Fakir, kitaplarda bunu izah etmiştik. Bunlar perdeden ibarettir. Perdeyi kaldır O'nu görürsün. "Ol!" dedi oldu, "Öl!" dedi öldü.
İşte Hazret-i Allah budur.
Âyet-i kerime'sinde:
"Dirilten de O'dur, öldüren de O'dur." buyurmaktadır. (Müminun: 80)
Hazret-i Allah hükmünü koyuyor, oluyorsun sen ben... Hükmünü çekince ölüyorsun, oluyorsun bir hiç...
Şu kabirde yatanların hepsi "Ben biliyorum, ben yapıyorum!.." derlerdi, amma Yaratan hükmünü çekince hepsini yerlere serdi.
Demek ki hiçbir hükmü yokmuş.
O öyle bir Allah ki, fakir daha evvel şöyle demiştik:
Allah'ım! Sen öyle bir Allah'sın ki yalnız kendi kendini bilir ve kendi kendini methedersin. Hakir bir zerre olduğum için hayatım müddetince seni bir defacık anamadığımı ve tapamadığımı biliyorum.
Allah'ım Sen öyle bir Allah'sın ki yalnız kendi kendini bilirsin.
Bunu size şöyle izah edelim. Bu nokta çok mühim.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'lerinde buyururlar ki:
"De ki; O Allah bir tektir." (İhlâs: 1)
Allah'tan başka hiçbir mevcut yok.
"Allah Samed'dir." (İhlâs: 2)
Her şey O'na muhtaç.
Her şey O'nun yaratması ile meydana geldi. Her şey O'na muhtaç.
Fakat şüphesiz ki bu bilgi ancak duyurduğu kimselere aittir. İnsan "Kul hüvellahü ehad" deyince Hazret-i Allah'ı birliyor, kendisini de Hazret-i Allah'tan ayrı olarak tutuyor. Bu bilgiyi yalnız ve yalnız O'nun öğrettiği kimse bilir, anlatılmakla bilinmez.
Fakat sizlerin yetişmesi için zan ile de, ilmen de olsa bunlar söylenip açılıyor. Bunlar ancak Allah-u Teâlâ'nın öğretmesi ve göstermesi ile bilinir.
"Kul hüvellahü ehad" deyince; Yaratan O, hepsi içindedir, halk kendisini dışarıda sanıyor, Hazret-i Allah'ı bilmeye, bulmaya, ölçmeye çalışıyor. Zaten sen yaratılmışsın, içeridesin.
Âyet-i kerime'de:
"Allah her şeyi çepeçevre kuşatandır." buyuruyor. (Nisâ: 126)
Her tarafı çepeçevre çevirmiştir. Ondan başka vücud yok. Ondan başka mevcut yok. "Ol!" diyor görünüyorsun, "Öl!" diyor ölüyorsun.
Yine O, yine O, yine O.
Daha hayatta iken kimisi oluyor, kimisi ölüyor. Kâinatta böyle. İşte Hazret-i Allah budur. Fakat mahlûkun aklı Hâlik'a yetmez. Hazret-i Allah olduran ve öldürendir.
Âyet-i kerime'de:
"O her an yeni bir iştedir." buyuruluyor. (Rahman: 29)
Fakat insanın aklı mahlûk olduğu için Hâlik'a yetmez. Yaratan her şeyi bilir. Yaratılan ise Allah-u Teâlâ'nın bildirdiği kadarını bilir.
•
Bu mevzuyu daha iyi anlayabilmeniz için
"Kalblerin Anahtarı Sözler ve Notlar"ın 3. cild'inin 82-83-84. sayfalarını buraya almakta
fayda görüyoruz:
Hakikat ehlinde rûhâniyet ve cismâniyet ayrılıyor.
Allah-u Teâlâ dilediği kulunun rûhâniyetinden latifeler halk eder. Ne kadar halk ettiğini O bilir ve o latifeleri O çalıştırır, bazen kişinin haberi bile olmaz. Bu gizli bir ilimdir.
Bunlar Allah-u Teâlâ'nın rûhâniyetle, kudsî ruhla desteklediği kullardır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruhla takviye edip desteklemiştir." (Mücâdele: 22)
"Biz onu kudsî ruhla destekledik." (Bakara: 87)
"Allah dilediğini yardımıyla destekler." (Âl-i İmrân: 13)
Bu gibi kulların rûhâniyetleri daima uyanıktır.
Cismâniyetin uyuması veya uyanık olması rûhâniyeti etkilemez. O daima uyanık olduğu için Hazret-i Allah o rûhâniyetten lâtifeler halk eder ve onları hareket ettirir.
Allah-u Teâlâ'nın lütuf izniyle kendisinden mânen istimdat edenlerin yardımına yetişir, ister yakın ister uzak olsun.
Gerek ziyaretine gelen meleklerle, veyahut gayb âlemindeki insanlarla görüşür ve konuşur. Tıpkı insanın yanında başka bir insan bulunuyormuş gibi, rûhâniyet onlara mukabele eder. O kulun bundan haberi bile olmaz, Allah-u Teâlâ ona isterse bildirir, isterse bildirmez.
"Gözlerim uyur kalbim uyumaz." (Buhârî)
Hadis-i şerif'inde rûhâniyet ile cismâniyet arasındaki farklılığı gayet güzel olarak öğrenmiş oluyoruz.
Hayatta da olsa, âhirete inkikal ettikten sonra da olsa izn-i ilâhi ile kendisinden istimdat edenlerin imdadına yetişir.
Bunun da delili şu Hadis-i şerif'tir:
"İşlerinizde sıkıştığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz." (Keşfü'l-Hafâ)
Bu da ancak Allah-u Teâlâ'nın rûhâniyetle, kudsî ruhla desteklediği kullarda olur, başkasında tecelli etmez.
•
Şimdi size bu mevzunun özünü arz edelim. Tekrar tekrar ele alıyoruz ki, duymadığınız mevzuyu size duyurmuş olalım.
Kabir ehlinden nasıl istimdat edilir? Ruhu alınmış, kabre konmuş, böyle bir kimseden nasıl yardım istenir? Ruh alınmış amma, diğer insanlarda bulunmayan yalnız onda bulunan iki ruh vardır. Ruh gitti, Allah-u Teâlâ'nın takviye ettiği rûhâniyet kaldı. Kudsî ruh bu işi yapıyor. İstimdat edenlere yetişen işte bu rûhâniyettir. Hayatta da olsa, kabirde de olsa yardım isteyenlerin yardımına yetişir.
Mesela dokuzuncu sohbette arz ettiğimiz Pamuk Dede ayağını nasıl kaldırdı? Çünkü rûhâniyeti ölmemişti, rûhâniyeti ölmediği için ayağını kaldırdı.
Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Müminler ölmezler. Ancak bir evden bir eve naklolunurlar." buyuruyor.
Ölmediğini ayağını kaldırmakla hem o ispat etti, hem de bu Hadis-i şerif bunu canlandırıyor. Demek ki vücudunu nûrlandıran kimseyi toprak çürütmüyor.
Bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyururlar:
"Kıyamet gününde sırat köprüsünden geçilirken cehennem ateşi:
'Geç yâ mümin! Senin nûrun benim ateşimi söndürüyor.' diyerek mümin-i kâmile hitap eder." (Câmiu's-Sağîr)
Onların hâlâtı bambaşkadır. Toprak çürütemediği gibi, ateş de yakmaz.
Şimdi "Cismâniyet" ile "Rûhâniyet" arasındaki farkı görelim.
Cismâniyet
Cismâniyet âlem-i halktandır,
Cismâniyet zulmânidir,
Cismâniyet hayvânidir,
Cismâniyet yer içer gaflete düşer,
Cismâniyet varlık benlik iledir,
Cismâniyet şeytanın oyununa düşer,
Cismâniyet halk iledir,
Cismâniyet zevk ve sefâ iledir.
Rûhâniyet
Rûhâniyet ise âlem-i emirdendir.
Rûhâniyet nûrânidir.
Rûhâniyet melekîdir.
Rûhâniyet yemez, içmez, gaflete düşmez.
Rûhâniyet Allah-u Teâlâ'nın emrindedir.
Rûhâniyet daima uyanıktır.
Rûhâniyet Hakk iledir.
Rûhâniyet daima ibadet, taat ve takvâ iledir.