Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
GÜNDEM - Türkiye “Kur’an”sız Bırakılmak İsteniyor - Ömer Öngüt
Türkiye “Kur’an”sız Bırakılmak İsteniyor
GÜNDEM
Uğur Kara
1 Eylül 2000

 

Türkiye “Kur’an”sız Bırakılmak İsteniyor

 

Türkiye’ye karşı ve hatta Anadolu’daki varlığımıza karşı Hıristiyan Batı’nın hazımsızlığı maalesef devam etmektedir.

Özellikle Hıristiyan din adamlarınca beslenen Türk düşmanlığı Batılıların bilinç altına yerleşen bir paranoya gibidir.

Bu hazımsızlığın bir neticesi olarak ülkemize, dinimize, vatan bütünlüğümüze, aile değerlerimize karşı dışardan ve içerideki işbirlikçileri tarafından çok büyük bir soğuk savaş yürütülmektedir.

 

Batı'nın Türk ve İslam Paranoyası:

Bilindiği gibi Yunanistan'da “Türk tehlikesi” iç ve dış politikanın en önemli konusudur. Komşumuzun gerçeklikten uzak bu politikasına yıllar yılı Avrupa ülkeleri göz yummuşlardır.

Güçlü Avrupa’nın önyargı, tereddüt ve ihtiyatı, zayıf Yunanistan’da korku ve çığırtkanlığa dönüşmüş gibidir.

Avrupa'nın Osmanlı ve İslam dünyası nezdindeki galibiyeti, teknolojik ve ekonomik farkın büyük bir üstünlükle Avrupa lehine olması, Türkiye'nin yüzyıllarca haklarının savunuculuğunu yaptığı müslüman ülkelere sırtını dönmesi, bütün dünyayı tehdit eden komunizm tehlikesi karşısındaki Batı-Türkiye ittifakı bile bu önyargıların sükut bulması için yeterli olamamıştır.

Bunun tarihten gelen sebepleri vardır.

Türkler yaklaşık 1000 yıldır İslâm’la yoğuruldukları gibi, Selçuklu ve Osmanlı ile devam eden 1000 yıllık İslâm tarihi de büyük oranda atalarımızın gayretleri ile şekillenmiştir. Bir zamanlar Suriye’yi, Filistin’i kaybetmemek için büyük mücadeleler veren Bizans, İstanbul’un fethi ile tarih sahnesinden silinmiş, Orta Avrupa bizim topraklarımızın bir parçası haline gelmişti.

Bu azametli ve şanli tarihin bir neticesidir ki, Müslüman ve Türk kelimeleri Balkanlar’da ve Avrupa ülkelerinde aynı manayı ifade etmek için kullanılır hale gelmiştir. (Nitekim Sırplar Boşnaklara müslümanlıklarını ifade etmek için Türk demektedir.)

Bu büyük tarihin bir neticesi olarak yüzyıllardır Batı ülkeleri ile birçok sıcak savaşlar yaşadık.

İdaresi altındaki tebaaya uyguladığı adaleti, halkın yaşayışını kolaylaştıran, huzurunu artıran medeniyet ve hizmet anlayışı ile psikolojik, sosyolojik ve kültürel üstünlüğü uzun yıllar elinde bulunduran atalarımız, birçok milletin İslam'la müşerref olmasına sebep oldukları gibi Avrupa'da silinmesi mümkün olmayan izler bırakmış ve hatta ortaçağ karanlığındaki Avrupa'nın bugünkü medeniyetine ulaşmasına katkıda bulunmuştur.

Bu sebeple milletimiz Batı ülkelerinin ve hıristiyan din adamlarının haksız kinlerine hedef olmuştur.

1987 yılında Amerika'da yayınlanan bir kitapta (Contemporary Jewish Religious Thought) İslâm adı ile yayınlanan makalede İslam dinine karşı sürdürülen bilgisizce bir düşmanlığın anlaşılabilir psiko-sosyolojik bir yanının olduğu söylenerek şu değerlendirmeler yapılmıştır:

"20. yüzyılda, Sovyetler Birliği'nde Komünizmin doğuşuna kadar, Hıristiyan Batı'ya karşı hiçbir politika, hiçbir ideoloji İslam kadar meydan okumamıştır."

"İslam, 7. Yüzyılda imparatorluğunu kurmaya başladığı zaman, Avrupa geri kalmış bir kıtadır. İslam'ın kısa sürede Hıristiyanlığın orta doğudaki dünyasının büyük bir kısmını silip süpürmesi, Roma kilisesi açısından son derece önem taşıyan kuzey Afrika üzerinden bir sel gibi geçmiş olması, Hıristiyan Batı'da büyük bir korku yaratmıştı.

Müslümanların bu parlak zaferini varlıkları için bir tehdit olarak gören Avrupalılar şaşkınlık içerisinde, acaba Tanrı Hıristiyanları terk edip inayetini, kafirler anlamına gelen 'the infidels' dedikleri, müslümanların lehine mi lütfetmiştir diye birbirlerine sorular yöneltiyorlardı. Avrupa nihayet gerilikten sıyrılarak kendi uygarlığını kurmaya başladığı zaman bile, İslam'a karşı olan eski düşmanlığından kurtulamamıştır.

Zira güçlü ve dinamik bir inanç ve kültürün temsilcisi olan İslam üzerinde her hangi bir etki yapamayan Avrupa'nın "The Crusading Project" dediği 11. 12. 13. Yüzyıllarda Müslümanlara karşı uygulamaya koyduğu Haçlı Projesi de başarısız kalmış ve daha sonra da Osmanlı Türkleri, İslam'ı birkaç kez Avrupa'nın kapısına kadar götürmüşlerdi."

"Bu korku, Hıristiyan batının İslam dini ve müslümanlar hakkında rasyonel ve objektif olmalarını imkansız kılmıştır."

Atalarımız adaletin, kadirşinaslığın, güzel ahlakın her türlüsünü Avrupa’ya götürmüşler, tebaası altında bulunan bütün halkların büyük teveccühünü kazanmışlardı.

Ancak bu durum özellikle Hıristiyan papazların ve kiliselerin Müslüman Türklere kin beslemesine sebep olmuştur. Zira İslamiyet kilisenin halk üzerindeki tahakkümünün ve sömürüsünün önündeki en büyük engel haline gelmiştir. Dolayısı ile kendi kinlerine halklarını alet eden hıristiyan din adamları yüzyıllar boyunca olduğu gibi günümüzde de haksızca bir İslam düşmanlığına kaynaklık etmiş, İslam ve Türk düşmanlığının bir inanç düsturu haline gelmesine sebep olmuşlardır. Ve hatta müslümanların çoluk çocuk katledilmeleri için fetva verirken tüyleri dahi titrememiştir.

İnsan hakları savunuculuğunu kimseye bırakmayan Batı ülkelerinin tarihi özellikle müslümanlara karşı yapılan akıl almaz soykırım sahneleri ile doludur.

 

Tarihten Günümüze Haçlı Katliamları:

Müslüman din adamları Islam hükümdarlarını her zaman adalete, sivil halka merhametle muameleye teşvik etmiş iken, Hıristiyan Batı'daki din adamlarında bunun tam tersi öğreti ve teşviklerle karşılaşılmaktadır.

Hicrî 170. Yıla gelinceye kadar (Miladi 790. Yıllar) İslam orduları 7 sefer İstanbul'u kuşatmış, Bizansla yapılan çeşitli anlaşmalar akabinde nüfusu 20 bine yaklaşan bir müslüman topluluğu İstanbul'da ikamet eder hale gelmişti. Bizans kralı 5. İlya'nın topladığı konseyin din adamlarının da teşvikiyle bu müslümanların yokedilmesi kararı almasının akabinde kadın, çocuk bütün müslümanlar kılıçtan geçirilmişti. Bugün Karaköy'deki Arap Camii o günkü müslümanlar zamanında yapılmıştı.

Papa ll. Urban'in gönderdiği 100 bin kişilik Haçlı Ordusu 1099 yılında Kudüs'e vardığında üç gün içinde 30 bin müslümanı katletmiş ve bu arada Mescid-i Aksa'ya sığınan çocuk, kadın ve yaşlı 10 bin müslümanı da kılıçtan geçirmişti. Kudüs sokaklarında günlerce kandan dereler akmıştı.

Papa V. Clement (1305-1314) Müslümanların, Hıristiyan toprakları üzerinde bulunmalarının Tanrıya hakaret olduğunu ileri sürerek tamamının tenkilini (katledilmesini) istemiştir.

Hakeza 14. Yüzyılın sonlarına doğru yine Endülüs'te (Bugünkü İspanya) çok büyük bir müslüman kıyımı yaşanmıştı.

Bütün bunlara rağmen Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed Han'ın İstanbul'u fethettiği zaman adalet, hak ve hukuk ile yaptıklarını herkes biliyor. Bizim tarihimizde elhamdülillah böyle kara lekeler yok.

Osmanlı'nın son zamanlarında kötü durumunu fırsat bilerek yıllardır ekmeğini yedikleri ülkeye ihanet ederek utanmadan katliam yapan Ermenilere sürgün cezası vermiştik. Bu tarihi gerçeği çarpıtarak ülkemiz aleyhine kullanmaya çalışan Hıristiyan Batı'nın bu yüzsüz hareketi bozuk siciliyle gayet güzel örtüşmektedir.

Kanlı savaşların yaşandığı eski tarihler bütün bu gerçekleri kaydetmiş iken, 20. Yüzyılda benzer hadiselerle karşılaşılmasını Haçlı zihniyetinden başka bir şeyle izah etmenin imkanı var mıdır?

Yillar yili Sırplara göz yuman Batı’nın günümüz katliamlarında hissesi olmadığını kim iddia edebilir?

Washington Post'un yazarlarından Richard Cohen, 15 Aralık 1992 tarihinde Bosna'nın Sırplar tarafından işgal edilen kesiminde görüştüğünü söylediği sözde Sırp savunma bakanı Bugdan Supotic'ten şunları nakletmişti: "Avrupa'nın kalbinde bir İslam Cumhuriyetinin kurulmasına bu ülkelerin müsaade etmeyeceklerine eminim. Aslında biz bu yaptıklarımızla Avrupa'ya yardımcı oluyoruz."

Sırpların, Hıristiyan Avrupa'nın yeniden Müslümanların kuşatması altında olduğuna inandıklarını kaydeden Cohen, önceden bu görüşleri ciddiye almadığını ancak, aynı şeyleri defalarca başkalarından da dinledikten sonra bunların gerçekten bu fikirlere kani olduklarını belirtiyor.

Aynı gazetecinin, Manjaca yakınlarındaki toplama kamplarından birinin komutanı olan Bozidar Ppovic'e atfen anlattığı efsane de bu açıdan oldukça ilginçtir.

"Adı geçen komutan, güya kamptaki Müslümanların gerçek niyetlerini ortaya koyan bir plan ele geçirmiş ve bu plana göre, kampta bulunanlardan Vezir olma ve Sırp kadınlarını Haremine alma amacında olanların bulunduklarını tespit etmiş" diyor ve 'Vezir' deyiminin Osmanlılarda kullanılan bürokratik bir terim olduğuna dikkati çekiyor.

ABD'nin eski başkanlarından Richard Nixon ise Bosna-Hersek faciasının batının Müslümanlara karşı uyguladıkları yanlış bir politikadan kaynaklandığını ifade ederek bu yanlışlığı vurgulamak amacı ile "Sözkonusu bölgedeki insanların çoğunluğu, Müslüman değil de Yahudi, Hıristiyan olsalardı durum böyle olmayacaktı." demiştir.

Görüldüğü gibi kendileri bile tarihi zihniyetlerini itiraf etmektedirler.

Maalesef bu zihniyet Komünizmin yıkılmasından sonra ilan edilen yeni dünya düzeninin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Bu nokta ülkemiz açısından büyük önem taşıyan geniş bir tahlili gerektirmektedir.

Zira Türkiye İslam mirasının en büyük varisidir. Biz bu mirası inkar etmek için her yolu denesek dahi, din değiştirmemiş olan Türkler potansiyel bir tehlike olarak gözetim altında bulundurulacak, hatta özüne dönüşün engellenmesi için her yol denenecektir.

 

Yeni Dünya Düzeni:

Hıristiyan Batı Ortaçağ bağnazlığından bir nebze olsun sıyrılmasına rağmen İslam ve müslümanlar hakkındaki önyargısından kurtulabilmiş değildir.

Amerikan Forign Policy isimli dergide 1993 yılında "Islam and the West" başlığı altında bir makalesi yayınlanan Paris'te bir araştırma kurumunun direktörü, siyasi araştırmalar enstitüsünde uluslararası ilişkiler profesörü, Ghessan Saleme, sözkonusu yazısının ilk paragrafında "Soğuk savaş bitti. Batılı stratejistler, batı için yeni bir düşman tanımladı. Bu düşman İslam'dır." diyor.

NATO'nun eski genel sekreteri Willy Claes de İslam fundamantalistleri diye nitelediği grupları “Komünizmden sonra NATO'ya yöneltilmiş yeni tehditler" biçiminde nitelemiştir.

 

AB Nezdinde Türkiye:

Türkiye’nin AB üyeliği serüveninde de yukarıdaki tesbitlerin izini bulmak hiç de zor değildir.

24 Ağustos 1991 tarihli The Economist'de, Türkiye ile ilgili olarak yayınlanan bir makalede, Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri konusunda, Avrupalılar tarafından ileri sürülen Kıbrıs sorunu, Türk demokrasisi, insan hakları gibi meselelerin, aslında birer bahane olduğu, asıl engelin, Türkiye'nin Müslüman olmasında yattığı ve fakat bunun açıkça teleffuz edilemediği kaydediliyor.

Serbest dolaşım yerine getirilen vize uygulamasına karşı yükselen bazı cılız tepkiler karşısında zamanın Ortak Pazar Daimi Delegesi Dole şöyle söylemişti: "Türkiye serbest dolaşım ve ardından da Avrupa Birliği'ne alınmasını istiyor. İyi güzel ama Türkiye hâlâ Müslüman. Halbuki Avrupa Topluluğu üyelerinin tamamı Hıristiyan."

Avrupa Parlamentosu Liberal grup üyesi Belçikalı Parlamenter Luc Bayer de Ryke 1986 yılında şöyle söylemişti: "Türkiye'nin AET üyeliği imkansızdır. İkiyüzlülük yapmaya gerek yok. AET bir Hıristiyan topluluğudur. Türkiye ise Müslüman bir ülkedir. Avrupa üyesi değildir. Müslüman bir ülkeye AET'de yer yok."

 

Türkiye “Kur’an”sız Bırakılmak İsteniyor:

Avrupa’nın Apo ve Fehriye gibi teröristlere uyguladığı muamelelerle tarihi gerçekler birleştirildiği zaman görülecektir ki, Türkiye kendisine hainlik yapanlarla dost olmaya çalışmaktadır.

Norveç refarandumla AB’ye girmeme yönünde karar alabiliyorken, Türkiye’de AB’ye girmek istemiyorum, bu milli menfaatlerimize aykırıdır demek bile çok zordur. Üstelik bütün Avrasya’daki siyasi hareketleri yönlendirebilecek potansiyele sahip Türkiye bağımsızlığından vazgeçme ve daha bir sürü taviz uğruna AB’ye girmeye çalışmaktadır.

Ülkemizdeki bu “AB tabusu”nun kaynakları iyi değerlendirilmelidir.

Fütursuzca Türkiye gündemini dalgalandıran, Türkiye’nin hızlı bir süreçle ahlaki değerlerinden soyutlanıp, aile değerlerimizin, ar ve namusumuzun yırtılıp atılmasında önemli vazife gören basın ve medya kimin hesabına çalışmaktadır. Bu cesareti kimden almaktadır?

Bütün bunlar Batı’nın öteden beri milletimizin elinden Kur’an’ı alma gayretlerinin birer uzantısıdır.

Kur’an yeniden yorumlanmalı diyen münafıklarla bunların abartılı çığırtanlığını yapan medyanın aynı merkeze hizmet ettiğini görmek çok mu zor?

 

İslâm Kimseye Uymaz Biz İslam’a Uymak Zorundayız:

20. yüzyılın sonunda Türkiye tarihi bir gerçekle karşı karşıya kaldı. Orta Asya’dan Orta Avrupa’ya, Uzak Doğu’dan Afrika içlerine kadar çok geniş bir coğrafya ile tarihi bağlarımız olduğunu, birçok ülkenin Türkiye’den medet beklediğini gördük.

Ve bu coğrafyada söz sahibi olabilmek için İslam kimliğimizi daha kuvvetli ortaya koymak lüzumu ile karşılaştık.

Türkiye Devleti İslam’ı kendine uydurmaya çalışıp bu güzel dini kullanmak hatasına düşerse ancak dışarıdan ve içeriden bizi kemirmeye çalışanların ekmeğine yağ sürmüş, daha kötüsü Hazret-i Allah’ın gadabını celbetmiş, cezasını haketmiş olur.

Samimi olarak Allah’a yönelenlere ise Hazret-i Allah yardım eder, ülkemize bereket verir. Biz farkına varmadan düşmanlarımızı bertaraf eder.

Nitekim atalarımız samimi birer müslüman olarak dinimize hizmet etmeye çalıştı. Hazret-i Allah da onların şan ve şöhretini bütün dünyaya yaydı.

Anadolu’daki varlığımızı perçinleyen Sultan Alparslan Şii Mısır Fatimi Devletinin elçilerine şöyle cevap vermişti:

“Bizler bid’at bilmeyen müslümanlarız. Allah bu yüzden Türk’ü aziz kıldı.”

Her türlü menhiyatın işlendiği, her türlü günahın neredeyse alenen yapıldığı, Kur’an’ı ortadan kaldırmak isteyen münafıkların desteklendiği bugünkü Türkiye haliyle “Zelil” bir duruma düçar oldu.

Allah’ım! Bizi bu zilletten kurtar. Amin.

“Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helak eder misin Allah’ım!” (A’raf: 155)


  Önceki Sonraki