Bu mektubunuz pek tatlı idi, pek tuhaf idi. Belki de en tuhaf idi. Vaktim müsait olmadığı halde bir iki satır yazmak mecburiyetinde kaldım. Şöyle ki:
Halinizi hiç beğenmeyip, Baştankara Hoca Efendi’nin ziyaretine gittiğiniz bir gün umulanın üstünde bir dostluk ve iyi davranışla karşılaşmanızın hayret verici bir durum olduğunu yazmıştınız. Evet bu gibi halleri ilk defa gören zât fevkalâde bir hayret ve utanma duygusuna kapılıyor, bir üzüntü ve ızdıraba düşüyor. Sebebini de kendisi asla tesbit ve teşhis edemiyor. İşte sizde görünen şu hali düşünüp tasvir edince çokça sevindim, güldüm ve hayır duâda bulundum. Cenâb-ı Hakk -celle ve alâ- Hazretlerinin, evvelâ iman, ikinci olarak akıl ve irfan, üçüncü olarak da bedenî güç ve mânevî kuvvetler gibi değeri her türlü takdirin çok üstünde bulunan ilâhi ve yüce nimetlerine mukabil gerekli teşekkürü ifâdan âciz hem de kusurlu olan bir insan; kendisini oldukça günahkâr, gayet hatalı, isyankâr ve pek suçlu görmedikçe “Aferin” alamaz. Cenâb-ı Hakk’ın vahdâniyet katında makbul bir kişi olamaz. Cenâb-ı Hakk’ın bütün varlığını bir emaneti olduğunu bilmedikçe Vâcibü’l-vücûd Hazretleri’ni birleyemez. Küçük şirklerden kurtulamaz. "Senin kendinde varlık görmen, diger hiçbir günahla ölçülemeyecek kadar büyük günahtır" buyurulmuştur.
Hazret-i Allah size hakiki iman ve hakiki tevhidi ihsan buyursun. Şeklî imandan büsbütün kurtarsın, âmin.