Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Başyazı - Hakk'ın Kapısını Çalmak; Duâ ve Niyaz - Ömer Öngüt
Hakk'ın Kapısını Çalmak; Duâ ve Niyaz
Başyazı
İsmail Yavuz
1 Ekim 2025

 

"Eğer Allah Sana Bir Zarar Bir Sıkıntı Verirse, Onu Senden Kaldıracak O'dur. Eğer Sana Bir Hayır ve İyilik Dilerse, Lütfuna Kimse Mâni Olamaz. O Bunu Kullarından Dilediğine Eriştirir. O Çok Bağışlayan, Çok Merhamet Edendir."
(Yunus: 107)

"Resul'üm! De ki: Ben Ancak Rabb'ime Duâ Ederim ve O'na Hiçbirini Ortak Koşmam."
(Cin: 20)

"Allah-u Teâlâ'nın Katında Duâdan Daha Değerli Bir Şey Yoktur."
(Hadis-i Şerif)

"Duâ İbadetin Kendisidir."
(Hadis-i Şerif)

"DUÂ ve İLTİCÂNIZ OLMASAYDI RABB'İM SİZE DEĞER VERİR MİYDİ?"
(Furkân: 77)

 

"Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"İsteklerinizi Allah'ın fazlından ve kereminden isteyin." (Nisâ: 32) Çünkü O engin keremiyle talepsiz, sebepsiz ve karşılıksız olarak kullarına cömertçe ikramda bulunur, verince fazlasıyla verir. İstemeden de, sebeplere başvurmadan da verir. Kime ne kadar verdiğine bakmaz, rahmet hazinelerini önlerine serer. Kapısına gelenleri boş çevirmez, kendisine ilticâ edip sığınanları hususi himayesine alır, muhafaza eder. İsteyenler çoğaldıkça ikram ve ihsanı da artar, dolu dolu hazineleri vermekle tükenmez. O Zât-ı Ecell-ü Alâ'yı takdis, şânına lâyık olmayan vasıflardan tenzih, her zaman ve her an tespih ederiz. Biz O'nun kullarıyız, hepimiz O'nun âtıfetine muhtacız. Duâ iki dudak arasındaki söz değildir. Duâ nedir? Hazret-i Allah içinde olacak, O'nunla konuşacaksın, O'na iltica edeceksin. Acizliğini, hükümsüzlüğünü itiraf edeceksin. O'nu Rabb olarak kabul edeceksin."

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)

 

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyamet alâmetlerinin arka arkaya zuhur edeceğini, o günlerde insanların nelerle karşılaşacağını bir bir haber vermişlerdir.

Görüldüğü üzere hadiseler günagün cereyan ediyor. Harpler oluyor, afatlar üst üste geliyor, her geçen gün bir öncekini aratıyor. Hülâsa; depremler, yangınlar, kuraklıklar, hastalıklar, kargaşalıklar birbiri ardına yaşanıyor.

Gün geçmiyor ki; gerek dünyada gerekse ülkemizde her gün yeni bir hadise olmasın, yeni bir afat yaşanmasın. Akla gelen gelmeyen her türlü felâketin zuhuru ve şiddeti günagün artıyor.

Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri de kıyamet alâmetlerinin ortaya çıktığı içinde bulunduğumuz bu âhir zaman dilimini; "Harp ve Harabiyat Devri" olarak tavsif buyurmuşlardı.

"Hiç şüphe yok ki; önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar var. Şiddetli, tasavvura sığmayacak kadar büyük harpler var. Bunları size hatırlatıyorum, şimdiden Hazret-i Allah'a ve Resul'üne yönelmeye ve sığınmaya bakın."

"Bugün akıllı olan kimse Hazret-i Allah'a sığınmalıdır. İbadet ve taat ile Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himayesini talep etmelidir."

"Hazret-i Allah'a sımsıkı sığınmak lâzım. Önümüzdeki hadisatı beklememiz lâzım. Önümüzde sert günler var, çok karanlık günler var."

"Bugün Hazret-i Allah'a sığınma günüdür. Yarın ne olacağını bilmiyoruz. Çünkü o sığınmanın sayesinde halkın sıkıntılı ve telaşlı olduğu zamanda dilerse O seni kurtarır.

Çok sabırlı ve temkinli olmak lâzım, rızâsında bizi muhafaza etmesi için Cenâb-ı Hakk'a niyaz etmek lâzım."

"Onun için akıllı olan Hazret-i Allah'a yönelir, orada kalır."

Peki, bize düşen nedir?

Dünyanın âhir son devrinde kıyamet senelerinde yaşıyoruz. Dünyaya meyledecek zaman değil! Bize düşen olmuş ve olacak hadiselerden ve bu felâketlerden ibret almaktır. Cenâb-ı Hakk'a yönelmek, O'na sığınmak, O'na dayanmak, O'na güvenmek, O'na teslim olmaktır.

Bize düşen imanımızı koruması için, afatlardan kurtarması için, âhir zamandaki fitnelere düşürmemesi için Hazret-i Allah'a gönülden yalvararak sığınmak, duâ ve niyazda bulunmaktır.

Hazret-i Allah'a dönmek, yalvara yakara af ve merhametini dilenmektir.

"Hiç değilse, kendilerine bu şekilde azabımız geldiği zaman yalvarıp yakarmalı değil miydiler? Fakat kalpleri iyice katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara cazip gösterdi." (En'âm: 43)

Yalvarmak, yakarmak ancak iman ve vicdan sahiplerine âittir. Kalpleri kaskatı olmuş kimseler, Allah-u Teâlâ'nın azâmetini, büyüklüğünü düşünüp ibret alacakları yerde daha da azgınlaşıyor, apaçık küfre kayıyor ve hasım kesiliyorlar.

"Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu korkutmamız onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şeyi artırmıyor." (İsrâ: 60)

Bize düşen Hazret-i Allah'a ubudiyet ve niyaz ile her daim samimi olarak kulluk edebilmektir. O'nu bilmek, O'ndan bilmektir. Fırtına gelmeden evvel kendimizi Hazret-i Allah'a takdim etmek, Hakk ile olmaktır.

"Dünyanın geniş vakitlerinde, (yani sıhhat ve servet, asayiş ve emniyet gibi istirahat sebepleri mükemmel olduğu bir zamanda) Cenâb-ı Hakk'a ibadet ve taat ile kendini takdim et ki, muzayakalı bir zamanda seni lütfu ile yad buyursun." (Ahmed bin Hanbel)

Bize düşen ölmeden evvel Hazret-i Allah'a, Resulullah'a bağlı olmak, itaat etmek, hudutları muhafaza etmektir. Hazret-i Allah'ın koyduğu ahkâm-ı ilâhi'yesi mucibince hareket etmek, Resulullah Aleyhisselâm'ın Sünnet-i seniyye'sini yaşamaya çalışmak, onun izinden yürümektir. Bütün gayemiz niyet-i halisa ile çalışmak, O'nun rızâsını kazanmaya gayret etmek olmalıdır.

"Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine kulluk et!" (Hicr: 99)

Yine bize düşen her zaman ve her mekânda, hak ve hakikati tebliğ etmek, Hazret-i Allah'ın ve Resulullah'ın sevgi ve muhabbetini kalplere nakşetmek ve emr-i bi'l-mârûf nehy-i ani'l-münker vazifesini yapmaktır.

Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Nefsim kudret elinde bulunan Zât-ı Ecell-ü A'lâ'ya yemin ederim ki; ya iyilikle emreder kötülükten men edersiniz, yahut çok sürmez Allah kendi katından üzerinize bir azap gönderir. Sonra O'na duâ edersiniz de duânız kabul olunmaz." (Tirmizî. Fiten 9)

Bize düşen günah, isyan ve kabahatlerimize nasuh bir tevbe ile tevbe etmek, gönülden istiğfar etmektir.

"Rabb'inizden mağfiret dileyiniz ve O'na tevbe ediniz ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin." (Hûd: 3)

Allah-u Teâlâ'ya gücümüzün yettiğince sığınıp niyaz etmek, her zamankinden daha çok Rabb'imize yönelmek, O'nun ululuğu ve azametini ikrar ile acziyetimizi itiraf etmemiz lâzım.

Bize düşen O'nun sevgilileri ile O'na yönelip sığınmak, niyaz ve münâcâtımızı onlarla yapmaktır.

Eğer biz boynumuzu büküp, günahlarımızı, acziyetimizi, hatamızı itiraf edip affımızı dilenirsek, O'na Habib-i Ekrem'i ile sığınırsak şüphesiz O'nun merhameti boldur.

"Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit, sana gelip de Allah'tan tevbekâr olarak günahlarının bağışlanmasını isteselerdi ve Peygamber de kendileri için af isteyiverseydi, elbette Allah'ı affedici ve merhametli bulurlardı." (Nisâ: 64)

Bir insan birçok hatalara, günahlara düşebilir. Fakat bunları idrak ettikten sonra Hazret-i Allah'ın en sevgilisine sığınırsa, onun sevgisinden ötürü o kimsenin duâsını Allah-u Teâlâ reddetmez. Böylece ebedî kurtuluşa erer. Ceza görmeden ebedî lütuf ve saâdetine vesile olur.

İşte bu, hep Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini çok sevdiğinin ve ona sığınılması gerektiğinin ifadesi ve gerekçesidir.

Hazret-i Allah onun yüzü suyu hürmetine yapılan niyaz ve duâları reddetmez.

Onun vekili de öyledir. Bir istekte bulunurken, onların yüzü suyu hürmetine istemek çok faydalı olduğu gibi, onları vasıta yaparak Allah-u Teâlâ'ya sığınmak da çok mühimdir.

Suçlu bir çocuğun, kabahati anında babasının çok sevdiği bir dostuna sığınması ve kendisini affettirmesi gibidir.

Âhir zamanda insan Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm ile olmalı, onları kalbinde yaşatmalıdır. Hazret-i Allah'a, Kitabullah'a, Resulullah'a sarılmalı ve böylece ebedi saadete ermeye çalışmalıdır.

İnsan duâ ve niyazla O'nun hıfz-u himayesine girerse O onu korur. Tasarruf-u ilâhiye'sine alırsa onu yürütür, her işlerini O görür. Bunun için çok sığınmak, çok yalvarmak ve duâ ile yaklaşmak lâzımdır.

 

Duâ Gibi Bir İbadet Olamaz:

Duâ namaz, oruç ve diğer ibadetler değerindedir. Hatta ibadetlerin özüdür. Duâda Allah-u Teâlâ ile kul arasında bir vasıta olmadığı için duâ kulluk makamlarının en önemlisidir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm Hadis-i şerif'lerinde:

"Allah-u Teâlâ'nın katında duâdan daha değerli bir şey yoktur." buyurmuşlardır. (Tirmizî - İbn-i Mâce)

Numan bin Beşir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Duâ ibadetin kendisidir." buyurdular ve şu Âyet-i kerime'yi okudular:

"Rabb'iniz buyurdu ki: Bana duâ edin, duânıza icâbet edeyim. Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler, alçaltılmış olarak cehenneme gireceklerdir." (Mümin: 60)

Görüldüğü üzere Âyet-i kerime'de "İstemek" emredilmiş olup, Allah-u Teâlâ'nın karşılık vermesi için kulun istemesi şart kılınmıştır. Hem öyle şart kılınmıştır ki, şartın yokluğundan, şarta bağlanan şeyin yokluğu gerekeceğinden terk edilmesine "Cehenneme gireceklerdir." diye tehdit getirilmiştir.

Sık sık; "Rabb'im, benim kalbimi biricik İslâm yolundan, râzı olduğun yoldan ayırma!" diye yalvaracağız, gözyaşı dökeceğiz, secdeden ayrılmayacağız. Tâ ki duâmızı kabul edinceye kadar. Kabul ederse ne olur? Kalbimizi rızâsına, İslâm yoluna döndürür, bize yolunu sevdirir. Bu sayede ibadet de yapılır, ibadetin muhabbetini de verir. Yaptıkça yapacağımız gelir. Bir şey verirken O'nun için veririz, verdikçe zevk duyarız. O muhabbet, yapılan ibadetin kabul olduğuna delâlet ve işarettir. Aşk ile yapılmayan ibadette ise hayır yoktur.

 

Duâ Nedir?

Duâ iki dudak arasındaki söz değildir.

Duâ nedir?

Hazret-i Allah içinde olacak, O'nunla konuşacaksın, O'na iltica edeceksin. Acizliğini, hükümsüzlüğünü itiraf edeceksin. O'nu Rabb olarak kabul edeceksin.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"İsteklerinizi Allah'ın fazlından ve kereminden isteyin." (Nisâ: 32)

Çünkü O engin keremiyle talepsiz, sebepsiz ve karşılıksız olarak kullarına cömertçe ikramda bulunur, verince fazlasıyla verir. İstemeden de, sebeplere başvurmadan da verir. Kime ne kadar verdiğine bakmaz, rahmet hazinelerini önlerine serer. Kapısına gelenleri boş çevirmez, kendisine ilticâ edip sığınanları hususi himayesine alır, muhafaza eder. İsteyenler çoğaldıkça ikram ve ihsanı da artar, dolu dolu hazineleri vermekle tükenmez.

 

Duâ Hakk'ın Kapısını Çalmak Demektir:

İnsanın şerefi Allah-u Teâlâ'ya mârifet ve iman iledir.

Âyet-i kerime'sinde:

"De ki: Duâ ve ilticânız olmasaydı Rabb'im size değer verir miydi?" buyuruyor. (Furkân: 77)

Duâ etme fırsatı tanıması, hiç şüphesiz ki kullarının kendi faydalarınadır. Bu da yapılmazsa, diğer yaratıklarla insanoğlunun arasında hiçbir fark kalmaz.

Kul ne için duâ edeceğini, kime ve kimin karşısında duâ ettiğini iyice düşünmeli, Hakk'ın huzurunda olduğunu daima hatırında tutmalı, kendi acziyetini göstermek için gereken her şeyi yapmalı; O'nun kudret ve azametini düşünüp, mahcubiyet, tezellül ve inkisar içinde duâ etmelidir.

Duâ demek Hakk'ın kapısını çalmak demektir, sadece dil alışkanlığı halinde bazı sözleri tekrarlayıp durmak demek değildir. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz özlü duâları severdi.

Yalvaranı sever Cenâb-ı Hakk. Onun için insan Hazret-i Allah'a gönülden boyun bükmeyi, gözyaşı dökmeyi bilmeli. İnsan önce muhtaç olduğunu bilecek. Öyle ki bir çiçek toprağa nasıl muhtaç ise insan da Hazret-i Allah'a o kadar muhtaçtır.

Bu da Allah'ımın, bu da Allah'ımın, bu da Allah'ımın deyin. Dilinizi buna alıştırın.

O zaman ağızdan hep Allah çıkar ki, böyle Allah Allah diye diye irade nefisten Hazret-i Allah'a geçmiş olur. Seccadeye otur, gözlerini yum, iç âlemine dal! Ne varsa orada var. İçte bulmaya bak. Ey zavallı insan! Nasıl gideceğimizi bilmiyoruz, nasıl sığınacağımızı bilmiyoruz. Bizi kabul edecekler mi? Bize rahmet edecekler mi? Bilmiyoruz. Sadece hayal kuruyoruz. "Allah'ım bana acı, beni koru, bana acı, beni koru" diye Hazret-i Allah'a çok sığınmamız, çok yalvarmamız, çok rica etmemiz lâzım.

 

Duâ Kulun Aczini İtiraf Etmesi, Muhtaç Olduğunu İkrar Etmesidir:

Duâ Allah-u Teâlâ'nın ululuğu ve azameti karşısında kulun aczini itiraf etmesi, O'na muhtaç olduğunu bilmesi, tazarru ve niyaz ile sevgi ve tâzim duyguları içinde lütuf ve kereminden hayır ve rahmet dilemesi, dergâh-ı ulûhiyetine yüz tutup ihtiyaçlarını yalnız O'na arzetmesidir.

Duâ sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın yüce Yaratıcı ile kurduğu bir köprüdür.

Duâ esnasında Allah-u Teâlâ'dan gayrı hiçbir şeye itimat etmeyerek tam bir teveccühle, sıdk ve sadâkatle boyun bükmeli, âciz ve muhtaç olduğunu ibraz etmeli, bütün himmetini Allah-u Teâlâ'ya bağlamalıdır.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Allah ganîdir, siz fakirsiniz." (Muhammed: 38)

İnsan her işini Hakk ile yapmalı, Hakk'a dayanmalı, Hakk'tan istemelidir.

Kapısına gelenleri boş çevirmez, kendisine ilticâ edip sığınanları hususi himayesine alır, muhafaza eder.

Her şeyi gören, bilen, duyan O'dur. Kullarının muratlarına mukabele eden O'dur.

"Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir." (Nisâ: 1)

İnsan tekâmül edemediği için Allah-u Teâlâ'nın kendisini görüp gözettiğini bilememektedir.

Bütün hareketleriniz Allah-u Teâlâ'nın kontrolü altındadır. Yaptıklarınızdan, sözlerinizden, niyetlerinizden ve niyazlarınızdan hiçbiri O'ndan gizli kalmaz.

Çünkü;

"Allah her şeyi görüp gözetendir." (Ahzab: 52)

Yani her şeyi murakaba etmektedir.

"Rabb'ini gönülden, yalvararak, boynu bükük ve ürpererek hafif sesle sabah-akşam zikret! Sakın gafillerden olma." (A'râf: 205)

Âyet-i kerime'sine göre devamlı murakaba ve tam bir ihlâs ile Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmayı arzulayan bahtiyar bir kul için; yükselme ve feyz kapılarının açılarak başarı sebeplerinin hazır bulunduğu açık bir gerçektir.

Hakikat ehlinde dâvâ ve gaye olmaz. Onun bütün arzusu rızâ ve mahviyettir. Mahviyet içinde niyaz, niyaz yolu ile rızâdır.

Hazret-i Allah'a secde edeceğim zaman zerreye iner, o zerre ile secde ederim. Derim ki;

"Allah'ım senin yarattığın zerre ile secde ederim, zerre de benim değil, zerre hakir ile sana secde ederim. Azâmetini ikrar, değersizliğimi ve günahımı itiraf ederim."

Ondan sonra duâya başlarım. Oraya inmedikçe duâya başlamam.

 

Nasuh Bir Tevbe'ye, Samimi Duâya Gönülden Niyaz'a Güzel Bir Örnek;

Yunus Aleyhisselâm'ın Kavmi:

Duânın takdir edilmiş bir azabın kaldırılmasına vesile olduğuna dair delil Kur'an-ı kerim'de kıssası anlatılan Yunus Aleyhisselâm'ın kavmi Ninova halkının affedilmesidir.

Nitekim Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:

"(Azap geleceği vakitte) iman edip de imanı kendisine fayda sağlayan bir memleket halkı varsa, şüphesiz ki Yunus'un kavmidir.

İman ettiklerinde kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre daha bu dünyada faydalandırdık." (Yunus: 98)

Allah-u Teâlâ bu kıssayı haber verdiği Âyet-i kerime'lerinden bir diğerinde de şöyle buyurmaktadır.

"Eğer Allah sana bir zarar bir sıkıntı verirse, onu senden kaldıracak O'dur. Eğer sana bir hayır ve iyilik dilerse, lütfuna kimse mâni olamaz. O bunu kullarından dilediğine eriştirir. O çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Yunus: 107)

Ninova halkı hatasını anlayıp büyük bir pişmanlık ile hep birlikte acziyetlerini Allah-u Teâlâ'ya takdim etmiş, Allah-u Teâlâ da onların bu samimi tevbelerini kabul etmişti.

Bugünkü Musul bölgesinde yaşayan ve yüz binden fazla nüfusa sahip olan bu kavim kendilerine gönderilen Yunus Aleyhisselâm otuz üç sene boyunca aralarında tebliğini sürdürmesine rağmen iki kişi hariç hiçbirisi iman etmemiş, isyan ve tuğyanlarında ısrar etmişlerdi. Nihayet Yunus Aleyhisselâm yakında üzerlerine büyük bir musibetin geleceğini haber verip halkını terkedince azabın geleceğini anladılar. Azap belirtileri de ardarda geliyordu. Gökyüzü karardı, bulutumsu siyah bir tabaka şehrin üzerine inmeye başladı.

Bin pişman oldular. Kadın erkek, genç ihtiyar herkes aç ve susuz olarak, üstlerinde eski elbiselerle derhal şehrin dışına çıktılar. Geniş ve yüksekçe bir yerde toplanarak gönülden Allah-u Teâlâ'ya yöneldiler. İmansızlıklarından, yaptıkları isyan ve tuğyandan dolayı âlemlerin Rabb'inin huzurunda alçaldılar. Hazin hazin ağlaşmaya, başlarına toz toprak saçmaya, seslerini yükselterek yalvarmaya, duâ ve niyazda bulunmaya, tevbe etmeye başladılar. Hep birlikte iman ettiler.

Onların bu tevbeleri ihlâs ve samimiyet üzere olduğu için merhamet-i ilâhîyi celbe vesile oldu, Hazret-i Allah rahmeti ile tecelli etti, duâlarını ve tevbelerini kabul buyurdu. Başlarının üzerine gece karanlığı gibi çöken hor ve hakir azabı üzerlerinden kaldırdı.

Hikmet tahtında Kur'an-ı kerim'de haber verilen aynı kıssada Yunus Aleyhisselâm'ın imtihanı ve duası da haber verilmiştir.

Şöyle ki;

Yunus Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'nın bildirmesiyle kavmine gelecek azabı haber vermekle beraber Allah-u Teâlâ'nın izni olmadan kavmini terk etmişti. Bu sebeple Allah-u Teâlâ onu büyük bir imtihana tâbi tuttu. Binmiş olduğu gemiden atıldıktan sonra günlerce bir balığın karnında kaldı ve secde halinde sürekli olarak hata ve kusurlarından dolayı tevbe ederek Rabb'ine niyazda bulundu.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde Yunus Aleyhisselâm'ın bu duâsını haber verdiler ve şöyle buyurdular:

"Balığın karnında iken Yunus Aleyhisselâm'ın yaptığı duâ şu idi:

'Allah'ım! Senden başka ilâh yoktur. Sen bütün noksan sıfatlardan münezzehsin. Gerçekten ben zâlimlerden oldum.' (Enbiyâ: 87)

Bununla duâ edip de icabet görmeyen yoktur." (Tirmizî)

 

Aramızdaki Beyinsizler:

Umumi afatlardan halas olabilmek için elbette umumi olarak, Yunus Aleyhisselâm kavmi gibi Rabb'imize yönelmemiz, af ve mağfiret dilenmemiz icap etmektedir.

Oysa duâ etmeyi kibirlerine yediremeyen, her şeyi bilim adı altında Allah'tan gayrı düşünen, gerçekte Allah-u Teâlâ'ya isyan ve tuğyan içinde bulunan azgın bir güruh var. Bunların utanmaz, arlanmaz bir çirkeflikle seslerini yükselttikleri bir devirdeyiz.

"Size ne oluyor ki Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?" (Nuh: 13)

Bize düşen azimle, sabırla Allah-u Teâlâ'ya yönelmek ve bu azgınlar yüzünden umumi azabın gelmemesi için niyaz etmekdir.

Nitekim Musâ Aleyhisselâm İsrailoğullarının azgınlıkları karşısında Rabb'ine şöyle sığınmış ve niyaz etmişti:

"Ey Rabb'im! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. Aramızdaki bazı beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk edecek misin? Bu, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim dostumuzsun, bizi bağışla ve bize merhamet et! Sen bağışlayanların en hayırlısısın. Bu dünyada da bize iyilik yaz âhirette de! Çünkü biz sana yöneldik!" (A'râf: 155-156)

Allah-u Teâlâ'nın sevgililerinin duâları ve Allah'a yönelmiş sâlihlerin ve dünyadaki mazlumların duâları olmamış olsa çok daha büyük afatların gelmesinden korkulur.

Allah'ım bize acısın, bize merhamet etsin.

 

Vermeyi İstemeseydi İstek Vermezdi:

Allah-u Teâlâ kullarını kendisine duâ etmeye teşvik etmekte, duâlarını kabul edeceğine dair de teminat vermektedir.

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Kulun kalbine duâ etme arzusu geldiğinde Rabb'ine duâ etsin. Çünkü Allah onu kabul edecektir." (Tirmizî)

İmâm-ı Rabbâni -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki; "Allah-u Teâlâ vermeyi istemeseydi, istek vermezdi."

Duâ etmeye yönelmek de Allah-u Teâlâ'nın bir tevfikidir.

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Kime duâ kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir." (Tirmizî: 3542)

Kişiye duâ kapısının açılması, çokça duâ etmeye muvaffak kılınmasıdır.

Rahmet kapısının açılması, duâsı sebebiyle bazen dileğinin aynen verilmesi, bazen de ona denk şekilde günahının affını ifade eder. Her ikisi de rahmettir.

Enes -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Bütün iyilikleri işlemek ibadetin yarısı, duâ da öbür yarısıdır. Allah bir kulu için hayır murad ederse kalbini duâya meylettirir." (İbn-i Mâce)

Duâ ve niyaz peygamberlerin, velilerin ve kâmil insanların yoludur.

İşler Allah-u Teâlâ'nın hükmü ve takdirinde yürür. Nasıl, ne zaman onu O bilir. Kula yalvarmak düşer. Kabul eder sıkıntıyı aşırır. Kabul etmez aşırmaz. Duâ etmek için de duâyı O verecek. O'nun vermesi ile duâ ediyorsun. Kendi duân yine kabul olmaz. Bunlar gizli işlerdir.

"Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz." (İnsan: 30)

 

Rabb'imiz Bize Bizden Yakındır:

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde kullarına yakın olduğunu bildirerek, onları duâ ve niyaza, ibadet ve taate teşvik etmektedir:

"Resul'üm! Kullarım sana beni sorunca haber ver ki, ben onlara yakınım. Benden isteyenin, duâ ettiğinde duâsını kabul ederim.

Öyleyse onlar da benim davetime icabet etsinler, bana iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler." (Bakara: 186)

Kişi Allah-u Teâlâ'ya samimiyetle iman ederse, yakınlığını içinde hissederse, O'nunla rabıtasını, merbudiyetini kurarsa, hiç kimseye muhtaç olmaz. Herkes Allah-u Teâlâ'ya muhtaç iken, Allah-u Teâlâ ona ondan yakın. Ona ondan yakın olana müracaat etmeyip de kime müracaat etsin?

İşte ehl-i hakikat ile ehl-i hareketin arasındaki fark budur, durumları böyledir.

Birisi içine dönüyor, içindekine müracaat ediyor, O'na yalvarıyor; diğeri O'ndan mahrum olduğu için, o yakınlığı kesbetmediği için, dışarıdakine müracaat ediyor.

Birisi kalp kilidini açmış, O'nunla merbudiyet kurmuş; diğerinin kalbi kapalı kalmış, içerisini göremiyor.

Bütün beşeriyetin durumu böyledir.

İnsanlar Allah-u Teâlâ'dan uzak olsalar da O yakındır. Hatta bize bizden yakındır.

"Biz insana şah damarından daha yakınız." (Kâff: 16)

 

Hazret-i Allah'a Hiçlikle Duâ Etmek:

Hazret-i Allah'ın en hoşlandığı şeyler mahviyet ve niyazdır. Mahviyet hiç olduğunu bilmesi, niyaz muhtaç olduğunu görmesidir.

Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretlerimiz:

"Beni fazilet kapısından iki şeyle aldılar:

Mahviyet ve niyaz." buyurdular.

Mahviyet nedir?

Hiç olduğunu bilmek, azâmet-i ilâhi'nin karşısında yok olmaktır. Var olan O'dur, başka varlık kabul etmez.

Niyaz nedir?

Her şeyin O'nun olduğunu bilmek, her şeyi O'ndan istemek, O'na yalvarmak, muhtaçlığını hâlen izhar etmektir.

Bütün ihvanı bu nokta üzerinde toplamaya gayret ediyoruz. Çünkü Hazret-i Allah bize mahviyeti sevdirmiştir, niyazı sevdirmiştir. Sevdirdiğini sevdirmeye çalışıyoruz. Kim ki bunun haricine çıkmak istiyorsa bizim düsturumuzdan ayrılmıştır ve devrilmesi bu yüzdendir. Bu gibi kimseler nefislerine paye veriyorlar ve Hazret-i Allah'ın rızâsından çıkıyorlar.

Bir mahlûk nedir? Her şeyde "Ben!" derken, ruh çıkınca bir kütük haline geliyor. Şu halde her şeyin O'ndan geldiğini bilmek lâzım. Zerre kadar insan kendisine istinat ederse nefis putuna dayanmıştır. Varlığı ayağımızın altında çiğnememiz şart. O zaman Sahib'imizin kulu oluruz, her şeyin O'nun kuvvet ve kudreti ile husule geldiğini görürüz. Varlık bizi çiğnerse nefis putunun kulu ve kölesi oluruz.

"Niyaz" ise; dikkat buyurursanız bir dilenci bir şey isterken verilip verilmeyeceğini bilmediği halde bütün haliyle muhtaç olduğunu ihsas ettiriyor. Biz öyle bir dilenciyiz ki, bir an nefesimizi kesse hayatımıza mâlolur. Rızkımızı kesse yine öyle. Hastalık verse kalkamayacağız. O padişaha, O sultana o kadar muhtaç olduğumuz halde, bu muhtaçlığımızı niçin hâl ile olsun, kâl ile olsun izhar etmiyoruz?

Niyaz; muhtaç olduğunu bilmek. Ne ile? Hiçlikle, mahviyetle. Var'dan niyaz edeceksin. Var ile niyaz edeceksin. Mahviyet önde geliyor. Mahviyetsiz niyaz olmaz. Sen çık aradan kalsın Yaradan.

Hükümsüz ve değersiz olduğumu bildim ve beni orada tut deriz. Hazret-i Allah'a hiçlikle ve duâ ile yaklaşırız. Bu iki nokta ile benden bana yakın olana yaklaşmaya çalışırım.

Bir insan ihtiyacı olmadığı halde birisinden para isterken başka türlü ister, mübrem ihtiyacı olduğu zaman başka türlü ister. Şu halde biz hakikaten isyandayız ve cahiliz. Sahib'imize karşı bunu itiraf edelim. Bir dilencinin takındığı hâlin daha büyüğüne bürünelim. O ihsan ediyor diye bunu benimsemek mi lâzım? "Bunu O verdi!" hâli de hiç yaşamıyor bizde. Bunu ibraz edersek, O padişah bize acır ve bize merhamet eder, affeder. Bu hâli takındırmayan nefsimizdir. Hep "Ben!" diyor. O putu kırmadıkça selâmet bulamayız.

 

Her Şeyi O'ndan Talep Etmek:

Büyükler derler ki; dünya bir yaratıktır, biz de birer yaratığız. İkimiz de Sahib-i Hakiki'ye muhtacız. Muhtaç muhtaçtan nasıl bir talepte bulunur?

"İsteyen de âciz, istenen de..." (Hacc: 73)

Yaratılmışa gereken şu ki, Yaratan'ı arayıp bulsun ve her şeyi O'ndan talep etsin.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz sırlarını verdiği Huzeyfe'tül Yemam -radiyallahu anh- Hazretleri'ne şöyle buyurmuştu:

"Öyle bir zaman gelecektir ki; suda boğulmak üzere olan adamın yakarışı gibi duâ ve niyaz edenden başkası kurtulamayacak."

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:

"İbadet vazifelerini yerine getirmede kusur edenleri Cenâb-ı Allah gam ve kedere mübtelâ eder." buyuruyorlar. (C. Sağir)

Mânen lezzet almanız için Cenâb-ı Hakk'a sığınmanız, çok çok istiğfar edip gece ibadetlerine samimi bir şekilde devam etmeniz, tenha yerleri seçip zikirle, fikirle, Salât-ü selâm'la meşgul olmanız, lokmayı süzmeniz, helâl yemeniz lâzım. Bir de sâlih insanlarla görüşüp, gaflette bulunan insanlarla ünsiyet etmemeniz gerekiyor.

Bu hususlara dikkat ederseniz Hazret-i Allah gönlünüzün üzerindeki kesâfeti kaldırır da hâliniz değişir, rahat bir nefes alırsınız inşallah ve huzura kavuşursunuz.

Biz Hazret-i Allah'a sığınıyoruz, duâ etmiyoruz. Bize gelen müracaatlar için biz yalnız Hazret-i Allah'a sığınırız. Şöyle derim; Allah'ım bu kulun beni bir şey zannediyor bana müracaat ediyor. Bir şey olmadığımı biliyorum. Ben de sana müracaat ediyorum, onun istediğini sen ihsan ediver, diyorum.

 

Fiili Duâ:

Dil ile yapılan duânın yanında bir de fiilî duâ vardır. Bir kimse arzularını Rabb'inden dili ile istediği gibi, fiilen de teşebbüs etmesi, aklın gösterdiği sebeplere başvurması gerekir.

Nitekim hastalıklardan kurtulmak için Allah-u Teâlâ'ya duâ edilmesi meşru olmakla birlikte, ilâç almak, maddî olarak tedâvî yollarına başvurmak Resulullah Aleyhisselâm tarafından tavsiye edilmiştir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hastalıkların tedavisini emir buyurdukları gibi, bizzat kendileri de o günün şartlarına göre tedavi olmuşlardır. Diğer taraftan da şifa duâlarını ve Âyet-i kerime'lerini okumuş, okuyanları tasvip etmişlerdir.

"Ey Allah'ın Resul'ü! Tedavi olalım mı?" sualine şöyle cevap vermişlerdir:

"Evet... Ey Allah'ın kulları! Tedavi olunuz. Şüphesiz ki Allah, her hastalığın şifasını da yaratmıştır. Ancak bir hastalık müstesnâ, o da ihtiyarlıktır." (Ebu Dâvud)

Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Allah-u Teâlâ derdi de devâyı da indirdiği gibi, her dert için bir devâ yaratmıştır. Binaenaleyh tedaviye devam ediniz, fakat haram ile tedavi etmeyiniz." (Ebu Dâvud)

"Aziz ve Celil olan Allah, dermanını vermediği hiçbir hastalık yaratmamıştır. Onu bilen bilir, bilmeyen bilmez." (Buharî)

Helâl rızık talep edilmesini, rızkın bollaşması için Allah-u Teâlâ'ya duâ edilmesini tavsiye eden, duâlarında bunlara yer vererek fiilen numune olan Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; rızkın meşru yollarını da göstermiş, ziraat, ticaret ve sanatla meşgul olmayı, bunların helâl rızık kapıları olduğunu söylemiştir.

Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz insan için kendi çalışmasından başkası yoktur ve çalışması da ileride görülecektir." (Necm: 39-40)

Her müslümanın kendisine, âilesine ve borçlarını ödemeye yetecek kadar helâlinden kazanması farzdır. Çünkü bir müslüman, görevlerini kazanç sayesinde yerine getirebilir. Niyeti iyi olursa aynı zamanda sevap da kazanır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde:

"Yeryüzüne dağılın ve Allah'ın fazlından nasibinizi arayın." (Cum'a: 10)

"Dünyadan da nasibini unutma." buyuruyor. (Kasas: 77)

Allah-u Teâlâ helâlinden kazanmak için uğraşanları kendi uğrunda cihad edenlerle beraber zikretmiştir:

"Allah'ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacak olan kimseler ve Allah yolunda savaşacak olanlar..." (Müzzemmil: 20)

Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Çalışarak kazanç sağlama yollarını aramak her müslüman üzerine bir farzdır."

 

Duâ Tedbire Mâni Değildir:

Duâ tedbire mâni değildir. Her hususta tedbirini almakla beraber, yine de duâ etmek zarureti vardır. Hatta tedbire başvururken, bunların faydalı olması için duâ etmek lâzımdır. Duâsız tedbirin faydası yoktur.

Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Bütün tedbirlerinizi alın." (Nisâ: 71)

Tedbir, ilâhi bir emirdir.

Allah-u Teâlâ insana akıl vermiştir, irade vermiştir, mesuliyeti yüklemiştir. İnsan kendisine düşen kendi tedbirini alacak, fakat Hâlik'ın işine hiç karışmayacak.

Tedbir, Allah-u Teâlâ'nın verdiği aklı yerinde kullanmaktır. Allah-u Teâlâ imtihan için çeşitli musibetler verir, ibtilâlara uğratır. Dilerse başımıza birçok insanları musallat eder. Bir müslümanın bu gibi durumlarda gönülden Allah-u Teâlâ'ya sığınması, bir taraftan da gücünün yettiği bütün tedbirleri alması gerekir. Biz Sahib'imize sığınacağız, her iş ve hareketimizi O'nun rızâsına uygun olarak yapacağız ve bu arada tedbirlerimizi de hiç elden bırakmayacağız. Allah-u Teâlâ'ya sığınmak, takdirine rızâ göstermek, sebeplere başvurmaya mâni değildir. Hayrı takdir etmiş ve onu bir sebebe bağlamıştır, şerri de takdir eden O'dur, onu da defetmek için sebepler hazırlamıştır.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Tedbir gibi akıllılık yoktur, günahlardan sakınmak gibi takvâ yoktur, güzel ahlâk gibi asalet yoktur." (İbn-i Mâce)

Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde kendisine dayanıp güvenilmesini, O'na yönelinip tevekkül edilmesini emrediyor:

"Bir kere de azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et. Çünkü Allah tevekkül edenleri (kendisine bağlananları) sever." buyuruyor. (Âl-i İmrân: 159)

Çünkü tevekkül ve itimada en lâyık olan ancak O'dur.

Müslümanların başarılarının en önemli sırrı tevekküldür. Tevekkül duygusu insan için büyük bir güç kaynağıdır. Gönüllere itminan bahşeder.

Tevekkül sebeplere değil, sebepleri yaratana güvenmek ve O'nu tercih etmektir.

Hakk'a tam itimat bağlamak ve güvenmek, metanet bulmaktır.

Tevekkül; Hakk'tan gelen her şeye boyun bükmek, maddî-manevî her işi O'na bırakıp O'ndan istemek, yalnız O'na güvenmek ve aradan çıkmaktır.

Tedbirimizi ve tedariğimizi ona göre yapalım. Hazret-i Allah'a güvenelim ve O'na tevekkül edelim.

"Bize yollarımızı gösteren Allah'a niçin güvenmeyelim? Sizin bize ettiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül etsinler." (İbrâhim: 12)

 

"Allah'tan Nasıl İstenir?

Bir niyaz halindeydik; "Dilenci olsana!.." dediler.

Bir dilenci ki; ihtiyacı olsun olmasın, karşıdakinden bir şey isterken merhametini tahrik etmek için, hâlini, kâlini, fiilini birbirine mutabık getiriyor da dileniyor. Hâlbuki verip vermeyeceği de belli değil. Verse kaç kuruş verecek?

Biz muhakkak fakir olduğumuz halde, Ganî olan sahibimize karşı niçin dilenci haline bürünemiyoruz? Emredercesine "Şunu ver, bunu ver!" diyoruz. Hâlimiz, kâlimiz, fiilimiz hiç de birbirini tutmuyor.

Şu iki duâyı şiar edinmişizdir:

"Allah'ım, ne dilenmem icap ettiğini ben bilmem, Habib'inin hürmetine ihsan et!"

Sığınmamız da böyledir.

"Allah'ım, nasıl ve ne şekilde sığınmam icap ettiğini Sen bilirsin, ben bilemem. Habib'inin yüzü suyu hürmetine Sana sığınıyorum."

Çünkü bakıyorum ki, sığınmadan evvel beni muhafaza etmiş, ben istemeden evvel bana ihsan etmiş. "Muhafaza et, ihsan et" diyemiyorum. "İhsan eden Allah'ım, muhafaza eden Allah'ım!" diye hitap ediyorum.

Bu duâ bize çok mütevazı geliyor, bunda çok fayda buluyoruz. O'na O'nun için sığınmak icap ediyor.

Bir insan öyle bir dilenci öyle bir dilencidir ki, dilenci olduğunu bilip, Hakk ile yeksan olup, Padişah'ından öylece bir şey istemesi lâzım. Dilenci olduğunu bilmezse, "Bana bunu da ver, bunu da ver!" der. Bu gibi şeyler birer emir mahiyetindedir. Böyle istenmez. Çünkü O dilerse verir, dilemezse vermez.

 

Resulullah Aleyhisselâm'a Tevessül ve Onu Vesile Etmek:

Biz her şeyden evvel istemesini bileceğiz, yalvarmasını bileceğiz. İsterken de Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini delil yapacağız. Onun vasıtası, onun hürmetine diyeceğiz. Başında ve nihayetinde Salât-ü selâm getireceğiz ki duâmız kabul olsun.

O, Allah-u Teâlâ'nın en büyük sevgilisi olduğu için onu duâlarda vesile kılmak şarttır.

Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit, sana gelip de Allah'tan tevbekâr olarak günahlarının bağışlanmasını isteselerdi, sen Peygamber de kendileri için af isteyiverseydin, elbette Allah'ı affedici ve merhametli bulurlardı." (Nisâ: 64)

Allah-u Teâlâ sıkıntılı halleri, dünya ve âhirete dair gam ve hüzünleri, onun şefaatı ve ilticâsı ile kullarından kaldırır. Çünkü o rahmet peygamberidir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ümmet-i muhteremesi'ne Allah-u Teâlâ'nın lütuf, rahmet ve merhametine nail olmaları için Zât-ı şerif'ini vesile kılmalarını bizzat vasiyet ediyor. Çünkü Allah-u Teâlâ onun yüzü suyu hürmetine yapılan niyaz ve duâları reddetmez.

Ayrıca derde mübtelâ kulları, onun yüce makâmında el açtıkları zaman; düştükleri zorluktan dolayı onu vasıta yaptıkları zaman; duâ ve niyazları onun hürmetine kabul buyurur, sıkıntı ve üzüntülerden kurtarır.

Bu ilâhî emir, onun ahirete intikali ile kesilmez ve son bulmaz. Onlara mağfiret edici olması, Resulullah Aleyhisselâm'a gelmelerine, huzurunda mağfiret dileğinde bulunmalarına ve Resulullah Aleyhisselâm'ın da onlar için istiğfar edivermesine bağlıdır.

Resulullah Aleyhisselâm'ın müminlerin tamamına istiğfarda bulunması, Allah-u Teâlâ'nın şu Âyet-i kerime'si ile hâsıl olmuş bulunmaktadır:

"Hem kendinin, hem de erkek müminlerle kadın müminlerin günahlarının bağışlanmasını dile." (Muhammed: 19)

Bu Âyet-i kerime'ler ne büyük bir şefkat, merhamet ve sığınma kapısıdır!

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed Aleyhisselâm elbette:

"Onlara duâ et. Şüphesiz ki senin duân onlar için sekinettir (huzur kaynağıdır)." (Tevbe: 103)

Emr-i şerif'i gereğince, kulları tarafından duâ ve yalvarışa vesile ve vasıta olur. Onun yapacağı duâ, müminlerin kalplerinin huzur ve sükun bulmasına sebep olur. Onun vekili de böyledir.

Gözü görmeyen bir kişi Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e gelerek: "Yâ Resulellah! Beni iyileştirmesi için Allah'a duâ buyur!" dedi.

Bunun üzerine Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ona abdest almasını, iki rekât namaz kılmasını, sonra da şu duâ ile duâ etmesini emretti:

"Allah'ım! Peygamberin, Rahmet Peygamberi Muhammed ile sana yönelerek yalvarıyorum. Gözümün açılması için, ya Muhammed senin ile Rabb'ime yönelmiş bulunuyorum. Allah'ım! Onu bana şefaatçı kıl!"

Ve devamla: "Bir ihtiyacın olduğunda hep aynısını yap." buyurdu. (Tirmizi)

O kimse bu duâ ile duâ edip kalktığı zaman görmeye başladı.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz kıtlık başgösterdiğinde, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in amcası Hazret-i Abbas -radiyallahu anh- ile tevessül ederek:

"Yâ Rabb'i! Kuraklık içinde kalınca Peygamber'imiz ile sana tevessül ederdik. Bize yağmur verirdin. Şimdi onun amcası ile tevessül ederek senden niyaz ediyoruz, bize yağmur ihsan et!" diye duâ ederdi ve yağmur yağardı. (Buhârî)

Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin yüzü suyu hürmetine onun aslına da bu lütfu bahşetmiş. Onun yüzü suyu hürmetine bu aslına bahşettiği nimetten beşeriyet istifade ederdi. Allah-u Teâlâ'nın rahmetine nâil olurdu ve şükrünü, şükranını arttırırdı.

Hadis-i kudsî'de şöyle buyuruluyor:

"Onlar öyle kimselerdir ki yer ehline bir cezâ ve azap vermek istediğim zaman onları hatırlarım da azaptan vazgeçerim." (Ebu Nuaym - Hilye)

Hayatında iken bereket umulan bir zâtın, vefatından sonra kabrini ziyaret etmekle de bereket umulacağı şüphesizdir. Onların bereketleri, hayatlarında olduğu gibi vefatlarından sonra da devam etmektedir. Çünkü tasarruf devam eder.

 

Her Zaman Sevgilileri Hürmetine İstemek Duânın Kabulüne Vesiledir:

Bir çocuk büyük bir suç işlediğinde babasının kendisini cezalandıracağından korkar. Fakat bu çocuk, babasının en sevdiği bir arkadaşına gidip "Ben gerçekten bir kabahat yaptım, eve gitmeye korkuyorum. Sen ise babamın en yakın dostusun. N'olur babama rica ediver de beni affetsin." derse, o da babasına gidip aracı olursa, babası onu kırmaz, çocuğu affeder.

Bu bir insanın ricâsı, o ise Allah-u Teâlâ'nın en sevgili kulu. Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini vesile yapan kimseyi asla reddetmez.

Cenâb-ı Hakk, sevdiği bir kulunun şefaat etmesiyle başka bir kuluna, onu sevdiğinden "Hadi geç!" deyiverir. Hepsi sevgiye dayanıyor. Ama onun izni dahilinde oluyor.

Allah-u Teâlâ'ya yakın olan kimselerin maiyyetinde bulunulduğu zamanlar fırsat bilinmelidir.

Sevgililerinin yüzü suyu hürmetine, hiç affedilmeyecek kimseyi affediyor Hazret-i Allah.

 

Allah'ın Sevgililerini Ziyaret Ederken Duâ:

"Allah-u Teâlâ'nın bir sevgilisini ziyaret edeceğimiz zaman, evvelâ Cenâb-ı Hakk'a sığınırız.

'Allah'ım! Bu zât-ı muhtereme karşı edebe mugayir olmayacak bir hâl bahşet. O hâl ile huzuruna gideyim.' diye niyaz ederiz, ondan sonra ziyaretimizi yaparız."

Resulullah Aleyhisselâm'a hâl-i hayatında ne kadar tazim lâzımsa, vefatından sonra da o kadar tazim lâzımdır. Her hâl ve ahvalde hürmet vecibesini korumak gerekir. Ziyaretine giderken de, "Allah'ım, lâzım gelen tâzim ve edebi bana lütfet, senin lütfunla gideyim, bunu bana kolaylaştır ve kabul buyur."

"Rabb'im! Habib'ine karşı nasıl tazim etmem ve teslim olmam gerekiyorsa sen bu hâli bana lütfet. Senin lütfedeceğin bu sermaye ile Habib'ine öylece tazim edeyim ve teslim olayım!" diye niyaz ederim.

Hayat boyunca böyle kıymetli zevât-ı kiram'a giderken de, onlara karşı işlenecek küçük bir hatanın büyük olacağını düşünüp, Hazret-i Allah'a sığınmak ve öylece gitmek lâzım.

Biz onlara menfaat olsun diye değil, onlardan menfaat için gideriz. Padişah dilenciden bir şey beklemez, dilenci padişahtan bekler...

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Bedir'de müşrik ölülerine hitapta bulunduğu zaman Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz; "Yâ Resulellah! Kendilerinde hayat eseri bulunmayan şu cesedlere mi sesleniyorsun?" dedi.

Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki:

"Muhammed'in hayatı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, benim söylediğim sözleri siz onlardan daha iyi işitir değilsiniz." (Buhârî)

Kabrini ziyaret ettiğimiz zât eğer uyanık ise, sizin ne maksatla geldiğinizi, ne yaptığınızı, ne okuduğunuzu bilebilir. Hâlbuki biz onu ölü zannederiz.

Bir zât-ı muhterem, Allah dostlarından bir zâtın kabri başına gelmiş. "Yâ Rabb'i!" demiş, "Araplarda bir âdet var, köle âzad edecekleri zaman bir sevgilinin kabri başında âzad ederler. Ben senin âciz bir kölenim, ne olur bu zâtın yüzü suyu hürmetine beni affet, beni âzat et."

Bu hâl Hazret-i Allah'ın o kadar hoşuna gitmiş ki, ilhâm vasıtası ile kendisine "Bu duâyı yalnız kendin için mi yapıyorsun?" denilmiş.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"İşlerinizde sıkıştığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz." buyurmuşlardır. (Keşfü'l-Hafâ)

Bu bakımdan ehl-i kemâl kimselerin ziyaret edilmesinden büyük menfaatler husule gelir, oradan boş dönülmez.

Bir sır daha verelim:

Yolumuzun büyükleri daima ihvana duâ ederler. Bu neye benzer? Zahirde müşterek işler yapıldığı gibi manen de müşterek yapılan işler vardır. Daima onların her işiyle ilgilenirler, hep nazar ederler, hep duâ ederler, hep muhafaza ederler. Fakat ihvanın haberi olmaz.

 

Ümmet-i Muhammed'e Duâ Etmek:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Allah-u Teâlâ'ya kulun duâsının en sevgilisi şudur:

"Ey Allah'ım! Ümmeti Muhammed'e umumi bir rahmetle merhamet et."" (Deylemî)

Ümmet-i Muhammed için her el açışta duâ etmeli. Çünkü bir kişiyi affetmesi ile Ümmet-i Muhammed'i affetmesi arasında O'nun indinde hiç fark yoktur.

Duâ ederken bir kişinin değil, Ümmet-i Muhammed'in affını isteriz. Çünkü vallâhi Allah-u Teâlâ'nın bir kiyişi affetmesi ile Ümmet-i Muhammed'i affetmesi arasında fark yoktur.

"Binaenaleyh bizim duâmız hep başkaları için, Ümmet-i Muhammed'in iman ve selâmeti için."

Duâya başlamadan evvel de şunu söyleriz:

Yâ Rabb'i! Habib'in buyurdu ki; "Kullar senin kulun, azab edersen senin kulların, merhamet edersen sen lütuf, ihsan ve kerem sahibisin, affedersin."

Yâ Rabb'i! Ümmet-i Muhammed'i affet. Sen öyle bir Kerim Mabud'sun ki, beni affetmekle Ümmet-i Muhammed'i affetmek arasında hiçbir fark yok.

Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'e umûmî rahmetle muamele et!

Kendimle ilgili hususi ne istiyorsam; Allah'ım! "Ben hükmünü istiyorum" derim. Çünkü belki benim isteğim O'nun hükmüne ters düşebilir, isteğim yanlış olabilir, hata yapabilirim, senin takdirin esastır. Ben hükmüne râzıyım, onu kabul ediyorum. Allah'ım! "Hükmünü sevdir" derim, o kadar.

Allah'ım! Senin dileğin ne ise benim arzum da odur. Allah'ım! Dileğin dileğimdir.

Abd-i âciz üç nokta üzerinde duâ ederiz:

"Allah'ım ululuğun hakkı için, biricik varlığın Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin yüzü suyu hürmetine Ümmet-i Muhammed'i affet ve muhafaza et, senin için bu mahlûkuna muhabbet edenleri affet ve muhafaza et, bu fakir-hakir-pürtaksirini de affet ve muhafaza et."

Bu duâyı dilimizden hiç düşürmeyiz. Hatta bazan demek ki aşırı gidiyormuşuz ki bir defasında sert bir ihtar aldık. "Ümmet-i Muhammed'den başkası için el açma!" buyuruldu.

"Allah'ım Ümmet-i Muhammed'i korusun, affetsin, muhafaza etsin, muzaffer etsin...

Allah'ım Zât'ından başka sahibimiz yok, içte düşman, dışta düşman. Artık Zât'ına kalmış;

Bize merhamet et, bize acı, bizi affet, muhafaza et, muzaffer et! Âmin!"

 

Ümmet-i Muhammed'i Affet, Vatanımızı Muhafaza Et, Ordumuzu Muzaffer Et!

İhvanın ümmet-i Muhammed'e ve vatanımıza çok duâ etmesi lazım. Duâ ederken; "Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i affet, muhafaza et, muzaffer et! Allah'ım! Ordumuzu affet, muhafaza et, muzaffer et! Bu güzel vatanımızı da bize bağışla." deyin. Bunu daima yad edin.

Çünkü ortalık çok vahim.

"Hadisata dikkat et, karışma, seyret amma hiçbir işe karışma!" buyuruyorlar.

Yani içeri girme, dışardan nazar et! Bize düşen duâ oldu, müdahale değil. Çünkü zamanında her şeyi yaptık. Anladım ki vahim hadiseler olacak.

Şimdi en şiddetli fitnelerin içindeyiz. Gaye Hakk'a bağlanmak. Rızâ adımlarını atmaya çalışmak. Yılmamak, hiç durmamak. Çünkü küçücük bir ömrümüz var. Büyük bir hayat-ı ebediye var. Ömür kısa, yol uzun, fitne büyük.

Çadırın direği dururken herkes rahat. Fakat çadırın direği yıkılırsa ne olur bilmiyorum, o zaman her şeyi bekleyin. Allah-u Teâlâ o direkle murad ettiğini tutar. Amma direği alırsa kimi tutar? Dünyanın ömrü kısa, seyyiat zamanı.

Biz her zaman şöyle duâ ederiz:

Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i affet, vatanımızı muhafaza et, ordumuzu muzaffer et!

Çünkü vatan çok mühimdir. Vatansız iman da muhafaza edilmiyor.

"Allah'ım Ümmet-i Muhammed'i affet, muhafaza et, muzaffer et, askerimi de öyle. Bu güzel vatanımızı da bize bağışla."

Vatan imanı muhafaza eder. Çünkü vatansız iman kazanılmıyor.

"İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez."

 

"Duânın En Hayırlısı; Tevbe İstiğfar Etmek, Mağfiret Dilemektir:

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Duânın en hayırlısı istiğfar etmektir."

Diğer duâ ve ibadetlerin icabet görmesi için bir müslümanın tevbe ve istiğfar etmesi gerekir. Câfer-i Sâdık -kuddise sırruh- Hazretlerimiz "Tevbesiz ibadet sahih olmaz." buyurmuşlardır.

"Tevbe edenler, ibadet edenler." (Tevbe: 112)

Âyet-i kerime'sinde ise tevbe ibadetten önce beyan edilmiştir.

Tevbe; günahtan dönmek, pişmanlık duymak demektir. Kalpte ikilik yapan Hakk'tan gayrı bütün isteklerden ayrılmak, Mevlâ'ya yönelmek, günahların hepsini terketmek, günah arzusunu kalpten tamamen silmek, iyiliklere dönmek demektir. Tevbe, yolunu şaşırmış bir insanın yeniden yola gelmesi, vuslat kapısının anahtarı, saliklerin Allah yolundaki ilk adımıdır.

İstiğfar da, yapılan günahların Allah-u Teâlâ'dan af buyurulmasını niyaz eylemektir.

Her duâ Cenâb-ı Allah'ın katında muhafaza edilir. Âhiret için duâ eden kimse, elbette karşılığını âhirette görecektir. Duânın hayırlısı Allah-u Teâlâ'dan mağfiret dilemektir.

"Allah'tan mağfiret dile. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir." (Nisâ: 106)

Allah-u Teâlâ Afüvv'dür, affı çok boldur, günahları çokça bağışlar. Engin merhameti ile günahlardan pişmanlık duyanları affeder. Günahların izlerini tamamen yok eder, Kiramen kâtibîn meleklerinin kayıtlarını sildirir. Kıyamet günü bu günahlardan dolayı hesap sormaz, mahçup olmasınlar diye kullarına unutturur, günah yerine sevap yazar.

Affı sever, af edeni affı ile kuşatır.

Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:

"Kim bir kötülük yapar veya nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve merhamet sahibi olarak bulur." (Nisâ: 110)

Binaenaleyh hiç kimse günahını hafif görmemeli, günah işleyen bir kimse de hiçbir zaman ümidini kesmemelidir.

Allah-u Teâlâ diğer birçok Âyet-i kerime'lerinde elde fırsat dilde ruhsat varken, ecel kapıyı çalmadan evvel kullarını tevbe ve istiğfara dâvet etmektedir:

"Rabb'inizden mağfiret dileyiniz ve O'na tevbe ediniz." (Hûd: 3)

"Ey inananlar! Yürekten samimi bir tevbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabb'iniz sizin kötülüklerinizi örter." (Tahrim: 8)

"Resul'üm! Kullarıma benim çok bağışlayıcı ve merhamet edici olduğumu haber ver! Fakat benim azabım da çok acıklı bir azaptır." (Hicr: 49-50)

Rahmeti gadabını geçmiştir. Günah ve kusurları örtüp bağışlaması, günahkârların tek umut kapısı, tek kurtuluş çaresidir.

"Kötülük işleyip ardından tevbe eden ve iman edenler bilsinler ki, Rabb'in bu hareketlerinden sonra onları şüphesiz bağışlar ve merhamet eder." (A'raf: 153)

Günahlar ne kadar büyük olsalar dahi, O'nun bağışlamasının daha büyük olduğu bilinmelidir.

"Yaptığı zulümden sonra tevbe edip halini düzelten kimse, bilsin ki Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir." (Mâide: 39)

Şeddad bin Evs -radiyallahu anh-den rivâyete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:

"İstiğfar duâlarının ulusu, Allah-u Teâlâ'dan şöyle mağfiret dilemektir:

'Ey benim Allah'ım! İtiraf ederim ki, beşeri silsilemin başından sonuna kadar bütün mânâsı ile beni terbiye eden ancak senin Zât-ı Ecell-ü Alâ'ndır. Çünkü senden başka bir Allah yoktur.

Ve itiraf ederim ki beni halkeden ve Âdem'den vücuda getiren sensin. Ben ise senin kulun ve mahlûkunum. (Yâni ilâhî emirlerini yerine getirmeye hazırım.)

Keza, kulluk vazifeme dair "Kalû belâ"da verdiğim söz ve yeminin yerine getirilmesine beşeri gücümün yettiği kadar âmâdeyim.

Şu kadar var ki; gaflet ve cehaletle vâki olan geçmiş kusurlarımın kötülüğünden, canımı ve cânânımı kurtarabilmek için, emniyet ve güven yurdu olan ilâhî bağış ve mağfiretine ilticâ ediyorum.

Ey benim sevgili Allah'ım! Kusurlu kulluğuma rağmen, apaçık gözüken çeşit çeşit nimetlerine nâil olduğumu bildiğim gibi, hiçbir akıl ve mantığa sığmayan günahlarımı da biliyor ve itiraf ediyorum.

Öyle ise ey Rabb'im! Vâki olan kusur ve günahlarımı af ve mağfiret et. Zira Zât-ı Ecell-ü Alâ'ndan başka günahları affedecek bir Allah yoktur.'

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz devamla buyururlar ki:

'Bu seyyid'ül-istiğfar duâsını her kim sevap ve faziletine inanarak gündüz okuyup, o gün akşam olmadan ölürse ehl-i cennettir. Her kim de sevap ve faziletine inanarak gece okuyup da sabah olmadan ölürse o kimse de ehl-i cennet zümresindendir.'" (Buhârî. Tecrid-i sarih: 2141)

Benim zikirlerimden bir tanesi de şudur:

Estağfirullah, Estağfirullah, Estağfirullah. Allah'ım! Sana şükürler olsun. Allah'ım! Sana şükürler olsun. Allah'ım! Sana şükürler olsun.

Rabb'ime istiğfar ederim hemen arkasından şükrederim. İstiğfar ederim, şükrederim. Zikirlerimden bir tanesi budur.

 

Rahmetinin İçine Girebilmek:

Allah'ım bizi rahmetinin içine alsın.

O rahmetinin içine aldı mı, aç da olsan, susuz da olsan gidiyor. Niçin? O'nun lütuf rahmetinin içinde olduğu için.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Sizden hiç kimse amel ve ibadeti ile kurtulamaz." buyurdu.

Sahâbe-i kiram -radiyallahu anhüm-:

"Sen de mi yâ Resulellah?" diye sordukları zaman ise şöyle buyurdu:

"Evet ben de. Meğer Allah-u Teâlâ rahmeti ve fazlı ile beni koruya." (Müslim: 2816)

Câbir -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şu şekilde duâ edilmesini tavsiye etmişlerdir:

"Allah'ım! Senin bağışlaman benim günahımdan daha geniştir. Rahmetin benim yanımda amelimden daha ümit vericidir." (Hâkim)

Allah'ım bizi rahmetinin içine al. Eğer dışarıda kalırsak muhalif bir rüzgâr bizi uçurabilir. Fakat sen bizi rahmetinin içine alırsan hıfz-u himayenle, tasarruf-u ilâhiyenle korursun.

Allah'ım bizi muhafaza buyursun ve korusun.

Rahmetinin içine alırsa dünyada da cennettir. Ona huzur verir, her şeyi verir, mahviyet verir, kurbiyyet verir. Gönlü müsterih olduğu zaman dünya cennettir. Böyle müsterih ettiği kimsenin dilediği zaman âhirette de cennete alır, kurtarır.

"Dilediğini rahmetinin içine sokar." (Şûrâ: 8)

İşte bu durum rahmetinin içine alması demektir. Rahmetinin içine aldığı zaman onu kapatır. O artık O'nunla olmuş, O'nunla ölmüş demektir. Her şey ölmüş ve öldürülmüş; o, O'nunla olmuş. Ölen bir kimsenin dünya ile ilgisi kesilir, o ise dünyada iken ilgisini kesiyor.

Tâ ki eski hâline dönünceye kadar. Bu hâl de her zaman bulunmaz, rahmetinin içine aldığı zaman olur.

Onun için; "Yâ Rabb'i! Rahmetinin içine al!" diye niyaz ederiz, bir küpün içine girer gibi gireriz.

Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:

"Ehl-i beyt'im ümmetim için bir emniyettir, onlar yok olup gittiklerinde kendilerine vaad edilenler gelir." (Tirmizî)

Her şey tezahür ediyor artık, gitme vaktim yaklaştıkça her şey tezahür ediyor, bunlar böyle çıkıyor, her şey bilinsin isteniyor.

 

Duâ Ancak O'nadır:

Tam yerinde yapılmış olan, kabul edilip karşılık görecek olan duâ ve niyaz, ancak Allah-u Teâlâ'ya yapılan duâ ve ibadettir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Gerçek duâ ancak O'nadır." (Ra'd: 14)

Nitekim şâyân-ı kabul olan duâ da ancak O'na yapılacak duâ ve tazarrudan ibarettir.

"O'ndan başka duâ ettikleri, kendilerinin duâlarına hiçbir karşılık veremezler." (Ra'd: 14)

Onlara beyhude yere duâ etmiş olurlar. Çünkü karşılık veremezler, hiçbir dileklerini yerine getiremezler.

"Durumları ancak suyun ağzına gelmesi için avuçlarını ona açmış kimsenin durumu gibidir. Oysa o hiçbir zaman suya kavuşamaz." (Ra'd: 14)

Ellerini suya uzatıp, suyun ellerinden ağzına kendiliğinden ulaşmasını isteyen kimsenin bu arzusu, su tarafından ne kadar gerçekleştirilemez ve imkânsız ise, onların Allah'tan başka duâ ettikleri şeylerin de bu isteklerini yerine getirebilmesi ihtimali o kadar imkânsızdır. Çünkü su cansızdır. Kendisine avuçlarını açıp uzatanın bu davranışını farketmez ve susadığını da anlayamaz. Ağzına gelmesini isteyecek olsa, su onun isteğini kabul edip ağzına kadar ulaşamaz.

"İşte kâfirlerin duâsı da ancak bunun gibi boşunadır." (Ra'd: 14)

Çünkü onlar duâ edecek olsalar dahi, Allah-u Teâlâ onların duâsını kabul etmeyecektir. Başkasına duâ edecek olurlarsa, onun da duâlarını kabul etme gücü bulunmamaktadır.

Burada yalnız şuursuz putlara değil, Allah-u Teâlâ'nın dışında ilâhlaştırılan birtakım önderler veya şahısların da o cansız putlar gibi, hiçbir duâya cevap veremeyecekleri, Allah-u Teâlâ'nın irâdesi olmadan hiçbir isteği yerine getiremeyecekleri beyan edilmektedir.

"İsteyen de âciz, istenen de..." (Hacc: 73)

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde yalnız kendisine kulluk yapılmasını, duâ edilmesini emir buyurmaktadır:

"O halde sakın Allah ile beraber başka bir ilâh edinip yalvarma. Yoksa azaba uğratılanlardan olursun." (Şuarâ: 213)

Bu hitâb-ı ilâhî bütün ehl-i imana karşı en ulvî tâlimâtı ihtivâ etmektedir.

"Allah ile beraber başka bir ilâh edinip yalvarma! O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur." (Kasas: 88)

 

Duâ'da Samimiyet:

Diğer ibadetlerde olduğu gibi; duâ için de, duânın kabulü için de şeklî ve ahlâkî âdâb ve şartlara riâyet etmek lâzımdır. Duâ eden kişinin engin bir edeb içinde olması gerekir.

En mühim şart, sağlam bir itikada sahip olmaktır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

"Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz Allah'a, dini yalnız O'na hâlis kılarak duâ edin." (Mümin: 14)

İbadet ve duânızı yalnızca Allah-u Teâlâ'ya halis kılınız ki dininizin vazifesini eda etmiş olasınız.

"De ki: Bana, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu." (Zümer: 11)

"Her secde yerinde yüzlerinizi O'na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O'na duâ edin.

İlk önce sizi yarattığı gibi, yine O'na döneceksiniz." (A'râf: 29)

 

Duânın Başında ve Sonunda Salât-ü Selâm Getirmek:

Allah-u Teâlâ, kulu ve Resul'ü Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'ın fazilet ve meziyetini, şeref ve haysiyetini, yüceler yücesindeki mevkiini çok açık bir şekilde beşeriyete ilân etmiştir.

"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber Muhammed'e çok salât ve senâ ederler. Ey inananlar! Siz de ona Salât-ü selâm getirin ve tam bir teslimiyetle gönülden teslim olun." (Ahzâb: 56)

Peygamber'ine Allah-u Teâlâ'nın salâtı; onu en yüce makamda yâdetmesi, onu rahmeti ile rızâsı ile tebcil ve tebrik etmesidir.

Meleklerin salâtı ise; istiğfarda bulunmalarıdır. İnsanlarınki de öyledir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:

"Sizden biriniz duâ etmek istediği zaman, önce Allah-u Teâlâ'ya hamd-ü senâ ile başlayıp, sonra Peygamber'e salavât getirsin, sonra da istediği duâyı yapsın." (Tirmizi - Ebu Dâvud)

"Aleyhisselât-u vesselâm Efendimiz'le ehl-i beytine salât-ü selâm okunmadıkça okunan duâ kabul makamına vâsıl olamaz." (C. Sağir)

Salât-ü selâm; onun hürmetine bize ver demektir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Bana duânızın başında, ortasında ve sonunda Salât-ü selâm getirin." buyurmuştur. (Tirmizi)

Duâların başında ve sonunda Salât-ü selâm getirmek, enbiyâ ve evliyâya tevessül etmek lâzımdır.

"Kaçınmak, kaderi def'edemez. Lâkin sâlih kulların duâsı inmiş ve inecek olan belâ ve musibeti ortadan kaldırmaya vesîle olur. Öyle olunca, ey Allah'ın kulları duâ ediniz." (Ahmed bin Hanbel)

"Bir şeyi talep edip de hasıl olmasından güçlük ve sıkıntı çeken kimse, bana çokça salât-ü selam göndersin. Gerçekten salât-u selâm sıkıntıların giderilmesinde, rızıkların çoğalmasında ve müşkillerin halledilmesinde yegâne vesiledir." (Nevadir-ül Usûl)

"Bir kimse nezdinde ismim zikrolunduğu halde, bana salât-ü selam göndersin. Şüphesiz bana bir kere salât gönderenlere Cenâb-ı Allah on defa rahmet eder." (C. Sağir)

 

Helâl Kazanç, Helâl Lokma Duâ ve İbadetin Kabulune Vesiledir:

Duânın kabul olunmasında helâl kazancın, helâl lokmanın çok mühim yeri vardır.

Haramla ibadet olmaz.

Haramla duâ olmaz.

Haramla ihlâs olmaz.

Haramla hiçbir şey olmaz.

Allah-u Teâlâ salih amelden, faydalı işler yapmaktan önce helâl olan şeylerden yemeyi emrederek:

"Helâl ve temiz rızıklardan yiyiniz ve sâlih ameller işleyiniz." buyurmuştur. (Müminûn: 51)

Haramlar, duâ ve ibadetlerin kabulüne mâni olur.

"Yâ Resulellah! Allah'a benim için yalvarıver de, duâsı makbul olanlardan olayım." diyen bir zâta Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Helâl yemek ye, duân kabul olsun." buyurdular. (Taberânî)

Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:

"Bir insan ki, büyük bir iştiyakla (Hacc ve Umre için) yola çıkar. Birçok eziyetlere katlanır, toz toprak içinde kalır. Ellerini semâya doğru açıp 'Yâ Rabb'i yâ Rabb'i!' diye yalvardığı halde; yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve her türlü gıdası haramdır. Böyle bir adamın duâsı nasıl kabul edilir?" (Müslim)

Duânın, ibadetin kabulüne yegâne vesile helâl lokmadır.

"Haramdan meydana gelen her vücuda, ateş daha lâyıktır." (Tirmizî)

"Bir kimse haramdan bir şey yerse kırk gün namazı kabule şâyân olmaz." (Deylemî)

 

Ağlaya Sızlaya Yalvararak Çok Sığınmak Lâzım:

Hıfz-u himayesine sığınılacak, yardım istenecek, kapısına başvurulacak yegâne mabud O'dur.

Başta Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz olmak üzere, Allah dostları bütün ibtilâlara, meşakkatlere, ezâ ve cefâlara karşı Hazret-i Allah'a tevekkül etmişler, huzuru O'na sığınmakta bulmuşlardır.

Nuh Aleyhisselâm cehalet ve bilgisizlikten, sebeplere bağlanmaktan Allah-u Teâlâ'ya sığınarak ilticâda bulunmuştur.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"De ki: Ey Rabb'im! Bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen ziyan edenlerden olurum." (Hûd: 47)

Onun bu sığınışı sayesinde Allah-u Teâlâ da kendisine emniyet vermiş, hem kendisini, hem de beraberinde olanları denizin şiddetli dalgalarından kurtarmıştır.

Yusuf Aleyhisselâm Züleyha'nın kendisine musallat olup zinaya düşürmesinden endişeli olduğu bir zamanda huzur içinde:

"Allah'a sığınırım." dedi. (Yusuf: 23)

Bu gönülden gelen istiâze sayesinde Allah-u Teâlâ onu böyle bir felâkete düşmekten korumuş, hem de Mısır'a vezir yapmış, din ve dünya şerefine ulaştırmıştır.

Musa Aleyhisselâm, Firavun'un kendisini öldürmek için teşebbüs ettiğini duyunca, görünüşte Firavun ve hanedanına karşı çok zayıf görüldüğü halde, sebepleri yürüten Allah-u Teâlâ'ya sığındı.

"Musa dedi ki: Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabb'im sizin de Rabb'iniz olan Allah'a sığınırım." (Mümin: 27)

Musa Aleyhisselâm'ın bu yüksek beyanatı gösteriyor ki, her mümin her zaman her hususta Allah-u Teâlâ'ya sığınmalı, daima O'nun hıfz-u himayesine iltica etmelidir.

Allah-u Teâlâ Felâk ve Nas sûre-i şerif'lerinde kendisine sığınmayı tavsiye buyurmaktadır.

Resulullah Efendimiz sabah, akşam ve değişik vesilelerle daima sığınmışlar ve ümmet-i Muhammed'e güzel bir numune olmuşlardır.

 

Duânın Edepleri:

Varsa hak sahipleri ile helâlleşmek, zulümden kaçınmak, duâdan önce sadaka vermek de duânın kabulü için gereklidir.

Enes -radiyallahu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Sadaka Rabb'inin gadabını söndürür." (Tirmizî)

Duâ ederken abdestli bulunmalı, kıbleye müteveccih olarak huşû ile diz çökmeli, ısrarla ve azimle Allah-u Teâlâ'ya yalvarmalıdır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Duâ ve tazarru zamanında ziyâde ilhâh ve ısrâr edenleri Cenâb-ı Hakk sever." (C. Sağîr)

Abdullah bin Mes'ud -radiyallahu anh- der ki:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâyı üç kere yapmaktan, istiğfârı üç kere yapmaktan hoşlanırdı." (Ebu Dâvud: 1524)

Duâ günahlara pişmanlık duyularak yapılmalı, kabulü için de acele edilmemeli, kabul edileceğine inanılarak duâ ısrarla sürdürülmelidir.

"Eğer bir kul Cenâb-ı Hakk'tan bir şey istirhâm eyler de arzusuna nâil olmazsa Cenâb-ı Allah onun için bir sevâb yazar." (C. Sağîr)

"Cenâb-ı Allah buyurur ki: Bir kul, ellerini kaldırıp benden taleb etmezse ona gadab ederim. (Zira bu hâl ya gafletinden veyahut kibrinden ileri gelir.)" (Münâvî)

Kur'an-ı kerim'de ve Hadis-i şerif'lerde geçen me'sur duâlarla duâ edilmelidir.

Duâ esnasında sesi fazla yükseltmemelidir.

"Rabb'inize yalvara yakara gizlice duâ edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez." (A'râf: 55)

Korku halinde ümidi, ümit halinde korkuyu bırakmayarak, daima ikisinin denklik noktasını gözeterek duâ etmelidir.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Korkarak ve umarak O'na duâ edin. Muhakkak ki Allah'ın rahmeti muhsinlere yakındır." (A'râf: 56)

Böyle duâ edenler, duâda ihsan mertebesine ermiş muhsinlerden olurlar. Duânın güzelliği de kalbin bu istikametiyledir.

Duânın kabul olunacağına samimi bir kalp ile inanmalı, Allah-u Teâlâ'dan dilediği şeyi kesin bir lisan ile istemelidir.

"Allah'a duânızın kabul edileceğine kesinlikle inanmış olarak duâ edin. Şunu da bilin ki Allah kendisinden gafil ve başka işlerle meşgul bir kalbin duâsını kabul etmez." (Tirmizî)

"Biriniz duâ ettiği zaman, duâda kesinlik göstersin, isteğinde kararlı olsun. 'Allah'ım dilersen bana ver!' demesin. Çünkü Allah'ı zorlayacak hiç kimse yoktur." (Müslim: 2678)

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadır:

"Biriniz Allah'tan dilekte bulunduğunda bolca istesin. Çünkü Rabb'inden istemektedir." (C. Sağîr: 532)

 

Makbul Olan Duâ Zamanları:

Günün her saatinde duâ ve niyaz halinde bulunulmakla birlikte, duâ etmek için şerefli vakitler gözetilmelidir.

Üç aylar diye bilinen Receb, Şaban ve Ramazan ayları Rabb'imizin af ve mağfiretinin, feyiz ve bereketinin bol bol ihsan edildiği mübarek aylardır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Receb ayı girince:

"Allah'ım! Receb ve Şâban'ı bize mübarek kıl, bizi Ramazan'a kavuştur." diye duâ ederdi. (C. Sağîr)

Ramazan ayında yapılan duâlar çok kıymetlidir.

Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:

"Kim ki faziletine inanarak ve mükâfâtını Allah'tan umarak Ramazan ayını ihyâ ederse geçmiş günahları bağışlanır." (Buhârî - Müslim)

Arefe günü:

"Duâların en hayırlısı Arefe gününde yapılandır." (Tirmizî)

Mübarek gün ve geceler, Bayram geceleri:

"Beş gece vardır ki, o gecelerde yapılan duâlar geri çevrilmez:

1. Receb'in ilk gecesi,

2. Şaban'ın yarısı gecesi,

3. Cuma gecesi,

4. Ramazan bayramı gecesi,

5. Kurban bayramı gecesi." (Beyhakî)

• Cuma geceleri:

"Cuma gününde öyle bir an vardır ki, şayet bir müslüman o saate denk gelir de Allah'tan bir hayır isterse, Allah onu kendisine mutlaka verir." (Müslim: 852)

"Cuma gününde öyle bir an vardır ki, kul o saate denk gelecek şekilde Allah'tan bağışlanmasını isterse mutlaka bağışlanır." (C. Sağîr: 5914)

Eşref saatinin Cuma günü İkindi-Akşam arası olması ihtimali vardır.

Seher vakitlerinde:

"Rabb'imiz Tebâreke ve Teâlâ gecenin son üçte biri kaldığında dünya semâsına inerek 'Bana kim duâ ederse, duâsına icâbet ederim. Kim benden isterse dilediğini veririm. Kim günahlarının bağışlanmasını isterse mağfiret ederim.' buyurur." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 590)

Ezan ile ikamet arası:

"Ezân ile ikamet arasında okunan duâ kabul edilir, o esnâda duâ ediniz." (Tirmizî)

Farz namazlardan sonra:

"Bir farz namazını huşû ile edâ eden kimsenin o namazın akabinde vâki olacak duâsı kabul olunur." (Münâvî)

Kur'an-ı kerim hatminden sonra:

"Kur'an-ı Azîmüşşân her ne vakit hatmolunursa akabinde okunan bir duâ kabule lâyık olur." (C. Sağîr)

Secde esnasında:

"Secdede duâ etmeye çalışın. Zira secde halinde duânın müstecap olması umulur." (Müslim: 479)

Oruçlu iken:

"Oruçlunun uykusu ibadet, susması tesbih, ameli kat kat sevaplı, duâsı makbuldür, günahları ise bağışlanır." (C. Sağîr: 9293)

İftar açarken:

"Şüphesiz ki oruçlu için iftar vaktinde geri çevrilmeyen bir duâ hakkı vardır." (İbn-i Mâce)

Kalpler rikkate geldiği, tüyler ürperdiği, Allah korkusu ile gözlerden yaş akarken:

"Kalbiniz rikkate gelip yumuşadığında duâ etmeyi fırsat biliniz. Çünkü bu hâl rahmettir." (C. Sağir: 1211)

Sıkıntılı anlarda, hastalıklı günlerde:

"Musibete uğramış müminin duâsını ganimet biliniz." (C. Sağîr: 1212)

Ayrıca yağmur yağarken, rüzgâr eserken, düşmanla karşılaşıldığı, harbin kızıştığı, Kâbe-i muazzama'nın görüldüğü, namaza durulacağı zaman, namazların sonunda, evinden ve âilesinden uzakta bulunduğu sırada, Çarşamba günleri öğle ile ikindi arasında yapılan duâlar da makbuldür.

 

Duâsı Makbul Olanlar:

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz birçok Hadis-i şerif'lerinde;

Misafirin ev sahibine,

Babanın evlâdına,

Din kardeşlerinin birbirleri için yaptıkları duâların,

Ve ayrıca;

Ulemâ ve sülehânın,

Adaletli âmirlerin,

Gazilerin,

Mazlumun,

Yetimlerin,

Hastaların,

Ana-babalarını râzı eden evlâtların,

Kocalarına itaat eden saliha hanımların,

Hacc'dan yeni dönmüş olanların yaptıkları duâların reddolunmayacağını haber vermektedir.

 

Hadis-i Şerif'lerde Duâsı Geri Çevrilmeyenler:

"Bir babanın oğlu için duâsı, bir peygamberin ümmeti hakkındaki duâsı gibi makbuldür." (İbn-i Mâce)

"Din kardeşi hakkında gıyâbî olarak yapılan duâ dergâh-ı icâbetten geri çevrilmez." (Ebû Dâvud)

"Bir müslümanın yanında yokken din kardeşi için yapmış olduğu duâ kabul olunur.

Onun başında bu iş için görevli bir melek bulunur. Din kardeşi için hayırla duâ ettikçe o görevli melek 'Âmin! Kardeşin için istediğinin bir misli de sana verilsin.'der." (Müslim: 2733)

"Üç durum vardır ki, onlarda hiçbir kulun duâsı geri çevrilmez:

Issız ve Allah'tan başka hiç kimsenin kendisini görmediği yerde kalkıp namaz kılan kimse.

Savaşta bir grupla beraber çarpışırken arkadaşları kaçtığı halde kendisi sebat eden kişi.

Gecenin sonuna doğru ibadet yapan kişi." (C. Sağîr: 3513)

"Nimete ermişlerin nimeti verenler hakkındaki hayır duâsı reddolunmaz." (C. Sağîr)

"Üç kimse vardır ki, duâlarını geri çevirmemek Allah'ın üzerine bir hakdır:

Orucunu açıncaya kadar oruçlu, hakkını alıncaya kadar mazlum, evine dönünceye kadar misafir." (C. Sağîr: 3452)

"Bir hastanın yanına vardığında sana duâ etmesini iste. Çünkü onun duâsı meleklerin duâsı gibidir." (İbn-i Mâce)

"Bir kimsenin sevgilisi aleyhinde olan duâsının kabul buyrulmamasını Cenâb-ı Hakk'tan istirhâm eyledim." (Münâvî)

 

Bedduâ:

Câbir -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Kendiniz aleyhine duâ etmeyin, çocuklarınız aleyhine duâ etmeyin, hizmetçileriniz aleyhine duâ etmeyin, mallarınız aleyhine duâ etmeyin. Ola ki, Allah'ın duâları kabul ettiği saate rastgelir de istediğiniz kabul ediliverir." (Ebu Dâvud: 1532)

Burada yasaklanan aleyhe duâ, bedduâdır, yani kötü temennilerde bulunmaktır. Kişinin kendisi için "Gözlerim kör olsun!", çocukları için "Allah canını alsın!", malı-mülkü için "Yok olsun!" gibi sözler sarfetmesidir.

Hadis-i şerif'te bu sözler Allah-u Teâlâ'nın duâları kabul ettiği bir ana rastlayacak olursa, kötü bir netice ile karşılaşılabileceği belirtiliyor.

Bir başka Hadis-i şerif'te, duâlara meleklerin "Âmin!" demeleri sebebiyle bir müslümanın kendisi için hayırdan başka bir temennide bulunmaması tavsiye edilmektedir.

Mazlumun bedduâsı da mutlak surette reddedilmez.

"Mazlumun duâsından sakınınız. Zirâ hızlılıkta şimşek gibi kabul olunma makamına yükselir." (C. Sağîr)

"Mazlumun duâsı makbuldür, velev günâhkâr olsun." (Buhârî)

Duâ etsen ne zararın var, bedduâ etsen ne kârın var? Onun için herkesi hoş gör, geç git.

"Birbirinize Allah'ın lâneti ile gazabı ile cehennem ateşi ile bedduâ etmeyiniz." buyuruyor. (Ebu Dâvud)

"Mümine lânet etmek onu öldürmek gibidir." (Buhârî)

 

Ölene Nasıl Duâ Etmeli:

Mümkün olduğu kadar ahirete giden kimsenin ayıplarını araştırmayın. "Şunu yaptı, bunu yaptı!" demeyin. Borcu varsa hemen ödeyin, temizleyin. Hakkında hep hayır söyleyin. Günde beş defa ona duâ edin.

Günde beş defa duâ etmek çok kolaydır. İnsan namaz kıldıktan sonra en sonunda Fâtiha'yı okur ve kalkar. Bir defa niyet edilerek şöyle niyaz edilecek;

"Yâ Rabb'i! Bu Fâtiha-i şerif ile beraber üç İhlâs-ı şerif okuyorum. Okuduklarımı Seyyid-i Kâinat ve Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e, Peygamberân-ı izam, Cihâryâr-i Güzin, Ashâb-ı kiram, Evliyâullah Hazerâtı'na, ahirete gidenlere, bilhassa; anne, babamın ruhuna hediye eyledim."

Böylece her namaz sonunda bir Fâtiha ile üç İhlâs-ı şerif onların ruhlarına hediye edilmiş olur.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki İhlâs sûresi Kur'an'ın üçte birine denktir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1771)

Bir Fâtiha, üç İhlâs-ı şerif Hazret-i Kur'an'ın üçte birisidir.

Her gün bu hediye yollanınca ölen için bir varidat olur.

 

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Son Anlarındaki Duâ ve Niyazları:

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:

"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in son hastalığında ruhunu teslim ederken şöyle duâ ettiğini işittim:

'Ey Allah'ım! Beni bağışla, bana acı, en yüce dosta kavuştur.'" (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1665)

"Sabahları bu duâ ile meşgul olun.

"Bunu her zaman, her gün yapmamız lâzım. Ve fakir bunu kendisine şiar edinmiştir. Bana çok haz geliyor. Onun için bunu daima söylemeye çalışıyorum. Fakat bilhassa ihvanın da söylemesi lâzım. 'Önümüzde çıkacak afatlardan bizi korusun, bize acısın!' diye sığınmamız lâzım.

Bunu unutmayın. Çıkması gereken hepsi çıktı. Şimdi ilâhî emre bakıyor! Hüküm O'nundur. Fakat dünya tutuştuğu zaman yanmaya mahkûm. Onun için bizi Rabb'imiz bu ateşten de korusun, cehennem ateşinden de korusun."

O kadar gizli sırlar var ki bu duânın içinde. Evvelâ beni affet. Rabb olarak Yaratan'ı tanıyor, yalnız O'nun affedeceğini biliyor, kendisinin kusurlu olduğunu görüyor. Evvelâ Halik'ından af diliyor.

Hazret-i Allah'a nasıl içten duâ ediyor! Bana acırsan beni kurtarırsın, Zat'ına has bir kul yaparsın. Fakat bana acımazsan, kendi halime bırakırsan, nefsim de azar beni helâk eder.

Burada şu çıkıyor; Allah-u Teâlâ'nın büyüklüğünü tanımak, yalnız ve yalnız O'nun af edici olduğunu bilmek.

Binaenaleyh o kadar cazip bir duâ ki, Cenâb-ı Hakk'a sığınma hususunda, yalnız Hakk'la karşı karşıya. "Allah'ım beni mağfiret et, bana acı, beni kurtar."

Onun için hakikaten acınmaya ve kurtulmaya ihtiyacımız var. Çünkü insan beşerdir. O hep ihsanda biz ise hep isyandayız. Sözümüzle, fiilimizle, hareketimizle hep isyandayız. O ise hep ihsanda. Onun için af ve mağfirete cidden ihtiyacımız var.

Sen Hazret-i Allah ile olursan arkadaşın da O, refikin de O, saadetin de O, selâmetin de O...

Dünya saadeti de Hazret-i Allah ile olmak, ahiret selâmeti de Hazret-i Allah ile olmaktır. Dünyada da O'nunla, ahirette de O'nunla...

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bize şu duâyı öğretir:

"Allah'ım sana sığınırım, Allah'ım sana yönelirim, Allah'ım sana dayanırım. Ululuğun hakkı için, rızândan, istikametinden, yolundan ayırma..."

Mamafih görünüşte hepimiz Allah'ımıza güveniyoruz, amma hiç de öyle değil!

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yalnız O'nun merhamet etmesiyle kurtulmanın mümkün olacağını ve bu sayede kendisine ulaşmanın mümkün olacağını beyan buyurdu. Ağızla da söylersek faydalıdır, bir istimdattır, bir niyazdır, bir yalvarmadır, bir sığınmadır.

"Ey Rabb'imiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kâdirsin." (Tahrim: 8)

Nurla her hakikat görülür, zulümatla her hakikat örtülür.

Yusuf Aleyhisselâm da peygamber olduğu halde yalvarıyor:

"Müslüman olarak canımı al ve beni sâlihler zümresine kat." (Yusuf: 101)

Çünkü Hazret-i Allah;

"Zerreden hesap soracağım!" buyuruyor:

"Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür.

Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür." (Zilzâl: 7-8)

Zerreden ince hesap var!..

Bir Halik-ı azîmüşşan var, seni yoktan var etti, nimetlere gark etti. Dikkat edersen bir damla kerih su aslımız. Onu da O yarattı. Ne var senin sana ait? Hiç! Zavallı insan!

Bunları böyle düşündüğüm zaman "Rabb'im beni çekse de bir hata işlemeden gitsem" diyorum. Niçin? Zerreden hesap soracak.

Melekler bile titriyor azamet-i ilâhiye karşısında. Ama zavallı insan câhil olduğu için çok cesur.

Bunları Hakk öğretir, halk öğretmez. Aslını bildin mi azamet-i ilâhiye'yi görürsün. Ey gafil insan! Cebrâil Aleyhisselâm dahi azamet-i ilâhiye karşısında paçavra halinde münâcât ederken sen ne yaptın? Nasıl münâcât ediyorsun? Kime münâcât ediyorsun farkında mısın?

Çünkü en çok Hazret-i Allah'ı o bilir ve Hazret-i Allah'a yakın olanlar Hazret-i Allah'ı bilir. En çok bilen en çok korkar. Onun için o şekilde duâ edin.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ahirete irtihal ederken de son duâsı bu oldu.

 

Kur'an-ı Kerim'de Geçen Peygamber Efendimiz'in Duâları:

(Hasbiyallahu lâ ilâhe illâ hû aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül-arşil-azîm)

"Allah bana yeter, O'ndan başka ilâh yoktur, O'na tevekkül ederim, O büyük arşın sahibidir." (Tevbe: 129)

(Rabbiğfir ver-ham ve ente hayrür-râhimîn)

"Ey Rabb'im! Bağışla, merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın." (Müminûn: 118)

(Rabbi eûzübike min hemezâtiş-şeyâtîn. Ve eûzübike Rabbi en-yahdurûn)

"Ey Rabb'im! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Ey Rabb'im! Yanımda bulunmalarından da sana sığınırım." (Müminûn: 97-98)

(Allahümme fâtıres-semâvâti vel-ardi âlimel ğaybi veşşehâdeti, ente tahkümü beyne ibâdike fîmâ kânû fîhi yahtelifûn.)

"Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de âşikârı da bilen Allah'ım! Kullarının arasında ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen verirsin." (Zümer: 46)

(Kulillâhümme mâlikel-mülki tü'til-mülke men teşâu ve tenziul-mülke mimmen teşâu ve tuizzü men teşâu ve tüzillü men teşâu biyedikel-hayru inneke alâ külli şey'in kadîr. Tûlicülleyle fîn-nehâri ve tûlicün-nehâre fil-leyli ve tuhricülhayye minel-meyyiti ve tuhricül-meyyite minel-hayyi ve terzüku men teşâu biğayri hisâb)

"De ki: Ey mülkün gerçek sâhibi Allah'ım! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Sen her şeye kadirsin.

Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğini hesapsız rızıklandırırsın." (Âl-i İmran: 26-27)

(Ve kûl: Rabbi edhılnî müdhale sıdkin ve ahricnî muhrace sıdkin vec'al lî min ledünke sültânen nasîrâ)

"Şöyle niyaz et: Ey Rabb'im! Beni koyacağın yere sıdk ile hoşnutlukla koy, çıkaracağın yerden sıdk ile hoşnutlukla çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver." (İsrâ: 80)

(Bismillâhir-Rahmânir-Rahîm

Kul eûzü bi-Rabbil-felâk. Min şerri mâ halâk. Ve min şerri ğâsikın izâ vekab. Ve min şerrin-neffâsâti fil-ukâd. Ve min şerri hâsidin izâ hased.)

"Resul'üm! De ki: Yaratıkların şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümleri üfürüp büyü yapan büyücülerin şerrinden, haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden sabahın Rabb'ine sığınırım!" (Felâk Sûresi)

(Bismillâhir-Rahmânir-Rahîm

Kul eûzü bi-Rabbi'n-nâs. Melikinnâs. İlâhin-nâs. Min şerril-vesvâsilhannâs. Ellezî yüvesvisü fî sudûrin-nâs. Minel-cinneti ven-nâs.)

"Resul'üm! De ki: İnsanlardan olsun, cinlerden olsun, insanların gönlüne vesvese, şüphe ve tereddüt sokan o sinsi vesvesecinin şerrinden; insanların Rabb'ine, insanların melikine, insanların ilâhına sığınırım." (Nas Sûresi)

 

Hadis-i Şerif'lerde Geçen Peygamber Efendimiz'in Bazı Duâları:

Enes -radiyallahu anh- buyurur ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şu duâyı çok yapardı:

(Yâ mukallibel-kulûbi sebbit kalbî alâ dinike)

"Ey kalpleri çeviren Allah'ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!"

Ben bir gün kendisine:

"Yâ Resulellah! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?" dedim.

Bana şöyle cevap verdi:

"Evet! Kalpler, Rahman'ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği tarafa çevirir." (Tirmizî: 2141)

Abdullah bin Amr bin el-Âs -radiyallahu anhümâ-dan:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle duâ ederlerdi:

(Allahümme ya musarrifel-kulûbi sarrif kulûbena alâ taatike)

"Ey kalpleri çeviren Allah'ım! Kalplerimizi senin taatına çevir." (Buhârî)

Enes -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in, şu duâyı çok yaptığını rivayet etmiştir:

(Allahümme Rabbenâ âtinâ fid-dünyâ haseneten ve fil-âhireti haseneten ve kınâ azâben-nâr)

"Ey Allah'ım! Ey Rabb'imiz! Bize dünyada iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1682)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bir duâları:

(Allahümme lâ tekilnî ilâ nefsî tarfete aynin velâ tenzî' minnî sâliha mâ a'taytenî)

"Ey Allah'ım! Gözümü açıp kapatıncaya kadar beni nefsime bırakma ve bana verdiğin iyi şeyleri geri alma." (Bezzâr)

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle duâ ederdi:

(Rabbi eınnî velâ tuin aleyye vensurnî velâ tensur aleyye vemkürlî velâ temkür aleyye vehdinî ve yessirlîl-hüdâ vensurnî alâ men beğa aleyye, Rabbic'alnî leke şekkâran, leke zekkârân, leke rehhâban leke mitvâan, leke muhbiten ileyke evvâhan münîben. Rabbi tekabbel tevbetî vağsil havbetî ve ecib da'veti ve sebbit huccetî Ve seddid lisânî vehdi kalbi. Veslül sehîmete sadrî)

"Ey Rabb'im! Bana yardım et, aleyhime yardım etme! Beni muzaffer kıl, aleyhime zafer verme! Lehime tertip kur, aleyhime kurma! Bana hidayet et ve hidayeti bana kolaylaştır! Üzerime saldırana karşı bana yardım et!

Ey Rabb'im! Beni sana çok şükreden, seni çok zikreden, senden çok korkan, sana pek çok itaat eden, senin için eğilen ve sana yönelerek yakarışta bulunanlardan eyle!

Ey Rabb'im! Tevbemi kabul eyle, günahlarımı yıkayıver, duâmı kabul buyur, delilimi sabit kıl, dilimi doğru kıl, kalbime hidayet et, göğsümün kin ve hasedini çıkar." (Tirmizi: 3551)

Ebu Ümâme -radiyallahu anh- buyurur ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- çok değişik duâlar yapardı. Biz bu duâlardan hiçbirini ezberleyemiyorduk. "Yâ Resulellah! Çok değişik duâlar yapıyorsun. Biz bunlardan hiçbirini ezberleyemedik." dedik.

Buyurdular ki:

"Bunların hepsini içine alan öz bir duâyı size haber vereyim mi? Şöyle duâ edersin:

(Allahümme innî es'elüke min hayri mâ seeleke minhu nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem ve eûzü bike min şerri mesteâze minhu nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem ve entel-müsteânu ve aleykel-belâğu ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâh)

"Ey Allah'ım! Peygamberin Muhammed'in senden dilediği hayırlardan ben de dilerim. Peygamberin Muhammed'in sığındığı şeylerden ben de sığınırım. Yardımına sığınılacak ancak sensin ve ancak senin yardımınla hayırlara ulaşılır. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir." (Tirmizi)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz namaz için kalktığında şu duâyı okurdu:

(Allahümme entel-melikü lâilâhe illâ ente. Ente Rabbî ve ene abdüke zalemtü nefsî va'tereftü bizenbî fağfirlî zünûbî cemîan innehu lâ yağfiruz-zünûbe illâ ente. Vehdinî liahsenil ahlâki . Lâ yehdî liahsenihâ illâ ente. Vasrif annî seyyiehâ, lâ yasrifu annî seyyiehâ illâ ente. Lebbeyk ve sa'deyk, vel-hayru küllühü fî yedeyk. Veş-şerru leyse ileyk, ene bike ve ileyk. Tebârekte ve teâleyte estağfiruke ve etûbü ileyk)

"Ey Allah'ım! Melik ancak sensin. Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Sen benim Rabb'imsin, ben de senin kulunum. Ben nefsime zulmettim, günahlarımı da itiraf eyledim, benim bütün günahlarımı bağışla. Çünkü günahları senden başka affedecek yoktur. Beni ahlâkın en güzeline hidayet buyur, ahlâkın en güzeline senden başka hidayet edecek yoktur. Kötü ahlâkı benden def eyle, onu senden başka benden def edecek yoktur. Senin emrine tekrar tekrar icabet eder, dinine tekrar tekrar tâbi olurum. Bütün hayırlar senin kudret elindedir. Kötülük sana âit değildir. Varlığım seninledir, sonu da sana müntehîdir. Mübareksin, yücesin, senden mağfiret diler, sana tevbe ederim." (Müslim: 771)

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- buyurur ki:

Fâtıma -radiyallahu anhâ- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e gelerek bir hizmetçi talep etmişti.

Ona hizmetçi edinmekten daha hayırlı olan şu duâyı okumasını beyan buyurdu:

(Allahümme Rabbes-semâvâtis-seb'i ve Rabbül-arşil-azîm. Rabbenâ ve Rabbe küllî şey'in münzilet-tevrâti vel-incîli vel-fürkânî fâlikal-habbi ven-nevâ eûzübike min şerri külli şey'in ente âhizun binâsiyetihi entel-evvelü feleyse kableke şey'un ve entel-âhiru feleyse ba'deke şey'un ve entez-zâhiru feleyse fevkake şey'un ve entel-bâtinu feleyse dûneke şey'un akzi annîd-deyni ve ağninî minel-fakri)

"Allah'ım! Sen yedi semânın Rabb'i, Arş-ı âzâm'ın Rabb'isin. Sen bizim Rabb'imizsin ve her şeyin Rabb'isin. Tevrat, İncil ve Furkan indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden sana sığınıyorum. Her şeyin nâsiyesi senin elindedir. Evvel sensin, senden önce bir şey yoktu. Âhir sensin, senden sonra da bir şey kalmayacak. Sen Zâhir'sin, senin üstünde bir şey mevcut değildir. Sen Bâtın'sın, senin dışında bir şey yoktur. Benim borcumu ödeyiver, beni fukaralıktan kurtar, beni zengin kıl!" (Tirmizî)

 

Diğer Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı'nın Duâları:

Hazret-i Âdem Aleyhisselâm ile Hazret-i Havvâ Vâlidemiz'in duâları:

(Kâlâ Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ veinlem tağfirlenâ ve terhamnâ lenekûnenne minel-hâsirîn)

"Dediler ki: Ey Rabb'imiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen ziyan edenlerden oluruz." (A'râf: 23)

 

Nuh Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Rabbi innî eûzübike en es'eleke mâ leyse lî bihi ilmün ve illâ tağfirlî ve terhamnî ekün minel-hâsirîn)

"Ey Rabb'im! Bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen ziyan edenlerden olurum." (Hûd: 47)

(Rabbiğfirlî velivâlideyye velimen dehale beytî mü'minen velil-mü'minîne velil-mü'minâti velâ tezidiz-zâlimîne illâ tebârâ)

"Ey Rabb'im! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri inanan erkek ve kadınları bağışla! Zâlimlerin de helâkini artır!" (Nuh: 28)

 

İbrahim Aleyhisselâm ile oğlu İsmail Aleyhisselâm Kâbe-i muazzama'nın temellerini yükseltirken şöyle duâ ediyorlardı:

(Rabbenâ tekabbel minnâ inneke entessemîul-alîm. Rabbenâ vec'alnâ müslimeyni leke vemin zürriyyetinâ ümmeten müslimeten leke ve erinâ menâsikenâ ve tüb aleynâ inneke entet-tevvâbürrahim. Rabbenâ veb'as fîyhim rasûlen minhüm yetlû aleyhim âyâtike veyüallimühümül-kitâbe vel-hikmete ve yüzekkîhim inneke entel-azîzül-hakîm)

"Ey Rabb'imiz! Yaptığımız bu hayırlı işi bizden kabul buyur, şüphesiz ki sen işitensin bilensin.

Ey Rabb'imiz! Bizi sana teslim olanlardan kıl. Neslimizden de sana teslim olan bir ümmet yetiştir. Bize ibâdet yerlerimizi göster. Tevbelerimizi kabul buyur. Tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.

Ey Rabb'imiz! Onlara kendi içlerinden senin âyetlerini okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları tezkiye edecek temizleyecek bir Peygamber gönder. Şüphesiz ki Aziz ve Hakim olan ancak sensin." (Bakara: 127-128-129)

(Veiz kale İbrâhîmu Rabbic'al hâzêl-belede âminen vecnübnî ve beniyye en na'büdel-esnâme. Rabbi innehünne ezlelne kesîran minen-nâsi femen tebianî feinnehu minnî vemen asânî feinneke gafûrur-rahîm. Rabbenâ innî eskentü min zürriyyetî bivâdin ğayri zî zer'in inde beytikel-harâmi Rabbenâ liyukîmüsselâte fec'al ef'ideten minennâsi tehvi ileyhim ver-zukhüm mines-semerâti leallehüm yeşkürûn. Rabbenâ inneke ta'lemu mâ nuhfî vemâ nu'linu vemâ yahfâ alellâhî min şey'in fil-ardi velâ fis-semâi. Elhamdülillâhillezî vehebe lî alel-kiberi İsmâîle ve İshâka inne Rabbî lesemîudduâî. Rabbic'alnî mukîmessalâti ve min zürriyyetî Rabbenâ vetekabbel düâi. Rabbenâğfirlî velivâlideyye velil-mü'minîne yevme yekûmül-hisâb.)

"İbrahim şöyle demişti:

Ey Rabb'im! Bu şehri emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.

Ey Rabb'im! Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Bana uyan bendendir. Bana karşı gelen kimseyi sana havale ederim, şüphesiz ki sen çok bağışlayan çok merhamet edensin.

Ey Rabb'imiz! Ey Sâhibimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için senin Beyt-i haram'ının yanında ekinsiz bir vâdiye yerleştirdim. İnsanların gönüllerini onlara meylettir, çeşitli meyvelerden bunlara rızık ver. Umulur ki bu nimetlere şükrederler.

Ey Rabb'imiz! Doğrusu sen bizim gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz.

İhtiyarlık çağımda bana İsmail'i ve İshak'ı bağışlayan Allah'a hamdolsun! Şüphesiz ki Rabb'im duâları işitendir.

Ey Rabb'im! Beni ve soyumdan gelecekleri namaz kılanlardan eyle! Ey Rabb'imiz! Duâmı kabul buyur.

Ey Rabb'imiz! Hesap görülecek günde beni, anamı babamı, bütün inananları bağışla." (İbrahim: 35-41)

(Ellezî halekanî fehüve yehdîn. Vellezî hüve yüt'imunî ve yeskîn. Veizâ meriztü fehüve yeşfîn. Vellezî yümîytünî sümme yuhyîn. Vellezî etmeu en yağfira lî hatîetî yevmed-dîn. Rabbi heblî hükmen ve elhıknî bissâlihîn. Vec'al lî lisâne sıdkin fil-âhırîn. Vec'alnî min vereseti cennetin-naîm. Vağfir liebî innehû kâne mineddâllîn. Velâ tuhzinî yevme yüb'asûn.)

"Beni yaratan ve bana yol gösteren O'dur. Bana yediren, bana içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Beni öldürecek, sonra beni diriltecek O'dur. Hesap gününde kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur.

Ey Rabb'im! Bana hikmet ver ve beni sâlihler zümresine kat. Benden sonra geleceklerin beni hayırla anmalarını nasip eyle! Beni nâim cennetinin vârislerinden kıl! Babamı da bağışla, çünkü o sapıklardandır. İnsanların diriltileceği gün beni utandırma!" (Şuarâ: 78-87)

 

Lût Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Rabbi neccinî ve ehlî mimmâ ya'melûn.)

"Ey Rabb'im! Beni ve âilemi bunların yapageldiği kötülükten kurtar!" (Şuarâ: 169)

(Rabbinsurnî alel-kavmil müfsidîn)

"Ey Rabb'im! Fesatçılara karşı bana yardım et!" (Ankebût: 30)

 

Yusuf Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Rabbissicnü ehabbü ileyye mimmâ yed'ûnenî ileyhi ve illâ tasrif anhi keydehünne asbü ileyhinne ve ekün minel-câhilîn)

"Ey Rabb'im! Zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha sevimlidir. Eğer tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve câhillerden olurum." (Yusuf: 33)

(Rabbi kad âteytenî minel-mülki ve allemtenî min te'vîlil-edâdîsi fâtırassemâvâti vel-ardi ente veliyyi fid-dünyâ vel-âhireti teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn)

"Ey Rabb'im! Sen bana hükümranlık verdin. Rüyâların tabirini öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada da âhirette de benim yârim ve yardımcım sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni sâlihler zümresine kat!" (Yusuf: 101)

 

Musâ Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Kâle Rabbiş-rahlî sadrî ve yessirlî emrî vahlül ukdeten min lisâni yefkahü kavlî)

"Musâ dedi ki:

Ey Rabb'im! Göğsüme genişlik ver, işimi bana kolaylaştır. Dilimin düğümünü çöz ki sözümü anlasınlar." (Tâhâ: 25-28)

(Rabbi innî zalemtü nefsî fağfirlî)

"Ey Rabb'im! Ben nefsime zulmettim, beni bağışla." (Kasas: 16)

(Rabbi neccinî minel-kavmiz-zâlimîn)

"Ey Rabb'im! Beni şu zâlimler güruhundan kurtar!" (Kasas: 21)

(Rabbi innî limâ enzelte ileyye min hayrin fakîr)

"Ey Rabb'im! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım." (Kasas: 24)

(Rabbiğfirlî veliahî ve edhilnâ fî rahmetike ve ente erhamürrâhimîn)

"Ey Rabb'im! Beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetinin içine dâhil et. Sen merhametlilerin en merhametlisisin." (A'râf: 151)

(Rabbi lev şi'te ehlektehüm min kablü ve iyyâye etühlikünâ bimâ fealessüfehâu minnâ in hiye illâ fitnetüke tuzillu bihâ men teşâu ve tehdî men teşâu ente veliyyünâ fağfirlenâ verhamnâ ve ente hayrül-ğafirîn. Vektüblenâ fî hâzihid-dünyâ haseneten ve fil-âhireti innâ hüdnâ ileyke)

"Ey Rabb'im! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. Aramızdaki bazı beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk edecek misin? Bu, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim dostumuzsun, bizi bağışla ve bize merhamet et! Sen bağışlayanların en hayırlısısın. Bu dünyada da bize iyilik yaz âhirette de! Çünkü biz sana yöneldik!" (A'râf: 155-156)

 

Eyyûb Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Ennî messeniyeddurru ve ente erhamürrâhimîn)

"Bana bir dert gelip çattı. Sen merhametlilerin en merhametlisisin." (Enbiyâ: 83)

 

Yunus Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Lâilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn)

"Allah'ım! Senden başka ilâh yoktur, sen bütün noksan sıfatlardan münezzehsin. Gerçekten ben zâlimlerden oldum." (Enbiyâ: 87)

 

Süleyman Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Rabbi evzi'nî en eşküra ni'metekelletî en'amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a'mele sâlihan terdâhü ve edhılnî birahmetike fî ibâdikes-sâlihîn)

"Ey Rabb'im! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükretmemi, ve hoşnud olacağın iyi işi yapmamı gönlüme ihsan eyle. Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına kat!" (Neml: 19)

 

Zekeriyyâ Aleyhisselâm'ın duâsı:

(Rabbi heblî min ledünke zürriyyeten tayyibeten inneke semîud-duâi)

"Ey Rabb'im! Tarafından bana hayırlı bir nesil bağışla. Doğrusu sen duâyı işitensin." (Âl-i İmrân: 38)

(Rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayrül-vârisîn)

"Ey Rabb'im! Beni yalnız bırakma! Sen vârislerin en hayırlısısın." (Enbiyâ: 89)

(İz nâdâ Rabbehu nidâen hafiyyen. Kâle:

Rabbi innî vehenel-azmü minnî veştealer-re'sü şey'en velem ekün biduâike Rabbi şakiyyâ. Veinnî hıftül-mevâliye min verâî ve kânetimraetî âkiran feheblî min ledünke veliyyâ. Yerisünî veyerisü min âli Yâ'kûbe vec'alhü Rabbi radiyyâ)

"Zekeriyyâ gizli bir seslenişle Rabb'ine yalvarmıştı:

Ey Rabb'im! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, baş ihtiyarlık aleviyle tutuştu, saçlarım ağardı.

Ey Rabb'im! Sana yalvarmak sayesinde şimdiye kadar bedbaht olup bir şeyden mahrum kalmadım.

Doğrusu ben, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum.

Karım da kısırdır. (Ne olur) tarafından bana, yerime geçecek bir oğul bağışla, O bana ve Yakup oğullarına mirasçı olsun. Ey Rabb'im! Onu beğendiğin bir insan yap, rızânı kazanmasını sağla." (Meryem: 3-6)

 

İsâ Aleyhisselâm'ın duâsı:

(İn tüazzibhüm feinnehüm ibâdüke ve in tağfirlehüm feinneke entel-azîzül-hakîm)

"Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz ki sen izzet ve hikmet sahibisin." (Mâide: 118)

 

Meleklerin Ümmet-i Muhammed'e duâsı:

Arşı taşıyan ve çevresinde bulunan (melekler) Rabb'lerini hamd ile tesbih ederler, O'na inanırlar. Müminler için de (şöyle) bağışlanma dilerler:

(Rabbenâ vesi'te külle şey'in rahmeten ve ilmen fağfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim ezâbel-cahîm. Rabbenâ ve edhilhüm cennâti adnin elletî veattehüm vemen saleha min âbâihim ve ezvâcihim ve zürriyyâtihim inneke entel-azîzül-hakîm. Vekıhimüs-seyyiâti vemen takis-seyyiâti yevmeizin fekad rahimtehu vezâlike hüvel-fevzül-azîm)

"Ey Rabb'imiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru.

Ey Rabb'imiz! Onları da, onların atalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi olan kimseleri de kendilerine vâdettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz Aziz ve Hakim olan sensin!

Onları kötülüklerden koru! Sen kimi kötülüklerden korursan, o gün muhakkak ki onu rahmetine mazhar etmiş olursun. Bu en büyük kurtuluştur." (Mümin: 7-8-9)

 

Sığınma Duâları:

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in birçok Hadis-i şerif'lerinde istiâze duâları mevcuttur:

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururdu:

(Eûzü, biızzetikellezî lâilâhe illâ entellezî lâ yemûtu vel-cinnü vel-insü yemûtûn)

"Senin izzetine sığınırım. Sen o izzet sahibisin ki, senden başka ilâh yoktur, yalnız sen varsın. Sen ebedî hayat sahibisin. Cinler ve insanlar ise ölür giderler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2181)

Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ- buyururlar ki:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in duâsından birisi de şu idi:

(Allahümme innî eûzü min zevâli ni'metike ve tehavvüli âfiyetike ve fücâeti nikmetike ve cemîi sehatike)

"Ey Allah'ım! Nimetin zevâlinden, âfiyetinin (belâya) dönüşmesinden, azabının ansızlığından, gadabını celbedecek bütün davranışlardan sana sığınırım." (Müslim)

Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâlarında şöyle söylerdi:

(Allahümme innî eûzübike min şerri mâ amiltü ve min şerri mâlem a'mel)

"Ey Allah'ım! Bütün yaptıklarımın şerrinden de yapmadıklarımın şerrinden de sana sığınıyorum." (Müslim)

Zeyd bin Erkam -radiyallahu anh- buyururlar ki:

Size ancak Resulullah Aleyhisselâm'ın söylediği gibi söylüyorum. O şu duâyı yapardı:

(Allahümme innî eûzübike minel-aczi vel-keseli vel-cübni vel-buhli vel-heremi ve azâbil-kabri. Allahümme âti nefsî takvâhâ ve zekkâhâ ente hayrun men zekkâhâ. Ente veliyyehâ ve mevlâhâ. Allahümmi innî eûzübike min ilmin lâ yenfeu vemin kalbin lâ yahşeu vemin nefsin lâ teşbeu vemin da'vetin lâ yüstecâbü lehâ)

"Ey Allah'ım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan ve kabir azabından sana sığınırım.

Ey Allah'ım! Nefsime takvâsını ver ve onu pâk eyle! Onu pâk edecek yegâne sen varsın. Onun velisi ve mevlâsı sensin.

Ey Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, doymayan nefisten, kabul olunmayan duâdan sana sığınırım." (Müslim)

 

Günlük Sığınma Duâsı:

Osman bin Affân -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdu ki:

"Bir kul her günün sabahında ve gecenin akşamında üçer kere şu duâyı okursa kendisine hiçbir şey zarar vermez."

(Bismillâhillezi lâ yedurru meas-mihi şey'un fil-ardi velâ fissemâi vehüvessemîul-aliym)

"O Allah'ın adıyla sığınırım ki, yerde ve göktekilerinden hiçbir şey zarar veremez. O işitendir ve bilendir." (Ebu Dâvud)

Hazret-i Osman -radiyallahu anh-in oğlu Eban -radiyallahu anh- kısmî felce uğramış idi. Babasından bu Hadis-i şerif'i rivayet ettiğinde, orada bulunanlardan bir kimse ona bakmaya başladı. Bunun üzerine şu sözü söyledi:

"Ne bakıyorsun? Dikkat et, Hadis-i şerif sana anlattığım gibidir. Fakat ben, Allah kaderini bana geçireceği için o gün bunu söyleyemedim." (Tirmizî)

 

Salât-ı Münciye:

Sıkıntılı ve tehlikeli zamanlarda okunacak bir salâvât-ı şerife:

(Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin salâten tüncinâ bihâ min cemîil-ahvâli vel-âfât. Ve takzî lenâ bihâ cemîal-hâcât. Ve tütahhirunâ bihâ min cemîisseyyiât. Veterfeunâ bihâ a'ledderecât. Vetübelliğunâ bihâ aksal-ğâyât. Min cemîil-hayrâti fil-hayâti ve ba'del-memât)

"Ey Allah'ım! Efendimiz Muhammed'e ve onun âline salât eyle. Onun hürmetine bizi her türlü korku ve musibetlerden kurtarasın. Bütün ihtiyaçlarımızı o salâvât hürmetine gideresin. Bütün günahlardan o salâvât hürmetine temizleyesin. O salâvât hürmetine bizi derecelerin en üstününe erdiresin. O salâvât hürmetine hayatta ve öldükten sonra bütün hayırların en son gayesine ulaştırasın."

 

Salât-ı Tefriciye:

Sıkıntılı ve üzüntülü zamanlarda, işlerde kolaylık, zarar ve tehlikelerden halâs için okunacak bir salâvat-ı şerife:

(Allahümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tammen alâ seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihil-ukadü ve tenfericu bihil-kürebü vetükzâ bihil-havâicü ve tünâlü bihir-rağâibü ve hüsnül-havâtimü ve yüsteskâl-ğamâmü bivechihil-kerîmi ve alâ âlihi ve sahbihi fî külli lemhatin ve nefesin biadedi külli ma'lûmün leke)

"Ey Allah'ım! Efendimiz Muhammed üzerine kusursuz bir salât, mükemmel bir selâm ve selâmet ihsan buyur.

O peygamber ki, onun hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar ve belâlar onun hürmetine açılıp dağılır. Hacetler ve ihtiyaçlar onun hürmetine yerine getirilir. Maksatlara onun hürmetine ulaşılır, güzel neticeler onun hürmetine elde edilir. Onun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir.

Ey Allah'ım! Onun âline ve ashâbına her göz kırpacak zamanda, her nefes alacak zamanda, sana malum olan varlıklar sayısınca salât kıl!"

 

Sabah ve Akşam Okunabilecek Duâlar:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Ashab'ına duâ öğretir ve şöyle buyururdu:

Sizden biriniz sabaha erdiği zaman:

(Allahümme bike esbahnâ ve bike emseynâ ve bike nahyâ ve bike nemûtü ve ileykel-masîr)

"Ey Allah'ım! Seninle sabaha vardık, seninle akşama vardık. Seninle yaşıyor, seninle ölüyoruz, dönüş sanadır." desin.

Akşama erdiği zaman da şöyle desin:

(Allahümme bike emseynâ ve bike esbahnâ ve bike nahyâ ve bike nemûtü ve ileyken-nüşûr)

"Ey Allah'ım! Seninle akşama vardık, seninle sabaha vardık, seninle yaşıyoruz, seninle ölüyoruz. Diriltmek sana mahsustur." (Tirmizî)

Enes -radiyallahu anh-den; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:

"Kim akşama ve sabaha erdiği zaman;

(Radiynâ billâhi Rabben ve bil-islâmi dînen ve bi Muhammedin sallallahu aleyhi ve selleme resûlen)

''Rabb olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, Peygamber olarak Muhammed -sallallahu aleyhi ve selem-e râzı olduk.' derse, onu râzı etmek de Allah'ın üzerine bir hak olmuş olur." (Ebu Dâvud)

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den; Ebu Bekir Sıddık -radiyallahu anh- Resulullah Aleyhisselâm'a "Yâ Resulellah! Bana sabah ve akşama eriştiğimde söyleyeceğim birkaç kelime emir buyur." dedi.

Resulullah Aleyhisselâm:

(Allahümme fâtıres-semâvatî vel-ardi âlimel-ğaybi veş-şehâdeti Rabbe külli şey'in ve melikehu eşhedü en lâilâhe illâ ente eûzü bike min şerri nefsî ve şerriş-şeytâni ve şirkihi)

"Ey Allah'ım! Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi ve âşikârı bilen! Ey her şeyin Rabb'i ve Melik'i! Şehâdet ederim ki senden başka Mabûd-u bil-hakk yoktur. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden ve şirkinden sana sığınırım." de ve bunları sabaha çıktığında, akşama eriştiğinde ve yatağa girdiğinde söyle." (Ebu Dâvud)

 

Sıkıntılı Zamanlarda Duâ:

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in üzüntülü, sıkıntılı ve felâketli zamanda şu şekilde duâ buyurduğunu söylemiştir:

(Lâilâhe illâllahül-azîmül-halîm. Lâilâhe illâllahu Rabbül-arşil-azîm. Lâilâhe illâllahu Rabbüs-semâvâti ve Rabbül-ardi ve Rabbül-arşil -kerîm)

"Azamet ve vakar sahibi Allah'tan başka, ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Arş-ı Âzam sahibi Allah'tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Göklerin ve yerin sahibi ve Arş-ı kerim'in mâliki Allah'tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2150)

Taberî der ki:

"Selef-i sâlihin bununla duâ eder ve buna Sıkıntı duâsı adını verirlerdi."

 

Şifa Duâsı Olan Âyet-i Kerime'ler:

(Ve yeşfi sudûra kavmin mü'minin. Ve yüzhib ğayza kulûbihim)

"Allah müminler topluluğunun gönüllerine şifâ versin ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin." (Tevbe: 14 -15)

(Ve nünezzilü minel-kur'âni mâ hüve şifâun ve rahmetün lil-mü'minîne ve lâ yezîdüzzâlimîne illâ hasâra)

"Biz Kur'an'dan öyle şeyler indiriyoruz ki, müminler için şifâ ve rahmettir. Zâlimlerin ise yalnızca ziyanını artırır." (İsrâ: 82)

(Ve izâ meriztü fehüve yeşfîn)

"Hastalandığım zaman bana şifâ veren Allah'tır." (Şuarâ: 80)

(Yâ eyyühennâsü kad câetküm mev'izatün min Rabbiküm ve şifâun limâ fis-sudûri ve hüden ve rahmetün lil-mü'minîn)

"Ey insanlar! Size Rabb'inizden bir öğüt, hastalanmış gönüllere bir şifâ ve müminler için hidayet rehberi ve rahmet gelmiştir." (Yunus: 57)

(Kul hüve lillezîne âmenû hüden ve şifâun)

"De ki: Kur'an müminler için hidâyet ve şifâdır." (Fussilet: 44)

 

Ağrılara Karşı Duâ:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

Sağ elini vücudundan rahatsız olan yere koyup; yedi defa mesh etmeli ve her mesihde şu duâyı okumalıdır. Allah'ın izni ile şifâ bulur:

(Eûzü biızzetillâhi ve kudretihi min şerri mâ ecidü)

"Acısını duyduğum hastalığın şerrinden Allah'ın izzet ve kudretine sığınırım." (C. Sağir)

 

Her Türlü Hastalıklara Karşı Duâ:

Ebu Said el-Hudrî -radiyallahu anh- buyurur ki:

Cebrâil Aleyhisselâm, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin yanına geldi ve "Yâ Muhammed! Hasta mısın?" diye sordu. "Evet" cevabını alınca Cebrâil Aleyhisselâm şu duâyı okudu:

(Bismillahi erkîke min külli dâin yü'zîke ve min şerri külli nefsin ev ayni hâsidin Allahü yeşfîke bismillâhi erkîke)

"Allah'ın adıyla. Sana ezâ veren bütün hastalıklara karşı, bütün kötü nefis ve hasetçi gözlere karşı sana okuyorum. Allah sana şifâ versin. Ben Allah'ın adı ile sana duâ ediyorum." (Müslim)

 

Yolculuklarda:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- buyurur ki:

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir seferde olduğu ve seher vakti kalktığı vakit şöyle duâ ederdi:

(Bihamdillâhi ve hüsni belâihi aleyh. Rabbenâ sâhibnâ ve efdil aleynâ)

"Biz Allah'a nimetlerinden ve güzel imtihanından dolayı hamdederiz. Ey Rabb'imiz! Bizi muhafaza eyle! Üzerimize bol nimetlerin fazlasını ver!"

Ve şöyle buyurdu:

"Bir dinleyen şu sözümü başkalarına işittirsin. Bu sözlerimi cehennemden Allah'a sığınarak söylüyorum." (Müslim)

 

İş Yerini Açarken Yapılacak Duâ:

(Allahümme yâ müfettihal-ebvâbi iftah lenâ hayral-bâb. Allahümmerzuknâ rizkan halâlen ve rizkan vâsian birahmetikme yâ erhamerrâhimîn)

"Ey kapıları açan Allah'ım! Bize hayır kapısını aç! Rahmetinle bize helâl ve geniş rızık ver, ey merhametlilerin en merhametlisi!" (Tirmizî)

 

Borç Ödeme Duâsı:

Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e bir kimse gelerek borçlu olduğundan ve sıkıntısından bahsetti.

Ona buyurdu ki:

Resulullah Aleyhisselâm'dan öğrendiğim şu kelimelerle sığınırsan, dağ gibi borcun olsa bile sıkıntı duymadan ödersin.

(Allahümme ekfinî bihalâlike an harâmike ve eğninî bifazlike ammen sivâke)

"Allah'ım! Helâl kıldıklarınla, beni haram kıldıklarından uzak tut. Fazl-u kereminle beni senden gayrıya karşı müstağnî kıl." (Tirmizî)

Bu duâ borç ödeme duâsı diye geçer. Bu duânın özünü arz edelim:

Ben bu duâyı, sırf şükür maksadıyla sık sık okurum. Bu duâyı okumakla Allah-u Teâlâ'nın ihsanına, ikramına şükrederim ve şöyle derim:

"Allah'ım gerçekten lütfunu görüyorum, ihsanını görüyorum, ikramını görüyorum ve devamını diliyorum. Bu nimeti bahşettin, lütfunla destekle, ihsan ve ikram ettiğin nimetlerini görmem için, zevâl olmaması için de şükrediyorum, sana sonsuz şükürler olsun!"

Onun için bu duâyı şükür maksadıyla okuyorum.

Her şey O'nun hükmündedir. O'nun ihsanını gözümle görüyorum, O'nun devamını O'ndan istiyorum.

 

Yemek Duâsı:

Bu duâ çok güzel, çok kıymetli bir duâ. Biz her yemekte okuruz. Duâ uzun ve üç parça.

(Allahümmerzuknâ ıyşen bilâ belâin, ve amelen bilâ riyâin, ve dînen bilâ hevâin, ve afven bile ikâbin, ve mağfiraten bilâ azâbin, ve cenneten bilâ hisâbin, ve rü'yeten bilâ hicâbin, bilütfike ve keremike yâ ekremel ekremine veyâ erhamerrâhimin. Ni'meti celîlullah, bereketi halîlullah, şefaat yâ Resulellah. Elhamdülillâhillezi et'amenâ vesekânâ ve cealenâ minel-müslimin. Verahmetullahi ve berekâtühu alâ sâhibit-taâm vel-âkilin vel-hâdimin vel-hâzirin. Allahümme zid velâ tenkus bini'metike bihürmetil-fâtiha)

"Ey Allah'ım! Belâsız bir geçim, riyâsız bir amel, hevâsız bir din, cezasız bir af, azapsız bir bağışlama, hesapsız bir cennet ve perdesiz bir rü'yet ile bizi rızıklandır. Lütfunla ey keremlilerin en keremlisi ve ey merhametlilerin en merhametlisi!

Allah'ın celâletinin nimeti, Allah'ın Halil'inin bereketi, şefaat ey Allah'ın Resul'ü!

Bize yedirip içiren ve bizi müslümanlardan kılan Allah'a hamdolsun!

Allah'ın rahmeti ve bereketi yemek sahibine, yiyenlere, hizmet edenlere ve hazır olanlara olsun.

Allah'ım! Nimetini çoğalt, eksiltme bihürmetil-fâtiha."

 

Cinlerden Allah'a Sığınma:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Miraç gecesi cinlerden bir ifrit gördüm. Elinde ateşten bir şule ile beni takip ediyordu. Her bakışımda onu görüyordum. Cibril bana 'İstersen sana bir duâ öğreteyim, o duâyı okursan, şulesi söner ve ağzının üstüne düşer.' dedi. 'Peki öğret!' dedim. 'Şu duâyı oku.' buyurdu:

(Euzü bivechillâhil-kerim, ve bikelimâtillâhit-tâmmâtilletî lâ yücâvizühünne berrun velâ fâcirun min şerri mâ yenzilü minessemâi ve şerri mâ ya'ricü fîhâ vemin şerri mâ zeree fil-ardi vemin şerri mâ yahrucü minhâ vemin fitenilleyli ven-nehârî vemin tavârikıl-leyli ven-nehâri illâ târikan yetruku bihayri yâ Rahman)

"Allah'ım! Kerim olan vechi hürmetine, muttakî olsun fâcir olsun hiç kimsenin onu aşıp daha güzelini söyleyemediği eksiksiz mükemmel kelimâtullah hakkı için; belâ olarak semâdan inen, semâya yükselen (cezaya mucip) şerlerden, yeryüzünde yarattığı şerden, yerden çıkan şerden, gece ve gündüz fitnelerinden, hayır getiren hadiseler hariç gece ve gündüz gelen musibetlerden Allah'a sığınırım. Ey Rahman!" (Muvattâ)

Hadis-i şerif'in başka rivayetinde "Bu duâyı okur okumaz ifrit ağzının üzerine düştü, ışığı da söndü." buyurulmaktadır.

Şeytan ve cinlerin şerrinden korunmak için Allah-u Teâlâ'ya sığınmalı, sabah-akşam şu sûre ve duâları okumalıdır:

• 1 Fâtiha Sûre-i Şerif'i,

• 1 Âyet-el Kürsi,

• 1 Amenerresulü (Bakara: 285-286),

• 3 İhlâs-ı Şerif,

• 5 Felâk Sûre-i Şerif'i,

• 6 Nas Sûre-i Şerif'i.

• (Euzü bikelimâtillâhit-tammâti min şerri mâ halâkallâhu.)

• (Euzü bikelimâtillâhit-tammâti min şerri mâ halâka ve zeraa ve berae.)

• (Euzü bikelimâtillâhit-tammeti min külli şeytânin ve hammetin ve min külli aynin lâmmetin.)

"Allah'ın yarattığı şeylerin şerrinden Allah'ın şifâ veren kelimelerine sığınırım.

Allah'ın yarattığı, ektiği ve var ettiği şeylerin şerrinden Allah'ın şifâ veren kelimelerine sığınırım.

Bütün insanların, cinlerin, şeytanların, zararlı şeylerin ve kem gözlerin şerrinden Allah'ın şifâ veren kelimelerine sığınırım."

 

Duânın Özü:

Rabb'ime her gün şu duâyı yaparım, her gün Cenâb-ı Hakk'a sığınırım:

"'Allah'ım! Gözümü açıp kapayıncaya kadarki mesafede beni nefsime, şeytana, şeytanlaşmış insanlara bırakma.

Lütfettiğin güzel nimetleri benden geri alma. Af ve afiyetini diliyorum, beni lütuf ve rızandan ayırma.'

Bu duâ, duânın özüdür, bu duâyı her gün yapın."

 

Müessir Duâ:

"İnmiş inecek belâları Allah-u Teâlâ filân kullarla kaldırır. Bunun kalkması için nasıl duâ ederim:

"Allahümme inneke afüvvün kerimun tuhibbül afve fa'fü annâ."

"Allah'ım! Muhakkak ki sen affedicisin, kerimsin, affetmeyi çok seversin. Bizi affet."

Bu duâyı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Aişe -radiyallahu anhâ- annemize Kadir Gecesi okumasını tavsiye etmişlerdir.

Ve o şiddet kalktı, büyük bir afat geliyordu. O korkunç şiddet bir anda yok oldu. Ama hüküm O'nun."

 

Her Namazın Arkasından Yaptıkları Duâ:

"Allah'ım! Eûzü besmelenin yüzü suyu hürmetine; Allah'ım! Fâtiha-i şerif ve İhlâs-ı şerif yüzü suyu hürmetine; Allah'ım! Tâhâ ve Yâsin-i şerif yüzü suyu hürmetine; Allah'ım! Kelâm-ı kadîm'in yüzü suyu hürmetine; Ululuğun hakkı için, azâmetin hakkı için; Nurundan Nur'unu yarattın, kâinâtı da o Nur'la donattın, o Nur'un yüzü suyu hürmetine ve o Nur'dan halkettiklerinin yüzü suyu hürmetine; Allah'ım! Bütün peygamberlerinin, Âdem Aleyhisselâm'ın, Nuh Aleyhisselâm'ın, İbrahim Aleyhisselâm'ın, Musa Aleyhisselâm'ın, İsa Aleyhisselâm'ın yüzü suyu hürmetine; Allah'ım! Ashâb-ı kehf'in ve Ashâb-ı kiram'ın yüzü suyu hürmetine; Allah'ım! Şühedâ'nın, Pîrân-ı izâm'ın yüzü suyu hürmetine; Allah'ım! Mübarek beldelerin, gün ve gecelerin yüzü suyu hürmetine; Allah'ım! Seçkin meleklerin Cebrâil Aleyhisselâm'ın, Mikâil Aleyhisselâm'ın, İsrâfil Aleyhisselâm'ın, Azrâil Aleyhisselâm'ın ve diğer meleklerin yüzü suyu hürmetine. İstemem icabet ettiği halde istemesini bilmediğim, fakat senin bildiğin şeyleri ihsan ve ikram buyur! Habib'in ne istemiş ise onu istiyorum, onun yüzü suyu hürmetine bize de ihsan buyur! Zâtına neden sığınmışsa, ben de ondan sana sığınıyorum. Bilmediğim tehlikelerden de beni muhafaza buyur!"

"Bir âfât için Hazret-i Allah'a sığınıyordum da: "O duâyı yapsana!" buyurdular.

Hemen bu duâyı yaptım. Hazret-i Allah'ın bu duâdan hoşlandığını o zaman anladım.

Beni Rabb'im bu duâ sayesinde kurtarıyormuş da bilmiyormuşum."

 

MÜNÂCÂT

Günahım çok büyüktür, Zât-ı Celle ve Âlâ'dan büyük değil.

Gerçek hata ve isyanım büyüktür, rahmetinden büyük değil.

Zât'ın hep ihsan ve ikram eyledin, bu aciz hep isyan.

Ey Ehad olan Padişah'ım! Beni affeyle,

başka sığınacak yerim yok.

 

Hiçbir güzel amelim yok, bir defacık anamadım.

Ey kân-ı kerem! Bir defacık, gerçekten, Zât'ına tapamadım.

Zât-ı Celle ve Âla'ya ubudiyet gerekirken, hiç edemedim.

Bir defacık olsun, gerçekten rızâ yolunda gezemedim.

 

Ne olur benim halim; lütfun, keremin olmazsa!

Gözler uyur, bu hakirin gözünde uyku yok.

Issız yerlerde nedametle göz yaşı döker çok.

Bir tövbe nasip eyle bu pür taksirine.

 

Taksiratım pek çoktur, saymak ile bitmez.

Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'ım!

Merhamet eyle, bu aciz, günahkâr kölene.

Yâ Settar! Setreyle bunca hata ve ayıbımı.

 

Merhamet eyle, Zât'ına yönelip bu kitabı okuyana.

Ey âlemlerin Rabb'i! Peygamberin, rahmet Peygamber

Muhammed (s.a.v) ile sana yönelip yalvarıyorum.

Bizi af eyle, lütuf ve ihsanına dayanıyorum.

 

"BU KÂLÎ MÜNÂCÂTIMDIR,

HÂLÎ MÜNÂCÂT İFADEYE SIĞMAZ..."

 

Bu münâcâtları hakkında şöyle buyurmuşlardı:

"Gerçek tevbe budur. Bunun ile kimler affedildi bir bilseniz!"

"Bu münâcâtı kendinize ders edinin, elinizden gelirse her gün okuyun. Biz her gün okuruz. Hazret-i Allah'a sığınmak için, O'nu daha yakın bilmek, bulmak için her sabah bu münâcâtı okuruz."

(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR