
Pejmürde bir elbise giymekle, güzel bir elbise giymek arasında fark olduğu gibi, mâneviyat da böyledir. Lâubâli bir hâl ile edep hâli arasında çok fark vardır. Mürid her hâl ve hareketinde kendisini kontrol altında bulundurmalı, adımlarını ölçü dahilinde atmalıdır. Zanla değil edeple yürümeli, sünepeliğe sapıp da hiçbir zaman lâubâli olmamalıdır.
Her hâl ve harekette kendimizi kontrol içinde bulunduralım. Adımlarımızı bir ölçü dahilinde atalım ki, nefsimiz serkeşliğe düşmesin.
Mânevi yol edep yoludur, edeple kâimdir. Biz insanlar hep imtihandayız, havf ile recâ yani korku ile ümit arasında bulunmamız gerekiyor. Nefsin sünepeliğine sapıp da hiçbir zaman lâubâli olmamalıyız.
Lâubâlilik mürebbi ile aradaki mesafeyi daraltır, eşitlik husule getirir. Nefis bunu ister. Fakat bu hâl, düşerek helâk olmaya vesile olur. Bakarsın ki, bir anda bütün amelleri boşa çıkar.
"Kurb-i sultan âteş-i sûzan."
Sultana yakınlık yakıcı ateş gibidir. Edebe mugayir küçücük bir hareket büyük felâketlere sebep olur.
Bazı yakınlıklar lâubâlilik husule getirir, bilmeyerek de olsa birçok hatalar yapılır.
Onun içindir ki uzak durmak hayırlıdır. Resmiyet, bilmeyerek de olsa yapılan hataları hep önler. Zaten hakikat yolundaki yakınlık kalbendir.
Eğer hayır istiyorsak, istediğimiz gibisini değil de, istendiği gibisini tercih etmemiz lâzım.
Yol edep yolu olduğu için, zanla değil edeple gideceğiz. Bu noktada müridan iç durumunu kontrol edemiyor. Zanla hareket etmeye başlıyor. Nefis de fırsat bulup sünepeleşiyor. Hakikat yolunda zanla yürünmez. Zannın girdiği yerde şüphe olur, şüphenin girdiği yerden de hakikat çıkar.
Ciddiyetle hassasiyetle işi takip etmemizin icabettiğini bize öğretiyorlar. Fakat maalesef bunu nefsimiz öğrenmek istemiyor. Bu yolda lâubalilik, sünepelik olmayacak. Herkesin haddini bilmesi lâzım.
Müridi teslimiyeti tutar, bu yolda resmiyet teslimiyettir.
İlim çok güzeldir. Edep ise ondan üstündür, bunu sakın unutmayın.
•
Mürid irâde sahibi demektir. Âdet olarak yaptıklarını terkedecek. Dünyevi ve uhrevi lezzetlerin her türlüsünden sıyrılacak. Ağyârı koyup yâr ile olacak. Böylece iradesini Hakk'tan gayri bütün bağlardan ve alâkalardan kurtarmış olur.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Resul-i Ekrem'ine hitaben:
"Sırf O'nun cemâlini dileyerek sabah akşam Rabb'lerine yalvaranlarla birlikte bulun ve sabret. Dünya hayatının güzeliklerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma.
Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz, hevâ ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere boyun eğme!" buyuruyor. (Kehf: 28)
Âyet-i kerime'de geçen; "Yürîdûne vechehu = Hakk'ı isterler" Kavl-i şerif'inde bu tâifeye işaret vardır. İradenin, Cenâb-ı Hakk'ın Zât'ını dilemek mânâsına geldiği de anlaşılmış oluyor. Bütün isteklerden, gayelerden kurtulup, yalnız ve yalnız Hakk'ı istemedikçe irade ele geçmez.
Mürid yönünü Hakk'a döndürmüş, Hakk'ın rızâ ve taatından başka her şeyden yüz çevirmiş kimsedir. Kitap ve sünnet ile amel eder. Hakk kelâmından başka sözlere kulak vermez. Hazret-i Allah'ın nuru ile baktığı için, her şeyde Fâil-i mutlak'ın fiillerini görür, başka bir şey görmez.