Geçen yarım asrı şöyle bir süzersek, insanlık tarihinde görülmemiş yeniliklere, teknolojik gelişmelere, yeni keşiflere sıkça rastlarız. Bilim ve teknoloji bizlere her gün yeni birşeyler sunarak hayatımızı kolaylaştırmaya ve baş döndürücü bir hızda katlanarak ilerlemeye devam ediyor. Bugün cep telefonumuzun birkaç tuşuna basarak kıtalararası görüşmeler yapabiliyor, internet ve televizyon vasıtasıyla her türlü bilgiye ulaşabiliyoruz. Bir düğmeye basarak evlerimizi aydınlatıyor, çamaşır ve bulaşıklarımızı yıkıyor, türlü ulaşım araçları kullanarak yaşadığımız dünyamızı ufaltıyoruz. Bilgisayar hemen hepimizin yaşantısına girmiş durumda. Velhâsıl hayatımızın hemen her safhasında ilmi gelişmeleri ve onun getirilerini yaşamaktayız.
Elbette ilmin bugünkü seviyesine gelmesi birden olmadı. Asırlarca süren çalışmalar, birikimler, fikirler üst üste yığıldı, birleştirildi, olgunlaştırıldı.
İlk insan olan Adem Aleyhisselâm ile ilim de başlamış oldu.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Ve Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti.” (Bakara: 31)
Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz beşeriyete mânen olduğu gibi madden de yön vermişler, insanoğlunun hayatinin her safhasına ışık tutacak bilgileri onlara aktarmışlar, dolayısıyla ilk muallimler olmuşlardır.
Resulullah (s.a.v) Efendimiz ise bütün ilimlerin menbaıdır, ilim ve irfan kaynağıdır. Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar: “Rabbim bana sual sordu. Ben ona cevap veremedim. Keyfiyetsiz bir tarzda elini her iki omzumun arasına koydu, ben o elin serinliğini kalbimde hissettim. Böylece, beni geçmiş ve geleceklerin ilmine varis kıldı.”
Bütün ilimler o kaynaktan geliyor. Binaenaleyh o kaynaktan gelen ilim esastır.
İlim iki türlüdür, satır ilmi ve sadır ilmi. Hadis-i şerif’lerinde Resulullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
“İlim ikidir. Biri dilde olup (ki bu zâhiri ilimdir) Allah-u Teâlâ’nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan (marifet ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur.” (Tirmizi)
Asıl gayeden maksat Hazret-i Allah’a ulaşmaktır.
Sadır ilmi batinîdir, o bilgiyle hakikatte Allah-u Teâlâ’ya O’ndan başka bir delil olmadığını bilmektir; satir ilmi ise zâhiridir, Allah-u Teâlâ’nın kâinattaki sanatını görmektir. Sadır ilmi Hazret-i Allah’tan Habib-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e, oradan da dilediği kimseye ulaştırılır.
Kalpte olan marifet ilmini tahsil edebilmek için tasavvuf elzemdir. Bu bakımdan tasavvuf İslâmi ilimlerin özü ve kaynağıdır. Çünkü bâtın temelleri sağlamlaştırılmadan, zâhir binasını yükseltmek mümkün değildir.
Tasavvuf kişinin kendi hakikatını kavrayabilmesi için kurulmuş bir ilim-irfan mektebidir. Bu mektepteki tahsil ile bütün ilimlerin özüne inilmiş olunur.
“Nefsini bilen Rabbini bilir” Hadis-i şerif’inin mânâsı yakînen müşahede edilmeye başlanır. Bu noktada Yunus Emre Hazretleri “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsin, bu nice okumaktır? Okumanın mânası, kişi Hakk’ı bilmektir! Çün okuyup bilmezsen, ha bir kuru emektir!” buyurarak asıl gayenin Hazret-i Allah’ı bilmek olduğunu, bu gayeye ulaştırmaya yarar sağlamayan çalışmaların ve ilimlerin faydasız olduğunu işaret buyurmuşlardır. İşte bu yüzden tasavvuf bütün ilimlerin özüdür. Gaye varlık perdelerini yırtmak, benlik putlarını parçalamak ve hakiki Var’ı bulmaktır. Bunun için asıl gayeye faydalı olan ilim budur. Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Allah’tan faydalı bir ilim isteyiniz. Faydasız ilimden de Allah’a sığınınız.” buyurmuşlardir. (Ibn-i Mâce)
İnsanoğlunun cehalet ve sefalet çukurundan saadet ve selâmet zirvesine yükselmesi için yegâne vasıta ilim ve irfandır. Hadis-i şerif’lerinde Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
“İlim ve irfan müminin kaybolmuş bir malıdır. Nerede bulursa alır.” (Tirmizi)
İlim dinin hayatı, İslâm’ın canlılığı, imanın direğidir. İslâmiyet’te din ile ilim daima birlikte olmuşlardır. Allah-u Teâlâ’nın ilâhi hükümleri ilimle içiçedir.
İlmin değer ve ehemmiyeti hakkında Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“İlim öğrenmek her müslüman üzerine farzdır.” (C. Sağir)
“Bir saat ilim öğrenmek bir geceyi ibadetle geçirmekten, bir gün ilim öğrenmek de üç ay oruç tutmaktan daha hayırlıdır.” buyurmuşlardır. (Deylemî)
Bu düstur ile hareket eden müslümanlar ilim dünyasına birbirinden değerli şahsiyetler yetiştirmişlerdir.
Zahiri ilimlerin temellerini atma şerefi müslümanlara nasip olmuştur.
Hazret-i Allah’ın lütfettiği iman nuru ile müslümanlar, Avrupalı devletler cehaletler içinde yüzerken cihanın dört bir yanına medeniyet bayraklarını gururla dikmişlerdir. Bir yandan İslâm nurunu etraflarına yaymakta, öbür taraftan yeni ve bilinmeyen birçok ilmin temellerini atmakta, eski ilimlerde de büyük ilerlemeler kaydetmekteydiler.
Müslümanlar eski medeniyetlerin bilgilerinden de istifade etmişler, bu bilgileri İslâm süzgecinden geçirerek faydalı olanları almışlar, İslâm ile bütünleşmeyen hiçbir bilgiyi kabul etmemişler ve değer vermemişlerdir. Ancak asıl büyük hizmetleri yepyeni keşif, icat ve çalışmalarla ilim dünyasına kazandırdıklarıdır. Ayrıca deney ve gözlem metodunu ilk olarak müslümanlar kullanmışlardır. İlme verilen ehemmiyet nedeniyle ilim adamları birden çok ilim dalında ihtisas sahibi oluyorlardı.
Müslümanlar ilimde öyle büyük gelişmeler kaydedip, öyle mesafe almışlardı ki, günümüzde batılılar ‘Bugün istifade ettiğimiz şeylerin hiçbirini hıristiyanlara da, kiliseye de borçlu değiliz’ demişler, metamatik, fizik, astronomi, kimya gibi birçok ilmin temellerinin müslümanlar tarafından atıldığını söylemek zorunda kalmışlardır.
İşte ilim tarihine isimlerini altın harflerle kazımış müslüman ilim adamlarından bazi misaller:
Günümüzden 1000 küsur sene evvel yaşamış İslâm’ın en büyük âlimlerinden biri sayılan Beyrûnî, batılı ilim adamları dünyanın yuvarlaklığını savunmalarına karşılık mahkemelere çıkartılıp zorla fikirlerinden döndürülüp, bazıları diri diri yakılıyorken onlardan 600 küsur sene önce dünyanın yuvarlaklığını ve döndüğünü savunuyordu. Trigonometri’yi ayrı bir ilim haline getirmiştir. Dünyanın çapını ve çevresini ölçmeyi başarmıştır. Yerçekiminden ilk olarak bahseden yine odur. Şu sözü bir âlimde bulunması gereken hassaları özleştirip önümüze koyuyor:
“Anlattıklarım arasında gerçek dışı olanlar varsa Allah’a tevbe ederim. Râzı olacağı şeylere sarılmak hususunda da, Allah’tan yardım dilerim. Bâtıl olan şeyleri öğrenip onlardan korunmak için de Allah’tan doğru yola götürmesini isterim. İyilik O’nun elindedir.”
Cabir bin Hayyan, modern kimyanın babası sayılır. Bundan 1200 yıl önce atom bombası fikrini ortaya atmıştır. “Atom parçalanabilir. Parçalanınca da öylesine bir güç meydana gelir ki, Bağdat’ın altını üstüne getirebilir. Bu, Allah’ın kudret nişanıdır.” demiştir.
Fârâbî, havanın titreşimlerinden ibaret olan sesin fizikî ilk açıklamasını yapmıştır.
Cezeri, günümüzden 9 asır önce su ve basınç gücünden faydalanarak otomatik saatler, robotlar icat etmiştir. Dolayısıyla sibernetiğin ilk kurucularından sayılır.
Akşemseddin Hazretleri, hastalıkların mikroplardan meydana geldiğini ispat eden Pasteur’dan 400 sene önce mikroplardan söz etmiştir.
Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri İstanbul kuşatması esnasında Galata Kulesi önündeki düşman donanmasını vurmak istiyordu. Bu ise topların Beyoğlu sırtlarından ateşlenmesi ile mümkün olabilirdi. Ancak bunun neticesinde Galatalıların evleri yıkılabilirdi. Halbuki Osmanlılar ile Galatalılar arasında bir dostluk anlaşması vardı. Bunun neticesinde Fatih Hazretleri, ince hesap ve düzenlemeler neticesinde gülle aşırabilen toplar yapmayı plânladı. Plânını bizzat kendisi çizdi. Böylece büyük bir kumandan olmasının yanında tarihe havan topunu icad eden bir ilim adamı olarak da geçti.
İbn-i Haldun, sosyolojinin kurucusu sayılır. Zamanına gelinceye kadar hikâye gözüyle bakılan tarihi bir ilim haline getirmiştir.
İbn-i Heysem, optik ilmin kurucusudur. Görme olayının gözden çıkan ışınlarla değil, dışarıdan gelen ışınlar yoluyla olduğunu ispat etti. Gözlüğü ilk defa keşfetme şerefi ona aittir.
Tıpta bir deha olan İbn-i Sina’nın eserleri Avrupa üniversitelerinde 600 sene temel kitap olarak okutulmuştur.
Gıyasüddin Cemşid, ondalık sistemi kullanan ilk matematikçi olmuştur.
Ayrıca Ali Kuşçu, Battânî, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Ömer Hayyam, Uluğ Bey ve daha ismini zikredemediğimiz birçok alimler birbirinden kıymetli eserler vermişler, kendilerinden yüzyıllarca sonra yaşayan insanlara dahi ışık tutmuşlardır.
Buna en büyük âmil ise kendilerine Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerin nur ışığı altında yön vermeleri, ilmi kuru bir bilgi yığını olmaktan çıkarmaları olmuştur.
17. yüzyıla gelinceye kadar ilim cihetinde kendini gösteren muhteşem yükseliş, artık yerini gerileme ve düşüşe teslim ediyordu. Buna pek çok sebepler saymak mümkün.
Birinci ve en önemli sebep İslâm’ın özünün bırakılıp kabuğuna ve görünüşüne bağlanılmasıydı.
Ayrıca medeni hayattaki gerileme ve ekonomik çöküntü beraberinde ilim hayatındaki gerilemeyi de getirmişti. Medreselerin düzeni bozuldu, ehil olmayanlara makam ve rütbe verildi, torpil ve rüşvet içeri girdi. İdari sistemdeki çatlaklar ilme de yansıdı.
Resulullah (s.a.v) Efendimiz’in:
“İlme, öğrenip yaşayarak sahip çıkın. Onu sadece nakledenler olmayın.” (C. Sağir)
Hadis-i şerif’i mucibince hareket edilmez oldu, taklitçilik başladı, keşfedici ve yenilikçi olan ruh kaybedildi.
Bu gerileme günümüze kadar bu şekilde geldi.
Geçmişte yaşananlar bizlere numune olmalıdır. Önümüzde asr-iı saadet gibi bir model vardır. Bunu örnek alan müslümanlar Hazret-i Allah’ın emir ve nehiylerine bağlı kaldıkça yükselmişler, şeref ve itibara kavuşmuşlardır.
İlim ancak Allah adına okunmalıdır. Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alâk: 1)
Zamanımızda ise öğreten de, öğrenen de para derdinde. Halbuki büyük imam Ahmed bin Hanbel Hazretleri bakın ne diyor:
“Öğrettiği ilme karşılık dünyalık alandan ilim öğrenmeyiniz.”
Eğitim sistemimiz gençlere ezbercilikten ve doldur boşalttan öte bir şey sağlamıyor. Herkes geçim kaygısıyla üniversiteye kapak atmak derdinde. Bir gence ne olmak istiyorsun diye sorsanız, ya işletmeci, ya doktor, ya da mühendis diyecektir. Halbuki birçoğu olmak istediğinden değil, mecbur olduğundan dolayı bu potaya girmiştir, gerçekte bu mesleklerin işlevlerinden haberi bile yoktur.
Gençlerimizin şuurlanması, dini, ahlâki ve fikri olarak en iyi şekilde yetiştirilmesi için eğitim sistemimiz ezbercilikten ayıklanmalı, faydasız ilimler atılmalı, okumayı sevdirici ve özendirici tedbirler alınmalıdır. Öğrenciler kabiliyet ve kapasitelerine göre yönlendirilmelidir. Fen ve teknik ilerlemeleri takip etmek için yurtdışında okumalarına imkân tanımalı ve buna destek olunmalıdır.
Batının teknolojik gelişme ve icatları alınmalı, ancak bunu inanç, örf ve âdetlerimize sahip çıkarak gerçekleştirmelidir. Buna en güzel örnek Japonya’dır.
İlmin temellerini atmış, batılılara hocalık yapmış, asırlara damgalarını vurmuş olan ilim adamlarımızı tanımak, onların açtığı çığırdan yürümek, dinine, vatanına ve tarihine sahip çıkan bir nesil olmak günümüz müslümanlarının ortak ülküsü olmalıdır. “Alem aya biz yaya” tabusunu ancak bu şekilde yıkabiliriz. Çünkü müslüman asla gerici veya yobaz değil, daima ilerici ve mükemmelliyetçidir.
Cenâb-iı Hakk azmimizi ve gayretimizi rızâsında artırsın, hoşnut olacağı işleri yapmamızı ihsan ve ikram buyursun. Âmin.
“Resulüm! De ki: Rabbim ilmimi artır.” (Tâ-Hâ: 114)