Eski ümmetlere ait bu tarihi kıssalardan ibret alınması icabeder.
Allah-u Teâlâ Tâlut ile Câlut’un yapmış oldukları bu savaşı Kuran-ı kerim’inde beyan buyurduğu gibi, bu kıssanın asla hilâf-ı hakikat olmadığını beyan etmek üzere şöyle buyurur:
“İşte bunlar Allah’ın âyetleri’dir. Biz onları sana hak olarak okuyoruz.” (Bakara: 252)
Muhammed Aleyhisselâm’ın bir kitaptan okumaksızın ve bir muallimden öğrenmeksizin, asırlar öncesi devirlerde geçen hadiseleri olduğu gibi haber vermesi, risaletine delâlet eden mucizelerden olduğuna işaret için Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinin nihayetinde şöyle buyuruyor:
“Resulüm! Şüphesiz ki sen de gönderilmiş peygamberlerdensin.” (Bakara: 252)
Önce hükümdarlık verilen Davut Aleyhisselâm’ı, kırk yaşlarına geldiğinde Allah-u Teâlâ peygamberlikle vazifelendirdi.
Âyet-i kerime’sinde:
“Daha önce de Nuh’u ve onun neslinden Davut’u ve Süleyman’ı hidayete kavuşturduk.” buyuruyor. (En’am: 84)
Kenan illerinden henüz İsrailoğullarının eline geçmemiş bulanan yerleri fethetti, Kudüs’ü merkez yaptı.
Dört büyük semâvî Kitap’tan birisi olan Zebur, Davut Aleyhisselâm’a indirilmiştir.
Âyet-i kerime’de:
“Davut’a da Zebur’u verdik.” buyuruluyor. (Nisâ: 163-İsrâ: 55)
Zebur kitabında öğütler, ibretler, dua ve zikirler vardı, dini hükümleri ihtiva etmiyordu. Bu sebepledir ki Davut Aleyhisselâm diğer İsrailoğulları peygamberleri gibi, Musa Aleyhisselâm’a indirilen Tevrat’ın ahkâmı ile amel etmiş, iş görmüştür.
Kur’an-ı kerim’de Zebur’un muhtevâsından sadece bir hususa işaret edilmektedir:
“Andolsun ki zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da yazdık ki:
Yeryüzüne ancak sâlih kullarım vâris olur!” (Enbiyâ: 105)
Allah-u Teâlâ sâlih kulları için yazıp takdir buyurduğu dünya saâdetini ve âhiret selâmetini, onların yeryüzüne vâris olacaklarını, bunun da mutlaka meydana geleceğini haber vermektedir.
Nitekim bir sonraki Âyet-i kerime’de yeryüzüne salih kulların hakim olmasının mukadder olduğu belirtilmektedir:
“Şüphesiz ki bunda kulluk edenler için kâfi bir öğüt vardır.” (Enbiyâ: 106)
Müslümanlar vaktiyle şarkta ve garpta bir çok fütuhat yapmışlar, az bir zaman içinde İslâmiyet’i her tarafta neşretmeye muvaffak olmuşlardı. Kötülerin ve kötülüklerin sürekli payidar olamayacakları şüphesizdir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde onun hakkında “Kulumuz” buyurmuş, ona olan tâzimini beşeriyete duyurmuştur:
“Resulüm! Bizim güçlü kulumuz Davut’u an!
Doğrusu o, daima Allah’a yönelirdi.” (Sâd: 17)
Davut Aleyhisselâm bu güçlülüğü ilk olarak cebbar bir hükümdar olan Câlut’u öldürmekle göstermiş oldu. Hükümdar olduktan sonra civardaki müşrikleri etkisiz hale getirmiş, sağlam temeller üzerine oturan bir devlet kurmuştur.
Onun güçlü bir yani da Allah-u Teâlâ’ya çokça yönelip gönül vermesi, ibadet hayatına, amel-i salihaya çok düşkün oluşu idi.
Davut Aleyhisselâm anıldığı zaman Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“O insanların en âbidi idi.” buyururlardı. (Buharî)
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah-u Teâlâ’ya en sevimli olan namaz Davut Aleyhisselâm’ın namazı, en sevimli olan oruç yine onun orucudur.
O gecenin yarısında uyur, üçte birini uyanık geçirir, altıda birinde yine uyurdu.
Bir gün oruç tutar bir gün yerdi.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 581)
Gününün büyük bir bölümünü mescidde geçirirdi. Haşyetullah bütün benliğini kaplamıştı. Ahiret ahvalini tefekkür eder ve çok ağlardı. Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiylerine itaatsizlikten şiddetle kaçınırdı.
İbadet için en faziletli zamanları araştırırdı.
Nitekim bir defasında: “Yâ Cebrâil! Hangi gece daha faziletlidir?” diye sormuştu.
Cebrail Aleyhisselâm:
“Ey Davut! Seher vakitlerinde Arşin titreyişinden başkasini bilmiyorum.” buyurmuştu. (Ahmed bin Hanbel)
Devlet idaresi ile ve sürekli cihadla meşgul olmasına ragmen, gün aşırı oruç tutar, böylece senenin yarısını oruçlu geçirirdi.
Davut Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’nın nimetlerine şükretmekte de çok ileri gitmişti.
Bir defasında “Yâ Rabbi! Ben sana hakkıyla nasıl şükredebilirim? Senin yardımın olmadıkça şükretmeye de gücüm yetmez!” demişti.
Allah-u Teâlâ “Ey Davut! Sana gelen her nimetin benden olduğunu biliyorsun değil mi?” diye sordu.
“Evet Yâ Rabbi biliyorum!” deyince,
Allah-u Teâlâ “Ben bunu senin tarafından şükür olarak kabul ettim.” buyurdu. (Ahmed bin Hanbel)
Davut Aleyhisselâm kılık değiştirerek halk arasına karışır kendisi ve icraatları hakkında onların düşüncelerini öğrenmeye çalışırdı. Bir defasında insan suretine girmiş bir melek, Davut Aleyhisselâm’ın hem kendisi hem de ümmeti için hayırlı bir insan olduğunu, fakat kendisinin ve ev halkının geçimini Beytülmal’den karşıladığını söyleyince, Davut Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’dan geçimini temin edecek bir kazanç yolu ihsan etmesini niyaz etti. Bunun üzerine zırh yapma sanatı öğretildi. Zırh yapıp giyen ilk kişi oldu.
Hükümdar olmasına rağmen, fakir gibi yaşamış ve Allah-u Teâlâ’nın hudutları içinde kalarak ömrünü sürdürmüştür.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek aslâ yememiştir. Allah’ın peygamberi Davut Aleyhisselâm da kendi eliyle kazandığını yerdi.” (Buhari. Tecrid-i Sarih: 967)