
Rûhâniyet dünyada seninle olduğu gibi, kabirde de seninle, mahşerde de seninle, Cennet-i âlâ'da da seninle arkadaştır.
Bunun delili şu Âyet-i kerime'dir:
"Kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse; işte onlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle, sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel birer arkadaştırlar." (Nisâ: 69)
Ahlâk-ı zemime ile meşgul olanlar, nefis ve şeytana uyanlar, dünyada o kötü arkadaşla oldukları gibi, kabirde de, mahşerde de, cehennemde de onunla arkadaştırlar.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri bu hususta Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Her kim Rahman olan Allah'ın zikrinden göz yumarsa biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır." (Zuhruf: 36)
"Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler." (Zuhruf: 37)
"Nihayet o bize geldiği zaman der ki: 'Ey şeytan! Keşke benimle senin aranda gün doğusu ile batısı kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü arkadaşmışsın sen!'" (Zuhruf: 38)
Bunun içindir ki insanın bu dünyada arkadaşını ona göre seçmesi lâzımdır.
•
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri buyurur ki:
"Resul'üm! Sana ruhtan sorarlar. Onlara de ki: Ruh Rabb'imin emrindendir." buyuruluyor. (İsrâ: 85)
Ruh Allah-u Teâlâ'nın emridir. Ruh hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. O bir emr-i ilâhî olduğu için, o içindeyken var olarak görünüyorsun. Emrini çektiği zaman hemen yok oluyorsun. Fakat biz bunu bir türlü kavrayamadık.
Aslında sen yoktun, O vardı. O'nun varlığı ile görünüyordun,
O'nunla bakıyordun,
O'nunla konuşuyordun,
O'nunla işitiyordun,
O'nunla tutuyordun,
O'nunla yürüyordun.
Bütün iş ve icraatlarını O'nunla yapıyordun!
Ve fakat O'ndan gafildin, benim zannediyordun. Emrini çekince hiçbir şey olmadığını gördün mü?
Emrini çekti, vücud elbisesi yığılıverdi. Haydi tut, haydi koş, haydi bak!.. Meğer O'nunmuş... O zaman mı öğreneceğiz bunu? Evet, galiba o zaman öğreneceğiz.
Senin Hakk'ı göremeyişin, varlığını atamayışından ileri geliyor. Bu esrarı pek az insan dünyada anlar. Onlar da Allah-u Teâlâ'nın kendisine yaklaştırdığı nebilerle velilerdir. Başkalarına şâmil değildir. Tekâmül eden kimse için bu iş çok kolaydır. Maskenin bir hükmü olmadığını, hükmün O'nun olduğunu, onlar ölmeden evvel biliyorlar. Diğer insanlar ise öldükten sonra bilecekler.
Allah'ımız dünyada iken uyandırdığı kullardan eylesin!
Şimdi insanlar bu noktada üç sınıfa ayrıldı.
Kimisi "Ben varım!" der, başka hiçbir şey tanımaz, her şeyi inkâr eder. Bunlar kâfirlerdir.
Kimisi de "Ben!" der. Her ne kadar tekâmül etmişse de, varlık kabuğunu delemediği için, ene kabuğunun içinde kalmış. İcraatlarını ibadetlerini nefsi ile yapar.
Bu lütfa erenler de diyor ki:
"Ben değilim ben,
Bir benliğim var benden içeri."
Sen bunları nereden bileceksin? İlim-irfan mektebine ayak basmamışsın, içeriye alınmamışsın, ince haddelerden süzülmemişsin.
İlâhî sırlara ve hakikatlere kör olanlar, nereden bilsin onları?
Bu sırların bilinmeyişi, ene kabuğunu delemeyişinden ileri gelir. Âlim olduğunu zannediyor, cahil olduğunu bilmiyor. İçindeki ene, ona her şeyi bildiğini zannettiriyor.
Halbuki Âyet-i kerime'de:
"Size ilimden pek az bir şey verilmiştir." buyuruluyor. (İsrâ: 85)
Cenâb-ı Hakk insanların hakikati bulmaları, ahirette de saadet ve selâmete ermeleri için ihsan ve ikrâmı ile onlara kendi içlerinden birçok peygamberler göndermiş, onlar vasıtası ile varlığından insanları haberdar etmiştir. Hazret-i Allah'ı en iyi bilenler onlardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Biz peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Tâ ki, bu peygamberlerin gelişinden sonra insanların Allah'a karşı bahaneleri kalmasın. Allah Azîz'dir, hükmünde hikmet sahibidir." (Nisâ: 165)
Peygamberlik bir lütf-u ihsandır. Onlar en yüksek ahlâk ve evsâfa sahip mümtaz ve müstesnâ insanlardır. Beşeriyetin ilk mürebbileridirler. Sayıları yüz yirmi dört bini bulan bu seçkin rehberler, Rahmet-i ilâhi'nin birer tecellileridirler.
•
Onlar en yüksek ahlâka ve vasıflara sahip mümtaz ve müstesnâ insanlardır. Her biri birer numunedir. Hepsi de Hakka'l-yakîn mertebesindedirler.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Onlar bizim katımızda seçilmişlerden ve hayırlılardan idiler." (Sa'd: 47)
"Onlar hepsi sâlihlerdendi." (En'âm: 85)
İnsanların en hayırlıları ve en seçkinleridirler. Allah-u Teâlâ onları bizzat ayırıp kendisi terbiye etti. Beşeriyetin ilk mürebbileridirler.
Âyet-i kerime'sinde:
"Her birine âlemlerin üstünde meziyetler verdik." buyuruyor. (En'âm: 86)
•
Her hususta doğru sözlüdürler, aslâ yalan söylemezler. Her türlü itimada haiz olup, istikametten ayrılmazlar.
Masumdurlar; günah işlemezler. Son derece iffet ve ismet sahibidirler. İnsanların en zekisi ve en akıllılarıdırlar. Kuvvetli bir iradeye sahiptirler. Allah'tan aldıkları emir ve nehiyleri olduğu gibi insanlara bildirirler.
Âyet-i kerime'de:
"Onları emrimizle doğru yolu gösterecek rehberler kıldık." buyuruluyor. (Enbiyâ: 73)
Amma Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e gelince;
O nûrların nûrudur. Hakk Celle ve Alâ Hazretleri her peygambere ona tazim etmelerini, teslim olmalarını, gönülden bağlı olmalarını, ona ellerinden gelen her türlü yardımı yapmalarını emretmiştir.
"Ona mutlaka iman edeceksiniz ve mutlaka ona yardımda bulunacaksınız." (Âl-i İmrân: 81)
Ve bütün peygamberler de bu emr-i ilâhi'yi kabul etmişler, onun üstünlüğünü, izzet, şeref ve meziyetini ümmetlerine tebliğ etmişlerdir.
Nasiptar olan nasibini alır...