
Onun bütün vasıfları biliniyordu. Hazret-i Allah'a gönül verenler, daha o zaman ona gönülden teslim olmuşlardı. Daha peygamber olmadan evvel onun peygamber olacağını biliyorlardı ve iman ediyorlardı. Onların kurtuluşu da bu yüzden oluyordu. Amma dini dünyaya âlet eden, halka cennetten parsel satmaya kalkışan haham ve papazlar onun yok olmasını istiyorlardı.
Yahudi ve hıristiyan ulemâsı bir delile isnad etmeksizin birçok mesele ihdas ederek; dinlerinde haram olan şeye helâl, helâl olan şeye haram demişler, avam tabakası da bunları kabul etmişlerdir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa kendilerine, bir olan Allah'a ibadet etmeleri emredilmişti." (Tevbe: 31)
Bu Âyet-i kerime'nin mânâsını bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisi açıklamıştır.
Şöyle ki:
Daha önceleri hıristiyan olan Adiy bin Hâtim, boynunda gümüşten bir haç olduğu halde, İslâm hakkında bilgi edinmek niyetiyle Medine'ye gelmişti. Şüphelerini gidermek için Resulullah Aleyhisselâm'a bazı sorular sordu.
"Bu âyet bizi âlimlerimizi, râhiplerimizi rabler edinmekle suçluyor. Halbuki biz onları kendimize rabler edinmeyiz. Bunun mânâsı nedir?" dedi.
Resulullah Aleyhisselâm; "Onlar helâli haram kıldılar, haramı helâl kıldılar. Siz bunu öylece kabul etmiyor muydunuz?" diye sorunca Adiy;
"Evet böyledir." diye tasdik etti.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"İşte bu sizin onları rabler edinmenizdir." buyurdu. (İbn-i kesir)
•
Nasıl ki onlar Allah-u Teâlâ'nın emirlerini bırakıp rahiplerini, hahamlarını, İsa Aleyhisselâm'ı ilâh edindilerse;
Şimdiki bölücüler de Allah-u Teâlâ'nın kitabını kenara ittiler, hükmünü bırakıp geri attılar, saptırıcı imamlarına uydular. O imamlar ise kendi dinine ve kendi kitabına göre hüküm veriyorlar. Onlara tâbi olup peşlerinden gidenler de, onlara uyduklarından, onları Rab olarak kabul etmiş oluyorlar. Dolayısıyla müşrik olmuş oluyorlar. "Allah'a inandık" deseler bile, bu iddiâlarının inandırıcı olmadığı ortadadır. Onlara tâbi olanlar da müşriktirler ve kâfir olmuşlardır.
İşte Âyet-i kerime, işte Hadis-i şerif'ler!
Ãyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onlar ve azgınlar tepetakla oraya atılırlar. İblis'in bütün askerleri de." (Şuarâ: 94-95)
Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Ümmetimden yalancılar Deccaller vücuda gelir." (Münavî)
Âyet-i kerime'lere gelince, Allah-u Teâlâ onları da bize şöyle tanıtıyor:
"Onları ateşe çağıran imamlar kıldık." (Kasas: 41)
Cehenneme götürecek iş ve hareketlere dâvet ederler.
"Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir." (Kasas: 41)
Böylelikle onların dünya hayatındaki zilletleri, âhiret hayatındaki zilletleriyle bitişik ve beraber olmuştur.
"Sen o münafıkları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider ve ne söylerlerse dediklerine kulak verirsin. Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidirler. Ve her gürültüyü, korkularından aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın!
Allah kahretsin onları! Hakk'tan nasıl çevriliyorlar?" (Münâfikun: 4)
•
Hülâsa; Resulullah Aleyhisselâm, bilenlerin hepsi tarafından biliniyordu. İşte Varaka, işte Kuss bin Sâide, işte Bahîrâ ve diğerleri.
Böyle bir Zât-ı âli, Habib-i Hüda'nın Allah katındaki izzet ve şerefini siz düşünün.
•
Aslında peygamberler arasında fark yoktur:
"O'nun peygamberlerinden hiçbirini ayırmayız." (Bakara: 285)
Bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"İnsanlar arasında Meryem oğlu İsâ'ya dünyada ve âhirette en yakın olan benim. Bütün peygamberler kardeştir, bir babanın ayrı kadınlardan doğmuş evlatları gibidir. Dinleri birdir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1403)
Şöyle bir düşünün, bir babanın çocukları ayrılır mı? Ayrılmaz değil mi? Bunun içindir ki hiçbir peygamberi ayırmamak, küçümsememek, hatta her peygamberin çok üstün meziyete sahip bir nur olduğunu ve onların her birinin Allah-u Teâlâ'nın tecelliyatgâhı olduğunu bilmek gerekir.
Şüphesiz ki her peygambere tazim etmek ve teslim olmak şarttır. Çünkü onlar Cenâb-ı Hakk tarafından gönderilmişlerdir.
Bu sebepledir ki onların hiçbirinin vücudları çürümez. Allah-u Teâlâ yere onları haram kılmıştır. Onlar nurdur, nur oldukları için çürümezler. Enbiyâ-i izam Hazerâtı'na lâzım gelen değeri vermek lâzımdır.
Kur'an-ı kerim'de ibretli kıssaları, güzel halleri anlatılmış, yürüdükleri yoldan ve izden gitmemizin, onları numune almamızın gerektiği beyan edilmiştir:
"O peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların gittiği doğru yolu tutup onlara uy, o yoldan yürü." (En'âm: 90)
Peygamberler arasında fark olmamakla beraber ancak derecelerin yüksekliğinde, Allah-u Teâlâ'ya yakınlık cihetinden birbirlerinden ayrı yanları vardır:
"Biz o peygamberlerden kimini kiminden üstün kıldık" (Bakara: 253)
Onun fazilet ve meziyetlerinin üstünlüğünü bizzat Hakk Celle ve Alâ Hazretleri beyan buyuruyor. Çünkü her peygamber nurdur, o ise nurların nurudur.
O Hazret-i Allah'ın Habib'idir, en sevdiği ve en seçtiğidir. Âlemlere bir rahmet, beşeriyete de nur saçan bir kandil olarak gönderilmiştir.