“Ey Allah’ım! Seninle sabaha vardık, seninle akşama vardık. Seninle yaşıyor, seninle ölüyoruz, dönüş sanadır.” (Tirmizi)
Senin kudretinin tasarrufu altında bulunan nefeslerimiz her an sana muhtaç. Kâinat hep seni anlatıyor...
Yaşadığımız yüzyılda ise çoğu insan bu hayati mânâları duymamak için ısrarla kulağını tıkıyor. Özünde var olan aşkın bir güce yönelme iştiyakını kurutabilme çabasında... Dindar insanlara yakıştırılan “gerici, yobaz” gibi sıfatların gerisinde yatan hakikati görebilmekten yoksun... Herşeyi rasyonalizm ışığı altında tahlil ederken, nice dev teknolojik gelişmelere adım atarken, ihmal ettiği mânâ âleminin boşluğunu bir türlü dolduramamanın verdiği sancıları çekiyor. Bunun neticesinde ahlâki dejenerasyonun çıtası her geçen gün yükseliyor.
Allah-u Teâlâ İhlas sûre-i şerif’inde şöyle buyuruyor:
“De ki: O Allah bir tektir. Allah Samed’dir, herşey O’na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç degildir. Dogurmamiş, dogurulmamiştir. Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri değildir.”
Sûre-i Berâet olarak da ifade edilen bu sûreyi okuyan zat için Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Gerçekten bu adam şirkten beri oldu.” demiştir.
Şirkten arinmakla başliyor herşey. Insanin varoluş gayesine hizmet eden amellerle dolu bir hayatin altyapisi ruhu bütünüyle saran tevhid akidesinde yatiyor.
Fitraten sahip oldugumuz bu inanç nüvesi, menfi tesirler sebebiyle kararip, paslanabiliyor. Fakat Kur’an ve Sünnet perspektifinde bu karartılar zamanla kazılarak nüvenin bütün berraklığıyla ortaya çıkışı sağlanıyor. İslâmi bir terbiye neticesinde insan “Âlemlerin Rabbine teslim oldum.” diyerek iç âlemindeki kargaşadan, sekinete geçiyor. Hazret-i Muhammed (s.a.v.)’in hayat damarlarında dolaşarak inancın tadına varıyor.
İnananların Allah anıldığı zaman yüreklerinin titrediği Enfal sûresinde geçiyor. İşte bu titreyişte muhabbet kokusu var, en mahrem duygularla gönülden bir boyun büküş var, kulluğun inceliği ve zerafeti var.
Ünlü veli ve mutasavvıf Sehl b. Tusteri’nin şu hatirasinda inancin olgunlaşma merhalelerini görüyoruz:
“Henüz üç yaşlarinda idim. Gece kalkip, dayim Muhammed b. Sivar’ın namaz kılışını seyrederdim. Bir gün dönüp bana şöyle dedi: ‘Seni yaratan Allah’ı hiç anmaz mısın?’ Ben de ‘Nasıl anayım?’ dedim. Bunun üzerine dayım ‘Gece yattığın zaman, dilini hakeret ettirmeden kalbinle üç defa, ‘Allah şahidimdir, benimle beraberdir ve beni görüyor.’ de!’ dedi. Ben de bu güzel söze birkaç gece devam ettim, sonra durumu dayıma bildirdiğimde bana ‘Onu her gece yedi defa söyle!’ diye tavsiyede bulundu. Dediği şekilde bir süre daha devam ettikten sonra durumu kendisine bildirince bu defa bana, ‘Onu her gece onbir defa söylemeye devam et!’ dedi. Devam ettim, bu sözün tatlılığını kalbimde hissetmeye başladım. Bir yıl geçtikten sonra dayım bana, ‘Sana öğrettiğim o sözü hafızanda tut ve kabre girinceye kadar devam et, şüphen olmasın ki, o sana dünyada da ahirette de fayda verir.’ dedi. Ben de yıllarca devam ettim. Bu defa onun tatlılığını iç âlemimde iyice hissetmeye başladım. Sonra dayım bir gün bana ‘Ey Sehl!Allah’ın beraber olduğu, şahidi bulunduğu ve nazar ettiği bir kimseye, hiç günah işlemek yakışır mı?’ dedi.”
“Şüphesiz ki O, kullarinin her halinden haberdardir, her halini görür.” (İsra: 30) Âyet-i kerime’si, bu ifadeyi özümseyen müminlerin azalarını şerden koruyan bir set oluyor. Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan hayata dair çizdiğimiz çizgide ibremiz Hak oluyor.
Allah dostu “Düğüm Mevlâ için bağlanmadıkça hükmü yoktur, çözüktür. Fakat nefsi buraya getirmek çok zor.” buyuruyor.
Yaşama attigimiz dügümde gayemiz Mevlâmiz olsun. Bu dügüm öylesine siki olsun ki mahşere kadar açilmasin.
“Tel tel ve iple iplik dikseler de ağzımı
Tek ses duysalar, Allah... Yoklayanlar nabzımı.” N.F.