Muhammed Es’ad Erbili -kuddise sırruh-Hazretlerinin hulefasından bir zât-ı muhteremin, Hazret’in sohbetlerinde tuttuğu ve eserlerinde olmayan bazı notları teberrüken sayfalarımıza alıyoruz.
Ubeydullah Ahrar -kuddise sırruh- Hazretlerine bir kimse gelip zengin olmak için duâ talep etmiş, o da bir duâ vermiş. Sonra o kimse duânın sarf kâidesi üzerine failini mef’ülünü değiştirmiş. Bir zaman sonra gelmiş ve faydası olmadığını söylemiş.
Ubeydullah -kuddise sırruh-Hazretleri cevaben:
“Sana verdiğim duânın tesiri olacaktı, belki sen yanlış okuyorsun. Getir bakalım duâyı doğru okuyor musun?” demiş. Harekeyi değiştirerek okuduğunu görünce buyurmuş ki:
“Senin bana itikadın yok, yanlış diye değiştirmişsin. Onun için tesirini görmemişsin.”
Hakk yolcularının Cenâb-iı Allah’a yaklaşabilmeleri için yegane sığınak gözyaşıdır.
Çünkü;
Gözyaşı: İçin, tehassür ifadesi ve gözün niyazıdır.
Gözyaşı: Nedamet mânâsını taşır, Allah’a bir nevi tevbedir.
Gözyaşı: Aşkın deruni hislerini coşturan kelimesiz ve sadasız lisandır.
Gözyaşı: Arifin kalbinin tercümanıdır.
Gözyaşı: Mağfiret için Allah’ın kullarından istediği istirhamıdır.
Gözyaşı: Hakk’ın rahmetini tahrik ve merhametini celbeder.
Gözyaşı: Günahkârların sıdk ve ihlas ile Rabblerine eyledikleri ubudiyet incisinin daneleridir.
Gözyaşı: Yokluğa erenlerin saâdet sermayeleridir.
Gözyaşı: Allah için öyle bir sermaye-i sadeftir ki, rahmet, merhamet ve mağfiret habbelerini içinde taşıyan seyyidü’l-istiğfar ve tevbe-i nasuhtur.
Gözyaşı: Günahkârın gufranıdır.
Gözyaşı: Muhlisin habbe-i ihlasıdır.
Gözyaşı: Asinin kurtuluş ipidir.
Gözyaşı: Hülasa, vuslata erenlerin yegane istinadgâhıdır.
Zikir emri vücup içindir. Cenâb-ı Hakk Celle ve Alâ Hazretleri:
“Allah’ı çok çok zikredin!” buyurmuştur. (Ahzab: 41)
Cenâb-iı Hakk’ı zikretmek vâciptir, vâcibi terk eden azaba müstehak olur. Azaptan kurtulmak için zikretmek lâzımdır. Bu da tarikat-ı aliye’ye sülûk ile olur.
Tarikat-ı aliye’den uzak olan bir kimse hakkında şöyle bir misal verebiliriz. Meselâ acemi askerler önceleri elbisesiz olarak bir kışlaya verilir. Henüz askerlikle alâkaları olmadığı için korkudan kötü kötü düşünürler. Vaktâki elbiseyi giyerler, ünsiyet peyda ederler, eski halleri zâil olur.
Hadis-i şerif’te buyurulduğu üzere cehennemden en son çıkacak olan “Hınad” isminde biriymiş. Hasan Basri -rahmetullahi aleyh- ağlayarak: “Keşke ben de onun gibi olaydım!” demiş. Bunun sebebini sormuşlar.
Cevaben:
“Ona cehennemden çıkacağı tebşir olunmuş, senet almış demektir. Bizim elimizde böyle bir hüccet yok.” demiştir.
Abdülkâdir Geylânî -kuddise sirruh- Hazretleri:
“Ne kadar alıcı iseniz, o kadar satıcıyım.” buyurmuşlardır.
Bir satıcının başında birçok insanlar bulunur. Hepsi seyircidir, müşteri olarak bir veya iki kişidir.
Hakk Teâlâ Hazretleri âlem-i ervahta ruhları cemedince melekler: “Yâ Rabbi! Bunları yeryüzüne mi indireceksin? Bunların hepsini yeryüzü istiâb edemez (alamaz)” demişler.
Allah-u Zülcelâl Hazretleri:
“Ben bunları kısmen indirir, kısmen öldürürüm. Öyle gelir öyle giderler.” buyurmuş.
Melekler: “Yâ Rabbi! Eğer bunlar ölümü görürlerse, ölüm korkusundan orada hiçbir iş yapamazlar.” demişler.
Allah-u Zülcelâl Hazretleri:
“Ben onlara öyle bir dünya muhabbeti veririm ki onlar ölümü hatırlarına bile getirmezler.” buyurmuş.
Hakk Teâlâ Hazretlerinin sabrına nihayet yoktur. Firavun gibiler ilâhlık iddiâ ediyorlar, yine birşey yapmıyor.
Hadis-i şerif’te:
“Hayâ imandandır.” buyuruluyor.
Gerçek hayâ, Cenâb-ı Hakk’ın menettiği günahları kimsenin bulunmadığı yerde: “Cenâb-ı Hakk mevcuttur, Semi’dir, Basir’dir, Alîm’dir; herşeyi işitir, görür ve bilir.” diye iman edip işlememektir.
Hayâ-yi nefsî, kâfirlerde de vardır. Bir kâfir, insan yanında avret mahallini açmaktan hayâ eder açamaz.
Bir Hadis-i şerif’te:
“İki gömleği olan cennete giremez.” buyurulmaktadır.
Bu gömlekten murad, bildiğimiz gömlek değildir.
İki gömlek; zâhiren başka, bâtınen başka görünmektir. Zâhiri elbisesi başka, bâtınî elbisesi başka olan kimseler, içi fenâ ve dışı iyi görünenlerdir.
Evliyâullah’tan bir zât buna böyle mânâ vermiştir. Yukarıdaki Hadis-i şerif’in mânâsı da budur.
Meselâ bir insan yalnız iken namazı hafif kılıyor, fakat kalabalık cemaatte ağır kılıyorsa bu doğru değildir. Cemaatte nasıl erkân ile edâ ediyorsa yalnız iken de aynı surette edâ etmeye çalışmalıdır.
İmamet eden kimseler de farz kılarken iki rekâtta gayet ağır kıraat ediyorlar, diğer iki rekâtta hafi okudukları için süratle okuyorlar. Bu iyi bir hâl değildir. Zira mahlûkun istediği erkân ile okuyup da Cenâb-ı Hakk’ın istediğini ehven okumak doğru değildir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Peygamber’e indirileni dinledikleri zaman; hakkı tanıdıklarından ötürü gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.” (Mâide: 83)
Kur’an-ı kerim, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimize nâzil olduğu zaman Ashâb-ı kiram bu Âyet-i kerime’yi dinleyerek derunları dolduktan sonra gözlerinden yaşlar akmaya başlardı. İşte Kur’an-ı kerim bu suretle okumalı ve dinlemeli, kalpte tesirini icrâdan sonra gözlerden yaş akmalıdır.
Kibirde, yalancılık, cehil ve hıyanet vardır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Fakirliğimle öğünürüm.” buyurmuşlardır. (K. Hafâ)
Tarikat-i aliyeye dehâlet etmekte de kendini fenâ bilmek, noksan bilmek ve izhâr-i acz vardır. Kezâ şeyhe hüsn-i zan, itikat ve teslimiyet vardır.
Kabul etmemekte ise kibir, sû-i zan, adem-i teblimiyet gibi kusurlar vardır. Evliyâullah ve meşâyih-ı kiram, ihvan-ı tarikat’ın birbirinin elini öpüp sohbet ve muhabbet etmelerine gıpta eder ve severler. Çünkü bir müminde büyük bir şeref vardır ki, bu hâlinde tevâzu edip mümin kardeşinin elini öper.
Bir kimse eli öpüldüğünde kendi elini keçeden farklı gördükçe o el öpülmeye lâyık değildir. Eli öpülmekten dolayı kişide bir iftihar ve bir varlık hâsıl olmamalıdır. Cenâb-ı Allah -celle celâlüh- halkı yeryüzünde halife kılacağını meleklere beyân buyurunca makam-ı itirazda değil de hikmetini anlamak için keyfiyeti Cenâb-ı Hakk’tan suâl ettiler. Şeytan ise “Ben nardan yaratıldım.” diye kibirden dolayı secde etmediği için rahmet-i ilâhiden matrûd ve mahrum oldu.
Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh-Hazretlerinin huzuruna bir kimse gelmiş. Biraz sonra herkes gözlerini kapamış. Daha sonra gözler açılınca Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh-Hazretleri ona iltifat edip niçin geldiğini sormuş. O da: “Sizden feyz ve bir nasip almak için geldim.” demiş.
Cevaben buyurmuş ki:
“Mâdem ki öyle, biz gözlerimizi kapadığımız zaman sen niçin kapatmadın? Bizden nasip almak ve istifade etmeye geldinse en büyük istifade bizim sükutumuzdur. Eğer yalnız bizim kelâmımızdan istifade edilir zannettinse hatâdır.”
Ulemâ huzurunda lisanınla, evliyâ huzurunda kalbinle istifadeye çalış.
Çünkü veliler başka bir dinin teklifinde bulunmadıkları gibi din-i mübin-i İslâm’ın takviyesine hâdim, noksanları ikmâle çalışan ve şâhidleri de Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler olduğundan, söylediklerini ispat için keşf ve keramet ihtiyacından uzaktırlar.
Şu kadar var ki, bazı velilerden keramet izharının sebeb ise nâil oldukları vâridât-ı Sübhâniyye ve cezebât-ı Rahmâniyye’nin tazyikine mukavemet göstermeleri veyahut irşad için dine âit mühim bir fayda sağlayacak meşru bir sebebin icâbındandır.