
O (Allah-u Teâlâ) şöyle buyurmuştur:
"Rabb'inin yoluna hikmetle, güzel söz ve nasihatle dâvet et!" (Nahl: 125)
"Hikmetle dâvet"; onları O'nunla alâkalı olan şeylere çağırıp dâvet etmek; O'nunla alâkalı şeylerden maksat ise onları, kendisini kabule güç yetirebilecekleri şeylere dâvet etmektir.
Hiç şüphesiz ki Allah, resulleri ilâhi müjdelerini ve uyarılarını onlara ulaştırmak, kendilerini Allah'a ulaştıracak olan yola hidâyet edilmelerini sağlamak için göndermiştir.
Onlar tâ ki kabul edinceye dek, onların kalplerine hiçbir şekilde tasallut edip ilişmemişlerdir.
Kuşkusuz onlar yalnızca kendilerine tebliğ olunanı onlara emretmiş, sözle onları ancak hidâyete teşvik etmişlerdir. Zira kalpler Allah'ın kudret elindedir, onun kalbine ne dilerse onu yazar!
Herhangi bir Resul'ün tebliğiyle hidâyete eren bir kişi yine bizzat Allah tarafından hidâyete erdirilmiştir. Hidâyete ermeyen bir kişi de Allah dalâlette kalmasını murad ettiği için hidâyete erişememiştir.
Şüphesiz ki Allah;
"Dilediğine hidâyet eder." (Nahl: 93)
"Dilediğini saptırır." (Nahl: 93)
Nitekim indirdiği bir Âyet-i kerime'de yine şöyle buyurmuştur:
"Sen onların hidayete ermelerini ne kadar istesen de şüphesiz ki Allah, saptırdığı kimseleri hidayete erdirmez." (Nahl: 37)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ise bize ulaşan bir rivâyete göre şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki ben herhangi birine hidâyet verici değil, ancak bir dâvetçi ve muallim olarak gönderildim."
İblis'i de yaratıp ziynetleriyle süslemişti; ona verdiği hiçbir şey dalâlete düşmesi için değildi.
Bu Hadis'i bize İsâ bin Ahmed el-Askalânî, İshâk ibnü'l-Furât el-Mısrî'den, o, nihai olarak Hâlid bin Abdurrahmân-ı Ebû'l-Hâşim'den, o Simmâk bin Harb'den, o Târık bin Şihâb'dan, o Ömer ibnü'l-Hattâb -radiyallahu anh-dan, o da Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den rivâyet etmiştir.
İşte bu nedenledir ki hidâyet de Rubûbiyyet'ten, dalâlet de Rubûbiyyet'tendir. Fakat bunların ikisi Allah'a mâl edilişleri bakımından bir değildir!
Şu kadar var ki hidâyet de, dalâlet de yaratılışlarından itibaren onların eline verilmiştir.
Gerçekten O, hidâyete dair de birtakım söz ve işaretler vererek, dalâlete dair de birtakım söz ve işaretler vererek yolu göstermiştir.
"İlâhi hikmetle halkı Allah'ın yoluna dâvet etme"ye gelince;
O, O'nun kelâmı ile doğruyu yanlıştan ayırt edip yerine yerleştirerek Rabb'ine dâvet eden biridir.
Onun işittirip duyurması, birbirinden ayırarak kalplerin içine yerleştirmesiyle olur.
O, hiç kimse güç yetiremezken bunların hepsini Allah'a ileterek teslim olmalarını sağlar.
Geçersiz sözlerle ya da boş bir gaye ile değil, ilâhi hikmetle; kullara verilmesi gereken şeyi verip görmeleri gerekeni gösterir; mâni olunup engellenmesi gerekeni de men edip engeller.
Ve bunu da tıpkı Resul'ün isabetle yerli yerine yerleştirdiği gibi, O'nun ortaya koyduğuna benzer bir şekilde yapar.
Zira o onları, Rabb'inin hikmetini göre göre ilâhi hikmete çağırıp dâvet eder.
Şu halde O'nun Resul'üne getirip verdiğini bir kişi dışında, ilâhi tevfik ve izinle ihsan edip de verdiği başka biri var mıdır?