Allah-u Teâlâ Davut Aleyhisselâm’ı yeryüzünde halife kıldı, hükümranlığını güçlendirdi ve adaletle hükmetmesini emir buyurdu:
“Ey Davut! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet!” (Sad: 26)
Davut Aleyhisselâm’ın Allah katında pek büyük bir fazilete sahip olduğuna işaret için bu hitab-ı Sübhânî kâfi bir şahittir.
Allah-u Teâlâ Davut Aleyhisselâm’a kesin hüküm verme yetkisi verip adaletle hükmetmesini emrettikten sonra şöyle buyurdu:
“Hevâ ve hevese uyma! Yoksa seni Allah yolundan saptırır.
Şüphesiz ki Allah yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır.” (Sad: 26)
Davut Aleyhisselâm bu emirlere göre insanlar arasında adaletle hükmetti, Allah-u Teâlâ’dan aldığı güç ve destekle halkını idare etti, onun bu adaleti gelecek nesillere bir ibret numunesi oldu.
Kur’an-ı kerim’de Davut Aleyhisselâm’a ait esrarlı bir mahkeme hadisesinden bahsedilmektedir.
Şöyle ki:
Davut Aleyhisselâm zaman taksimi yapmıştı. Vaktinin bir kısmını devlet işlerine, halkın hukukuna, vaaz ve irşada ayırır; bir kısmını da halvete, ibadet ve taata, zikir ve tesbihe tahsis ederdi. İbadet için mihraba girip halvete çekildiği zaman, o kendisi çıkıncaya kadar kapıda bekçiler bulunur, huzuruna kimse giremezdi.
Bir gün hususi odasında ibadetle meşgul bulunuyordu. Yalnızlığının safiyetini bozmaya kimsenin cesaret edemediği bir anda, iki adam ansızın bulunduğu odaya giriverdiler.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Sana o davâcıların haberi geldi mi? Hani onlar mabedin duvarına tırmanıp çıkmışlardı. Davut’un yanına girmişlerdi de o onlardan ürkmüştü.” (Sad: 21-22)
Çünkü bu iki kişi bunca muhafızlara rağmen yüksek duvarı aşmışlar, içeri girmişler, o mübarek peygamberin ibadet ve istirahat vaktini ihlâl etmişlerdi.
Davut Aleyhisselâm’ın bu gelenlerin kendisine suikast gibi herhangi bir kötülük yapmalarından çekinmesi üzerine dediler ki:
“Korkma! Biz birbirine hasım iki davacıyız. Birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Aramızda adaletle hükmet! Hak olan sınırı aşma, bize doğru yolu göster!” (Sad: 22)
Bunlar alelâde dâvâcılara benzemiyorlardı. “Aşiri gitme!” gibi ithamlı cümleler kullanıyorlardı.
Sonra, dâvâcı olan kişi şikâyetini arzetmeye başlayarak dedi ki:
“Bu benim kardeşimdir. Onun doksandokuz dişi koyunu var, benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyle iken ‘Onu da bana ver!’ dedi ve beni bu tartışmada yendi.” (Sad: 23)
Dâvâcı adam peygamber bir hükümdarın görüşüne baş vurulmayacak kadar mânâsız ve çözümü basit bir mesele arzedince Davut Aleyhisselâm gördü ki hasımlardan birisi su götürmez bir zulüm yüklenmiştir. Doksandokuz koyun sahibinin, arkadaşının tek bir koyununu da almaya kalkmasını hoş bulmadı. Ona bir şey söylemeden, ifadesini almadan, delilini ortaya koyma fırsatı vermeden, bu yersiz isteğinde haksız olduğuna hükmetti ve kararını açıkladı:
“Andolsun ki senin dişi koyununu kendi dişi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiştir.
Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecavüz ederler. Ancak iman edip de salih amellerde bulunanlar müstesnâdır. Onlar da ne kadar azdır.” (Sad: 24)
Böyle meçhul kimselerin, huzura ansızın girerek, böyle hilâf-ı âdet bir dâvâ getirmeleri, sonra da çıkıp gitmeleri Davut Aleyhisselâm’ın üzerinde bir anda derin izler meydana getirdi. Maksatlarını ve dâvâlarında samimi olup olmadıklarını biraz mülahaza edince vaziyetlerinden şüpheye düştü. O anda Allah-u Teâlâ’nın bu iki hasmı göndermek suretiyle kendisini imtihan etmek istediğinin farkına vardı.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Davut kendisini imtihan ettiğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret diledi. Eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi.” (Sad: 24)
Allah-u Teâlâ bu hadise ile ona açık-kapalı birçok bilgiler ve tecrübeler vermeyi murad etmişti.
Sandığı gibi fitne olmamış, bir ibret dersi olarak kapanmıştır. Allah-u Teâlâ onun bu samimi yönelişini kabul buyurduğunu Âyet-i kerime’sinde haber veriyor:
“Biz de onu bağışladık.
Şüphesiz ki onun bizim katımızda yakınlığı ve âkıbet güzelliği vardır.” (Sad: 25)
Bağışlamakla kalmamış, yakınlığını lütuf buyurmuş, varacağı yerin cennet olacağını bildirerek kulunu huzura kavuşturmuştur.
Davut Aleyhisselâm’ın bu ibtilâ neticesinde hemen Allah-u Teâlâ’ya sığınması, mahviyet haline bürünmesi, Allah dostlarının en cüz’i kusurlarından dolayı bile tevbe ve istiğfara lüzum görmekte olduklarını göstermektedir.
Davut Aleyhisselâm’ın zaman-ı saâdetlerinde şöyle bir hadise cereyan etmişti.
Bir koyun sürüsü geceleyin bir tarlaya girdi. Başlarında çoban olmadığı için, tarlada ekin namına hiçbir şey bırakmadılar. Sabah olunca tarla sahibi ile koyun sahibi arasında anlaşmazlık çıktı ve mahkeme olmak üzere Davut Aleyhisselâm’a geldiler.
Tarla sahibi ‘Ey Allah’ın peygamberi! Bunun sürüsü geceleyin benim tarlama girip yayılmışlar, hiçbir şey bırakmamacasına yiyip bitirmişler. Bu husustaki hükmünü bize bildir!” dedi.
Davut Aleyhisselâm herkesin gözü önünde olan bu hadise hakkında hükmünü verdi. Tahrip edilen ekinlerin kıymetinin koyunların kıymetine denk olduğunu göz önüne alarak, koyunların tarla sahibine tazminat olarak verilmesini söyledi. O anda orada hazır bulunan küçük yaşlardaki oğlu Süleyman Aleyhisselâm söze karıştı. “Ben hükme memur olsaydım, her iki taraf hakkında daha menfaatli şeyle hükmederdim.” dedi ve kendi görüşünü beyan etti. “Ekin tarlası koyun sahibine verilmeli. Onlar ziyandan önceki haline gelinceye kadar tarlanın bakımını üzerlerine almalıdırlar. Koyunlar da tarla sahibine verilmeli. Tarlası eski bakımlı hale gelinceye kadar bu koyunların yünlerinden, sütlerinden ve yavrularından istifade ettirilmelidir. Sonra her ikisi, sahibi bulunduğu şeyleri eski sahiplerine iade ederler.” buyurdu.
Bu hususla ilgili olarak Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Davut ve Süleyman’ı da an!
Bir zaman kavmin koyunlarının yayıldığı bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Biz onların hükmünü görüp bilmekte idik.” (Enbiyâ: 78)
Verilen bir hükmün isabetsiz olduğu anlaşıldığı takdirde ondan vazgeçip, doğru olanı hükmetmenin lüzumu belirtilmiş oluyor.
Bu meselede Davut Aleyhisselâm bir çözüm yolu bulmuş, fakat oğlunun içtihadı daha makul olduğu için onu beğenmiş ve kendi görüşünden vazgeçmişti. Her iki taraf da bu hükme râzı oldular.
İşte bu hükmü Süleyman Aleyhisselâm’a ilham eden Allah-u Teâlâ idi.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Biz Süleyman’a bu meselenin hükmünü belletmiştik.
Biz onların her birine hüküm ve ilim verdik.” (Enbiyâ: 79)
Davut Aleyhisselâm’ın bu görüşü hata değil, daha uygun olana isabet edememektir. Süleyman Aleyhisselâm’ın hükmü ilham kaynağından geldiği için daha isabetli idi. Allah-u Teâlâ o ilhamını dilediği kuluna dilediği kadar lütfeder.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Hakim hükmedeceği zaman, içtihatta bulunup isabetli hüküm verirse onun için iki ecir (sevap) vardır. Hatalı hüküm verirse bir ecir vardır.” (Buhari - Müslim)
Davut Aleyhisselâm hüküm verirken sadece tarla sahibinin zararını gidermeyi göz önünde bulundurmuştu. Süleyman Aleyhisselâm’ın hükmünde ise yapıcılık vardı. Onun hükmü her iki taraf için de faydalı olmuştu.
Bu şekilde bir hüküm Davut Aleyhisselâm’ın şeriatına göredir. İslâm dini ise çok daha farklı hükümler getirmiştir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“İki kadın yanlarında kendi çocukları varken kurt gelip o iki çocuktan birini alıp gitmişti. Geriye sağ kalan çocuğa ise her iki kadın sahip çıktılar. Aralarında anlaşma imkânı kalmayınca Davut peygamberin hakemliğine başvurdular. O da çocuğun yaşça büyük olana ait olduğuna hükmetti.
Diğer kadın buna çok üzüldü. Dışarı çıktıklarında Süleyman peygamberle karşılaştılar. Kadının çok üzgün olduğunu görünce onlara ‘Bana çabuk bir bıçak getirin, bu çocuğu ikiye bölüp ikinize de birer parçasını vereceğim!’ buyurdu. Yaşça küçük olan kadın o anda ileri atılıp ‘Allah sana rahmet etsin, aman kesme, bu onun çocuğudur!’ deyince çocuğun bu kadına ait olduğuna hükmettiler.” (Buharî - Müslim)
Davut Aleyhisselâm’ın huzuruna iki kişi gelmişlerdi. Birisi diğerinin ineğini gasbettiğini iddia ederken, diğeri bunu inkâr ediyordu. Dâvâcının delili ve şâhidi yoktu.
Davut Aleyhisselâm onların bu durumu hakkında hüküm vermeyi tehir etti. Gece olduğunda uykusunda dâvâcıyı öldürmesi emredildi. Sabah olunca o ikisini getirterek dâvâcının öldürülmesini emretti.
Dâvâcı “Ey Allah’ın peygamberi! Şu adam benim ineğimi gasbetmişken beni niçin öldürtüyorsun?” diye sordu.
Davut Aleyhisselâm “Allah-u Teâlâ bana seni öldürmemi emretti, ben seni öldürteceğim.” buyurdu.
Adam o anda intibaha geldi, gerçeği itiraf ederek şöyle söyledi.
“Ey Allah’ın peygamberi! Yemin ederim ki Allah sana benim öldürülmemi bu adama karşı davacı olmam sebebiyle emretmiş değildir. Şüphesiz ki ben davamda haklıyım. Şu kadar var ki, ben bu adamın babasını ani bir baskınla öldürmüştüm ve bunu kimse bilmiyordu.”
Böylece adama kısas uygulanmış oldu.
Bu durum halk arasında büyük bir tesir meydana getirdi, Davut Aleyhisselâm’ın muhabbeti her yere yayıldı, kimse ahkâm haricine çıkamaz bir hale geldi.