Enes -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“İnsanoğlunun her biri hataya düşmekten kendini alamaz. Ancak, hata işleyenlerin en hayırlısı tevbe edenlerdir.” (Tirmizi)
Hazret-i Adem Aleyhisselâm Hazret-i Allah’ın rahmetinden, af ve merhametinden ümit kesmedi. Hazret-i Allah’a sığındı, tevbe ve istiğfarda bulundu ve af olundu, kurtuldu. Saâdet-i ebediye’yi kazandı. Şeytan ise kibrini yenemedi, işi takdire bıraktı, helâk oldu. Cennet ve Cemâlullah’tan mahrum olarak ebedî felakete uğradı, cehennemliklerden oldu.
Cenâb-ı Allah melekleri günahlardan temizlenmiş olarak yalnızca emirleri yerine getirmek üzere o fıtratta yarattığı gibi, Adem oğlunu da nefisle beraber yaratarak sevap ve günah işleyebilecek fıtratta yaratmıştır. Fakat önemli olan günahlardan hemen dönüp tevbe ederek Hazret-i Allah’a yaklaşmak ve ebedî saâdeti kazanmaktır. Çünkü günahlar Hazret-i Allah ile insan arasında birer perdedir, ne kadar büyük günah işlenirse o perde o kadar kalınlaşmış ve Hazret-i Allah’tan uzaklaşılmış olur. Tevbe; yolunu şaşırmış bir insanın yeniden yola gelmesi, vuslat kapısının anahtarı, sâliklerin Allah yolundaki ilk adimidir. İstiğfar da yapılan günahların Allah-u Teâlâ’dan af buyurulmasını niyaz eylemektir. Günahlardan uzak durmak meleklere mahsus olduğu için, hiçbir insan tevbenin dışında kalamaz. Nefis mücadelesi tevbelerle başlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Ey müminler! Hepiniz Allah’a tevbe ediniz ki felâha eresiniz.” (Nûr: 31)
Allah-u Teâlâ kulunun tevbe ve istiğfarından çok hoşlanır. Çünkü O kullarını çok sever, onlara azap etmek istemez. Rahmeti gadabından öncedir. Her şey O’nun rahmeti içindedir. Bu sebepledir ki her peygamber ümmetini daima tevbe ve istiğfara dâvet etmiştir.
Âyet-i kerime’de:
“Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.” buyuruyor. (A’raf: 156)
Günahı işleyen, hatayı yapan biz olduğumuz halde, Cenâb-ı Hakk bizi tevbeye çağırmakta ve affedeceğini müjdelemektedir.
“De ki: ‘Ey kendilerine kötülük edip haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O çok bağışlayan, çok merhamet edendir.’” (Zümer: 53)
Allah-u Teâlâ dilediği kimsenin günahlarını deniz köpüğü kadar da olsa örter. Çünkü O’nun merhameti bol, affı geniştir.
Âyet-i kerime’de:
“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz ve sizi ağırlanacağınız şerefli bir yere yerleştiririz.” buyuruyor. (Nisâ: 31)
Böylece evlerinizin kapılarından ikram edilmiş olarak girer, kabirlerinize ikram edilmiş olarak gider ve son olarak da cennette ağırlanmış olarak kalırsınız. Günahlardan vazgeçip samimiyetle Hakk’a dönenlerin, lütuf ve keremiyle tevbelerini kabul eder. Dilediğinin büyük olsun, küçük olsun günahlarını bağışlar. Adem Aleyhisselâm pişmanlık duydu, dizini dövdü. Daha önce yaptığı hatadan şiddetle pişman oldu. Bu bakımdan Adem Aleyhisselâm’ı günahta önder kabul edip tevbe etmeyen bir kimsenin ayağı kaymıştır. Hata yapmamak Allah-u Teâlâ’nın dergâhına yakın bulunan meleklere mahsustur. Telafi etmeksizin sadece şerre yönelmek de şeytanların tabiatıdır. Şerre girdikten sonra hayra dönmek Adem oğulları için zaruri bir harekettir. Bu bakımdan yalnız iyilikle uğraşanlar inceden inceye amellerin karşılığını veren Padişaha yaklaştırılmış olan meleklerdir. Sadece şerle uğraşan da şeytandır. Yaptığı kötülükten hayra dönmekle şerrin telafisine çalışan ise insandır.
O halde insanın çamuruna iki tıynet karıştırılmış, ya meleğe, ya Adem’e veya şeytana benzer. Günahtan tevbe eden bir kimse ise nesebinin Adem Aleyhisselâm’a vardığını insan tıynetinde olmakla (şerden sonra hayra dönmekle) ispat etmiştir. İsyan etmekte ısrar eden ise, nefsinin üzerine şeytan nesebini tescil etmiştir.
Adem Aleyhisselâm o kadar büyük imtihan ve ibtilalar geçirdi ki, çok ağladı, çok göz yaşı döktü.
Adem Aleyhisselâm yere inince durmadan ağladı.
Allah-u Teâlâ:
“Ey Adem niçin ağlıyorsun?” diye sordu.
Hazret-i Adem Aleyhisselâm;
“Bu kadar büyük hata karşısında nasıl ağlamayayım? Mutluluk yuvasından mutsuzluk diyarına, bâki olan yerden fâni olan yere, rahmet diyarından mihnet diyarına, karar yerinden zeval yerine geldim, ben ağlamayayım da kim ağlasın?” dedi.
Allah-u Teâlâ:
“Ey Adem, seni benim için hazırladım, kendi kudretimle yarattım, indimde malûm olan ruhtan üfledim. Cenneti sana verdim, seni keremli kıldım ve melekleri sana secde ettirdim. Sen bütün bunlara rağmen bana verdiğin sözü unutarak isyan ettin, yeryüzü senin gibi adamlarla dolu olup hepsi aynı şeyi yapsalar onlara da aynı şeyi yaparım.” buyurdu.
Hazret-i Adem Aleyhisselâm bunu duyunca üçyüz yıl daha ağladı. İbn Abbâs -radiyallahu anh-in rivayetinde Hazret-i Adem ile Havva cennetten çıktıkları vakit kırk yıl yemedi ve içmediler utançlarından başlarını kaldırıp göklere bakamadılar. Bütün insanların gözyaşları toplansa Dâvud Aleyhisselâm’ın gözyaşları kadar olmaz. Dâvud Aleyhisselâm’ın gözyaşları ile birlikte bütün insanların gözyaşları bir araya toplansa yine Adem Aleyhisselâm’ın göz yaşları kadar olamazlar.
Allah-u Teâlâ Hazret-i Adem’e rahmet etmek istediği vakit Cebrail Aleyhisselâm’a;
“Adem, benim üstün bir yaratığımdır. Durmadan ağladı. Benden başka kimseye boyun eğmedi. Kimseden korkmadı, yalnız bana karşı işlediği kusuru yüreğini yaktı. Beni ilk önce zikreden ve bana hamdeden odur. Ben de onu yeryüzünde halife yaptım. Amelsiz cennet verdim. Eşyanın isimlerini öğrettim. Meleklerimi secde ettirdim. Ondan sebep iblise lânet ettim. Bana ilk defa şükreden, tevbe eden odur. Ben de onu bağışladım.” buyurdu.
Bir takım kelimeler öğretmek üzere de Cebrail Aleyhisselâm’ı Hazret-i Adem Aleyhisselâm’a gönderdi. Hazret-i Adem Aleyhisselâm bu kelimelerle tevbe etti ve Allah-u Teâlâ da tevbesini kabul etti.
Nitekim Âyet-i kerime’de:
“Adem Rabbinden bir takım kelimeler aldı, O’na yalvarıp tevbe etti. Rabbi de bunun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri dâima kabul edendir, merhametli olandır.” buyurmuştur. (Bakara: 37)
İbn Abbâs -radiyallahu anh-in rivayetinde Adem Aleyhisselâm:
“Yâ Rabbi, beni kendi kudretinle yarattın. Kendi katında malûm olan keyfiyetten ruh verdin. Beni cennete yerleştirdin. Şimdi hatadan dolayı tevbe ediyorum. Beni yine cennetine koyar mısın?” dedi.
Allah-u Teâlâ:
“Ey Adem, sen benim sevgili kulumsun, dile benden ne dilersen.” buyurdu.
Hazret-i Adem Aleyhisselâm:
“Allah’ım! Evlatlarımdan ve senin kullarından biri günah işler, fakat şirk koşmaz, yani seni inkâr etmediği gibi sana ortak ve denk tanımazsa onu da bağışla.” dedi.
Adem Aleyhisselâm duâsını bitirince Cebrail Aleyhisselâm Adem Aleyhisselâm’a;
“Allah-u Teâlâ, tevbeni kabul etti ey Adem.” dedi.
Kanadı yere vurdu, güzel kokulu bir su çıktı. Hazret-i Adem bu sudan yıkandı, vücudu ağardı ve;
“Ya Rabbi günahlarımdan da beni böyle temizle.” diye duâ etti.
Cebrail Aleyhisselâm cennet elbiselerinden getirip Hazret-i Adem’i giydirdi. Diğer taraftan Allah-u Teâlâ Hazret-i Mikail’i de Hazret-i Havva’ya gönderdi. Hazret-i Adem’in tevbesini Hazret-i Allah’ın kabul buyurduğunu haber verdi. Ona da cennetten elbise giydirdi. Hazret-i Adem’in hasretini çeken Hazret-i Havva hem sevinç ve hem de hasretinden gözyaşları döktü. Cennet yakutlarından bir taş Kâbe’nin yerine kondu ve Kâbe’yi tavaf etmesi Hazret-i Adem’e emredildi. Nuh tufanına kadar o taş Kâbe’de kaldı. Sonra göklere yükseltildi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Miraç’ta o taşı gördü.
Sonra Allah-u Teâlâ Hazret-i Adem’e;
“Ey Adem, Havva ile buluştuğun vakit ona karşı yumuşak davran, zira senin soyundan gelecek bütün çocukların annesi o olacaktır.” buyurdu.
Bunu duyan Adem Aleyhisselâm, sevincinden secdeye kapandı. Sonra buluştuklarında Hazret-i Havva Merve, Hazret-i Adem ise Safâ tepesinde duracak ve Hac işleri bitinceye kadar Adem Havva’ya yaklaşmayacak diye Allah-u Teâlâ emretti. Hazret-i Adem Arafat’a geldi, burada Havva’yı buldu, bundan dolayı buraya Arafat dediler. Oradan Mina’ya geldiler, Hazret-i Adem Aleyhisselâm buradan da Allah-u Teâlâ’dan rahmet ve mağfiret dilediği için bunun adına da Mina dediler. Hazret-i Adem ile Havva vâlidemiz Hac işini bitirdikten sonra Hindistan’a döndüler. Mutlu bir hayat sürerek zürriyetlerinden kızlı erkekli birçok çocukları oldu, imtihan sahasının sonunda;
İbn Abbâs -radiyallahu anh-ın rivayetine göre Adem Aleyhisselâm’ın ömrü sona erince Allah-u Teâlâ Adem Aleyhisselâm’a;
“Ecelin yaklaştı, dört yaşındaki oğlun Şit’e vasiyet et.” buyurdu. Adem Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’ya ölümden sordu.
Allah-u Teâlâ:
“Ölüm, zehirden acıdır, insanın yüzünden aydınlığını giderir. Toprak, et ve kemiğini yer ve yine kendisi de toprak olur. En sonunda seni de, bütün zürriyetini de diriltir ve bu hayatta yaptıklarınızın hesabını sorarım.” buyurdu.
Adem Aleyhisselâm bu söze ağladı. Yeryüzü ise; ‘Adem Aleyhisselâm, Allah-u Teâlâ bana, benden aldığı toprağı bana göndereceğini va’d etmiştir.’ dedi.
Allah-u Teâlâ Hazret-i Adem’in canını almayı murad ettiği vakit Azrail Aleyhisselâm’ı en güzel surette ona gönderdi. Azrail Aleyhisselâm böyle güzel bir suret ile ondan sonra yalnız Peygamberimize gelmiştir.
Allah-u Teâlâ Azrail Aleyhisselâm’a “Adem’e ayrılık şerbetini içir ve sonra canını al.” diye emretti.
Ölüm meleği de Hazret-i Adem’e gelerek selâm verdi ve;
“Ey Beşerin ilk atası, beni tanıyabildin mi?” diye sordu.
Hazret-i Adem;
“Bildim fakat sen niye geldin?” diye sordu.
Ölüm meleği;
“Sen şu şerbeti iç, sonra sana ölüm acısını tattırırım.” dedi.
Hazret-i Adem Aleyhisselâm;
“Ben Rabbimin emrine itaat ederim.” diyerek şerbeti içti ve dünyadan göçtü.
Cennetten kefen geldi, yıkandı ve kefenlendi. Oğlu Şit Aleyhisselâm 30 tekbir ile namazını kıldırdı.
Melekler çevresini sardılar, Hazret-i Adem’in ahirete intikali Cuma günü olmuştu.
Hazret-i Adem Aleyhisselâm’ın Havva vâlidemize ölümünü bildirişi;
Hazret-i Havva vâlidemize ağlayarak geldi. Hazret-i Havva; “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu.
Hazret-i Adem Aleyhisselâm durumu eşine anlattı ve:
“Ölüm; testere ile kesilmekten de zordur.” dedi.
Hazret-i Havva bu habere ağlayarak;
“Allah-u Teâlâ bizi cennetten çıkardı, dünyaya gönderdi, burada da öldürecektir. Acaba öldükten sonra nereye gideceğiz?” dedi.
Hazret-i Adem Aleyhisselâm;
“Toprağa gideceğiz.” deyince Havva vâlidemiz yine ağladı.
Hazret-i Adem Aleyhisselâm;
“Ağlama, bu ölüm senin mirasındır. Cennetten çıkmağa sebep oldun, şimdi öleceğiz, ölüm şerbetini herkes içecektir.” diye anlatırken Azrail Aleyhisselâm geldi.
“Her ümmet için belirli bir süre vardır. Vakitleri dolunca ne bir saat gecikebilir, ne de öne geçebilirler.” ilâhi emrini bildirdi. Adem Aleyhisselâm alabildiğine bağırdı ve Azrail Aleyhisselâm’a;
“Evlâtlarımın ruhunu böyle mi kabz edeceksin?” diye sordu.
Azrail Aleyhisselâm;
“Allah-u Teâlâ senin için ölümü kolay etti.” dedi.
Bunun üzerine Adem Aleyhisselâm başını yukarıya kaldırarak;
“Allah’ım, mümin evlâtlarımın ölümlerini asân eyle.” diye duâ etti.
İnsanlığın ilk atası ve ilk peygamberimiz böylece tevbesi kabul olmuş bir şekilde Hazret-i Allah’ın rahmetine nâil olmuş olarak Yaradanına döndü.
Recep, Şaban, Ramazan Allah-u Teâlâ’nın af ve mağfiretinin bol olduğu rahmet aylarıdır. Receb-i şerif Hazret-i Allah’ın, Şaban-ı şerif Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in, Ramazan-ı şerif de kullarının ayı olarak Hazret-i Allah’ın rahmetinin bol olduğu aylardır. Yeter ki kulları O’na yönelsin, samimi bir şekilde kalben tevbe ve istiğfarda bulunsunlar, O’na sığınsınlar, af ve mağfiretini rahmet ve bereketini O’ndan dilesinler, O da kullarını affediversin, bu fırsat bugün elimizde, gün bugün, dem bu dem, yarın ne olur, Cenâb-ı Hakk bilir.
Rabbim bizlerin tevbe ve istiğfarımızı rızâsında ettirsin. İnd-i ilâhi’de tevbe ve istiğfarlarımızı kabul etsin, bizi affetsin.
Allah’ım ümmet-i Muhammed’e umumi bir şekilde rahmetiyle merhamet etsin. Rabbim üç aylarında hayır, bereket ve feyzini artırsın.