Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Soykırım Masalı Ve Düşündürdükleri - Ömer Öngüt
Soykırım Masalı Ve Düşündürdükleri
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Ekim 2000

 

Soykırım Masalı
Ve Düşündürdükleri

 

Soykırım Masalı:

Sorunlu komşumuz Yunanistan’ın huzurumuzu bozan çığırtkanlıkları yetmezmiş gibi şimdi de Ermenilerin Soykırım hezeyanları başımızı ağrıtmaya başladı. Türkiye ile iyi geçinmeye muhtaç olan Ermenistan'ın soykırım hikâyelerini devlet politikası haline getirmiş olması sebebiyle Türkiye, uğraşmak zorunda kalacağı yeni bir çirkef komşu kazanmış bulunmaktadır.

Ülkemiz bu çığırtkanları bir kaşık suda boğabilecek güce sahip olduğu halde Yunan ve Ermeni devletlerinin çirkefliklerine nereden cesaret bulduklarını iyi düşünmek gerekmektedir.

Geçtiğimiz aylarda İsrail Eğitim Bakanı Yossi Sarid’in soykırım iddialarından bahsetmesinden sonra, Eylül sonunda Ermeni Lobisinin düzenleyeceği Sözde Ermeni Soykırımı Konferansına ABD’deki Musevi Soykırımı Müzesi yetkililerinin destek vermesi ve bu toplantıya iştirak edecek olmaları düşündürücü neticeler vermektedir. Bütün yahudilerin aynı fikirde olmadığı iddia ediliyor. Ancak bazı yahudiler eliyle gizli bir teşvik yapıldığını ve Ermenilerin cesaretlendirildiğini de görmek gerekiyor.

Ermeniler ile Yahudiler arasındaki bu ittifak, bazı kürtlerin gelecekte “İsrail-Ermeni-Kürt” stratejik işbirliği hayalleri kurmasını hatırlatmaktadır.

Ermeniler yüzyıllarca Osmanlı idaresi altında büyük bir huzur ve emniyet içerisinde yaşamışlardı. Bu emniyet ve Osmanlı’nın büyük ekonomik potansiyeli sayesinde büyük servet sahibi olan birçok Ermeni tüccar vardı. Ermeniler de bu emniyet ve refah içerisinde Osmanlı Devleti’ne herhangi bir problem çıkarmamışlardı. Osmanlı, kendilerine “Millet-i sadıka” yani “Sadık millet” ismini vermişti. Ancak Osmanlı’nın iyice kuvvetten düştüğü Balkan Savaşı ve akabindeki 1. Dünya Savaşı yıllarında silaha sarılan Ermeniler savunmasız Müslüman ahaliyi katletmeye başladılar. Düşmanlarımızla ittifak yaparak Doğu cephemizde büyük tehlikelere sebep oldular. O zamanki hükümet de bu bölgedeki Ermenileri Suriye tarafına sürgün etti. Osmanlı’nın Ermenilere karşı bir art niyeti olsa evvela İstanbul’daki zengin Ermeni tüccarlardan başlardı. Dolayısı ile eğer suçlanması gereken birileri varsa o da Osmanlıya ihanet eden Ermenilerdir.

Türkiye Kıbrıs meselesinde olduğu gibi bu meselede de Batı’nın çifte standart ve önyargılı tutumu ile uğraşmak zorunda kalmaktadır.

Türkiye’nin hiçbir ülkenin olmadığı kadar iç ve dış etkilere maruz kaldığı artık iyice bilinmesi gereken bir gerçektir.

Yunanistan ve Ermenistan tarafından bu şekilde aşikâr gelen taarruzlara karşı ülkemiz gerekli cevabı verebilmektedir. Ancak gizli yürütülen taarruzlara karşı maalesef gerekli uyanıklığı gösteremiyoruz. Bunun en büyük sebeplerinden birisi bu gizli taarruzların ülkemiz içerisinde destekçilerinin bulunmasıdır. Bizim ismimizi taşıyan, bizden görünen ancak bu dış taarruzlara destek veren lobiler Türkiye’nin geleceğini karartma çabalarına maşa vazifesi görmektedirler. Bu lobiler (veya birer lobi gibi ve hatta gizli bir örgüt gibi faaliyet gösteren gruplar) iyi teşhis edilemez ise içimizdeki kanser ölümcül bir hal alabilir.

Ermeni meselesinin dış politikamızı ilgilendiren boyutu kadar içimizdeki bu sorunları hatırlatması bakımından da ayrı bir önemi bulunmaktadır.

 

Bünyemizin Kanserli Hücreleri:

Ülkemiz birçok etnik farklılığı, birçok dini ve fikri farklılığı bünyesinde taşımaktadır. Bu farklılıklara sahip insanların iktidar ve devlet üzerinde söz sahibi olmaya yönelik gizli veya aşikâr gayretleri sebebiyle ülkemiz çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya bulunmaktadır.

Batı’lı Hıristiyan ülkeler bizim Müslüman kimliğimizi hazmedebilmiş değildir. Bu kimliğimizi yozlaştırmak için her türlü yolu denemektedirler. Zira ülkemizin birlik ve beraberliğinin tek teminatı güzel dinimiz İslâm’dır, halkımızın ekseriyetinin “Müslüman” olmasıdır.

Açıkça dile getirilmemiş olsa bile Avrupa ülkeleri ile ilişkilerimizde, Avrupa’nın Apo, Fehriye gibi teröristlere karşı takındığı tavırda bu hazımsızlığın yansımalarını görebilmekteyiz.

Bu aşikâr vaziyete rağmen Türkiye’nin Batı ile ilişkilerine “Stratejik işbirliği” boyutundan ziyade “İdeolojik birliktelik” yani “Batılılaşma fikriyatı” ile yaklaşması birçok gerçeğin dile getirilmesini güçleştiriyor.

Yukarıda bahsettiğimiz Müslüman kimliğimizi hazmedemeyen sayıca az fakat etkisi kuvvetli bizden görünen, içimizden çıkmış çevreler bulunmaktadır. Bu çevreler Avrupalı ülkelerin birer müttefiki gibi hareket etmektedir. Bu çevrelerin kendi inanç düsturları doğrultusunda hainlik derecesine varan yaklaşımlarının akamete uğratılması din birliğimizin muhafaza edilmesi ile mümkündür. (Din birliğimizin muhafazası Vatan birliğimizin de teminatı olacaktır. Zira İslâm’ın gönüllerden fitne ve fesadı silen, güzel ahlakı taçlandıran düsturları birlik ve beraberliğimizi temin edebilmenin yegâne yoludur. Dolayısı ile din ve vatan birliğimizin birinci düşmanı “cılık” isimlerle dinimizde ve vatanımızda bölücülük yapanlardır. Hakikat dergimiz bu bölücülerle ciddi mücadeleler yapmakta ve bunların içyüzünü daima halkımıza duyurmaktadır.)

Türkiye’de bir kalkınma hamlesinden ziyade “Batılılaşma ideolojisi”nin varlığından bahsetmek bazı bilinmeyenlerin çözülmesine ışık tutacaktır. Bu yaklaşım şeklinin bir sonucu olarak yıllar yılı Türk halkı ahlaksızlığa teşvik edilmiştir. Ahlaksızlığı yasaklayan, insanlara güzel muameleyi emreden, adalet, hak ve hukuk üzerine bina edilmiş güzel dinimiz daima taarruza uğramıştır. Bu taarruz ve yönlendirmeler en büyük desteği Türk ve müslüman olmayan unsurlardan bulmuştur. İçimizdeki bu kanserli hücreler yayılarak vücudumuzun büyük bölümünü işgal etmiştir. Bir zamanlar sahne oyunlarında rol alacak bir tane müslüman evladı bulunamazken, bugün televizyon ve sahnede görünebilmek için bu milletin çocukları adeta sıraya girer hale gelmiştir. Ve hatta 13 yaşındaki kızlar güzellik yarışması adı altında bu müslüman milletin gözleri önünde teşhir edilebilmiştir.

Bu ahlaksızlıkların en büyük destekçisi bazı basın kuruluşları yıllar yılı Türk ve Müslüman olmayan patronlar eliyle idare edilmiştir. Bugün böyle bir duruma ihtiyaç kalmamıştır. Çünkü bu milletin içerisinden para için, ahlaktan, dinden, memleketten, vatandan vazgeçecek tiynette insanlar çıkmaya başlamıştır artık.

Yüzyıllar boyunca ekonomik veya başka kaygılarla, samimi olmayan duygularla müslümanlığı tercih eden kitleler gönüllerinin derinliklerindeki düşmanlık hislerinin de etkisiyle zamanla bid’at ve dini muhafelet yoluna saparak problemli azınlıklar durumuna gelmişlerdi. Bu kitlelerin en etkililerinden birisi de 1676 yılında müslümanlığa girdiğini iddia ettiği halde yahudiliğini gizlice yaşamaya devam eden Sabetay Sevi ve yandaşlarıdır. Dönmeler veya Sabetaycılar olarak da bilinen bu grup ile Osmanlı’dan günümüze azalarak da olsa gücünü devam ettiren Yahudi sermayesinin basınımız ve devletimiz üzerindeki etkileri incelenmesi gereken diğer bir konudur.

Gayr-i milli ekonomiye karşı zamanında gerekli önlemleri almayan Osmanlı’nın hatalarından ders alınmalıdır.

Nora Şeni ve Sophie Le Tarnec tarafından kaleme alınan “Camondolar” başlıklı kitap bile Yahudi sermayesinin Osmanlı Devletinin sömürgeleştirilme sürecindeki rolü hakkında çarpıcı bilgiler vermektedir. Abraham Camondo, kardeşine yazdığı bir mektupta şu bilgileri veriyor: “Baron Alphonse de Rothschild bana bir mektup yollayarak evine uğramamı rica etti. Baron bizden birinin sabahları erkenden ve akşamları Saray’a uğrayarak talimatları alması ve gerekeni yapması tavsiyesinde bulundu.” Osmanlı ordusunun giyecek ihtiyacını bile bu aile temin ediyordu. Camondolar, Osmanlı borçlarını ödeyemediği için orduya çuha satışını durdurdu. Bu karar, Osmanlı ordusunda ciddi sorunlara sebep oldu. Camondolar, Batılılara olan bağlılıklarını hiçbir zaman gizlemediler. Abraham Camondo kardeşine şu talimatı vermişti: “Madem ki bir işi almak için yabancı himayesine ihtiyaç hissedilmektedir, o zaman bizim de gelecekte bu himayeyi elde edecek şekilde hareket edeceğimiz Ekselansları Ali Paşa Hazretleri’ne ifade edilmelidir.”

Nitekim Camondo ailesinin ahir ömrü Fransa’da geçmiştir.

Osmanlı’dan miras kalan iktisadi kölelikten kurtulmaya çalışan Türkiye maalesef bunu henüz başarabilmiş değildir.

Türk ve müslüman olmayan bu çevreler “Batılılaşma ideolojisi”nin en büyük destekçisi olmuşlar ve ahlaksızlığın yayılması için hususi gayret sarfetmişlerdir.

“Batılılaşma idelojisi”ne, terörizme, memleket düşmanlığına, ahlaksızlığa daima destek vermiş mezhepçi gizli muhalefet Türkiye’nin en büyük problemlerinden bir diğeridir.

Sultan Alparslan’ın “Bizler bid’at bilmeyen müslümanlarız. Allah bu yüzden Türk’ü aziz kıldı.” dediği bu milletin içinde bulunup da fikrinde gönlünde bid’at, düşmanlık ve kin barındıran bu insanların her türlü devlet kademesinde, siyasette, basında gizli bir dayanışma ile yabana atılamayacak çokluğa ulaştığı bilinmektedir.

Komunizm, ideolojisi gereği bütün dünyada işçi ve köylülerden destek bulduğu halde Müslüman Türkiye’de mezhepçi fikriyat sayesinde 12 Eylül öncesi etkili konumuna yükselebilmiştir. Rusya’da komunizmin yıkıldığı yıllarda yaşlı ve gün görmüş bir köşe yazarı yaklaşık 10 yıl önce şöyle bir cümle kullanmıştı: “Bunlar komunist oldukları için bu memlekete düşman değiller. Bu memlekete düşman oldukları için komunistler. Bugün komunizm biter yarın Alevilik-Sünnilik başlar.”

1 Mayıs Kadıköy olaylarının nereden yönlendirildiği, DHKP-C militanlarının öldükleri zaman hangi mezarlığa gömüldüğü, F tipi cezaevlerini protesto edenlerin kimlerden teşekkül ettiği incelenirse ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılmış olur. Hacı Bektaş-ı Veli gibi evliya bir zâtın ismi kullanılarak yapılan anma törenleri bile F tipi gösterilerine sahne olmuştur.

Bünyemizde bu bünyeyi hasta etmek isteyen, ahlaksızlaştırmak isteyen unsurlar o kadar çok ki bunlar güzel teşhis edilmeli ve gerekli tedavi en ivedi şekilde uygulanmalıdır. Aksi takdirde bu bünye bu hastalıkları daha fazla kaldıramaz.

Unutulmamalıdır ki, “Batılılaşma İdeolojisi”ne ne pahasına olursa olsun sahip çıkanlar, Kıbrıs’ın, Güneydoğu’nun, Kars, Ardahan ve hatta Erzurum’un elden çıkmasına da mal olsa, toplum ahlaksızlık girdabında boğulacak da olsa bizi Avrupa’ya yamamaya çalışmaktadırlar.

Gerçekler yıllar yılı perdelendiği için artık bu millet hadiseleri doğru teşhis edemez olmuş, balık otu yutmuş gibi donuk ve ruhsuz bir hale gelmiştir.

Bünyesi türlü hastalıklarla muzdarip olmuş bir milletin dışarıdan gelen taarruzlara direnç gösterebilmesi ya mümkün değildir veya büyük bedel ödemeyi gerektirir...


  Önceki Sonraki