“Davut” İbranice’de “En çok sevilen kişi... Göz bebeği...” manâlarına gelir.
İnsanların en sabırlısı, en mütevâzisi, temiz kalpli ve güzel huylusu, anlayışlısı, öfkesini en çok yeneni idi.
Davut Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’nın kendisine vermiş olduğu lütuf ve imtiyaz sayesinde öyle bir dereceye yükselmişti ki, Âyet-i kerime’de:
“Andolsun ki Davut’a kendi katımızdan bir üstünlük verdik.” buyuruluyor. (Sebe: 10)
Bir kul için bu ne büyük bir mazhariyettir!
Allah-u Teâlâ Ayet-i kerime’lerinde bu sevgili kuluna ikram ve ihsan buyurduğu fazilet ve meziyetlerini haber vermektedir.
Kendilerine mahsus bir hayat ile yaratılan o cesim dağlar, diğer insanların anlayamayacağı, kendilerine has bir dille Davut Aleyhisselâm’la birlikte Allah-u Teâlâ’yı zikrediyorlardı.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Biz dağları onun emrine vermiştik. Sabah akşam onunla beraber tesbih ederlerdi.” (Sad: 18)
Davut Aleyhisselâm’ın tesbihi onların tesbihine sebep olurdu. O nerede bulunur, tesbihle meşgul olursa; onlar da ona uyarak tesbihe devam ederlerdi. Ve Davut Aleyhisselâm onların seslerini işitir, kendisiyle beraber tesbih ettiklerini anlardı.
Cemâdattan yalnız dağlar değil, birçok taşlar ve ağaçlar da onun emrine verilmişti. Bütün bu harikulâde haller, onun için bir mucizedir.
Bu Âyet-i kerime’de ibadetle değerlendirilen zamanlar için bir vaktin tahsis edilmesine işaret edilmiştir.
Şerefleri sebebiyle bu iki vakit hususiyetle belirtilmiş ve tahsise layık görülmüşlerdir. Bunun içindir ki o vakitlerde ibadet yapmaya daha çok önem vermek icabeder. Çünkü zaman ve mekânların, yapılan ibadetlerin fazilet ve meziyetine tesiri vardır.
Davut Aleyhisselâm’a fevkalâde güzel bir ses verilmişti. Sesi hem çok güzel, hem de çok gür idi. Allah-u Teâlâ’yı tesbih etmeye başladığı zaman, etrafında olan dağlarla beraber, o havalide bulunan kuşlar da halka olarak onunla birlikte tesbih ve tehlile devam ederlerdi.
Âyet-i kerime’de:
“Kuşlari da toplu halde ona boyun eğdirdik. Her biri ona yönelmekteydi.” buyuruluyor. (Sad: 19)
Güzel sesler, güzel nağmeler, kuşları dahi başına toplayan bir mucizesi olmuştur.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Davut’a dağları ve kuşları musahhar kıldık, onunla beraber tesbihte bulunurlardı.
Bunları yapan bizdik.” (Enbiyâ: 79)
Davut Aleyhisselâm Zebur’u okurken de uçmakta olan kuşlar en yakin yere konar, onu dinler, onunla beraber kulakların duymadığı bir sesle Zebur’u tekrar ederlerdi.
Dağların ve kuşların Davut Aleyhisselâm’a yönelişi ve onunla birlikte tesbih edişleri şu ilâhi emir icabı idi:
“Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin!” (Sebe: 10)
Bu emr-i ilâhi’yi alan dağlar ve kuşlar Davut Aleyhisselâm’ın zikrine iştirak etmişlerdir.
Kur’an-ı kerim’de birçok Âyet-i kerime’lerde; yerdeki ve gökteki, canlı cansız her şeyin Allah-u Teâlâ’yı tesbih ettiği haber verilmektedir.
“Yedi gök ve yer, bir de bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ve tenzih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O’nu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O halim olandır, çok bağışlayandır.” (İsrâ: 44)
Varlıklar, akıl sahibi olanlar ve akıldan mahrum olanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Akıl taşıyan varlıklar söz ve dil ile, akıldan mahrum bulunan şeyler de rivayete nazaran yalnız hal diliyle Allah-u Teâlâ’nın vahdaniyet ve samedâniyetini, her türlü kusur ve noksandan münezzeh oluşunu ikrar ve itiraf etmektedir.
Âyet-i kerime’de beyan buyurulduğu üzere, çoğumuz onların tesbihlerini anlayamayız. Şu kadar var ki, Allah-u Teâlâ enbiyâ kullarına ihsan ettiği gibi, bazı evliya ve havas kullarına da bunun gibi harikulâde haller ihsan eder.
Davut Aleyhisselâm sesinin güzelliği yanında süratli okuyuşu ile de temayüz etmişti.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Davut Aleyhisselâm’a kıraat kolaylaştırılmıştı. O bineğinin hazırlanmasını emreder, bineği hazırlanmadan önce Zebur’u okurdu.
O yalnız kendi el emeğinin kazancından yerdi.” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 1393)
Güzel sesli kimselere bugün bile halk arasında “Davudî” sesli denilmektedir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün Ebu Musa El-eş’arî -radiyallahu anh-ı Kur’an-ı kerim okurken görmüştü. Güzel sesi ve güzel okuyuşu hoşuna gitti, durup dinledi, bitince buyurdu ki:
“Ey Ebu Musa! Sana Dâvut’un mezamirinden bir mizmar (hançere) verilmiştir.” (Buharî)
Demir, Allah-u Teâlâ’nın insanlığın istifadesine sunduğu nimetlerden birisidir.
Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Biz demiri de indirdik. Onda çetin bir sertlik ve insanlar için faydalar vardır.” (Hadid: 25)
Demiri bol bol yaratmış, varlığını haber vermiş, kullanılmasını öğretmiştir. İğneden ipliğe kadar hiçbir sanat yoktur ki, onda demirin hizmet ve katkısı bulunmasın. Bugünkü medeniyet demir üzerine kurulmuştur.
Demir madeni Davut Aleyhisselâm’ın parmakları arasında, ateşe sokulmaksızın, çekiçle vurulmaksızın balmumu gibi olur, ona istediği biçimi verir, kumaş dokur gibi dokurdu.
Âyet-i kerime’de:
“Ona demiri yumuşattık.” buyuruluyor. (Sebe: 10)
Onun için demiri yumuşatan Allah-u Teâlâ, ona zırh yapma sanatını da ögretmişti.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise:
“Ona, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını öğrettik.” buyuruluyor. (Enbiyâ: 80)
Geminin esası Nuh Aleyhisselâm’ın mucizesi oluduğu gibi, zırh da Davut Aleyhisselâm’ın mucizesidir. Zırh yapanların ilki o olduğu gibi, giyenlerin de ilki odur.
Aynı zamanda bir hükümdar olan Davut Aleyhisselâm; bu sanat ile hem halkına hizmette bulunuyor, hem de yaptığı zırhları satarak maişetini temin ediyor, evini geçindiriyor, kimseye yük olmak istemiyordu. Diğer taraftan da kendi kazancından yoksullara tasadduk ediyordu.
Allah-u Teâlâ Davut Aleyhisselâm’a yapacağı zırhların bol olmasını, giyen kimsenin her tarafını kaplayacak şekilde olmasını emir buyurmuştu.
“Uzunca genişçe zırhlar yap! Dokumasını sağlam tut!” (Sebe: 11)
Davut Aleyhisselâm zırhların halkalarını nizamlı ve intizamlı, ölçülü bir şekilde birbirine geçirmiş, insan bedenine uygun, rahat hareket etmesini sağlayacak bir kıvamda, ne ağır, ne de pek hafif zırhlar imal etmiştir.
Allah-u Teâlâ Davut kuluna böyle zırhlar yapmasını öğretmekle beşeriyete ihsanda bulunmuş:
“Artık şükredecek misiniz?” (Enbiyâ: 80)
Âyet-i kerime’si ile bu nimete şükredilmesini emir buyurmuştur.
Zırhın şükür gerektiren bir nimet olduğunu Kur’an-ı kerim’de beyan etmesi, gelecek kuşaklara da bu sanatın yadigâr kaldığını göstermektedir.
Allah-u Teâlâ bu sanatı övmüştür. Çünkü mükerrem olarak yaratılan insanı ölümden korumaktadır. Onun içindir ki zırh gibi koruyucu silâhlar yapan, kılıç gibi saldırı silahları yapanlardan daha hayırlıdır.
O zamandaki savaşlar kılıç, kargı ve oklarla yapılıyordu. Bunun içindir ki korunmak için en mühim âlet zırh idi. Günümüzde ise en modern öldürücü silahların icadından sonra, savunmada kullanılan âletlerin önemini artırmıştır. Binaenaleyh bu gibi korunma vasıtalarını yapmak daha çok faydalıdır.
Allah-u Teâlâ kullarının yalnızca zırh ve buna mümasil âletler yapmalarını değil, her işlerini, her yaptıklarını murakabe etmektedir.
Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Sâlih ameller işleyin!
Çünkü ben sizin yaptıklarınızı görmekteyim.” (Sebe: 11)
Peygamberlikle beraber Allah-u Teâlâ Davut Aleyhisselâm’a hükümdarlık da vermişti. Hükümdar bir peygamber olarak insanları Allah’ı bir tanımaya ve O’na kulluk etmeye dâvet etti.
Âyet-i kerime’sinde:
“Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiştik.
Ona hikmet ve güzel konuşma, anlatma üstünlüğü vermiştik.” buyuruyor. (Sad: 20)
Allah-u Teâlâ ona bir heybet vermiş, yardımı ile desteklemiştir. Büyük ordulara kumanda etmek gibi payelerle güçlendirmiştir. Hiçbir şiddet karşısında gevşememiş, emr-i ilâhî ile icraatlarını yürütmüştür.
Davut Aleyhisselâm çok fasih ve beliğ konuşurdu.
Dinleyen kimseler konuştuğu her sözü açıkça anlarlardı.
Hüküm verdiğinde açıkça hüküm verir, doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırdetmek suretiyle hasımların arasını tam bir isabetle halledip neticeye bağlardı.