Okul çağına gelmiş ve ilkokula başlayan çocukların severek söyledikleri cümle "Ben artık okula gidiyorum."dur.
Bu çağ; çocuğun aile yuvasından çıkıp, diş dünyaya açıldığı, toplumsal çevreye iyice karıştığı çağdır. İlkokul yıllarını içine alan bu dönem, erginliğin ilk belirtilerinin başladığı 12. yaşta son bulur.
Ruhsal gelişmesi yolunda giden bir okul çocuğunda cinsel kimlik iyice belirmiştir. Kızlar kız özelliklerini, erkekler de erkek özelliklerini, ana-baba ile özdeşim sonucu kazanmışlardır.
Bu çağda çocuk oyun çocuğu gibi canlı ve hareketlidir, kabına sığmaz. Sürekli olarak bir işle uğraşır. Kız ve erkek çocuklar kendi aralarında kümeleşerek oynarlar. Erkek çocuklar takımlı oyunlara yönelir. Bu çocuklar durmadan bir şey öğrenmek, yeni bir şey denemek, beceri kazanmak, üstünlük göstermek isterler. Övünmeye bayılırlar. Yaşıtlarıyla hem arkadaşlık kurmak isteği vardır, hem de onların arasında bir beceri ve yetenek üstünlüğü ile sivrilmek çabasındadırlar. Erkekler kızları çıtkırıldım, şımarık ve sulu gözlü bulurlar!...
İlkokulun 2. ve 3. sınıfında bir erkek öğrenci, bir kızla yan yana oturmak istemez, erkeklik onuru incinir. (İstisnalar kaideyi bozmaz.) Bu yaşlarda “Ali Ayşe’yi seviyor!” gibi bir şaka çocuğu kızdırır ve ağlatır. Öğretmene kadar götürülür bu sorun. Aynı duyarlılık kızlarda da vardır. Onlar da oğlanları kaba, pis, terbiyesiz olarak görür, kendi aralarına almazlar. Oğlanlar birlikte olup kızları kızdırmaktan, çantalarını düşürmekten, eşyalarını kapıp kaçmaktan hoşlanırlar.
Hazret-i Allah erkek ve kadın cinsini ayrı ayrı hususiyetlerde yaratmış ve onların bu hususiyetlerine göre ilahi hükümler tanzim etmiştir.
Çocukların cinsiyetine göre farklı duygu ve eğilimlere sahip olması fıtratları gereğidir.
Bu eğilim ve fıtri yapı gereği belli bir yaştan sonra kız ve erkeklerin ayrı ortamlarda eğitilmeleri daha mükemmel neticeler alınabilmesi için elzemdir. Bunun mümkün olmadığı günümüz okullarında çocuk psikolojisi üzerinde de yeterli bir çalışma yapılamamaktadır. Bu açığı anne-babalar evlerinde verecekleri eğitimle telafi etmeye çalışmalıdır.
Okula başlayış, ailenin hayatında çocuğun konuşması ve yürümesi gibi önemli bir aşamadır. Ana babalar için çocuklarını ak yakası, yerine göre kara veya mavi önlüğü içinde, elde veya sırtında çanta okula giderken görmek yeni ve duygulandırıcı bir olaydır.
Okula başlama, çocuk yönünden belli bir ruhsal olgunluğa ulaşmış olmayı gerektirir. Zihin yetenekleri bakımından, çocuğun yaşına uygun bir öğrenme ve kavrayış düzeyine varması ilk koşuldur. Çocuk altı yaşını bitirdiği halde, öğrenim için yeterli zekâ düzeyine varmamış olabilir. Zekâsı yeterli olan bir çocuk da ruhsal bakımdan evden kopabilme olgunluğunu göstermeyebilir. Böyle çocuklar için okula gidiş öyle mutlu bir olay değildir. Özellikle oyun ve arkadaşlıktan uzak tutulmuş, dışarı çıkarılmamış çocuklar için evden ayrılış ürkütücüdür. Okulların açıldığı ilk günlerde, her sınıfta birkaç anneyi, sıralarda çocuklarıyla birlikte otururken görmek olağandır. Kimi çocuk ise sabahları başlayan karın ağrıları, baş ağrıları ile dolaylı yoldan okula gitme isteksizliğini açığa vurur. Okula korkuyla giden ve hep evi düşünen bir çocuğun, kendini okuma ve öğrenmeye vermesi kolay olmaz. Ayrıca yaşıtları içerisine karışması, birlikte oynaması ve arkadaşlık kurması güç olur.
Okul bir bakıma evde kazanılan eğitimin sınandığı yerdir. Çocuğun okula uyumu ve başarısı, ana babanın yetiştirmedeki başarısının bir ölçüsüdür.
Ancak okula başlamakla, ana babanın eğitici görevini tümden öğretmene aktardığını düşünmek yanlıştır. Mânevi eğitimin yapılmadığı günümüz okullarında ise genel anlamda eğitim evde ve okulda ortaklaşa yürütülmelidir.
“Ben artık okula gidiyorum.” diyen tüm öğrencilerimizin yar ve yardımcısının Hazret-i Allah (c.c) olması ümidi ile...