmanı ümit ederim.” buyurdu. (Ahmed bin Hanbel)

Meyve ve et, dünya hayatında insanın dengeli beslenmesi için son derece lüzumludur. Ahiretteki meyve ve et ise dünyadakilerden çok farklıdır, sırf zevk ve lezzet almaları için, canlarının çektiği anda onlara bu gibi çeşitli nimetler bahşedilir.

“Onlar için ceylan gözlü huriler vardır.” (Vâkıa: 22)

Hurilerin vasıfları anlatılmakla tükenmez. Allah-u Teâlâ’nın Cemal ve Lâtif sıfatlarının tecellileriyle vücut bulmuşlardır. Tarifi mümkün olmayan şekil ve endama, çarpıcı zerafete sahiptirler.

Hurilerin güzellikleri yanında huyları da güzeldir. İffet ve hayâ numunesidirler. Daha önce bir insan dokunmadığı gibi cin de dokunmamıştır.

“Gün görmemiş inciler gibi.” (Vâkıa: 23)

Hiç kimsenin elleyip dokunmadığı, bakıp yıpratmadığı korunmuş incilerdir.

Meyil ve muhabbetleri, kime bağışlanmışlarsa sadece onlaradır. Başkaları onlara şehevî bir ilgi duymadığı gibi, onlar da eşlerinden başkalarına karşı böyle bir duygu beslemezler.

Bakışları da duyguları da tertemizdir, iffet doludur.

“İşledikleri amellerine karşılık olarak.” (Vâkıa: 24)

Cennete girmek, Allah-u Teâlâ’nın bir ikram ve ihsanıdır. İnsanın yapmış olduğu ameller ise, cennette derecelerin yükselmesine sebep olur. İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir.

“Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.” (Vâkıa: 25)

Cennetin mükemmelliklerinden birisi de, onların yakışık almayan her türlü sözden uzak olmalarıdır. Selim sözler konuşulur. Birbirlerinden ancak esenlik ihtiva eden sözler işitirler. Lâubalilik, boş söz, kötü söz duymazlar. İşittikleri sözlerden onlara bir günah da gelmez.

Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“Orada hoşa gitmeyen boş bir söz dahi işitmezler.” (Ğaşiye: 11)

Bu bile başlı başına, cennet nimetlerinden bir nimettir.

“Sadece selâma karşılık selâm sözü işitirler.” (Vâkıa: 26)

Kendi aralarında selâmı yayarlar ve ardı ardına selâmlaşırlar. Selâm bu dünyada nasıl alınıp veriliyorsa, ahirette de öyle olacaktır.

Bu Âyet-i kerime’de onların bu cennette sadece Allah-u Teâlâ ile birlikte olacaklarına ve Allah-u Teâlâ’nın kendilerine her türlü eksikliklerden uzak olan “Selâm” ism-i şerifi ile tecelli edeceğine de işaret vardır.

Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Onların orada birbirlerine dilekleri ‘Selâm’dır.” (İbrahim: 23)

 

Mutlu Sağcıların Cenneti:

Allah-u Teâlâ gözde olan öncülerin âkıbetini beyan ettikten sonra, amel defterleri sağlarından verilen ve “Ashâb-ı yemin” adı verilen müminlerin durumunu açıklamak üzere şöyle buyurdu:

“Defterleri sağdan verilenler, ne mutlu o sağcılara!” (Vâkıa: 27)

Sağcılar, Sûre-i şerif’in başında “Ashâb-ı meymene” adı ile kısaca işaret edilen mutlu kimselerdir. Bunlar verdikleri sözü yerine getirmişler, yeminlerine sâdık ve bağlı kalmışlardır.

“Onlar dikensiz kirazlar.” (Vâkıa: 28)

Allah-u Teâlâ tarafından “Ashâb-ı yemin” adı verilen müminler cennette dikensiz kiraz ağaçlarının altında bulunurlar. Öyle ağaçlar ki, âdeta gövdesine ağır gelecek şekilde bol bol meyvesi olacaktır.

“Salkımları sarkmış muz ağaçları.” (Vâkıa: 29)

Muz ağacının büyük yaprakları ve serin gölgesi olur, meyvesi boldur, tıklım tıklım dizili, aşağıdan yukarıya doğru istiflidir. Meyvesinin kabuğu bile olmaz, her tarafı zahmetsizce yenir.

O ağaçlar ve onların meyveleri dünyadaki meyvelerin adı ile anılmakla birlikte, mahiyetleri ve lezzetleri itibariyle dünya ağaçlarının ve meyvelerinin çok çok üstündedirler. Onları ne bir göz görmüş, ne bir kulak işitmiş, ne de bir beşerin hayaline gelmiştir. Duyduğumuz, okuduğumuz, hatta aklımızdan geçenlerin de fevkinde güzelliktedirler. Dünyadakilere hiç benzemezler, sadece isim benzerliği vardır. Beklenilmeyen anlarda peşi peşine takdim edilir, her defasında yeni bir şekil arzeder.

Nitekim bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

“Kendilerine ne zaman onlardan bir meyve rızık olarak yedirilirse, her defasında;

‘Bu bizim daha önce dünyada iken yediğimiz şeydir!’ derler.” (Bakara: 25)

Allah-u Teâlâ’nın kendilerini dünyada ve ahirette rızıklandırmış olduğu şeyleri bir şükran vesilesi olarak ihtiramla anarlar.

Bunlar kendilerine, dünyadakilerine benzer meyveler şeklinde sunulur ki yabancılık çekmesinler. İlk anda onları tanırlar ve hemen yemeye başlarlar. Çünkü gönül alışık olduğu şeye çok daha eğilimli olur. Fakat tadıp yediklerinde bunların, dünyadakilerden tamamen farklı ve görülmedik şeyler olduklarını, sadece cins ve şekil bakımından dünyadakilere benzediklerini; tat, hacim ve nefaset bakımından benzerlerini aslâ görmedikleri şeyler olduklarını hemen kavrarlar.

“Bunlar söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur.” (Bakara: 25)

İşte bahtiyarlık budur. Gerçek hayat budur. Bu nimetlerin ne sonu ne de bitimi vardır. Sermedî ve ebedi olarak devam eder.

“Uzamış gölgeler altındadırlar.” (Vâkıa: 30)

İnsana huzur veren ve her tarafa uzanan gölgelerde, ağaçlar altından çağlayarak akan pınarlar başında ve arzu ettikleri her türlü meyvelerden tadarak, zevk ve sefa ile vakitlerini geçirirler.

Gölgenin insan hayatında çok mühim bir yeri vardır, bir insan gölgede istirahat etmek ve rahat bulmak için oturur.

“Çağlayarak akan sular kenarlarındadırlar.” (Vâkıa: 31)

Öyle bir su ki, belli bir yatağı ve arkı olmaksızın hiç durmaksızın akar. Öyle bir su ki, hiç azalmaz, tükenmez ve kesilmez, istenilen yerde akar. Herkes bu sudan zahmet çekmeden kolaylıkla istifade eder.

“Bol meyveler arasında.” (Vâkıa: 32)

Çeşitleri ve cinsleri ile o kadar bol meyve vardır ki, mevsimlik olmaksızın istenilen her zamanda ve anda her meyve bulunur. Diledikleri meyvelerden yerler, zevkyâb olurlar.

“Bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen.” (Vâkıa: 33)

Bir meyve koparılıp toplandığında, mutlaka yerine başkası gelir, kesintiye uğramaz. Herhangi bir kimse almak istediğinde ona engel olunmaz, hiç kimseye yasaklanmaz, kurumak çürümek gibi şeyler de olmaz.


  Önceki Sonraki