Hamd; âlemlerin rabbi olan Allah-u Zülcelâl Hazretlerine mahsustur. O’na hamdeder, senâların en güzeli ile O’nu senâ ederiz.
Allah-u Teâlâ insanı mükerrem olarak yaratmıştır. İnsan niçin mükerremdir? Allah-u Teâlâ yarattığı için. İçini ve dışını donattığı için. İçinde O olduğu için mükerremdir.
Bu mükerrem olan insanın bütün organları da mükerremdir.
Âyet-i kerime’sinde:
“Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.” buyuruyor. (Tin: 4)
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise:
“Andolsun ki biz âdemoğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kıldık.” buyuruyor. (İsrâ: 70)
Böyle mükerrem yaratılmış vücudu, haramla besleyerek helâk etmektense, mükerremliğine yakışır şekilde helâlle besleyerek, o mükerremliğini muhafaza etmek lâzımdır. Çünkü bu vücut bize geçici olarak Hazret-i Allah’tan verilmiş bir emanet-i ilâhi’dir. Bu vücudun ve organların varisi Hazret-i Allah’tır. Bize âit olan bir şey yoktur. Mülk de O’nun, vücut da O’nun.
Mühim olan ise insanın Allah-u Teâlâ tarafından verilen fazilet ve meziyetini koruması, Rabbinin kendisine bir lütuf olarak bağışladığı eşsiz, emsalsiz nimetlerine karşı O’na nankörlük etmemesi, emanet-i ilâhi olan bedeninin, organlarının, akıl ve zekâsının kıymetini bilip, her birini en güzel bir şekilde helâl yollardan Allah-u Teâlâ’nın rızâsı istikametinde kullanmaya ihtimam göstermesidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde ulûhiyet ve vahdaniyetine birer delil olmak üzere beşeriyete olan mütenevvi nimetlerini yaydığını beyan buyurmaktadır:
“Görmediniz mi? Göklerde ve yerdeki her şeyi Allah size musahhar kılmıştır.
Zâhir ve bâtın (açık ve gizli) her türlü nimetlerini bol bol vermiştir.” (Lokman: 20)
O bir murad-ı ilâhi olarak helâl ve harama bir hudut çizmiştir. Bunu kendi katında bir hikmet tahtında kullarını imtihan için böyle dilemiştir. Helâl kazançta ve helâl lokmada bizim bilemediğimiz ve göremediğimiz hikmetler olduğu gibi, haram kazanç ve haram lokmada da ateşe götüren büyük felâketler vardır.
Allah-u Teâlâ bizi mülkünde bulunduruyor. Düşünelim ki bir eve misafir gittik, o evde dilediğimiz hareketi yapabilir miyiz?Ev sahibi bizi nereye dilerse oraya oturtur, ne dilerse onu ikram eder, ama biz edebi aşar, müsaade edilmeyen yere girer, her tarafı karıştırır, ikram edilmeyenleri de yer içersek o ev sahibi bizden memnun kalır mı? Bir daha bizi ister mi?Tabi ki istemez.
Hepimiz amelimizi görelim diye, bizi de geçici olarak mülkünde misafir bulunduruyor. Dilediği zaman da çekip alacak. Mülkünde misafir olduğunu unutup hududu aşanlar da, haramın azabını tadacaklar.
Allah-u Teâlâ mümin kullarına helâl ve temiz rızıklardan yemeyi ve bu rızıklardan dolayı şükretmelerini emir buyuruyor:
“Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden helâl ve temiz olarak yiyin.
Eğer yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız, O’nun nimetine şükredin.” (Bakara: 172)
Haram ve zararlı şeylerden kaçınmak farzdır. Allah’ın kulları olduklarını, iman ettiklerini, mümin olduklarını söyleyenler hududu muhafaza ederler, harama karşı sabrederler. Temiz ve helâl olanı yerler. Rablerine şükrederler, haram ve pis olan şeylerden kaçınırlar.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde de şöyle buyuruyor:
“Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve güzel olanlarından yiyin.” (A’raf: 160)
Yaratıcı O olduğu gibi, rızık veren de O’dur. Gerek insanın, gerekse diğer canlıların rızkı ve gıdası, gücü ve kuvveti O’na âittir.
Âyet-i kerime’sinde:
“Allah’ın âyetlerine inanan müminler iseniz, üzerine Allah’ın ismi anılmış (besmele ile kesilmiş) hayvanlardan yiyin.” buyuruyor. (En’am: 118)
Hazret-i Allah, iman edenlere böyle buyuruyor. Hani nerede Allah-u Teâlâ’nın adı anılarak kesilen hayvan? Kaç müslüman helâl kesimi arıyor?
Ve fakat Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle ferman buyuruyor:
“Kesilirken Allah’ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin. Çünkü onu yemek muhakkak ki bir fısktır, Allah’ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara uyarsanız siz de müşrik olursunuz.” (En’am: 121)
Bir müslüman helâl rızık kazanmak, ecir ve sevaba nâil olmak için meşru yollardan çalışmalı, haram yollara başvurarak mesul olmamalıdır.
Şu kasa hırsızlarının, devleti soyanların, hortumcuların haline bir bakın! Bu emanete ihanet değil midir? Bu bir münafıklık değil midir?
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz:
“Emanete ihanet münafıklık alâmetidir.” buyuruyor.
Helâl-haram demeden, tüyü bitmedik yetimin hakkını çalarak, devlet kasasını boşaltarak yapılan rezaletlere bir bakın! Bunlar herhalde ölmeyecekler. Çünkü milyon milyon, milyar milyar verdiğimiz vergilerin, trilyonlarla belli kişilerin cebine hortumlandığını gördükçe, bu duruma üzülmemek elde değil.
Onlar düşünmüyor, ama onların cehennemdeki hallerini, acıklı zelil durumlarını düşünmemek elde değil. Hele; helâle haram, harama helâl diyen imansız imamların durumu. Bölücülerin durumu. Herkesin nefsine göre alkış toplayacak fetvâlar verip ahkâm kesen, dini imanı para olan, ne Âyet-i kerime, ne de Hadis-i şerif dinleyen, daldan dala konan Prof. lakaplı İlahiyatçıların durumu?
Gerçek iman etmiş hakikat ehli Allah dostu âlimler, halk harama düşer diye şüphelilerden bile kaçınmışlardır. Nerede o âlimler? Nerede bu zâlimler?
Her bölücü din-i mübini parçalamak için birer imam tayin etmiş. Bu imansız imamların her biri birer isimle ortaya çıkmış, ayrı birer din kurmuşlardır.
Bunlar nefislerini ilâh edinmişlerdir. Bunlara uyanlar da “ben şucuyum, bucuyum” diyenler de imansız imamına tapmış ve böylece İslâm dininden çıkmışlardır. İmansız imamın kurduğu dinin mensubu olmuşlardır. Bunların Allah-u Teâlâ ve Resulullah Aleyhisselâm ile hiçbir ilgileri kalmamıştır.
Yahudi ve hıristiyan ulemâsı bir delile isnad etmeksizin birçok mesele ihdas ederek, dinlerinde haram olan şeye helâl, helâl olan şeye haram demişler, avam tabakası da bunları kabul etmişlerdir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa kendilerine, bir olan Allah’a ibadet etmeleri emredilmişti.” (Tevbe: 31)
Bu Âyet-i kerime’nin mânâsını bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz kendisi açıklamıştır.
Şöyle ki:
Daha önceleri hıristiyan olan Adiy bin Hâtim, boynunda gümüşten bir haç olduğu halde, İslâm hakkında bilgi edinmek niyetiyle Medine'ye gelmişti. Şüphelerini gidermek için Resulullah Aleyhisselâm'a bazı sorular sordu. "Bu âyet bizi âlimlerimizi, rahiplerimizi rabler edinmekle suçluyor. Halbuki biz onları kendimize rabler edinmeyiz. Bunun mânâsı nedir?" dedi.
Resulullah Aleyhisselâm; "Onlar helâli haram kıldılar, haramı helâl kıldılar. Siz bunu öylece kabul etmiyor muydunuz?" diye sorunca Adiy "Evet böyledir." diye tasdik etti. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"İşte bu sizin onları rabler edinmenizdir." buyurdu. (İbn-i Kesir)
Nasıl ki onlar Allah-u Teâlâ’nın emirlerini bırakıp rahiplerini, hahamlarını, İsa Aleyhisselâm’ı ilâh edinip, dinlerini tahrip ve kitaplarını tahrif ettiler ise, şimdiki bölücüler de Allah-u Teâlâ’nın kitabını kenara ittiler, hükmünü bırakıp geri attılar, saptırıcı imamlarına uydular. O saptırıcı imamlar ise kendi dinine ve kitabına göre hüküm veriyorlar. Onlara tâbi olup peşlerinden gidenler de, onlara uyduklarından onları rab olarak kabul etmiş oluyorlar. Böylece dinden, imandan soyulmuş, müşrik olmuş oluyorlar. “Allah-u Teâlâ’ya inandık” deseler bile bu iddialarının inandırıcı olmadığı ortadadır. Allah-u Teâlâ’ya ve Resulullah Aleyhisselâm’a uyan, iman eden, Allah-u Teâlâ’nın hükmüyle hükmeder. Bugün hangi bölücü fâizi helâl kabul edip çeşitli isim altında almıyor?Hepsi alıyor. Hatta banka bile kuruyor ve böylece Allah ve Resul’üne harp ilân ediyor.
Âyet-i kerime’de:
“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” buyuruluyor. (Bakara: 279)
Hazret-i Allah ve Resul’üne alenen harp ilân edenlere nasıl müslüman gözüyle bakılır?
Görülüyor ki Allah-u Teâlâ önce fâiz yiyen kimseyi kendisine ve Resul’üne karşı harp etmekle vasıflandırıyor ve sonra da fâiz yemekte ısrar edenleri ateşe mâruz bırakıyor.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Biz o bölücülere (azap) indirmişizdir. Onlar Kur’an’ı parça parça edenlerdir.” buyuruyor. (Hicr: 90-91)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz fâizi “Kişinin annesiyle otuzaltı zinâya eşittir.” buyuruyor.
Rabbim böyle büyük bir âfâttan bizleri korusun.
İbn-i Mesud -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimizden şöyle rivayet etmiştir.
“Helâli talep etmek ve aramak her müslümana farzdır.”
Diğer Hadis-i şerif’lerde ise şöyle buyuruyorlar:
“Çoluk çocuğunun nafakasını helâlinden temin etmek için çırpınan kimse, Allah yolunda cihad eden kimse gibidir. İffetini koruyarak dünyayı helâlinden elde etmeye çalışan kimse de şehidler derecesinde olur.” (Taberâni)
“Kim kırk gün helâl rızık yerse, Allah-u Teâlâ onun kalbini nurlandırır ve kalbindeki hikmet pınarlarını fışkırtarak dilinden akıtır.” (Ebu Nuaym-Hilye)
Helâl nur yaptığı gibi, haram da nar yapar.
“İbadet on parçadan müteşekkildir. Bu on parçanın dokuzu helâl rızkın aranmasındadır.” (Deylemi)
Ashâb-ı kiram Efendilerimizin ve âlimlerin de helâl ve haram ile ilgili çok güzel halleri, sözleri vardır. Hepsinde hikmet ve ibretler gizlidir.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz, kölesinin haram kazancından olan sütü içince, boğazına parmak salarak istifrâ etmeye başlamış, neredeyse ölecek hale gelmişti. Daha sonra "Allah'ım! Midemde kalıp damarlarıma karışan kısmından sana sığınırım." diye duâ etti.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz yanlışlıkla zekât develerinin sütünü içtiği zaman, parmağını ağzına sokarak istifrâ etmiştir. "Biz harama düşeriz korkusuyla helâlin onda dokuzunu terkederdik." sözü ne kadar düşündürücüdür.
İbrahim Ethem -kuddise sırruh-şöyle buyurmuştur:
“İdrak edilebileni, ancak midesine gönderdiği şeyleri bilen kimse idrak eder.”
Süfyan-ı Sevrî -radiyallahu anh- şöyle buyurmuştur:
“Haramdan infakta bulunan kimse tıpkı pis bir elbiseyi sidikle yıkayan kimseye benzer. Oysa böyle bir elbiseyi ancak su temizler, aynı şekilde günahlar da ancak helâlinden infakla temizlenir.”
Yahya bin Muaz şöyle buyurmuştur:
“Taat, Allah’ın hazinelerinden bir hazinedir. Onun anahtarı duâdır. Bu anahtarın dişleri de helâl lokmadır.”
İbn-i Abbas -radiyallahu anh- şöyle buyurmuştur:
“Allah, karnında haram bulunan kimsenin namazını kabul etmez.”
Haramla beslenen bir vücut hep kötü şeylere meyleder. Bu gibi kimselerin âsi olması gayet tabiidir.
Şeyh Vefa Hazretleri ile ilgili şöyle bir kıssa naklederler.
Bu zâtın küçük oğlu yoldan geçen sakaların su tulumlarını iğne ile delmeyi âdet hâline getirir. Sakalar bu durumu âlim zâta söylemeye utanırlar. Nihayet bir gün tahammül edemeyip Şeyh Vefa Hazretleri'ne meseleyi intikal ettirirler.
O da kendi kendine bunda çocuğunun değil, ya annesinin ya da kendisinin suçu olabileceğini düşünür ve derin bir murakabaya dalar. Bir hatasını göremez, hanımına sorar. Hanımı iyice düşünür ve der ki:
"Efendi, ben bu çocuğa hamile iken komşuya misafirliğe gitmiştim. Masanın üzerinde portakallar vardı. Çok canım istedi, söylemeye utandım. Bir ara ev sahibinin yokluğundan faydalanarak elimdeki iğneyi batırdım ve portakaldan çıkan suyu azıcık emdim."
Bu cevabı alan şeyh hazretleri "Hemen git komşudan helallık al." buyurur. Ertesi günden itibaren çocuk da bu huyundan vazgeçer.
Bu durumdan çok hislenen anne "Benim güzel yavrum, en ufak hatamı bile gizlemedin!" der.
Onlar derin bir murakaba ile zerre kadar giren haramı inceden inceye incelediler ve derhal helâllık alarak temizlendiler.
Mülk Hazret-i Allah’ındır. Hayır da O’nun elindendir. Dilediğine dilediği kadar rızık da veren yine O’dur.
Âyet-i kerime’de:
“De ki: ‘Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin.
Geceyi gündüze kadar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dildeğini hesapsız rızıklandırırsın.” buyuruluyor. (Âl-i imran: 26-27)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimizin bir duâları da şöyleydi:
“Ey Allah’ım! Senden faydalı ilim, kabul olunan amel, temiz ve helâl rızık istiyorum.” (Ahmed bin Hanbel)
Kendi nurundan yarattığı, o nurdan da mükevvenatı donattığı, “Habibim” buyurduğu biricik Habib-i Ekrem’i de böyle nurlu bir duâda bulundu, sahibinden temiz ve helâl rızık istedi. O bir nur olarak geldi, nur olarak gitti.
Ashâb-ı Güzin Efendilerimiz de Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz’in nurlu sohbetlerinde bulundular ve o nuru gördüler. Onlar da o nurun izinden gittiler. Haramın zerresinden bile kaçındılar, nur olarak yaşadılar. Her biri bir yıldız olup, nur oldular. Onlara tutunan kurtuldu. Ümmet-i Muhammed’in içinde o nurlu yolu izleyen Tabiîn, Tebeî tabiîn ve Hazret-i Allah’ın sevgili kulları, sâlih kulları, sâdık kulları, Allah dostları da Kur’an-ı kerim, Sünnet-i seniye ve Ashâb-ı kiram’ın yolundan gitmişler ve bize güzel nurlu bir yol bırakmışlardır.
Allah-u Teâlâ’ya, kitabı Kur’an-ı kerim’e ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimize, ahiret gününe inanan, iman eden mümin kullar da, o nuru ve o nurlu izi takip ederek, ümmet-i Muhammed’in fitne ve fesada düştüğü seyyiat zamanında o nurlu yoldan gidip, Sünnet-i seniyesine sarılarak, sünneti yaşatarak ve yaşayarak “bin şehid sevabı”na nâil olmuşlardır.
Onlar helâli talep ederek nur olarak yaşadılar, dünya saâdetini ve ahiret selâmetini kazanarak nur olarak Hakka vâsıl oldular.
Rabbim bizleri de o nurlu yoldan ayırmasın. Bizleri de sabredici, şükredici, zikredici, tefekkür edici, nurlu kullarından yapsın da, nankörlerden yapmasın, inşaallah.