Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
SİLSİLE-İ SÂDÂT - Şeyh Muhammed Es’ad Erbilî (Kuddise Sırruh) -35- - Ömer Öngüt
Şeyh Muhammed Es’ad Erbilî (Kuddise Sırruh) -35-
SİLSİLE-İ SÂDÂT
Dizi Yazı - Silsile-i Sâdat
1 Şubat 2001

 

Silsile-i Sâdât -33-

ŞEYH MUHAMMED ES’AD ERBİLÎ
(Kuddise Sırruh) -35-

 

Havâtır ve Cezbe:

Kalbe hicâb (örtü) olan havâtır (düşünce) altı nevidir:

1- Hevâcis (kuruntular) : Nefis cânibinden (tarafından) kalbe nüfuz eder.

2- Vesâvis (vesveseler): Şeytan cânibinden kalbe ilkâ olunur (atılır).

3- İlhâmât (İlhamlar): Melek cânibinden kalbe ilkâ olunur.

4- Vâridât (kalbe doğan şeyer): Bunlar Hakk’tan kalbe sünûh eyler (zuhur eder).

5- Suver-i kâinât (kâinattaki suretler): Hisler tarafından kalbe girer.

6- Ma’kûlât (çeşitler): Akıl cãnibinden kalbe hutûr eder.

Bu havâtırların hepsi sâlik-i mübtedî’ye göre hicâptır (yola yeni koyulan sâlik için perdedir).

Kalbi bu havâtırın mecmûundan tecrîd etmek (hepsinden uzaklaştırmak) ve mecmûunun duhûlünden hıfzetmek (girmesinden korumak) lâzımdır ki, Cemâl-i zâtî’yi ve envâr-ı tecelliyât-ı esmâ ve sıfâtı (Zât-ı cemâl’i, isimlerin ve sıfatların tecelliyât nurlarını) müşahede eder.

Kalbi havâtırdan muhafaza etmenin tariki (yolu):

Sâlik, mahsûsata havâssını taallûktan men etmelidir (gözle görülen şeylere karşı olan duyguların ilişiğini kesmelidir). Zira havâtırın ekserisi, kulak ve göz tarikiyle kalbe girer. Aklını da makulâta taallûktan hıfzedip (koruyup) mutâlea (okuyup yazma) gibi şeyleri terketmelidir. Daimi zikr-i kalbi ile meşgul olup havâtır geldikte istiğfar edip Cenâb-ı Hakk’a teveccüh ile ilticâ etmek ve halktan uzlet edip kelâm söylemekten dilini tutmak ve a’mâl-i dünyeviyyeyi (dünya meşgalelerini) terk edip ayrıca kalbi işgal eden işlerden ihtirâz etmelidir (sakınmalıdır).

Hadis-i şerif’te:

“Rahmanın cezbelerinden bir cezbe, insan ve cinlerin ameline denktir.” buyurulmuştur.

Cenâb-ı Hakk’ın cezbi, ins ve cinnin amelinden efdaldir. Çünkü insanın kendi kuvvet ve tâkatiyle Cenâb-ı Hakk’a sülûk ve kurbiyyetiyle, Cenâb-ı Hakk’ın ahz-u cezbi arasındaki fark; beynes-semâ ve’l-arz (gök ile yer arası) gibidir. Hatta insanda olan kuvvet, Cenâb-ı Allah’ın kuvvetine nisbeten yok gibidir.

Cezbe; Cenâb-ı Hakk’ın mânen cezbedip, bir kulunu kendi muhabbetine çekmesi, yaklaştırması demektir. Bazı kimselerin hilkatinde toprak unsuru galiptir. Mizacı türâbî (toprak) olanlar, tahammül eder, bağırmaz. Bazı sâliklerde unsur-ı nârî, yani ateş galip olduğundan gelen hâl ve füyûzata tahammül edemez, bağırır, ağlar, ruhu lezzet duyar, zarfı olan cesed ona tahammül edemez. Bir tencerede yemeğin kaynaması gibi olur.

“Cezb-i Rahmânını, sekaleynin yani ins ve cinnin amelinden efdal olması nasıl oluyor?” denilirse ins ve cinnin ameli kendi çalışıp kazanmasıyladır. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın ihsanı böyle değildir, ölçüsüzdür. Bir kulun ameli ile kıyas kabul etmez. Meselâ, bir işçi her gün çalışmakla ancak geçinebilir, fakat zengin olamaz. Lâkin bir kimse bir ağanın veya padişahın yanında olup da kendini sevdirirse efendisi ona ihsan edince çabucak zengin olur.

İşte Cenâb-ı Vâhibü’l-atâya Allah Zül’celâl Hazretlerinin ihsanı da ölçüsüzdür. Bir ihsanını da bir bahane ve bir vesile ile verir.

Biz müminler de Cenâb-ı Hakk’ın lütfuna mazhar olmak ve kendimizi sevdirmek için:

“Resulüm! Onlara söyle: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olunnuz ki Allah da sizi sevsin!” (Â-i imran: 31)

Nazm-ı celil’inde buyurulduğu üzere Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin izine ittiba etmekliğimiz lâzımdır.

Cezbesiz hiçbir veli yetişmemiştir. Çünkü Cenâb-ı Allah -azze ve celle-, bir kulunu kendi tarafına çekmezse hiçbir kimse kendi kendine Cenâb-ı Hakk’a yetişemez. Bazan sülûk mukaddem (önce) olur ve bazen de cezbe mukaddem olur. Cezbe-i hakîkiye sülûkten sonra olan cezbedir ki, bu daha makbûl ve kemâllidir. Bu kısım Meczûb’a sâlik-i meczûb denilir.

Meczûb-i sâlik ise, mübtedilerin hâlidir. İstikâmet ederlerse istifade ederler, değilse edemezler.

Bazı meczublar keşifler görür ki, bu hâl kendilerini yoldan alıkor. Şeriat’a ittiba etmeyince o hâli de kaybolur, mahrum kalır. İşte sâlik’in hâli, kendi hâli değildir. Mezcûb olanın her halde sülûk görmesi lâzımdır. Sülûk ve cezbe ile terakkinin farkı, şimendifer (tren) ile at arabasının farkı gibidir. Cezbe ve aşk yolu yakındır.

Cezbe iki kısımdır:

Bir kısmı sâkindir, zâhirde ve vücutta cezbe eseri görülmez. Fakat bâtını meczûbdur. Bâtında hissetiği hâl, lezzet, cezbe eseridir. İrşâd için her halde sülûk lâzımdır. Meczûb olanların hâli arızîdir, aslî değildir.

Ehl-i tarikat dört kısımdan hali değildir:

1- Sâlik-i meczûb,

2- Meczûb-i sâlik,

3- Yalnız sâlik,

4- Yalnız meczûb.

En efdali sâlik-i meczûbtur. Yani, sülûktan sonra hakiki cezbeye mazhar olanlardır

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hâl-i istiğrakta, deryaya dalar gibi müstağrak olurlarmış. Hâl-i sahv’a gelip ayrılmak için Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemize:

“Bana kelâm et, konuş yâ Humeyrâ!” buyururlarmış.

Bazen de dünya işleriyle bir maksada mebni meşgul olduklarında vücud-i şeriflerinde bir ağırlık arız olurmuş. O vakit Hazret-i Bilâl -radiyallahu anh-e:

“Beni tatlı sesinle ferahlandır yâ Bilâl!” buyururlarmış.

 

İki Gömlekliler:

Bir Hadis-i şerif’te:

“İki gömleği olan cennete giremez.” buyurulmaktadır.

Bu gömlekten murad, bildiğimiz gömlek değildir.

İki gömlek; zâhiren başka, bâtınen başka görünmektir. Zâhiri elbisesi başka, bâtınî elbisesi başka olan kimseler, içi fenâ ve dışı iyi görünenlerdir.

Evliyâullah’tan bir zât buna böyle mânâ vermiştir. Yukarıdaki Hadis-i şerif’in mânâsı da budur.

Meselâ bir insan yalnız iken namazı hafif kılıyor, fakat kalabalık cemaatte ağır kılıyorsa bu doğru değildir. Cemaatte nasıl erkân ile edâ ediyorsa yalnız iken de aynı surette edâ etmeye çalışmalıdır.

İmamet eden kimseler de farz kılarken iki rekâtta gayet ağır kıraat ediyorlar, diğer iki rekâtta hafi okudukları için süratle okuyorlar. Bu iyi bir hâl değildir. Zira mahlûkun istediği erkân ile okuyup da Cenâb-ı Hakk’ın istediğini ehven okumak doğru değildir.

 

Tevazu:

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Peygamber’e indirileni dinledikleri zaman; hakkı tanıdıklarından ötürü gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.” (Mâide: 83)

Kur’an-ı kerim, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimize nâzil olduğu zaman Ashâb-ı kiram bu Âyet-i kerime’yi dinleyerek derunları dolduktan sonra gözlerinden yaşlar akmaya başlardı. İşte Kur’an-ı kerim bu suretle okumalı ve dinlemeli, kalpte tesirini icrâdan sonra gözlerden yaş akmalıdır.

Kibirde, yalancılık, cehil ve hıyanet vardır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Fakirliğimle öğünürüm.” buyurmuşlardır. (K. Hafâ)

Tarikat-ı aliyeye dehâlet etmekte de kendini fenâ bilmek, noksan bilmek ve izhâr-ı acz vardır. Kezâ şeyhe hüsn-i zan, itikat ve teslimiyet vardır.

Kabul etmemekte ise kibir, sû-i zan, adem-i teblimiyet gibi kusurlar vardır. Evliyâullah ve meşâyih-ı kiram, ihvan-ı tarikat’ın birbirinin elini öpüp sohbet ve muhabbet etmelerine gıpta eder ve severler. Çünkü bir müminde büyük bir şeref vardır ki, bu hâlinde tevâzu edip mümin kardeşinin elini öper.

Bir kimse eli öpüldüğünde kendi elini keçeden farklı gördükçe o el öpülmeye lâyık değildir. Eli öpülmekten dolayı kişide bir iftihar ve bir varlık hâsıl olmamalıdır. Cenâb-ı Allah -celle celâlüh- halkı yeryüzünde halife kılacağını meleklere beyân buyurunca makam-ı itirazda değilde hikmetini anlamak için keyfiyeti Cenâb-ı Hakk’tan suâl ettiler. Şeytan ise “Ben nardan yaratıldım.” diye kibirden dolayı secde etmediği için rahmet-i ilâhiden matrûd ve mahrum oldu.

 

Feyz Alma Yolu:

Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh-Hazretlerinin huzuruna bir kimse gelmiş. Biraz sonra herkes gözlerini kapamış. Daha sonra gözler açılınca Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh-Hazretleri ona iltifat edip niçin geldiğini sormuş. O da: “Sizden feyz ve bir nasip almak için geldim.” demiş.

Cevaben buyurmuş ki:

“Mâdem ki öyle, biz gözlerimizi kapadığımız zaman sen niçin kapatmadın? Bizden nasip almak ve istifade etmeye geldinse en büyük istifade bizim sükutumuzdur. Eğer yalnız bizim kelâmımızdan istifade edilir zannettinse hatâdır.”

Ulemâ huzurunda lisanınla, evliyâ huzurunda kalbinle istifadeye çalış.

Çünkü veliler başka bir dinin teklifinde bulunmadıkları gibi din-i mübin-i İslâm’ın takviyesine hâdim, noksanları ikmâle çalışan ve şâhidleri de Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler olduğundan, söylediklerini ispat için keşf ve keramet ihtiyacından uzaktırlar.

Şu kadar var ki, bazı velilerden keramet izharının sebeb ise nâil oldukları vâridât-ı Sübhâniyye ve cezebât-ı Rahmâniyye’nin tazyikine mukavemet göstermeleri veyahut irşad için dine âit mühim bir fayda sağlayacak meşru bir sebein icâbındandır.


  Önceki Sonraki