Hazret-i Allah mükevvenatı yarattı ve donattı. Hüküm ve fermanını dilediği şekilde her yerde yürütüyor. O her türlü eksikliklerden ve noksanlıklardan münezzehtir. O’nun hükmüne mâni olacak hiçbir güç ve kudret yoktur. Azâmet-i ilâhi sahibi, güç ve kudret sahibi O’dur.
Her şey O’nunla kâimdir. O’nun bilgisi ve ilmi dışında değil dünyadan, kâinattan bir zerre yerinden oynayamaz, O’nun bilgisi dışında bir yaprak dahi dalından düşmez. Herşey O’nun “Ol!” emr-i şerif’ine bakar. Üstün sıfatlarla mükerrem olarak yarattığı insanların dünya saâdetine, ahiret selâmetine kavuşabilmeleri için hayatı tanzim edici ilâhi hükümler koymuştur. Bu emir ve yasakları koyma hakkı yalnızca kendisine âittir. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.
İslâm dini ilk insan ve ilk peygamber Âdem Aleyhisselâm ile başlamış, zaman akışı içerisinde ve her peygamber gelişinde en mükemmele doğru daima bir gelişme kaydetmiştir. Musa Aleyhisselâm’a indirilen İslâm Nuh Aleyhisselâm’a indirilen İslâm’dan daha geniş ve daha mükemmeldi. Isa Aleyhisselâm’a gönderilen İslâm Musa Aleyhisselâm’a gönderilen İslâm’dan daha şümullü ve daha mükemmeldi. Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’a gelince ise tam kemâlini buldu ve en mükemmel şeklini aldı.
Artık İslâm’dan sonra kıyamete kadar yeni bir din, yeni bir peygamber gelmeyecektir. Çünkü kıyamete kadar insanlığın maddi ve mânevi bütün ihtiyaçlarına cevap verecek bir özelliğe sahiptir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)
Bu Hazret-i Allah’ın ilâhi bir hükmüdür. Rabbâni bir fermân-ı ilâhi’dir. Allah katında hiçbir dinin, hiçbir ismin hükmünün olmadığının Âyet-i kerime ile ispatıdır.
Dini aklımıza değil, aklımızı dine uyduracağız. Hazret-i Allah’ın çizdiği haram ve helâl hudutlarını muhafaza edeceğiz. Hatta şüphelilerden bile sakınacağız ki takvâ ehli olalım.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecektir ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i imran: 85)
İslâm’dan yüz çevirip başka din arayan kimse büyük bir sapıklığa düşmüştür.
Allah-u Teâlâ’nın hüküm olarak koymuş olduğu dosdoğru dine uymayıp muhalefet etmeye kalkışmak, dünya hırsı adına yapılan fenâlıkların ve şirklerin başında gelir. Adına “Seyyiat zamanı” dediğimiz, bütün günahların işlendiği zamanımızda değil bir hüküm, Hazret-i Allah’ın bütün hükümleri değiştirilmeye, Kur’an-ı kerim tahrip edilmeye çalışıldığı gibi, bütün ilâhi hükümler çiğneniyor, Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a alenen harp ilân ediliyor. Amma bu isyan cezasız kalmadı, üzerimize Marmara depremiyle öyle bir kırbaç şakladı ki gadâb-ı ilâhi çok büyük oldu.
Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a iman edenlerin, Hazret-i Allah’tan korkuları daha çok arttı, imanları daha da çoğaldı, kemâlleşti.
İsyankâr olanların ise küfrü arttı, isyanları çoğaldı. Fakat Hazret-i Allah’ın azabı inmesi hak olduğu zaman ne depreme ihtiyacı var, ne de başka bir şeye. O isterse hükm-ü ilâhi’siyle yanardağları patlatır, denizleri yarar, yıldırımlarla, pişmiş taşlarla, göktaşları ile şehirleri yere batırmakla, dilediği şekilde azabını indirir. İnsanoğlu ne zaman nereden geldiğini bile anlayamadan an içinde “Ol!” der oluverir de herkes şaşa kalır.
Hazret-i Allah iman edenler ile küfürde kalanlari, iki hasım zümre olarak buyuruyor.
“İki hasım zümre.” (Hacc: 19)
Âyet-i kerime’siyle, iman ile küfrü birbirinden ayırıyor. İmanın şartları bellidir, küfür bellidir. Hakikat bellidir, dalâlet bellidir. Haram bellidir, helâl bellidir. Cennet bellidir, cehennem bellidir. Herkes icraatını yapacak, imtihanını verecek, gideceği yere gidecek. Ya cennet-i alâ’ya girecek; rızâ-i bârisini kazananlar Cemâlullahı temaşa edecekler, ya da cehenneme girecek, din kuran imansızlar, Hazret-i Allah’a harp ilân edenler ile esfel-i safiline, tepetaklak atılacak. Herkes kendi yerini seçsin, kendi yerini şimdiden hazırlasın.
Küfürde inad edenler için, hakikate kör olanlar için Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde:
“Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık onlar dönmezler.” buyuruyor. (Bakara: 18)
Niçin sağırdırlar?
Cenâb-ı Hakk bu kadar Kitap ve Peygamberleri ile, Veli kulları ile hakikatleri bildirmiş. Kendilerine ilâhi hükümler, Âyet-i kerime’lerle, Hadis-i şerif’lerle süslenildiği halde hakikatın karşısında sağır kesildiler.
Niçin dilsizdirler?
İlâhi hükümler önlerine serildiği halde hiçbirinden ses sedâ yok. Hakikatı bile bile dilsiz kesildiler, dilsiz şeytan oldular.
Niçin kördürler?
Bu ilâhi kırbacı bile görmeyecek kadar kör oldular. Artık onlar dönmezler, dönecekleri yer cehennemdir.
Onların kalpleri dönmüş, mühürlenmiş, sıfatları değiştirilmiş, isimleri de değişmiştir. Onlar o sıfatla yaşar, o sıfatla haşrolunur, azâmet-i ilâhi’nin karşısına da o sıfatla çıkarlar.
“Zira onların hepsi memleketlerinde azgınlık ettiler. Bulundukları yerlerde bozgunculuğu çoğalttılar. Bundan dolayı Rabbin de üzerlerine azap kırbacını çarpıverdi.” (Fecr: 11-12-13)
Azap kırbacının nereden geldiğini haber veriyor.
Önceki kavimlerin birçoğunun işledikleri günahlar ve peygamberlerini yalanladıkları için ilâhi azaba müstehak oldukları Kur’an-ı kerim’de anlatılmaktadır. Değişik Âyet-i kerime’lerle bu kavimlerin hangi günahlar yüzünden, hangi azap şekliyle helâk edildiklerini Cenâb-iı Hakk bize ibret olsun diye bildiriyor. “Bu günahlardan uzak durun yoksa size de azap dokunur” diye ihtar ediyor.
“Andolsun ki, onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Fakat benim intikamım nasıl oldu?” (Mülk: 18)
Evet Yâ Rabbi! İnandık, iman ettik, Senden gelen her şey haktır.
Bu kırbaçtan ders alınacağı yerde günahlarda ısrar ediliyor, isyan ve azgınlıklar daha feci bir şekilde çoğalıyor, ebedi bir felakete doğru gidiliyor.
Allah-u Teâlâ Bakara sûre-i şerif’inin 256. Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyuruyor:
“Dinde zorlama yoktur. İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır.” (Bakara: 256)
İman ile küfür, hakikat ile bâtıl, hidâyet ile dalâlet, nur ile zulmet, saâdet ile felâket apaçık delillerle birbirinden ayırt edilir haldedir. İlmin nuru ile münevver olan hakikat ehli iman yolunu seçtiği için dünya saâdetine, ahiret selâmetine kavuşacak. Küfür karanlığında kalan dalâlet ehli ise dünyada ve ahirette ceza ve mücazat görecektir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kim Tâğut’u inkâr edip de Allah’a iman ederse muhakkak ki o kopması mümkün olmayan en sağlam bir kulpa sımsıkı sarılmış olur.” (Bakara: 256)
İman aslâ kopmak bilmeyen sağlam bir kulp gibidir. O kulpa sarılan kişi kurtuluş yolunu aslâ kaybetmez, şaşkınlıklar içinde bocalamaz. İlâhi azabı da hak etmez. İman ile küfrün bu derece açığa çıkmasından sonra, kendilerine tutunanları küfre kaydıracak olan tâğutların, şeytanlaşmış şer insanların, imansız imamların çürük kulplarına yapışanlar ise haktan, hakikatten ve doğruluktan uzaklaşırlar, hidayeti dalâlete değişirler, sapıklık içinde bocalar dururlar. Haddi aşarlar. Şeytan ise bütün haddi aşanların arkasında onların ayrılmaz bir destekçisidir. Onun için gelin ikinci bir azap inmeden uyanalım, Allah ve Resul’üne yönelelim ki O da bize acısın, merhamet etsin. Yoksa isyanın cezası daha ağır olur. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Urve bin Rüveya -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Ümmetimden zelzeleler olur, öyle ki bu zelzelelerde onbin, yirmibin, otuzbin kişi ölür.
Allah bu ölümü muttakilere öğüt, müminlere rahmet, kâfirlere ise azap kılar.” (Râmuz el-hadis: 3222)
Biz Hazret-i Allah’tan niyaz ederiz ki:
“Allah’ım Zâtına kul, Habibine ümmet olarak kabul etsin.
Şükrümüzü, rızkımızı, zikrimizi artırıp isyanımızı söndürüversin.
Hayırlı umur, hayırlı ömür, hayırlı şehadet kelimeleri içinde, iman ile Kur’an ile ölümü ümmet-i Muhammed’e nasip etsin.
Bizleri hidayete ermiş, hidayet vesilesi olarak şakirin ve zakirin, şükredici zikredici kullarından eylesin inşallah.”