Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (226) - Ali Havâss Berlîsî -Kuddise Sırruh- (2) - Ömer Öngüt
Ali Havâss Berlîsî -Kuddise Sırruh- (2)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (226)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Haziran 2025

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (226)

Ali Havâss Berlîsî -Kuddise Sırruh- (2)

 

Ali Havâss -kuddise sırruh- Hazretleri velilere feyiz ve yardımın Hâtemü'l-enbiyâ ve onun kâmil vârisi Hâtemü'l-evliyâ'dan geldiğini haber vererek şöyle buyurur:

"Ne kadar veli gelmiş ve gelecek ise bunların hepsi feyizlerini ve medetlerini iki zâttan almaktadırlar. Bunlardan biri Hâtem-i Enbiyâ, diğeri de Hâtem-i Evliyâ'dır." ("Kitâbü'l-Cevâhir ved-Dürer"den naklen)

Bu beyanlardan anlaşılıyor ki, bu Allah-u Teâlâ'nın ihsan ettiği bir lütuftur.

Hatemün-nebi'den bütün kâinat alıyor.

Hatemül-veli'den bütün insanlık alıyor.

Aslında Hazret-i Allah'tan başka hiçbir şey yok. Onlar ise bir perdeden ibarettir. O nasıl tecelli ederse öyle olur.

Bütün kâinat almıyor, kâinata oradan veriyor. Yani Allah-u Teâlâ, o perdenin altında veriyor. Doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ'nın vermesidir, alma diye bir şey yok. Oradan veriyor. Kişi bir perdedir, o perdede ise O var.

Abdullah-ı Bosnevî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerh-i Fusûsu'l-Hikem-i Bosnevî" isimli eserinde, Hâtemü'l-enbiya'nın ve onun kâmil vârisi Hatemü'l-evliya'nın ilmi hakkında mühim izahlarda bulunmuş; bu ilmin ancak ümmetin bu iki Hâtem'inin kandilinden alınabileceğini beyan buyurmuştur:

"Bu ilim asâleten Hâtemü'r-Rusül olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in ve onun vârisi olan Hâtemü'l-evliya'nın mişkâtından (kandilinden) verilmedikçe hâsıl olmaz." ("Şerh-i Fusûsu'l-Hikem-i Bosnevî"; s. 447)

Eserin diğer bir noktasında ise, bu ilmin mahiyet ve hususiyetine temas ederek şöyle buyuruyorlar:

"Hakikat, kemâliyet ve insaniyete mahsus olan ilimler, şüphesiz ki ancak peygamberlerin ve velilerin Hâtem'inin mişkâtından (kandilinden) alınabilirler. Hâtemü'l-velâyet mişkâtı olmadıkça müşahade edilemezler." ("Şerh-i Fusûsu'l Hikem-i Bosnevî"; s. 455)

Abdullah-ı Bosnevî -kuddise sırruh- Hazretleri eserinin 450. 455. ve 456. sayfalarında, Hâtemü'l-evliyâ'dan ve bağlı bulunduğu velâyet mertebesinden şu şekilde bahsetmiştir:

"Bil ki velâyet nübüvvetin bâtını, nübüvvet de velâyetin zâhiridir. Zikrolunduğu gibi, Hâtemü'l-evliya mişkâtı da, velâyet-i hassa-i Muhammediye'den ibarettir. Yani peygamberlerin ve velilerin hepsinde farklı farklı olan velâyetler, bu velâyette toplanmış durumdadır."

"Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- zâhirde Hatemü'n-nübüvvet, bâtında Hâtemü'l-velayet'tir."

"O velâyet-i Muhammediyye-i hassa'nın Hâtem'idir ve hâtemiyet mertebesinde Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in kâmil vârisidir."

Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'ın velâyetini ona vermiştir. O velâyetin üstünde hiçbir velâyet yoktur.

Onun velâyeti doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm'ın velâyetidir. Resulullah Aleyhisselâm'ın velâyetinin üstünde hiçbir velâyet olmadığı için, diğer peygamberlerin velâyeti dahi ondan aşağı kalıyor. Çünkü onun velâyeti.

Ona verilen kimseye verilmemiş, ona verilen "Vâris"e geçmiş, yani babadan evlâda geçmiş. Allah-u Teâlâ onu vâris ettirmiş. Vâris olma hasebiyle onun velâyeti Resulullah Aleyhisselâm'ın velâyeti olduğu için, velâyeti hepsinden üstün. Yoksa peygamber peygamberdir.

İşte Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin açıklamak istediği mesele bu idi. Fakat halk bunu anlayamadığı için münakaşaya sebep oldu. Anlayamadıkları için de itiraz ettiler, karşı geldiler. Mekkeliler Resulullah Aleyhisselâm'ı sürdükleri gibi, onun vekili olduğu için onu da memleketinden sürdüler. Fakat bugün güneş doğdu, hakikat meydana çıktı.

Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn-i İbnü'l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri, Allah-u Teâlâ'nın "Hâtemü'l-velâyet"i âlemde tek bir şahsa tahsis edip, velâyeti onunla mühürleyeceğini ifade ederek şöyle buyurmuştur:

"...Onların (velilerin) Hatm'ine gelince; o zamanda bir değil, bilâkis âlemde birdir. Allah, velâyeti onunla hatmedip mühürleyecektir. Muhammedî veliler içinde ondan daha büyük bir kimse yoktur." ("Fütûhâtü'l-Mekkiyye"; c. 2, s. 9. Beyrut, trs.)

Bunun sebebi; Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âlemde birdi, Âdem Aleyhisselâm yaratılmazdan evvel yaratılmıştı. Allah-u Teâlâ onu kendi nurundan yarattı, o nurla âlemleri donattı. Hâtem-i veli de Âdem Aleyhisselâm yaratılmazdan evvel yaratıldığı için, aslından vâris olduğu için ve Hâtem de olduğu için, o da âlemde bir tane olmuş oluyor, başka olmuyor.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nevâdirü'l-Usûl" isimli eserinde buyurur ki: "O Allah'ın yeryüzündeki 'Tek'idir." ( c. 1, s. 620)

Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş, öyle olmuş. Nitekim diğer veliler de bunun böyle olduğunu beyan ediyor.

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde:

"Her birine âlemlerin üstünde meziyetler verdik." buyuruyor. (En'âm: 86)

Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'i bütün âlemlere duyurduğu, fazilet ve meziyetlerini bildirdiği gibi, ona da âlemlerin üzerinde meziyetler vermiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Rahmeten Lil-âlemîn" olduğu için, onun rahmeti âlemleri kuşatmış oluyor. Bu ise Allah-u Teâlâ'nın nurundan geliyor. Nurundan nurunu yarattı, o nur ile âlemleri donattı. Âlemleri kuşatan onun nurudur. Onun intikali olunca o rahmetten rahmet intikal etmiş oluyor. Çünkü onun rahmeti, onun intikali. Bütün bunlar murâd-ı ilâhîdir, Allah-u Teâlâ'nın hükmü ile kudreti ile oluyor, fakat sahnede şahsı gösteriyor.

Hâtem-i veli de "Rahmeten lil-âlemîn"in vekâletine vâris olma hasebiyle "Rahmeten lil-âlemîn" olmuş oluyor. "Rahmeten lil-âlemîn"in yaydığı rahmeti, vekili olduğu için o da yayıyor, yani Allah-u Teâlâ yaydırıyor.

İrşad nurlarının dünyaya değil, bütün âlemlere yayılmasının sebebi; O "Rahmeten lil-âlemîn", bu da "Rahmeten lil-âlemîn"in vekili. Bunun içindir ki Resulullah Aleyhisselâm'a verilen ismin aynısı ona da verilir. Çünkü onun vekilidir, onun hâtemidir. Allah-u Teâlâ'nın Hâtem-i nebi'ye verdiğinin aynısı ona intikal ettiği için aynı ismi o da taşıyor. Niçin? Hâtem olduğu için. Niçin? Hâtem'i peygamberlerden evvel yaratıldığı için.

Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'ı Ahzâb sûre-i şerif'inin 46. Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurulduğu üzere "Nur saçan kandil" mânâsına gelen "Sirâc-ı münîr" yaptığı gibi, Hâtem-i veli'de de tecellî etmiş; ona da Resulullah Aleyhisselâm'a verdiği nuru vermiş, verdiği için bütün âlemleri o nur ihata etmiştir.

Bu noktada bir hususu daha arzetmiş olalım ki; Hâtem-i nebi'nin velâyeti ona intikal ettiği için, o nur onda da mevcuttur. Çünkü o nur velâyette bulunuyor. Velâyet intikal ettiği için, o nur oraya geçmiş oluyor.

O da sirâc-ı münir'di, bu da sirâc-ı münir'dir. Çünkü Allah-u Teâlâ orada da tecellî etti, burada da tecellî etti. Oraya da nuru koydu, buraya da nuru koydu. O nur O'nun nurudur. Koyduğu zaman nur saçıyor.

Velâyet'inin müstakil bir biçimde ancak Hâtem-i veli'nin zuhûru ile ortaya çıkması, irşadın bütün dünyaya yayılmasıdır.


  Önceki Sonraki