Muhterem Okuyucularımız;
Dünya bir dönüm noktasına, yol ayrımına geldi. İnsanlığın ayaklar altına alındığı; hukuk, adalet ve hakkaniyetin yerini zorbalığın aldığı kaotik bir süreçten geçiyoruz. Dünya üzerinde harpler, iç çatışmalar var; pervasız saldırılarına devam eden İsrail var, Amerika var; dünyanın çeşitli yerlerinde, etrafımızda, gerginlikler, restleşmeler, bizi hedef alan, bizi de savaşa sürükleyebilecek gelişmeler var; Çin ve Amerika arasında ekonomik savaş, vekalet savaşı var, nükleer silahları olan Rusya var; sürekli artan istikrarsızlık var. Ve hepsinden tehlikelisi; hırs, ihtiras, kötü niyet, sapkın zihniyetlerin iktidara gelip milletleri ve orduları yönettiği bir zamandayız.
Büyük harplerin gölgesinin iyice üzerimize düştüğü şu günlerde hazırlığımızı, tedbirimizi ne kadar çok yaparsak, bu devirleri de o kadar kolay aşarız inşaallah.
Çünkü küffar çok azdı, bizim de çok kabahatlerimiz var, halk olarak çok günahımız var; Allah'tan uzak, nefsimize, şeytana yakın bir yaşantımız var.
Bir damla kerih sudan yaratıldığı halde Yaratan'a hasım kesilen, nâmütenâhi nimetlerle donatıldığı halde şükretmeyip nankörlük eden kimseler hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"İnsan, bizim kendisini nutfeden (kerih bir sudan) yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir." (Yâsin: 77)
Cenâb-ı Hakk'a hasım kesildikçe cezamız artacak. İnsanlar Hazret-i Allah'tan uzaklaştıkça Hazret-i Allah'ın gadabı ve gazabı gelecek, belâ ve imtihanları artarak devam edecektir.
Cezamız olduğu için Allah-u Teâlâ küffara, yahudiye ruhsat veriyor. Bizim cezamız bitince onların cezası başlayacak. Binaenaleyh;
"Bu gidişat nereye gidiyor?", "Neye hazırlanmamız gerekiyor?", "Nasıl hazırlanmamız gerekiyor?", "Dünyevî ve uhrevî kurtuluş nasıl sağlanır?"
Bunları düşünmemiz ve buna göre tedbir almamız lâzım.
Her şeyden önce düşmanın düşmanlığının sınırı olmadığını bilmemiz lâzım. Nükleer silah dahil her ihtimali düşünmek lâzım.
Görüyorsunuz bu ateşlerin hemen hepsinde bir yahudi parmağı var ve yahudinin bize karşı büyük bir niyeti var. Amerika'yı, Yunan'ı, Rum'u, Ermeni'yi, PKK'yı, Hindistan'ı, Haçlı Batı'yı bize karşı birleştirmeye, kullanmaya çalışıyorlar.
"Andolsun ki insanların içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri ve Allah'a şirk koşanları bulursun." (Maide: 82)
Buna rağmen Allah dostlarının, ümmet-i Muhammed'in duaları hürmetine, atalarımızın yüzyıllardır yapmış oldukları cihadın, bu necip milletin necip olanlarının aynı aşk ve gayretle yürüttükleri cihad ve savaşın hürmetine, Allah-u Teâlâ büyük lütuflarda bulunuyor, bize merhamet ediyor, muzafferiyetler veriyor.
Mülkü yaratan Hazret-i Allah, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, dilediğine ruhsat verir, dilediğinden, dilediği zaman ruhsatı alır. O'nun murad ettiği gibi yaşarsak O bizi korur. Küffarın istediği gibi yaşarsak bizi hiç kimse kurtaramaz. İslâm milletleri için böyle olduğu gibi İslâm devletleri için de böyledir.
O'nun yolunda olanlar, onun izinde gidenler, dünya saadetine, ahiret selâmetine ermişlerdir.
"Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." (En'am: 153)
Binaenaleyh iman ve vatanımızı muhafaza etmek müslüman için bir vazifedir. Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri din-i İslâm için, vatanın selâmeti için; hem irşad ve ikaz vazifesini yapmış, hem de naz, niyaz makamında duâlarıyla mânevi destek olmuşlardır:
"Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i affet! Vatanımızı muhafaza et! Ordumuzu muzaffer et!"
Zira her şey O'nun kudret elindedir, O'nun takdir ve azameti her türlü tahminin üzerindedir. Dilerse mukadder bir afatı, bir harbi kaldırır, dilerse şiddetini, zararını azaltır. Bize düşen duâ, niyaz ve tedbirdir.
•
Bu ay içinde idrak edeceğimiz mübarek "Kurban Bayramı"nızı ve Hicrî yeni yılınızı tebrik eder, tüm İslâm âlemi'ne hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hakk'tan niyaz ederiz.
Baki esselâmü aleyküm, ve rahmetullah...
"Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar var; şiddetli, tasavvura sığmayacak kadar büyük harpler var. Bunları size hatırlatıyorum, şimdiden Hazret-i Allah'a ve Resul'üne yönelmeye ve sığınmaya bakın. Bu felâketler geldiği zaman şaşırmayın. Artık kendinize gelin, dünyanın sonundayız, ona göre kendinizi ayarlayın.
Gün bugündür, yarın ne olacağını Yaratan bilir. Akıllı insan her an Hazret-i Allah'a yönelik olmalı, sonraya kalanlar donakalır. O zaman herkes inanacak amma, iş işten geçmiş olacak.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Dünyanın geniş vakitlerinde, yani sıhhat ve servet, asayiş ve emniyet gibi istirahat sebepleri mükemmel olduğu bir zamanda Cenâb-ı Hakk'a ibadet ve taat ile kendini takdim et ki, muzayakalı bir zamanda seni lütfu ile yad buyursun." (Ahmed bin Hanbel)
Allah-u Teâlâ'ya yönelmekten daha güzel bir kale olmaz, O'nun kalesinin harici boşluktur. O kalesine kimi aldıysa hayat vardır, hem de hayat-ı ebediye vardır.
Bu bir ikazdır, hatırlatmadır, yöneltmedir. O dilediğine hidayet verir. Dilerse O her felâketten kurtarır."
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Dünya ateşin üzerindeki bir kazan misali fokur fokur kaynıyor. Koca koca ülkelerde ayak takımları baş; hırs ve ihtiraslar rehber; nefisler, şeytanlar iktidar olmuş.
Küffar gemi azıya almış, İslâm'ı yıkmak, müslümanları yok etmek için fırsat kolluyor, saldırıyor, karıştırıyor, durmadan ateş çıkartmaya çalışıyor. Gizli planlar, gizli niyetler aşikâr ediliyor, sahaya sürülüyor; can, mal, insanlık umurlarında değil.
Binaenaleyh iman ve vatanın muhafazası için; öncelikle düşmanlarımızı tanımamız, düşmanı düşman bilmemiz; aleyhimizdeki ittifak ve planlarına karşı, başımıza örmeye çalıştıkları tehdit ve tehlikelere karşı uyanık olmamız; her türlü tedbiri almamız ve hazırlık yapmamız lâzım.
Zira küffar İslâm'ı ve müslümanları yok etmek, bu güzel vatanı elimizden almak, küfür diyarı yapmak istiyor. Öteden beri amacı bu. Bu niyetini değiştirmiş değil.
"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Nisâ: 101)
Bu düşmanlığın başını İsrail çekiyor. Vuruyor, katlediyor, soykırım yapıyor, gücünün yetmediği yerde Amerika'yı taşeron olarak kullanmak istiyor, Hindistan, Yunanistan gibi azılı İslâm düşmanları ile ittifak kuruyor, el altından destekliyor, kışkırtıyor. Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeleri maşa olarak kullanıyor.
"Andolsun ki insanların içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun." (Mâide: 82)
Bu düşmanlığın karşısında ve merkezinde ise Türkiye var. Türkiye bunların yaktığı her ateşi söndürmeye çalışıyor.
İsrail hükümeti için hazırlanan raporlarda da Türkiye en büyük tehdit olarak gösterilmeye, Türkiye ile savaştan bahsedilmeye başlandı. Bazı İsrail medyasında bu savaş için 2030 gibi yakın tarihler telâffuz edilmeye başlandı.
Dikkat ederseniz Hindistan Pakistan'a diş geçiremeyip amacına ulaşamayınca en çok Türkiye'ye kin kustu. Emekli bir Hint generali Türkiye'yi nükleer silahla bile tehdit etti.
Yunan yetkililer Türkiye siyasetlerinin birinci amacının Türkiye'nin büyümesini engellemek olduğunu itiraf ediyor.
Düşman düşmanlığını, hasım hasımlığını yapmaktan bir an bile geri durmuyor.
"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)
Türkiye güçlendikçe; kendi silahlarını kimseye muhtaç olmadan ürettikçe; bu silahlarla, tecrübesiyle müslümanlara ve mazlumlara yardım edip bunların yakmaya çalıştıkları ateşleri söndürmeye muvaffak oldukça; kin ve düşmanlıkları artıyor. Anlaşalım, savaşı bırakalım gibi bir düşünceleri yok.
İman-küfür, hak-batıl savaşı devam ediyor;
Allah-u Teâlâ'nın:
"Birbirine hasım iki zümre." (Hacc: 19)
Âyet-i kerime'si tecelli ediyor.
Cenâb-ı Hakk inananla inanmayanı ayırmış, kâfirlerin İslâm'ın ve müslümanların düşmanı olduğunu duyurmuştur.
Nasıl ki küffar İslâm'ın hasmı ise, iman ehli de küffarın hasmıdır.
"Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, Allah ile bir dostluğu kalmaz." (Âl-i İmran: 28)
Cinsi ne olursa olsun küfür İslâm'a göre tek millettir.
Müminlerin dostu ancak müminlerdir:
"Kim Allah'ı, onun Peygamber'ini ve müminleri dost edinirse, bilsin ki galip gelecek olanlar Allah'tan yana olanlardır." (Mâide: 56)
Bugünlerde Hazret-i Allah Türkiye'ye pek çok muvaffakiyetler veriyor, ancak bilmemiz lâzım ki küffarın içindeki kin ve düşmanlık azalmıyor, bilakis büyüyor. Ellerinden gelse bu milleti yok etmek, bu güzel vatanı paymal etmek, bu topraklardan imanı kaldırmak istiyorlar.
Herkesin bir niyeti var, ancak bu mülkün bir de sahibi var. Bu mülkün sahibi Hazret-i Allah'tır. Mülkünün hem sahibi, hem hükümdarıdır.
"Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir." (Mülk: 1)
"Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah'ın her şeye gücü yeter." (Âl-i İmran: 189)
Mülkü yaratan Hazret-i Allah, dilediği gibi mülkünde tasarruf eder.
"Göklerde ve yerde olanlar hep O'nundur. Hepsi O'na boyun eğer." (Rum: 26)
O mülkünü dilediğine verir, dilediğine ruhsat verir, dilediğinden, dilediği zaman ruhsatı alır.
"Hiçbir millet ne süresini geçebilir, ne de ondan geri kalır." (Hicr: 5)
Allah-u Teâlâ'nın muzafferiyeti tekrar İslâm'a vereceğine dair vaad-i sübhâni'si var, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in tebşiratları var.
Allah-u Teâlâ mülkünü İslâm'a ve müslümanlara verecek, amma bir doğum misali birçok acılar ve sıkıntılar çekildikten, imtihandan geçtikten sonra.
Peki biz bu imtihanı verebilecek miyiz? İsmimizin müslüman olması bizi kurtarır mı?
İsmi müslüman ama küffarla işbirliği yapıyor. İsmi müslüman amma küfür diyarında yaşamaya iştiyak duyuyor. İsmi müslüman amma cihaddan kaçıyor. İsmi müslüman amma Allah-u Teâlâ'nın hükmünü beğenmiyor.
"Adım müslüman kalsın ama keyfim yerinde olsun." diyenlerin bu büyük sıkıntılar, ibtilâlar zuhur ettiğinde hali ne olacak? Deccal ortaya çıktığında imanını korumak için sıkıntılara mı katlanacak, yoksa rahatım yerinde olsun diye imanını Deccal'e mi verecek?
"Ey insan! Engin kerem sahibi olan Rabb'ine karşı seni aldatan (ve isyana sürükleyen) nedir?" (İnfitâr: 6)
İnsanlar Hazret-i Allah'tan uzaklaştıkça Hazret-i Allah'ın gadabı ve gazabı gelecek, şüphesiz ki indireceği belâ, ibtila ve imtihanları artarak devam edecektir.
Cenâb-ı Hakk'a hasım kesildikçe cezamız artacak.
Bir damla kerih sudan yaratıldığı halde Yaratan'a hasım kesilen, nâmütenâhi nimetlerle donatıldığı halde şükretmeyip nankörlük eden kimseler hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"İnsan, bizim kendisini nutfeden (kerih bir sudan) yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir." (Yâsin: 77)
Binaenaleyh bu gidişat; insanların hak ve hakikatten kayması; nefsinin, şeytanın peşine takılıp gitmesi, bize nereye gittiğimizi gösteriyor.
"Ey Âdemoğulları! Ben size: 'Şeytana ibadet etmeyin, o sizin apaçık bir düşmanınızdır ve bana kulluk edin, bu dosdoğru bir yoldur!' diye emretmedim mi?" buyuruluyor. (Yâsin: 60-61)
Mülkün sahibi olan Hazret-i Allah'ın murad ettiği gibi yaşarsak O bizi korur. Küffarın istediği gibi yaşarsak bizi hiç kimse kurtaramaz. İslâm milletleri için böyle olduğu gibi İslâm devletleri için de böyledir.
O'nun yolunda olanlar, onun izinde gidenler, dünya saadetine, ahiret selâmetine ermişlerdir.
"Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah'ın yolundan ayırmasın." (En'am: 153)
Allah'ın yolunda olmak ancak O'nun Resul'üne tâbi olmakla, ona teslim olmakla mümkündür:
"Resul' üm! Onlara söyle: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.'" (Âl-i İmran: 31)
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Ben size iki şey bıraktım ki onlara sımsıkı sarılıp tutunduğunuz müddetçe katiyyen sapıtmazsınız. Birisi Allah'ın kitabı, diğeri Resulullah'ın sünnetidir." (İmam Malik, Muvatta)
Âl-i İmran Sure-i şerif'inin 103. Âyet-i kerime'sinde buyurulan "Allah'ın ipine sarılın." beyan-ı ilâhî'sinden murad Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'dir.
Binaenaleyh;
"Bu gidişat nereye gidiyor?"
"Neye hazırlanmamız gerekiyor?"
"Nasıl hazırlanmamız gerekiyor?"
"Dünyevî ve uhrevî kurtuluş nasıl sağlanır?"
Bunları düşünmemiz ve buna göre tedbir almamız lâzım.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde kıyamete yakın âhir zamanda insanların ve müslümanların yaşantısının iyice bozulacağını, bu zamanda çok büyük harpler, işgaller yaşanacağını, depremlerin, kıtlıkların, açlıkların, hastalıkların, felâketlerin olacağını; yani insanlığın çok büyük imtihanlardan geçeceğini haber vermişlerdir.
"Belâ ve fitneden başka dünyanın hiçbir şeyi kalmadı." (İbn-i Mâce)
"Kıyamete yakın anarşi ve kargaşa günleri vardır." (Müsned)
"Devlet malı belirli çevrelerin menfaati yapıldığı, emanet kelepir ve zekât angarya sayıldığı, ilim dinden başka gaye için tahsil edildiği, kişi karısına itaat edip annesine âsi olduğu ve dostunu kendisine yaklaştırıp babasını uzaklaştırdığı, mescidlerde gürültüler baş gösterdiği, fâsık kimsenin kabilenin başına geçtiği ve aşağılık adamın milletin lideri olduğu, şerrinden korkulduğu için kişiye ikramda bulunulduğu, şarkıcı kadınlar ve çalgı âletleri türediği, şaraplar içildiği ve bu ümmetin sonunda gelenler evvel gelenleri lânetlediği zaman; işte o zaman kızıl bir rüzgâr, zelzele, yere batma, şekil değiştirme, taşlanma ve ipi kopan bir kolyenin tanelerinin birbiri ardı sıra gitmesi gibi birbirini takip eden alâmetler beklesinler." (Tirmizî: 2308)
İşte haber verilen bu zamanın içindeyiz.
Nitekim Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Hadis-i şerif'lerde haber verilen o günlerin geldiğini ifşa buyurmuşlar, bu devrin "Harp ve harabiyat devri" olduğunu, özellikle kendisinin vefatından sonra ömrü olanın çok şeyler göreceğini haber vermişlerdir:
"Önümüzde ateş var, felâket var. Beni çekinceye kadar siz bir saadet içindesiniz amma sonrasını O bilir. Beni çektikten sonra çok şey görebilirsiniz. Beni tutarken rahat edersiniz, beni çekerse bilmiyorum durumunuzu. Ben hayatta iken Cenâb-ı Hakk sizi korur. Fakat beni aldıkları an, bütün tedbirlerinizi alın, sonrasını bilmiyorum."
Kendisinin 2010 yılında ahirete irtihallerinden sonra gerek İslâm âlemine gerek dünyaya şöyle bir bakın. Son 16 yıldır neler neler oldu? Neler yaşandı? Savaşlar, iç harpler, katliam ve soykırımlar, yangınlar, seller, depremler.., Zaman zaman bunları dergilerimizde neşrettik.
İslâm ülkeleri, hususiyetle Arap ülkeleri çok büyük acılar yaşadı. Arap Baharı diye başlayan süreçte birçok İslâm ülkesinde büyük karışıklıklar, büyük katliamlar yaşandı. Suriye iç savaşında 13 yıl boyunca 1.5 milyon müslüman hayatını kaybetti, milyonlarcası göç etti, birçok Suriyeli Türkiye'ye sığındı. 2023 yılında başlayan İsrail'in saldırıları ve Gazze'deki müslüman soykırımı ise çok büyük bir afât oldu. En son Pakistan Hindistan saldırısına maruz kaldı.
Türkiye'de de birçok badireler atlattık. Hendek savaşları, FETÖ darbe teşebbüsü, Fırat Kalkanı ile başlayan sınır ötesi harekâtlar yaşandı. Amerika'nın ekonomik darbesi ile karşılaştık. Allah-u âlem bu Zât-ı âli'nin, mazlumların duası hürmetine yine de Allah-u Teâlâ bugüne kadar bize hep selâmet ve muzafferiyet verdi.
Bu "Harp ve harabiyat devri" henüz bitmedi, belki başındayız. Allah-u Teâlâ daha ne günler gösterecek bilemiyoruz.
Zira Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri sık sık İsrâ Sure-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sini hatırlatarak dünya üzerindeki her milletin bu afat ve harplerden nasibini alacağını beyan buyurmuşlardır.
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, kitapta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır." (İsrâ: 58)
"Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar olsa gerek. Bu otuz sene zarfında Allah-u âlem öyle hadiseler olacak ki; öyle şiddetli, tasavvura sığmayacak kadar öyle büyük harpler, öyle felâketler, öyle zelzeleler olacak ki tasavvurun haricinde olacak!
Bunun özünü İsrâ sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinde görürsünüz. Allah-u Teâlâ kıyametten önce dünyayı yıkacağını beyan buyuruyor.
Dünya milletleri harbe hazır durumda. Ha patladı ha patlayacak, ha patladı ha patlayacak! Emr-i ilâhîyi bekliyor.
Savaşların çıkması ilâhî hükme bakar. Cenâb-ı Hakk'ın izni olmadıkça bir yaprak dahi düşmez. Hep O'nun takdiri ile oluyor. Amma Allah-u âlem bu otuz sene içinde çok mühim şeyler olacak. Dünya düzelecek, dümdüz olacak.
Kişi istese de istemese de mukadderat ne ise o olacak." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Kıyamet ve Alâmetleri", s. 12)
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde âhir zamanda, bu büyük harplerin ve işgallerin yaşandığı günlerde Hazret-i Mehdî'nin zuhur edeceğini, Deccal'in ortaya çıkacağını, İsa Aleyhisselâm'ın müslümanlara yardım için yeryüzüne indirileceğini, Ye'cüc ve Me'cüc'ün bir sel gibi yeryüzüne yayılacağını haber vermişler; bu zor devirlerin nihayetinde Allah-u Teâlâ'nın muzafferiyeti İslâm'a vereceğini müjdelemişlerdir.
Ve fakat o müjdeli günlere biraz zaman var ve o gün gelinceye kadar çok büyük harpler, işgaller var,
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır." (Necm: 57)
Dikkat ederseniz dünyadaki gelişmeleri takip eden uzmanlar, devlet başkanları, bakanlar, içinde bulunduğumuz durum hakkında yorum yaparken; "İnsanlık olarak son yılların en sancılı günlerini yaşadığımızı", "Dünyanın bir yol ayrımında olduğunu" "Küresel atmosferin, siyaset ve ekonominin kaotik ve fırtınalı olduğunu", "İnsanlığın bir bilinmezliğin girdabına doğru hızla sürüklendiğini" söylüyorlar, dünya savaşından bahsediyorlar.
Zât-ı âlileri "3. Dünya Harbi'nin eşiğindeyiz." buyurmuşlardı.
Nükleer harp ihtimali bizzat atom bombası, nükleer silah sahibi ülkeler tarafından dile getiriliyor.
Ukrayna Savaşı'ndan sonra, Hindistan-Pakistan çatışmasında da nükleer harp tehlikesini bizzat ülke yöneticileri söyledi.
"Bu meyanda ortalık çok bozulacak, daha da karışacak. Çok büyük sıkıntılar olacak. Harp sıkıntıları, geçim sıkıntıları, telâşlar baş gösterecek." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Kıyamet ve Alâmetleri", s. 11)
Bunlar bir ihtimal gibi konuşuluyor ancak ihtimalden öte Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz birçok Hadis-i şerif'lerinde bugün yaşananları olduğu gibi haber vermişlerdir.
Bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Gelecek her zaman sizin için bir öncekinden daha kötü olacaktır." (Müslim)
"Üçüncü dünya harbi bir âfâttır, Allah-u âlem bu olacak.
Yahudiler Arabistan'ı istilâya hazırlanıyor. Çinliler ise dünyayı istilâ etmek için hazırlanıyor. Çinlilerin istilâsı ise bir helâkiyettir.
Âyet-i kerime'de:
"Biz o gün onları (Ye'cüc ve Me'cüc'ü) bırakırız, dalgalar hâlinde birbirine girerler." buyuruluyor. (Kehf: 99)
Dalga dalga dünyanın üzerine hücum ederler ve memleketleri istilâ ederler.
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:
"Nihayet Ye'cüc Me'cüc (sedleri) açıldığı zaman her tepeden saldırırlar." (Enbiyâ: 96)
Büyük bir âfât daha olacak. Hep temizlik bunlar. Bu üçüncü dünya harbi ve Çin harbi insanları perişan edecek. İnsan az kalacak." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Kıyamet ve Alâmetleri", s. 23)
"Nevvâs bin Sem'ân -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Müslümanlar Ye'cüc ve Me'cüc'ün (silâh olarak kullandıkları) yaylarından, oklarından ve kalkanlarından yedi yıl ateş yakacaklardır." (İbn-i Mâce: 4076)
Onlar bir gecede yok olacaklar, kalan silahlara işaret ediliyor.
Buradan anlaşılıyor ki artık silâhlar patlamayacak, eski duruma gelecek. Zira üçüncü dünya harbinde bu nükleer silâhlar patlayıcı maddeleri yok ettiği zaman, silâh var amma patlamayacak. O zaman eski duruma dönecek, onu tarif ediyor. Silâhlar Allah-u âlem yine kılıç ve at olacak." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Kıyamet ve Alâmetleri", s. 114)
Binaenaleyh nükleer silahların kullanıldığı harpler, büyük doğal afetler, ekonomik sıkıntılar, kuraklıklar ... neler yaşanacağını Cenâb-ı Hakk bilir.
"Gün bugündür, yarın bu silâhlar patladığı zaman dünya alt üst olup bitecek. Fakat hiç kimse bunu görmüyor, böyle gelmiş böyle gidecek zannediyor. Nereye gidecek? "Hatem" dendi, "Sondur" dendi, "Onunla bitiyor" dendi. Ondan sonra Hazret-i Mehdi ve Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın devri başlayacak. Bu merdivenden sonra iş bitti artık, zaten insan kalmayacak. "Hatem" dendi, bitti artık. Amma kimse bunun farkında değil."
Ehemmiyetine binaen Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bazı mühim beyanlarını tekrar tekrar arz ediyoruz. Çünkü Hadis-i şerif'te:
"Din nasihattir." (Buhârî) buyuruluyor.
Bunlar bir tazelenme, bir toparlanma vesilesidir. Onun için bu haberleri fırsat buldukça, yeri geldikçe hatırlatmaya çalışıyoruz. Çünkü insanoğlu unutmaya meyilli, dünyasını mamur etmenin telaşında. Nefisler dünyadan soğutacak haberleri duymak istemiyor. Hazret-i Mehdi ve İsa Aleyhisselâm'a bahşedilecek zaferi ve o zamandaki adaletli günleri duymak çok hoşumuza gidiyor. Oysa gerek onların zuhurundan önce gerek onların devrinde yaşanacak birçok hadise, birçok savaşlar var.
Bugünkü harplerin kazananı yok, kazanan da kaybediyor, çok zarar görüyor.
"Bugün harp demek; kazanan belli değil. Her taraf yıkılacak, kazanan belli değil. Bugünkü harp yıkım harbi. "Ben vuracağım, sen kalacaksın." diye bir şey yok. O da onu vuracak, o da onu vuracak."
"Kullanılacak çok kuvvetli silâhlar var, biri diğerini mahvetmek için. Bunlar birdenbire olacak. Çünkü kim evvel atarsa o kazanacak. Onun için çok büyük zayiat birden olacak. Hüküm Hazret-i Allah'ındır, boşaltacağını beyan buyuruyor."
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nden başka bu sıkıntıları, üzüntüleri, yaşanacak hadiseleri haber veren olmadı.
Tarihte baktığımız zaman benzer durumların yaşandığı devirler olmuştur. Bugünden bakınca Osmanlı'nın ihtişamlı, adaletli günleri ile iftihar ediyoruz. Ve fakat Osmanlı'nın tarih sahnesine çıkmasının hemen öncesinde yaşanan Moğol istilasında nice can ve mal gitti, gerek Türkler gerek tüm müslümanlar nice acılar çekti.
Yine Osmanlı yıkıldıktan sonra Allah-u Teâlâ bize bir devlet nasip etti. Ve fakat öncesinde nice savaşlar, işgaller, sürgünler, katliamlar, soykırımlar yaşandı, nice canlar, nice topraklar gitti.
Dünya yine böyle bir dönüm noktasına geldi. İnsanlığın ayaklar altına alındığı; hukuk, adalet ve hakkaniyetin yerini zorbalığın aldığı kaotik bir süreçten geçiyoruz. Dünya bir yol ayrımında.
Dünya üzerinde harpler, iç çatışmalar var; pervasız saldırılarına devam eden İsrail var, Amerika var; dünyanın çeşitli yerlerinde, etrafımızda, çatışmaya dönüşme ihtimali bulunan gerginlikler, restleşmeler var; ticaret, çıkar, menfaat çatışmaları var; bizi hedef alan, bizi de savaşa sürükleyebilecek gelişmeler var; dünyanın süper güçleri arasında, Çin ve Amerika arasında ekonomik savaş, vekalet savaşı var, nükleer silahları olan Rusya var; sürekli artan istikrarsızlık var. Ve hepsinden tehlikelisi; hırs, ihtiras, kötü niyet, sapkın inançların ayyuka çıktığı; bu gibi sapkın zihniyetlerin iktidara gelip milletleri ve orduları yönettiği bir zamandayız.
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Bütün tedbirlerinizi alın." (Nisâ: 71)
Tedbir, ilâhi bir emirdir.
Cenâb-ı Hakk tedbiri emrediyor; "Bütün tedbirini al!" buyuruyor.
Allah-u Teâlâ insana akıl vermiştir, irade vermiştir, mesuliyeti yüklemiştir. İnsan kendisine düşen kendi tedbirini alacak, fakat Hâlik'ın işine hiç karışmayacak.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz aşağıdaki mucize Hadis-i şerif'lerinde hem bu devri tarif ediyor, hem de "korunma ve kurtulmanın yolu"nu gösteriyor.
Ashâb-ı kiram'dan Sâlebetü'l-Haşenî -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e:
"Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz." (Mâide: 105)
Âyet-i kerime'sinin tefsirini sorduğunda, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Yâ Ebu Sâlebe! İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış. Ne zaman ki aşırı derecede cimrilik hâkim olur, nefislerin arzusu peşinden gidilir, dünya ahiret üzerine tercih edilir, herkes kendi görüşünü beğenir, kimse kimseyi tanımaz bir hâle gelirse, o zaman KENDİNİ KURTARMAYA BAK VE HALK TABAKASINI BIRAK!" (Ebu Dâvud - Tirmizî - İbn-i Mâce)
İşte o zaman bugün. Çok nazik davranmak lâzım, çok dikkatli davranmak lâzım.
Biz ne zaman Hazret-i Allah'a yönelirsek, Hazret-i Allah ve Resul'üne dönersek O da o zaman lütfeder, yardım eder, işlerimizi yoluna koyar.
O'na sığınmalı, O'na yönelmeli, O'na dayanmalı, O'nu bilmeli, O'ndan bilmeliyiz.
"Rabb'inizden mağfiret dileyiniz ve O'na tevbe ediniz ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım." (Hûd: 3)
"Ey kavmim! Rabb'inizden mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin ki üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, kuvvetinize kuvvet katsın. Günahkâr olarak yüz çevirmeyin." (Hûd: 52)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri ihvanına ve ümmet-i Muhammed'e bu zor günleri haber vermişler, şöyle beyan buyurmuşlardı:
"Bu kısa zamanda çok büyük hadiseler olacak. Gün bugün. Ahiretin için ne kazanırsan gidiyor, dünya için ne kazanırsan değil. Ahiret için ne kazanırsan kazan. Çünkü ortalık karıştığı zaman her şey dümdüz olur. Zannedildiği gibi uzun devreli bir durum yok. Onun için kanaat faydalıdır. İsraftan, masraftan çekilelim. Çalışmaya bakalım, yarın ne olacağı belli değil. Uzun vadeli bir durum yok."
"Bu isyan cezasız kalmaz, hüküm Sahib'ime aittir. Onun için en güzel çare Hakk'a yönelmek, takdir ise yaşamak, değil ise imanla gitmek."
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu gibi durumlar yaşanabileceğini ve tedbir alınmasını nasihat ederler ve kendileri de tedbirlerini alırlar, tedariklerini ona göre yaparlardı.
"Akıllı insan Hazret-i Allah'a yönelecek, o kadar. Bugünkü durumunu düşünecek, yarını O bilir. Durumlar o kadar nazik ki, Hazret-i Mehdi çıkıncaya kadar neler olacağını bir Allah bilir. Çok hadiseler olacak, çok büyük harpler olacak, zelzeleler olacak, âfâtlar olacak, insan azalacak."
"İnsanın yapacağı şey şudur:
Hazret-i Allah ile irtibat ve merbudiyet kurmak, dünyaya kök salmamak, elin kârda, gönlün yarda olması ve Hazret-i Allah'tan gafil olmamak. Çünkü önümüz karanlık görünüyor."
"'Şunu yapayım, bunu yapayım!' Hayır! İmanı korumak için helâl lokma kazan. Kökleşme, ahiret için yönel."
"Cenâb-ı Hakk milletlere bolluk içindeyken felâket gönderdi. Şimdi nimet deniz gibi yağıyor. Ama bu isyan da cezasız kalmaz. Bunu iyi bilin. Ama ne zaman? Mülkün sahibi takdir ettiği zaman. Onun için tedbir alın, faydasını görürsünüz."
"Mümin tedbirli olacak, fakat korkmayacak. Tedbir Hazret-i Allah'ın verdiği aklı yerinde kullanmaktır."
"Onun için akıllı olan Hazret-i Allah'a yönelir orada kalır, takdir ne ise o olur."
Bu büyük harplerin gölgesinin iyice üzerimize düştüğü şu günlerde hazırlığımızı, tedbirimizi ne kadar çok yaparsak, bu devirleri de o kadar kolay aşarız inşaallah.
Her şeyden önce düşmanın düşmanlığının sınırı olmadığını bilmemiz lâzım.
Nükleer silah dahil her ihtimali düşünmek lâzım.
Meselâ Yunanistan'a Hindistan nükleer silah verebilir. Hindistan sapkın, ırkçı, fanatik, İslâm düşmanı bir zihniyete ve yönetime sahip. Pakistan'a SİHA, savaş gemisi, elektronik harp silahları vs veriyoruz diye koşa koşa Ermenistan'ı silahlandırmaya çalışan, Yunanistan ve Ermenistan'a seyir füzeleri tedarik eden bir ülke.
Binaenaleyh "Atmaz, atamaz" diye kendimizi avutmak yerine, "Ya atarsa!" diye hazırlık yapmak gerekir.
Bu gibi tedbirler hususunda millet olarak çok zaaflarımız var. Birçok hususta başımıza gelmeyince tedbir düşünmüyoruz. Örnek olarak depremi verebiliriz. 1999 depremini yaşadık, 2 yıl önce dünyada eşi görülmemiş çok büyük iki deprem aynı gün oldu. 10 ilimizde çok büyük yıkıntılar ve can kayıpları yaşadık. Artık tedbirimizi gerektiği gibi alıyoruz diyebiliyor muyuz? Her şeyi devletten bekliyoruz ama tedbir hususunda halk olarak ne kadar gayretliyiz?
Türkiye deprem afatı konusunda tecrübeli ve hazırlıklı idi. Bir deprem durumunda koordinasyon sağlanması hususunda planları vardı. Fakat Kahramanmaraş depreminde yıkımın boyutu o kadar geniş ve büyük oldu ki, bu planların hiçbirisi işe yaramadı. İletişim çöktü, koordinasyonu halk kendi gayreti ile yürütmeye çalıştı.
Bu afattan alınacak çok ders var.
Harp var, büyük harp var.
Konvansiyonel harp var, nükleer harbi var.
Silah tedariği, ordunun ve sivil destek güçlerinin eğitim ve donatımı, sığınak hazırlanması, silah fabrikalarının, kritik tesislerin korunması, mekân seçimi ve hazırlanması vs. her türlü hazırlık buna göre yapılması lâzım.
Devletin her türlü olağanüstü duruma hazırlanması lâzım. Su kaynaklarının korunması, enerji tedariki, gıda stoklama gibi konulara eğilmesi ve halkı hazırlaması lâzım. Deprem, kıtlık için alınacak ayrı tedbirler var, harp için ayrı alınacak tedbirler var. Halkı da bu tedbirlere ortak etmesi lâzım. Devlet görevlilerinin olmadığı yerde halkı aynı işi yapacak şekilde organize etmesi lâzım. Sığınak, barınma, NBC (nükleer-biyolojik-kimyasal) saldırılar vs için sivil savunma, maske vs. her türlü ihtimale halk topyekûn bir seferberlikle hazırlanmalıdır.
En hazırlıklı olduğumuz alanlardan birisi savunma sanayiimiz. Son yıllarda elde edilen muvaffakiyetler düşmanlarımıza korku, dostlarımıza güven veriyor. Geliştirdiğimiz teknolojiler Karabağ Savaşı'ndan sonra Hindistan-Pakistan gibi hatırı sayılır ordulara sahip iki nükleer gücün çatışmasında da savaşın seyrine etki edecek boyuta ulaşmış durumda. İspanya'ya savaş uçağı satacak seviyeye geldik çok şükür. Cenâb-ı Hakk'a sonsuz şükürler olsun. Daha yapılacak çok iş var.
Bir de vatandaş olarak, aile olarak alabileceğimiz tedbirler var. Nasıl ki deprem için deprem çantası gibi tedbirler hazırlanması tavsiye ediliyorsa, bir harp durumunda da iletişim, ulaşım, enerji, gıda tedarik hatlarının sekteye uğraması durumuna nasıl hazırlanabiliriz diye düşünmemiz lâzım. Uzun sürecek büyük harpler zamanında bu gibi ihtiyaçlara ulaşmanın zorluğunu yahut fiyatlarının çok artması gibi ihtimalleri hesap etmemiz lâzım.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz emir buyuruyorlar:
"Kayyid ve tevekkel; tedbir al, tevekkül et."
Bu bir emr-i peygamberî'dir. Tedbir almadan tevekkül olmaz.
Hülasa; bütün tedbirlerini al, sonra Hazret-i Allah'a tevekkül et.
Hazret-i Allah her şeyi en iyi bilendir.
"O, kullarının işlediklerini ve işleyeceklerini bilir." (Bakara: 255)
O kullarının ne yaptıklarını değil, ne yapacaklarını da bilendir.
Fakat insanları sahay-ı imtihana gönderecek, kul imtihanını verip gidecek. Bu imtihan sadakat gösterenlerle ihanet edenleri ortaya çıkarmak için. Sadakat edenlerin mükâfatını, ihanet edenlerin cezasını versin diye.
Dünya geçicidir, meşakkatlidir, imtihan yurdudur. Nefis ise üzülmeyi, sıkıntı çekmeyi istemez, dünyaya kök salmak ister, bunun için de bu gibi haberleri duymak istemez, gününü gün etmek ister.
Bu sebeple bu haberler aynı zamanda bir nevi nefse dünyanın geçiciliğini, ebedî ahiret yurduna hazırlanmak gerektiğini, esas gayenin iman kurtarmak olduğunu duyurmak mesabesindedir.
Ayrıca bu haber ve nasihatler Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in engin merhametinin, sık sık yaptıkları şu duânın bir tecellisidir:
"Ey Rabb'imiz! Bize dünyada iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver, bizi cehennem azabından koru!" (Bakara: 201)
Bu verilmenin şartlarından birisi ise şudur:
"Şimdiden Hazret-i Allah'a ve Resul'üne sığınmaya bakın.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Dünyanın geniş vakitlerinde, (yani sıhhat ve servet, asayiş ve emniyet gibi istirahat sebepleri mükemmel olduğu bir zamanda) Cenâb-ı Hakk'a ibadet ve taat ile kendini takdim et ki, muzayakalı bir zamanda seni lütfu ile yad buyursun." (Ahmed bin Hanbel)
O gün gelmeden önce tevbe edip Allah-u Teâlâ'ya ve Resulullah Aleyhisselâm'a yönelenlere ne mutlu! O dilediğini dilediği şekilde kurtarır. Bu gibi kimselerin dünyası saadet, ahireti selâmet olur. Çünkü o Hakk ile idi, halk ile değil.
Hazret-i Allah'a yönelelim, bize O yeter! Kalsak yolunda, gitsek yolunda ölelim inşaallah. Bizim için fayda getirecek budur: Yolunda olalım, yolunda ölelim.
Allah-u Teâlâ'ya yönelmekten daha güzel bir kale olmaz, O'nun kalesinin harici boşluktur. O kalesine kimi aldıysa hayat vardır, hem de hayat-ı ebediye vardır. Bu bir ikazdır, hatırlatmadır, yöneltmedir. O dilediğine hidayet verir. Dilerse O her felâketten kurtarır.
Kitapları daima okuyun ve böylece bu devirleri aşmaya bakın!"
"Binaenaleyh artık dünyanın şâşâsına dalmayın, nefsânî arzulara kapılmayın. Helâl lokma kazanmayı ve yemeyi, günlük geçinmeyi düşünün! Uzun bir ömür hayâline kapılmayın! Ebedî saadetinizi hazırlayın. Gün bugün, yarın ne olacağı belli değil, bunu size tavsiye ediyorum."
Binaenaleyh, mânevi tedbirlerimizi alıp gönlümüzü Allah ve Resul'üne bağlamamız, aynı zamanda zâhirî tedbirlerimizi alıp gelecek meşakkatli günler için hazırlık yapmamız lâzım.
Bize düşen aklımızı ve ilmimizi ümmet-i Muhammed'in selâmeti için, halkımızın, ailemizin aç ve açıkta kalmaması için kullanmak ve Allah-u Teâlâ'ya yönelerek O'na sığınmak, O'ndan yardımını ve ilâhî muhafazasını niyaz etmektir.
Zira her şey O'nun kudret elindedir, O'nun takdir ve azameti her türlü tahminin üzerindedir. Dilerse mukadder bir afatı, bir harbi kaldırır, dilerse şiddetini, zararını azaltır. Bize düşen duâ, niyaz ve tedbirdir.
Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin duâ ve niyazlarının, himmet ve tasarruflarının bu necip millet, bu güzel vatan üzerinde olması paha biçilmez bir nimet, büyük bir devlettir.
"Önümüzde iki hadise var, birinci hadise dünyadaki kâfirler büyük bir ateş hazırladı. Rabb'im bu hazırladıkları ateşi onlara çevir. Bizi affet, muhafaza et, muzaffer et. Evet dünyayı yıkmaya karar verdin, amenna, mülk senindir. Lakin ümmet-i Muhammed'i affet, muhafaza et, muzaffer et. Bu hazırladıkları büyük ateşle birbirlerini yak. Eğer bizi muhafaza etmezsen, bu ateşin içine koyarsan helâk oluruz. Hakikaten günahımız, isyanımız çok büyük fakat yâ Rabb'i! Mevlâmız sensin, sana kalmış, lütfuna, ihsanına dayanıyoruz.
İkincisi önümüzdeki pisliği kaldırmak. Allah'ım bana yardım et, bu pisliği kaldıralım. Senin rızanı kazanmak için bu cihadcılar gidiyor. Sen murad edersen, hani 'Sen atmadın, Allah attı' buyuruyorsun. (Enfal: 17)
O dilerse kaldırır götürür."
"Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri o zaman İslâm'a ruhsat vermiş. Ve bakıyorum ki, hep Hazret-i Allah'ın sevgililerini yanlarına almışlar. Hazret-i Allah'a onların vasıtasıyla yalvarmışlar ve kazanılmayacak zaferleri kazanmışlar. Yani bu zaferin ilâhi bir lütuf olduğu belli. Birincisi ruhsatı onlara veriyor. Dilediğine veriyor, dilediğinden alıyor. O zaman yâ Rabb'i! Senin lütfun, ihsanın, ikramın vardı, bugün de olsun. Çünkü bugün İslâm âlemi dağınık. Bunun da müsebbibi dinden ayrılmalar oldu. Fakat O nasıl murad ederse öyle olur. O zaman İslâm'a hüküm vermiş, şimdi küffara hüküm veriyor. Fakat O'nun iradesi, gücü dilediğindedir. Onun için Allah'ım bizi mahrum etme. Bize yardım et, bizi muzaffer et." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Hazret-i Allah'tan çok korkmamız, sevdiklerini vesile kılarak çok sığınmamız lâzım.
"Hazret-i Allah'a sığınması, Hazret-i Allah'ı çağırması demektir. Hazret-i Allah hemen ona yetişir ve artık güç Hazret-i Allah'ındır. O da o gücün içindedir. Çünkü "Allah" demiş, sırtını yegâne kuvvet ve kudret sahibi Hazret-i Allah'a dayamıştır."
Bize düşen her türlü hazırlığımızı yapmak, tedbir almak ve Allah-u Teâlâ'nın takdirine boyun bükmek, O'na sığınmak, O'na yönelmek, O'na itaat edip, ibadet, taat ile samimi duâ etmektir.
"'Ey Allah'ım! Beni bağışla, bana acı, en yüce arkadaşa kavuştur.' (Buhârî)
Bu Resulullah Efendimiz'in sık sık yaptığı bir duâdır. Bunu her zaman ve her gün yapmamız lâzım.
Ve fakir bunu kendisine şiar edinmiş. Bana çok haz geliyor. Onun için bunu dâima söylemeye çalışıyorum.
Fakat önümüzde çıkacak afatlardan bizi koruması için bilhassa ihvanın da söylemesi lâzım. Çok afat olabilir. Bu afatlardan bizi koruması, bize acıması için O'na sığınmamız lâzım. Bunu unutmayın."
Bütün bu haberlerin, önümüzdeki günlerde yaşanabilecek hadiselere dâir yapılan bu yayınların özünde gayesi "İman kurtarmak"tır. Çünkü imanın kurtulduğu zaman en büyük kurtuluş budur.
Bu hususta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şu tebliği ne kadar arza şayandır:
Henüz İslâm'ın ilk yılları, Resulullah Aleyhisselâm'ın Mekke'de yaşadığı ve etrafını İslâm'a davet ettiği zamanlardı. Arabistan'da bir gelenek vardı. Bir tehlike sezildiği veya belirdiği zaman, bir kişi sabahın erken saatlerinde bir dağa veya yüksek bir yere çıkıp herkesi çağırmaya başlardı. Bu canhıraş sesi duyan herkes etrafında toplanır ve durumu öğrenirdi.
Bu âdet üzerine Resulullah Aleyhisselâm bir sabah Safâ tepesine çıkarak avazı çıktığı kadar:
"Ey ahalî! Geliniz!" diye seslenmeye başladı.
Bu sesi işitenler birbirlerine: "Bu seslenen kimdir?" diye sordular. Yine birbirlerine: "Muhammed'dir!" diye cevap vererek, Ebu Leheb de beraber olarak hepsi gelip çevresinde toplandılar. Kimi bizzat gelmişti, gelemeyenler de bu toplantının mâhiyetini anlamak için adam göndermişti.
Kureyş kabileleri içinde Resulullah Aleyhisselâm'la akraba olmayan bir kabile bulunmadığından; herkes toplandıktan sonra:
"Ey Abdülmuttalip oğulları! Ey Abdi menaf oğulları! Ey Zühre oğulları!.." diyerek bütün Kureyş oymaklarını hususi surette ve bilinen adlarıyla birer birer anarak çağırdı.
Onlara şu soruyu yöneltti:
"Ben size: 'Şu dağın arkasında bir düşman ordusu var, üzerinize saldırma hazırlığı yapıyor!' desem, bana inanır mısınız?"
Hepsi birden: "Evet inanırız, çünkü biz senin şimdiye kadar hiç yalan söylediğini duymadık." dediler.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"O halde ben size önünüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allah'a inanmayanların o büyük azaba uğrayacaklarını haber veriyorum!"
"Size karşı benim durumum, gördüğü düşmanın tehlikesinden korkarak, hemen âilesine haber vermeye koşan bir adamın durumu gibidir."
"Ey Kureyş! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz, uykudan uyanır gibi de dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah'ın divanına varmanız, dünyadaki her hareketinizin hesabını vermeniz muhakkaktır. Neticede iyiliklerinizin mükâfatını, kötülüklerinizin de cezasını göreceksiniz. İşte o mükâfat ebedî cennettir, mücâzat da daimî cehennemdir." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh, IX. 246)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri imanı, İslâm'ı tebliğ ve irşad vazifesini yapmış oldukları gibi vatanımızın muhafazası için gerek dış düşmanı gerek iç düşmanı hem tanıtmış, hem onlarla mücadele etmişlerdir.
"Dikkat edin, ne gaye var, ne maksat var, ne menfaat var. İki nokta üzerinde gidiyoruz. Bir nokta iman kurtarmak, diğer nokta vatanı kurtarmak.
Görüyorsunuz ki küfür istilâ ediyor. Bunun için imanımızı kurtarmak, vatanımıza sahip çıkmak. Bu suretle imanla vatanımızda yaşayalım. İki gaye üzerine çalışıyoruz, iman, vatan. Ama halk çalışmıyor, bizi ilgilendirmez. Çünkü herkes imtihan sahasındadır, imtihanı verip yarın yok olacağız. O yokluk yokluk değildir. O bir varlıktır. İtimat edin hayat, yaşama ölümden sonra başlar. Ya ebedi bir yaşama, saadet, yahut ebedi bir felâket..."
"İman"ın ve "Vatan"ın muhafazası bir müslümanın iki temel vazifesidir. Böyle olmalıdır. Çünkü vatansız iman da muhafaza edilmiyor. İmansız vatan da muhafaza edilmiyor.
Vatanımızı kaybedersek, buralar küfür diyarı olursa, iman nasıl muhafaza edilecek? Nice İslâm memleketleri küffarın istilâsından sonra yok olmadı mı? Nice müslümanın canı, malı, ırzı yok olmadı mı? Endülüs'te, Balkanlar'da, Kırım'da, Rusya'nın birçok yerinde bir zamanlar İslâm beldesi olan yerlerde bugün bir tane müslüman yok. Bosna'da, Doğu Türkistan'da, Kafkasya'da, bugün Filistin'de, Ortadoğu'nun birçok yerinde küffar işgali, devletin yıkılması sebebiyle nice zulümler yaşanıyor.
Binaenaleyh sadece can ve mal değil, imanın muhafazası için de vatan müdafaası şart.
Nitekim Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Cenâb-ı Hakk bize imanı bahşetmiş ki, imanı küfre tahvil etmeyelim, bu güzel vatanı kaybetmeyelim."
"İmansız vatan, vatansız iman muhafaza edilmez. Vatan imanı muhafaza eder, çünkü vatansız iman kazanılmıyor. Mühim olan iman ve vatandır."
"İnsanların çoğu yabancı bayrağın altında kalmadıkça vatanın kıymetini bilmezler. İstilânın altında kalmadıkça da hürriyetin esasını anlayamazlar. Onun için insan imanına, vatanına sahip çıkmalı." buyurmuşlardır.
Binaenaleyh bu yayınların, bu hatırlatmaların amacı imanın ve vatanın muhafazası, dünya ve ahiret kurtuluşu içindir.
O halde vatanımıza sahip çıkalım, bir ve beraber olalım, devletin kıymetini bilelim. Yıkıcı değil, ıslah edici olalım. Yoksa küffar gelirse halimiz nasıl olur?
"Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan!"
"Bayrağın şerefini bilmezsiniz. Amma yabancı bir bayrak altında büyüseydiniz o zaman bayrağınızın kıymetini bilirdiniz." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
"İman ve Vatan"; Devletin, ordumuzun varlığı ve ayakta kalması, güçlü olması da bu iki kelimenin içerisine girer. Devletsiz kalanların ne duruma düştüğünü görüyoruz. Filistin yıllardır bir devletim olsun diye mücadele ediyor. Devleti olmadığı için ayağa kalkamadı, en sonunda yahudi olanları da ellerinden almak için harekete geçti.
Binaenaleyh iman ve vatanımızı muhafaza etmek müslüman için bir vazifedir.
Onun için Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri din-i İslâm için, vatanın selâmeti için; hem cihad sahasında, kalemle, irşad ve ikaz vazifesini yapmış, hem de seccadede naz, niyaz makamında duâlarıyla mânevi destek olmuşlardır:
"Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i affet! Vatanımızı muhafaza et! Ordumuzu muzaffer et!" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Bu mücadele sadece dış düşmanla yapılırsa eksik olur. Çünkü iç düşman dış düşmanın yapamayacağını yapar, kaleyi içerden yıkar.
FETÖ gibi vatana ihanet edenler, Vehhabî-IŞİD zihniyetinde olanlar, din ve vatan bölücüleri, bölücü terör var.
Bu fitnelerle mücadele etmek sadece vatanın muhafazası için değil, aynı zamanda imanın muhafazası içindir. Çünkü bir kimse bu fitnelere kapıldı, imanı gitti. Bunların eline fırsat geçse vatan da gider. Çünkü ipleri küffarın elindedir. Niyetleri bölmek, parçalamak, bozgunculuk çıkarmak, böylece küffara zemin hazırlamaktır.
"Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra O yaptıklarını kendilerine haber verecektir." (En'am: 159)
Onların durumu budur.
Görüyorsunuz her yerde bir huzursuzluk, bir karışıklık, bir ateş var. Küffar İslâm'a, müslümanlara ve hususiyetle Türkiye'ye karşı büyük bir kibir ve düşmanlık içinde.
"Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler." (Âl-i İmran: 120)
Çünkü İslâm ülkelerinin ümidi bu vatanda. Bu yüzden küfür ehlinin nazarı ve düşmanlığı da en çok buraya.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri "Bütün İslâm âleminin ümidi Türkiye'dir." buyurmuşlar, âdeta bugünlere işaret etmişler, "Müslümanlar, diğer memleketler bu vatanı gözlüyor, bu vatana ümit bağlamış bekliyorlar." demişti.
Dünya kaynıyor, ortalık duruluyor diye ümit ederken bir bakıyorsunuz başka bir yerden bir ateş yükseliyor. Ve her geçen gün bir öncekini aratıyor.
Türkiye ise Allah-u Teâlâ'nın lütfu, Osmanlı ecdadımızın bıraktığı mânevi mirasın bereketiyle itfaiye gibi hem içindeki, hem sınırındaki, hem de dünyadaki yangınlara koşuyor, her yere yetişmeye, her ateşi söndürmeye, harpleri ve karışıklıkları sona erdirmeye, iç savaşın ve terörün pençesinde kıvranan ülkeleri selâmete çıkarmaya çalışıyor.
Allah-u Teâlâ birçok muvaffakiyetler, büyük muzafferiyetler de bahşediyor, küffarın birçok niyetini akamete uğratıyor.
Pakistan, Ukrayna, Libya, Somali, Suriye, Sudan, Etiyopya birçok yerde gücümüz veya sözümüz geçiyor.
Geçtiğimiz Mayıs ayında yaşanan Pakistan-Hindistan çatışmasında bütün dünya bir yandan çatışmaları takip etti, diğer yandan Türkiye'nin etkisini konuştu. Türkiye'nin varlığı ve desteği bir çatışmada daha belirleyici oldu.
Yine Mayıs ayında Rusya-Ukrayna barışı için İstanbul'da iki ülkenin heyetleri bir araya geldi,
8 Mayıs'ta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan AB Dışişleri Bakanları gayr-i resmi toplantısına katıldı.
14-15 Mayıs'ta NATO Dışişleri Bakanları Antalya'da bir araya geldi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 16 Mayıs'ta Arnavutluk'ta Avrupa Siyasi Topluluğu liderler toplantısına katıldı.
Trump Yemen'de, Gazze'de Netanyahu ve İsrail'i devre dışı bırakan adımlar attı, "Suriye'de Erdoğan'la çalışıyoruz" dedi.
Yine Mayıs ayında PKK silah bırakma ve fesih kararı aldığını açıkladı.
Gerek Türkiye'nin azmi ve kararlılığı gerek küresel gelişmeler her tarafı yakmaya çalışan yahudinin planlarına büyük zarar verdi. Netanyahu çok zor durumlara düştü. İsrail Dışişleri Bakanı "Suriye ile iyi ilişkiler istiyoruz, istikrar istiyoruz. Yeni rejime şüpheyle yaklaşmak için haklı sebeplerimiz var, ancak niyetlerimiz iyi. Güvenlik ve istikrar istiyoruz." diye konuştu.
Kısaca geçtiğimiz ay Türkiye'nin etkisinin ve gücünün ziyadesiyle hissedildiği gelişmelere sahne oldu.
Daha önce de Balkanlarda, Afrika'da, birçok coğrafyada çıkan hararet Türkiye'nin müdahalesi ile çatışmaya dönüşmeden, yahut çatışmanın boyutu büyümeden söndü.
Türkiye Sudan hükümet güçlerine destek verdi isyancı darbeci güçler geri çekilmek zorunda kaldı.
Hint Okyanusu'nun küçük müslüman ada devleti Maldivler verdiğimiz SİHA'lar sayesinde Hindistan tacizinden kurtuldu.
Etiyopya'da hükümet güçleri isyancıları Türk SİHA'larının sayesinde püskürttü. Mısır'la savaş noktasına gelmişlerdi, Türkiye devreye girdi.
Etiyopya ile Somali arasında denize ulaşım meselesi büyüyünce yine Türkiye arabulucu oldu, iki devlet savaşın eşiğinden döndü.
Bosna Hersek, Kosova, Sırplarla savaşın eşiğine geldi, Türkiye devreye girdi.
Filipinler Türkiye'nin arabuluculuğu ile Mora müslümanları ile anlaştı.
Somali Türkiye'nin desteği sayesinde yeniden ayağa kalktı, Türkiye Somali'de petrol aramaya başladı, Somali ile uzay üssü kurma anlaşması yaptı. Bunu hazmedemeyen İsrail, BAE gibi ülkelerin desteklediği DEAŞ zihniyetli terör yapılanması tekrar alan genişletti. Benzer durumlar Libya'da yaşanıyor. Türkiye'nin etkisi olan yerleri kaşımaktan asla vazgeçmiyorlar.
Çad, Mali, Burkina Faso gibi ülkeler Türkiye'nin verdiği silahlar sayesinde Fransız destekli terör gruplarına karşı başarılar elde etti ve Fransızları ülkesinden kovdu.
30 yıldır Ermeni işgalinde olan Karabağ'da Türk teknolojisi ve Türk kurmay desteği Azerbaycan'ın savaşı kısa sürede kazanmasında büyük etki yaptı. Türkiye'nin net desteği Rusya'nın müdahale etmesine engel oldu.
13 yıl boyunca katliam, sürgün, eziyet yaşayan Suriye halkı Türkiye'nin desteği ile 12 günde Esed'i devirdi, Şam'ı ele geçirdi. Türkiye'nin gayreti ile Trump yaptırımları kaldıracağını açıkladı.
Türkiye'nin arabuluculuğunda daha önce de Rusya ve Ukrayna arasında esir takası, tahıl koridoru, yağ, buğday ihracatı gibi konularda anlaşmalar yapıldı.
Suud-i Arabistan ve BAE bir oldular Katar'ı işgal etmek üzere idiler. Türkiye'nin askeri müdahalesi ile Katar işgalden kurtuldu.
Orta Asya'daki sınır problemleri yüzünden çatışma aşamasına gelen Özbekistan-Kırgızistan, Tacikistan arasındaki ihtilâflar çözüme kavuşturuldu.
Filistin'de Türkiye'nin çok müdahalesi ve etkisi oldu. BM'de dünya ülkelerinin İsrail aleyhine aldığı kararlara Türkiye öncülük etti.
Bütün bu gelişmeleri Allah-u Teâlâ'nın Türkiye'ye bahşettiği muzafferiyetler olarak kabul etmemiz, şükretmemiz lâzım.
Ve fakat asla rehavete kapılmamamız lâzım. Zira dikkat ederseniz küffar boş durmuyor, ve çatışmaların, harplerin biri bitmeden biri başlıyor.
Çünkü küffar çok azdı, bizim de çok kabahatlerimiz var, halk olarak çok günahımız var; Allah'tan uzak, nefsimize, şeytana yakın bir yaşantımız var.
Buna rağmen Allah dostlarının, ümmet-i Muhammed'in duaları hürmetine, atalarımızın yüzyıllardır yapmış oldukları cihadın, bu necip milletin necip olanlarının aynı aşk ve gayretle yürüttükleri cihad ve savaşın hürmetine, Allah-u Teâlâ büyük lütuflarda bulunuyor, bize merhamet ediyor, muzafferiyetler veriyor.
Hazret-i Allah muzafferiyetini vaad ediyor, yine ihsan edecek inşaallah.
Zât-ı âlilerinin şu duâlârı ne kadar arza şâyandır:
"Yâ Rabb'i! Halilullah Mekke için duâ etti:
Yâ Rabb'i! Resulullah Medine için duâ etti,
Yâ Rabb'i! Fakir bu devlet için duâ ediyor, bu devlete zevâl verme!"
Bu duânın bereketi tezahür ediyor elhamdülillah.
Türkiye'nin harp sanayiinde bugün geldiği seviye hiç şüphe yok ki Allah-u Teâlâ'nın dilemesi ve ihsan etmesi ile elde edilen bir gelişmedir. Çünkü bu kadar muarıza, bu kadar düşmanlığa, bu kadar ambargoya rağmen bu kadar büyük gelişmelerin temin edilmesi bu işin ilâhî takdir ile, mânevi yardım ve duâ ile yürüdüğünün bir delilidir.
Türkiye 2. Dünya Savaşı'ndan sonra soğuk savaşın başlaması ile beraber Amerika'ya çok güvendi, Amerikan yardımı ile gelen silahlara çok bel bağladı ve kendi harp sanayiini kendi elleri ile söndürdü. 1960'lı yıllarda Kıbrıs'ta Rumların katliamlara başlaması ile ortaya çıkan süreçte bunun ne kadar büyük bir hata olduğu ortaya çıktı. Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan sonra silah ambargosuna maruz kaldık. O yıllarda hemen hemen hiçbir şey yapamıyor, yedek parça gelmediği için uçak uçuramıyorduk.
Soğuk Savaş bitip Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Amerika yeni düşman olarak İslâm'ı hedefe koydu, NATO üyesi olmasına rağmen Türkiye de bu düşmanlıktan nasibini aldı. Bizi terörle terbiye etmeye çalıştılar. Kendi silahlarımızı yaptıkça teröristlere daha ağır ve modern silahlar vermeye başladılar. Biz terörün belini kırdıkça teröre yeni alanlar açtılar, Sonunda işi Suriye'de devlet kurdurmaya kadar vardırdılar. Bize örtülü bir silah ambargosu uygularken Yunanistan'a her silahı, her uçağı, her füzeyi vermeye başladılar.
Artık iyice ortaya çıktı ki, atalarımızın dediği gibi;
"Gâvurdan dost, domuzdan post olmaz."
Ve kendi silahımızı yapamazsak vatanımızı bile muhafaza edemeyiz.
Çok şükür ki; bugün en modern silahları bile yapabiliyoruz. Epey yol aldık ama savaş uçağı gibi bazı önemli projelerin tamamlanması ve seri üretime geçilmesi için biraz zaman lâzım.
Ancak küffar da bunu görüyor bize zaman vermek istemiyor. Bu sebeple çok kritik süreçlerden geçiyoruz.
Geçtiğimiz ay toplanan Savunma Sanayii İcra Komitesi'nde alınan kararlarda insansız sistemler, elektronik harp sistemleri, hava savunma sistemleri, füzeler, uzaya fırlatma füzeleri, savaş gemisi, denizaltı, helikopter birçok projenin karara bağlandığı görülüyor.
Bunların her birisi tek başına büyük bir kuvvet çarpanı oluşturabilecek projeler iken, bunların hepsinin birden bir karara konu olması, Türkiye'nin geldiği seviyeyi gösteriyor.
Yine geçtiğimiz ay alınan bu kararların haricinde KAAN savaş uçağının motorunun ilk resmi yayınlandı. Tasarımının tamamlandığı açıklandı. İspanya'ya jet eğitim uçağı Hürjet'in satılması için sözleşme imzalandı. Daha önce Portekiz'e "Denizde ikmal ve lojistik destek gemisi" satılmasına ilişkin sözleşme imzalanmıştı. İspanya gibi bir havacılık ülkesine savaş uçağı, Portekiz gibi bir denizcilik ülkesine savaş gemisi satılması Türk Savunma Sanayii ürünlerinin hangi seviyede ve kalitede olduğunu gösteren gelişmeler oldu. Allah'a şükür artık yapamadığımız bir silah sistemi yok.
Diğer dikkat çekici bir husus; Amerika ve Çin gibi ülkelerle kıyaslandığında nüfusu, ekonomik kapasitesi küçük bir ülke olmamıza rağmen bize uygulanan ambargolar sebebi ile savaş platformlarını yaparken bütün alt sistemlerini de kendimizin yapıyor olmamızdır. Bir tabancadan KAAN savaş uçağına kadar çok geniş yelpazede, hemen hemen her şeyi, her parçasını kendimiz yapıyoruz. Gelişmiş Avrupa ülkeleri bile böyle değil, mesela Eurofighter savaş uçağını 4 Avrupa ülkesi bir araya gelip yapıyor.
Hazret-i Allah'a sonsuz şükürler olsun ki bunların hepsini kendimiz yapabiliyoruz. Ne kadar şükretsek azdır.
Diğer bir husus 2025 sonu ve 2026 yılında teslim edilecek çok kritik projeler var. İsrail ve Yunanistan başta olmak üzere küffar bu gelişmelerden çok rahatsız. Amerika'nın ambargoyu kaldırma ihtimali bunların iyice uykularını kaçırmaya başladı. Dikkat etmemiz lâzım. Zira sürekli nasıl engelleriz diye kafa yoruyorlar. Yunanistan saldırmış olsa, kim haklı diye bakmazlar, hemen büyük bir silah ambargosu uygularlar. Çünkü hepsi rahatsız, bahaneye bakıyorlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla hem Allah'ın düşmanlarını, hem de sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında sizin bilmediğiniz Allah'ın bildiği diğer düşmanlarınızı korkutup yıldırırsınız. Allah yolunda ne harcarsanız, size eksiksiz ödenir ve siz asla haksızlığa uğratılmazsınız." (Enfâl: 60)
Bu Âyet-i kerime'de geçen kuvvet ve atlar, savaşta düşmanı mağlup etmeye yarayan en modern her türlü silâh, araç ve gereci içine alır.
Ayrıca bu Âyet-i kerime'de işaret edilen yedi husus var:
Birincisi; "Kuvvet ve cihad için" buyuruluyor. "Kuvvet" hazırlamaktaki niyet "Cihad için" olması gerekiyor. Hazırlıklarımızı yaparken Küffarı kahru perişan edip, iman ve vatanımızı muhafaza etmek niyetinde olmamız lâzım.
İkincisi; "Gücünüzün yettiği kadar" buyuruluyor. Allah-u Teâlâ bizden azami bir gayret, çalışma ve ekonomik fedakârlık istiyor.
Üçüncüsü "Hem Allah'ın düşmanlarını hem de sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında sizin bilmediğiniz Allah'ın bildiği diğer düşmanlarınızı korkutup yıldırırsınız." buyuruluyor.
Burada bugün "Caydırıcı güç" olarak tanımladığımız kavramın ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Meselâ nükleer silah sahibi bir düşmanı caydırabilmek için sizin de nükleer silah sahibi olmanız gerekiyor. Harbe hazırlık ve harp silahı hazırlamak her şeyden önce düşmanları caydırmak içindir.
Dördüncüsü; "Hem Allah'ın düşmanlarını hem de sizin düşmanlarınızı" buyurulmasında da büyük hikmetler var. Dikkat ederseniz Allah düşmanı milletler kendilerine hiçbir zararımız olmasa bile bize düşmanlık besliyorlar. Biz İslâm'ı ve müslümanları temsil edip küffarın önünde bariyer olduğumuz müddetçe bu düşmanlık daima üzerimizde olacaktır. Allah düşmanlarının bize düşman olması bir şereftir. Elhamdülillah. Küfür milletleri düşmanlıkta bir ve beraberdir. Nitekim tarih boyu Haçlılar ve münafıklar daima bir olup bize saldırmıştır.
Beşincisi; "Sizin bilmediğiniz Allah'ın bildiği diğer düşmanlarınızı" buyuruluyor. Burada da düşman olarak bilmediğimiz, müttefik bildiğimiz düşmanlarımızın da olabileceği, hatta olacağı ve harp hazırlığının bunları da caydıracağı haber veriliyor.
Altıncısı; "Allah yolunda ne harcarsanız" buyuruluyor. Harp hazırlığı için yapılan harcamaların Allah yolunda yapılan bir harcama olduğu aşikâr olarak beyan buyuruluyor.
Yedincisi; "Size eksiksiz ödenir ve siz asla haksızlığa uğratılmazsınız." buyuruluyor. Yapılan harcama ve çalışmaların Allah katında bir karşılığı olduğu ve bunların eksiksiz ödeneceği haber veriliyor. Hiç şüphesiz bu ödemenin, bu karşılığın en güzeli ahirette Allah-u Teâlâ'nın yapacağı ihsan ve ikramdır. Ve O'nun ihsan ve ikramı sonsuzdur.
Allah-u Teâlâ'nın bu ihsan ve ikramı sadece para olarak yapılan harcamaları değil, emek verenleri de kapsamaktadır.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
"Allah bir ok yüzünden üç kişiyi cennetlik eder: Hayır ve sevap umarak o oku yapan sanatkarı, o oku Allah yolunda kullanıp atanı, oku atana yardımcı olanı. Atıcılık ve binicilik öğreniniz. Atıcılık öğrenmeniz binicilik öğrenmenizden daha çok benim hoşuma gider. Kim atıcılık öğrendikten sonra onu hiçe sayarak bırakırsa o nimeti elden kaçırmış olur, nankörlük etmiş olur." (Ebu Davud)
Bu Hadis-i şerif'te görülmektedir ki; en modern savaş araç ve gereçlerine sahip olmak, onu imal etmek, harp sahasında savaşmak, savaşanlara yardımcı olmak; her üç vazife de birbirine eşdeğerdir ve cennete girmeye vesile olan işlerdendir.
Ve yine harp silahlarının en iyi şekilde kullanılmasını da disiplinli bir eğitimle öğrenmek de yine İslâm'ın emri, Resulullah Aleyhisselâm'ın memnun ve hoşnut olduğu bir iştir.
Bu hazırlık için çalışanlar iman ve vatan müdafaası niyetiyle çalıştıkları takdirde ecirleri de ona göredir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar.
"Düşmanlarınız için elinizden geldiği kadar kuvvet hazırlayınız. Dikkat ediniz, kuvvetten amaç atmaktır. Yine dikkat ediniz, kuvvet atmaktır. Yine dikkatli olunuz ki kuvvet atmaktır." (Müslim)
Bugünkü harp teknolojilerini düşündüğümüzde görürüz ki; bu Hadis-i şerif Resulullah Aleyhisselâm'ın mucize beyanlarından birisidir.
"Muazzam silahlar var. Parası olan alıyor veya yapıyor. Her devlette atom bombası var. Kontrol de edemiyorlar artık. Çünkü herkeste var, onlar müslümanı kontrol altına almak isterler, hıristiyanı değil. Fakat alamıyor. Allah-u Teâlâ öyle bir Allah'tır ki 2. Dünya Harbi'nde kâfirleri birbirine tutuşturdu ama müslümanlara bir şey olmadı."
Savaş çok büyük afattır. Ancak devletlerin birbirlerine zarar vermek için kullandığı yöntemler savaşla sınırlı olmadığı gibi, şiddeti ve çeşidi gittikçe artan doğal afetler de bir memlekete büyük zararlar verebilmektedir.
Savaşın haricinde devletler hedef aldıkları ülkeye, silah ve teknik teçhizat ambargosu, ticari ve ekonomik ambargo, siber saldırı gibi çeşitli yöntemlerle zarar verebilmektedir.
Siber saldırı ile benzer durumların yaşanabileceği biliniyor ve konuşuluyor. 2007 yılında Estonya devlet kurumlarını ve özel firmaları 22 gün boyunca etkileyen bir saldırıya maruz kaldı.
Doğal afetlerin de boyutu ve şiddeti artmaya başladı.
Kahramanmaraş'ta daha önce görülmemiş şekilde iki büyük deprem aynı gün peş peşe yaşandı.
Birkaç yıl önce Korona Salgını'nı yaşadık. Benzer salgınların veya daha tehlikelilerinin yaşanma ihtimali var.
Son yıllarda kuraklıklarda artış var, kuruyan göller var. Bu kuraklığın artması ihtimali var. Su savaşları diye hazırlanmış raporlar var. "Fırat'ın suyunun çekileceği zamanı" haber veren Hadis-i şerif var.
Diğer bir Hadis-i şerif'te "Ticaret yolları kapandığı zaman" buyuruluyor. Husilerin Kızıldeniz'den geçen ticaret gemilerini vurmasının bile dünyayı, dünya ticaretini etkilediği bir devirde yaşıyoruz.
Dünyadaki kumar-fâiz ekonomisinin çökmesi ve 1929 ekonomik buhranından daha büyük ekonomik buhranlar yaşanması, paraların pul olma ihtimali var.
Medyayı, sosyal medyayı kullanarak yapılan, istihbari çalışmalarla kitleleri harekete geçirerek yapılan psikolojik, sosyolojik saldırılar var. Terör var.
Büyük bir güneş patlamasının elektrik, elektronik altyapısını çökertebileceğine dair iddialar var.
Elektronik harbi, biyolojik harbi, nükleer harbi insanları yok etmek niyetiyle geliştirmeye çalışan ülkeler var.
Yapay zekayı kötü niyetle kullanmak isteyen, insan yerine düşünecek robotlar yapmaya çalışan, bütün bu teknolojileri insanlığı yok etmek için kullanmak isteyen ülkeler var.
Aynı şekilde genetik teknolojisini kullanarak insanın yaratılışını değiştirmek, kopyalamak, görülmemiş yaratıklar, mikroplar, hastalıklar ortaya çıkarmak isteyen sapkınlar, bu sapkınları destekleyen, bunlara izin veren ülkeler var.
"(Şeytan dedi ki:) Onlara emredeceğim, Allah'ın yaratışını değiştirecekler." (Nisâ: 119)
Binaenaleyh her türlü afatın her türlü insanlık düşmanlığının yaşanabileceği bir zamandayız ve zaman gün gün daha kötüye gidiyor. Ona göre hazırlanmalıyız.
Dünyanın birçok yerinde harpler, iç karışıklıklar ve çatışmalar, devletler arası gerginlikler var. Bunların birçoğunda özellikle Türkiye'yi ve İslâm dünyasını etkileyen olayların, çatışmaların, iç harplerin, terör organizasyonlarının hemen hepsinde yahudinin parmağı var.
Yahudilerin bu fesatçılığı Âyet-i kerime'de bize şöyle haber veriliyor:
"Ne zaman savaş için bir ateş tutuştursalar, Allah onu söndürür. Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar. Şüphesiz ki Allah fesat çıkaranları sevmez." (Mâide: 64)
Eğer bunlar fitne-fesatlarında arzuladıkları her şeye ulaşabilmiş olsaydı; bugün İslâm dünyasında yaşanan sıkıntıların en az on katı sıkıntı yaşanır, PKK büyük Kürdistan'ını kurmuş olur, Gazzeliler Mısır'a sürülür, Suriye, Lübnan İsrail işgali altında olur, İsrail Amerika'yı arkasına katar bütün Ortadoğu'yu yangın yerine çevirmiş olurdu. 3. Dünya Savaşı da, Hindistan-Pakistan nükleer harbi de çıkar, bütün dünya ateşin içinde boğuşurdu. Allah-u Teâlâ bunlara bu fırsatı bugüne kadar vermedi ve fakat Hadis-i şerif'lere bakıldığı zaman bu tehlikelerin geçtiğini söylemek de mümkün değil.
Nitekim ne kinlerinden ne de savaş zihniyetlerinden bir gram eksilme yok, bilakis gittikçe daha pervasızlaşıyorlar.
Bu ateşlerin hemen hepsinde bir yahudi parmağı var ve yahudinin bize karşı büyük bir niyeti var. Amerika'yı, Yunan'ı, Rum'u, Ermeni'yi, PKK'yı, Hindistan'ı, Haçlı Batı'yı bize karşı bir cephede toplamaya, bize karşı kışkırtmaya çalışıyorlar. Kendileri bir ittifak, cephe kurmaya çalışırken, bizim bir ittifak kurmamızı engellemek için her şeyi yapıyorlar. Libya'da, Sudan'da, Somali'de, Suriye'de, Yemen'de hatta Hindistan'ın Pakistan'a saldırmasının arkasında bunların parmağı var.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde bunu haber vermiş ve bunları en şiddetli düşman olarak tanıtmıştır:
"Andolsun ki insanların içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri ve Allah'a şirk koşanları bulursun." (Maide: 82)
İyi bilin ki; İslâm'ın ve müslümanların aleyhinde ne olup bitiyorsa öncesinde veya sonrasında yahudi mutlaka dahil olmaya çalışıyor. Müslümanlara ne kadar zarar verebilirim diye büyük gayret içindeler.
Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Hiçbir yahudi yoktur ki müslümanı öldürmek niyetinde olmasın." (İbn-i kesir)
"Bir yahudi bir müslümanla başbaşa kaldığında mutlaka onu öldürmeyi düşünür." (Deylemi)
İsrail Gazze'de saldırılarının şiddetini ve Gazze'yi işgal kararını uygulamaya, büyük katliamlar yapmaya başladı. Yeniden büyük dramlar yaşanmaya başlandı.
Zira yahudinin sadece Gazze değil; etrafındaki bütün devletlere karşı bir planı var. Amma kendisi amma Amerika ile Mısır, Arabistan dahil bölgeyi işgal niyeti var.
Bu yüzden Amerika'yı kullanmaya, cepheye sürmeye çalışıyor. Trump Yemen'le anlaşma yaptı, Hamas'la anlaşma yapacağı söylendi. Suriye Devlet Başkanı Şara ile görüşmesi ve yaptırımları kaldırma kararı alması da İsrail'i çok rahatsız etti.
Bugün bile bir yandan İran'a vurmaya, Amerika'yı İran'a vurdurtmaya çalışıyor, sürekli kaşıyor; diğer yandan Suriye'yi rahat bırakmıyor, sürekli bombalıyor, iç karışıklık çıkartmaya çalışıyor, azınlıkları isyana teşvik ediyor, PKK-PYD'yi kalıcı kılmaya çalışıyorlar.
İsrail Türkiye'nin Suriye'de üs kurma ve Suriye'nin Türk silahları ile modern bir ordu teşkil etmesi ihtimalinden çok çekiniyor ve engellemek için her yolu deniyor.
Türkiye'yi İran'dan daha büyük tehdit olarak tanımlamaya başladılar. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun talimatıyla kurulan Nagel Komitesi, Tel Aviv yönetiminin Türkiye ile "olası bir savaşa" hazırlıklı olması gerektiğini öne sürdü. Israel Radar haber sitesi "teorik olarak 2040'a kadar gerçekleşmesi beklenen Türkiye-İsrail çatışmasının şu an yaşanan olağanüstü gelişmeler ışığında 2030'da hatta daha önce patlak verebileceğini" yazdı.
İsrail Türkiye'den çok çekiniyor, kendi nükleer silahlarına güveniyor. Bu sebeple Türkiye'nin nükleer güç Pakistan ile ittifakından rahatsızlar. Türkiye'nin Pakistan ordusunu modern silah ve harp araçları ile donatmasından rahatsız olan Hindistan'a büyük destek veriyor ve Pakistan'a ve Türkiye'ye karşı kışkırtıyorlar. Amerikan Kongresinde Hint lobisi ile ittifak halindeler. Hindistan da İsrail ile aynı zihniyette; bir yandan İsrail ile ittifak yaparken, diğer yandan Ermenistan'ı silahlandırmaya çalışıyor, Yunan ve Rum'la askeri ittifak içine giriyor.
İsrail Yunan'a en son insansız denizaltı verdi. Rum ve Yunan ikilisi de zaten bu düşmanlığa gönüllü. Her türlü ittifakı yapıyorlar.
Körfez'in zengin ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri de Arap ülkeleri nezdinde İsrail ile işbirliğinin bayraktarlığını yapıyor. Çok yerde Türkiye'nin karşısına çıkıyor ve zaman zaman açıkça düşmanca tavırlar sergiliyor. Libya'da yaptığı gibi Sudan'da da Türkiye'nin desteklediği hükümet karşıtı illegal gruplara silah ve parasal destek veriyor. İsrail'in taşeronu gibi hareket ediyor.
Somali'de IŞİD benzeri bir zihniyete sahip olan teröristler son zamanlarda epey azıttılar. İslâm Dünyası'na çok büyük zarar veren bu terör zihniyetini, besleyip, büyütüp ortalığa salanlar da İsrail ve Amerika.
Türkiye ile yakınlaşan hangi ülke varsa başına bir gaile açmaya çalışıyorlar. Türkiye ile savunma işbirliği yapan, Hürjet almaya hazırlanan, İsrail'e en net muhalefeti yapan Avrupa ülkesi İspanya ve Türkiye'den gemi alan Portekiz'i etkileyen büyük bir elektrik kesintisi yaşandı. Bu kesintinin bir sabotaj olma ihtimali var. Nitekim İspanya meclisinin İsrail'e silah ambargosunu görüştüğü günde İspanya'da telefon, mobil haberleşme ağı durdu, iletişim çöktü.
Hep bir şeyler yapıyorlar, dünyaya gözdağı veriyorlar. Bir vakte kadar devam eder.
"İnşaallah gün gelecek, kuvvet ellerinde olmayacak. Bugün hakikaten kuvvetli durumdalar. Kuvvet halkta değil, ruhsattadır.
Hazret-i Allah kime ne kadar ruhsat verdiyse o, o kadar gider. Bir şey yapıyorum dediğin an her şey elinden alınır."
"Çünkü kuvvet ne bir millette, ne bir devlettedir. Kuvvet ruhsattadır." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
"Bütün kuvvet ve kudret Allah'a âittir." (Bakara: 165)
İsrail asker kaybını göze almasına ve bütün gücü ile, bütün bombaları ile saldırmasına rağmen bir buçuk yıldır Gazze'de hiçbir hedefine ulaşamadı. Tek yaptığı Gazzelileri, çocukları, sivilleri öldürmek, hastaneleri bombalamak, insanların evlerini yıkmak, sürmek oldu. İki aydır yardım girişine izin vermediği için Gazze'de büyük bir açlık başladı.
Trump'ın kabinesindeki İsrail ajanı Ulusal Güvenlik Danışmanı Waltz'ı kovup, hiçbir anlaşmaya ve söze yanaşmayan Netanyahu'yu ve İsrail'i devre dışı bırakıp Hamas ile görüşmesi ve Gazze'de yönetimi ABD'nin devralabileceğine dair işaretler İsrail'i kudurttu.
İsrail'in gözünü öyle kan bürümüş ki; Trump'ın bu icraatlarının hemen arkasından Gazze'yi tamamen işgal etme kararı aldı, binlerce Filistinli müslümanın ölmesi ile sonuçlanan yeni bir saldırı dalgası başlattı.
İsrail bu yeni saldırı dalgası ile Gazzelileri Gazze'nin güneyindeki toplama kamplarına sürmeyi ve bütün Gazze'yi ele geçirmeyi planlıyor.
Ancak İsrail Amerika nezdinde kendisini öyle güçlü görüyor ki; Amerika'yı, Trump'ı dinlemiyor veya danışıklı dövüş yapıyor.
Gazze bütün dünyanın gözü önünde, bütün Arapların, bütün İslâm ülkelerinin ortasında soykırım ve etnik temizliğe maruz kalıyor.
Gazze'de şehit sayısı 55 bin oldu. 125 bin yaralı var. İki aydır yardım girmiyor, çocuklar açlıktan ölüyor. Trump bile sesini çıkartamıyor. BM eğer yardım girişine izin verilmezse iki ay içinde 14.000 çocuğun öleceğini duyurdu.
Trump müslümanları düşündüğünden değil, Amerika'yı dinlemediği için, kendisini yönetmeye çalıştığı için İsrail'e tavır alıyor. ABD'de iki İsrailli diplomatın öldürülmesi İsrail'in ABD'yi bir şeye zorlayacak olmasını akıllara getirdi. Bir gün önce de ABD istihbaratı İsrail'in İran'ı vuracağının istihbaratını aldıklarını açıkladı.
İsrail'e tavır alıyor gibi görünüyor ama diğer yandan da kendi icraatını yürütüyor, zengin müslüman devletleri şantajla haraca bağlıyor. Bu ülkeler "Bize dokunma" diye ümmetin parasını kâfire veriyorlar.
"İnsanlar Hakk'tan kopmuş, öyle kopmuş ki hiç ilgisi yok. İslâm devletleri dahi böyle."
Mayıs ayında körfez ülkelerine yaptığı ziyaretlerde Suud-i Arabistan, BAE, Katar gibi ülkelerden 3 trilyon doların üzerinde taahhütler alarak, anlaşmalar imzalayarak ülkesine döndü. Haracını kesti gitti.
Trump ilk Suudi Arabistan'ı ziyaret etti. İki ülke arasında silah alımı, enerji işbirliği, Suud ordusunun eğitimi gibi başlıklarda yaklaşık 600 milyar dolar değerinde anlaşma imzalandı.
Trump'ın ziyaret ettiği ikinci ülke Katar'la savunma, havacılık, enerji gibi çok sayıda alanı kapsayan 1.2 trilyon dolarlık yatırım anlaşması imzalandı.
Katar, ABD Başkanı Trump'a yaklaşık 400 milyon dolar değerinde Amerikan basınının "uçan saray" diye nitelediği bir Boeing 747-8 uçağı hediye etti. Bu hediyenin tartışmalara sebep olması üzerine Trump uçağın kendisine değil Amerikan ordusuna verileceğini açıkladı.
Trump'ın ziyaretindeki son durak Birleşik Arap Emirlikleri oldu. BAE Devlet Başkanı Muhammed bin Zayid Al Nahyan tarafından da görkemli biçimde karşılanan Trump, buradan da yaklaşık 1,4 trilyon dolar değerinde anlaşmalarla döndü.
Bu ülkeler bu paraları İslâm'ın intişarı için kullansa, kendi silahlarımızı yapmamız için destek olsa İslâm dünyası başka bir yerde olurdu.
Ya da mazlumların, Gazze'nin selâmeti için kullansa bugün durum çok daha farklı olurdu. Yahut dünyadaki mazlum ve gariplere dağıtsa yeryüzünde ihtiyaç sahibi insan kalmazdı.
Nitekim açlıktan kıvranan Gazzeliler Amerika'ya verilen paraları duyunca bu körfez prenslerine beddua ediyor.
Ve fakat küffar hem bunların petrolünü, gazını alıyor, hem de bankalara yatan paraları bunlara vermiyor, silah satışı gibi sözler alarak bu paraların üzerine konuyor. Müslümanların ayrılık içinde olmasından sonuna kadar istifade ediyor.
Hazret-i Allah bunun hesabını sormayacak mı?
Sizin paranızla küffar zenginliğine zenginlik katıyor, sizin paranızla müslümanlara saldırıyor eziyet ediyor.
O mazlumlar, o çocuklar, o kadınlar, o ihtiyarlar sizin gözlerinizin önünde öldürülüyor.
Allah-u Teâlâ bunun intikamını almayacak mı? Gadab-ı ilâhî'ye sebep olmayacak mı?
"Muhakkak ki Allah Aziz'dir, intikam sahibidir." (İbrahim: 47)
İsrail, Hindistan ve Yunanistan; Türkiye-Pakistan-Azerbaycan ittifakından çok rahatsız. İsrail Hindistan'ı ve Yunanistan'ı kışkırtıyor ve üzerimize salmaya çalışıyor. Hindistan'ı kullanarak Pakistan'ı devre dışı bırakmak istiyor. Çünkü Türkiye'ye destek verecek nükleer silaha sahip bir müslüman devletin varlığını istemiyor, Pakistan'ı en başta Türkiye'ye zarar vermek için ortadan kaldırmak istiyor.
Bugün Hindistan'ın başında bulunan Başbakan Narendra Modi İsrail Başbakanı Netanyahu seviyesinde bir ırkçı, müslüman düşmanı bir "Hindu milliyetçisi"dir. Hindistan'da yaşayan sayıları 200 milyonun üzerindeki müslüman azınlık hakaret ve baskılara, yer yer saldırı ve katliamlara maruz kalmaktadır. Müslümanlar ve diğer azınlık grupları evlerini terketmeye zorlanmakta, çareyi başka eyaletlere kaçmakta bulmaktadır.
Hindistan-Pakistan arasındaki son çatışmada Hindistan'lı yetkililerin, basının ve emekli askerlerin Türkiye'yi de sık sık dile getirip kin kusmaları İslâm düşmanı zihniyetlerinin bir neticesidir. Halbuki Pakistan'ın askerî kapasitesini destekleyen iki ülkeden birisi Türkiye ise diğeri Çin'dir. Hindistanlılar Çin ile sınır anlaşmazlıkları ve zaman zaman aralarında yaşanan çatışmalar olduğu halde Çin hakkında bu kadar düşmanca bir dil kullanmıyorlar.
Hindistan ile Pakistan arasında Pakistan'ın kuruluşundan bu tarafa Keşmir sorunu sebebiyle anlaşmazlık var ve zaman zaman çatıştılar. Oysa bugünkü çatışmanın temelinde bu tarihi anlaşmazlıklardan ziyade bu ırkçı, bağnaz zihniyetin son yıllarda Hindistan'da yaygınlaşması ve iktidarda olması vardır. Hindistan'ın Pakistan düşmanlığını Yunan'ın Türk düşmanlığına benzetebiliriz. Hindistan eğer Pakistan'ı yenebileceğini gözü kesmiş olsa değil savaş açmak, Pakistan'ı yok etmek için bir gün bile beklemez.
Bunu en iyi Pakistan biliyor ve bu yüzden ordusu sürekli teyakkuz halinde. Milyarlık nüfusu ile ekonomi ve nüfus olarak Pakistan'dan kat be kat büyük olan ve kötü niyetini her fırsatta sahaya sürmeye çalışan Hindistan karşısında tutunabilmek için Pakistan, ordusunu sürekli modern ve diri tutmak için büyük bir çaba içinde.
Hindistan nükleer silah sahibi olunca Pakistan da mecburen nükleer silah sahibi olmaya yöneldi ve nükleer silah sahibi tek müslüman ülke olarak anılmaya başlandı.
Hatırlanacağı üzere Amerika 11 Eylül hadisesinden sonra başlattığı saldırılarla beraber yaşanan süreçte Türkiye'yi tamamen teslim olmaya zorladı. Türkiye bu zorbalığa teslim olmadı ve Irak işgalinde tezkereye hayır dedi. Amerika NATO ülkesi olmamıza rağmen İsrail'le beraber PKK terörünü kullandı, Suriye ve Irak üzerinden bir düşmanlık yürüttü. Türkiye-Yunanistan arasındaki silah dengesi politikasını terketti, Yunanistan'ı Türkiye'ye karşı garnizon devlet haline getirdi. Türkiye'ye vermediği silahları, uçakları Yunanistan'a verdi.
Benzer bir durumu Pakistan da yaşadı. Pakistan Amerika ile askerî ittifak içinde idi. Pakistan ordusu Türkiye gibi Amerikan uçakları ve silahları kullanan, Amerikan silahlarına bağımlı bir ordu idi. Afganistan işgali sürecinde Amerika Pakistan'ı da tamamen kendisine teslim olmaya zorladı. Pakistan da bu zorbalığa teslim olmadı. Büyük sıkıntılar yaşadı. Akabinde ABD Pakistan'ı hedefe koyup Hindistan'ı desteklemeye başladı. S-400 aldı diye Türkiye'ye yapmadığını bırakmayan ABD, aynı S-400'leri satın alan Hindistan'a bir çift laf bile etmedi.
Pakistan, Hindistan tehlikesi ve tehdidi sebebiyle Çin ile ittifak kurdu. Çin desteği ile kendi JF-17 isimli uçaklarını üretmeye başladı. Çin'den J10-C uçakları ve PL-15 isimli hava hava füzesi gibi askerî donanımlar temin etti.
Türkiye de kadim müttefiki Pakistan'a istediği her şeyi elinden geldiğince temin etmeye çalıştı. Pakistan'a İstanbul ve Karaçi tersanelerinde Milgem sınıfı 4 adet korvet inşa edildi. Pakistan ordusunu Türk SİHA'ları ile donattı. Pakistan Türkiye'den sonra ikinci büyük Akıncı filosunu kurdu. Sayısı bilinmeyen TB-2'ler, kamikaze dronlar vs. temin etti. Pakistan denizaltılarının modernizasyon ihalesini Türkiye aldı. Yine Türkiye'nin resmi olarak açıklanmasa da, Pakistan'a Koral gibi elektronik harp silahları verdiğine, Türk uydularının Pakistan'a istihbarat desteği verdiğine dair haberler çıktı. Türkiye'nin Hava-SOJ adında çok önemli bir projesi var. 4 adet Bombardier uçağı bir hava harekâtında, düşmanın her türlü radar ve haberleşmesinin dinlenmesi, karıştırılması, aldatılması maksadıyla, elektronik harp uçağı haline getiriliyor. Bu yıl sonunda ve gelecek yıl teslim edilmesi öngörülüyor. Bu uçaklar henüz Türk Silahlı Kuvvetleri'ne teslim edilmemişken 2024 yılında Pakistan'a da temin edilmesi için sözleşme imzalandığı söyleniyor.
Son çatışma esnasında Genelkurmay İstihbarat Başkanı Hava Korgeneral Yaşar Kadıoğlu Pakistan'a gitti. Kadıoğlu'nun Pakistan'a gitmesi bölgede geniş yankı uyandırdı. Milgem sınıfı korvetlerimizin ikincisi olan Türk savaş gemisi TCG Büyükada Pakistan'a, Karaçi'ye gitti. Askeri nakliye uçaklarımız Pakistan'a uçtu. Böylece Türkiye Pakistan'a olan desteğini fiili olarak da göstermiş oldu.
7 Mayıs'ta Hindistan tarafından yapılan saldırılarda Türk elektronik harp sistemlerinin, radarların, İHA-SİHA'larımızın etkinliğine yönelik iddialar dünya basınında geniş yer buldu.
Pakistan'ın havadan erken ihbar uçakları, Çin yapımı modern AESA radar teknolojisine sahip savaş uçakları ve 200 km. menzili olduğu söylenen PL-15 hava-hava füzeleri, Türk yapımı İHA-SİHA, elektronik taarruz yetenekleri ve kendi gelişmiş füze teknolojileri ile Hindistan'a çok ciddi bir tokat vurduğu, sahip olduğu hava savunma sistemleri ile birçok Hindistan füzesini ve İsrail dronlarını düşürdüğü ortaya çıktı.
Bazı iddialara göre Hindistan uçakları KORAL gibi Türk elektronik harp sistemleri sayesinde körleşti, gece uçamaz hale geldi ve bazıları elektronik taarruz sebebiyle düştü.
Hindistan'ın ilk saldırısını bu şekilde püskürten Pakistan cevap olarak yaptığı taarruzda Hindistan'a artık nasıl bir vurduysa; elinden gelse Pakistan'ı bir kaşık suda boğmak isteyen Hindistan hemen Amerika'yı aradı ve ateşkes için arabulucu olmasını istedi. Hindistan ordusu adına konuşan bir albay 300-400 adet dronla saldırıya uğradıklarını, dronların Asisguard yapımı SONGAR kamikaze dronları olduğunu açıkladı.
Türkiye'nin Pakistan'a modern silahlar tedarik etmesi ve özellikle elektronik taarruz yeteneği Hindistan'ı adeta kudurttu.
Hindistan Başbakanı Narendra Modi'ye yakın komutanlardan olan emekli general Gagandeep Bakshi Türkiye'ye küstah tehditlerde bulundu. Türkiye'nin müslüman dünyasının halifesi olmak istediğini, Türkiye'nin doğrudan Hindistan'a düşman olduğunu söyledi. Hindistan'ın nükleer bir güç olduğunu hatırlatıp, "Gerekirse Türkiye'yi cehenneme çevirebiliriz. Türkiye bir süredir kötü davranıyor." diyerek Türkiye'yi nükleer silahla tehdit etti.
Bu tehdidi hafife almamak lâzım. Yunanistan'la askerî ittifak halinde olduklarını ve Yunanistan'a nükleer silah verme ihtimalleri olduğunu unutmamak lâzım.
Bugün için Hindistan ve Pakistan arasında ateşkes imzalandı, ancak Hindistan'da Netanyahu'nun İsrail'i gibi bir zihniyet var. Ne yapacakları, nasıl hareket edecekleri belli olmaz. Kendilerinde bir güç gördükleri an tekrar saldırabilirler. Nitekim Hindistan Başbakanı Modi, "Sindoor Operasyonu" adını verdikleri saldırının Hindistan'ın "terörizme karşı yeni politikası" olduğunu söyledi ve "Pakistan'a yönelik operasyonlarımızı sadece askıya aldık. Gelecek, onların davranışlarına bağlı olacak.", "Terör ve müzakereler bir arada olamaz, su ve kan bir arada akamaz." diye konuştu. İçi kin dolu tam bir düşman.
Hindistan öteden beri Pakistan'ın Türk teknolojisi ile silahlanmasından rahatsız ve Türkiye'yi düşman olarak görüyor. İsrail ile Kıbrıs Rumları ve Yunan'la ittifak ve savunma işbirliği anlaşmaları imzalıyorlar. Açıkça Ermenistan'ı silahlandırıyorlar.
Yunanistan'da da Türkiye'ye karşı benzer bir kafa yapısı var. Gözleri kesmiş olsa hiç beklemez hemen saldırırlar.
Iniochos 2023 adındaki Yunan tatbikatına katılan Hintli pilotların omuzlarına Yunan pilotlarının da öteden beri kullandığı "Mehmetçik Busters" (Mehmetçik Avcısı) yazılı peç taktığını gösteren resimler basında çıkmış ve Türk kamuoyunun tepkisini çekmişti.
Binaenaleyh Hindistan sadece Pakistan'a değil Türkiye'ye de düşmandır.
Nitekim hükümet ve Hindu milliyetçiler Pakistan yenilgisinin faturasını tamamen Türkiye'ye çıkartmaya başladılar. Türk şirketlerinin anlaşmalarını iptal etmeye, Türkiye'den ithal ettikleri ürünlere ambargo koymaya başladılar.
İsrail Hindistan'ın bu düşmanlığını sonuna kadar sömürmekte, kullanmaktadır. Amerika'da Hint diasporasının güçlenmesi, Hind kökenlilerin Amerikan yönetiminde üst düzey görevler alması, İsrail-Yunan ittifakına Hindistan'ın da dahil olması gibi gelişmelerin arkasında bu durum var.
İsrail-Hindistan boş durmuyor. Pakistan'ın Belücistan eyaletindeki ayrılıkçı terör gruplarını kullanarak Pakistan'ı bölmeye, parçalamaya, karıştırmaya çalışıyorlar.
Gazneli Sultan Mahmud'un 1001 yılında Hindistan seferlerine başlaması ile Hindistan alt kıtasında başlayan Türk devletleri tarihi 1858 yılında İngilizler tarafından yıkılıncaya kadar devam etmiştir. Son Türk devleti Babürlüler'in en geniş sınırları Pakistan, Bangladeş, Hindistan ve Afganistan'ı içine almaktaydı. Pakistan ve Bangladeş'le beraber Hindistan'da yaşayan yaklaşık 250 milyon müslüman azınlık bu Türk devletlerinin yadigârıdır. "Urduca" kelimesi Türkçe "Ordu dili" anlamına gelmektedir.
Hint müslümanları öteden beri Osmanlı hilafetine bağlılığını bildirmiş, malumunuz olduğu üzere Kurtuluş Savaşı'na büyük destek vermişlerdir.
Pakistan bağımsızlığını kazandıktan sonra bu yakınlık kardeşlik boyutunda devam etmiştir. Pakistan'ın merhum Cumhurbaşkanı Ziya ül-Hak "Pakistan Türkiye'nin doğudaki vilayetidir. Ben bu vilayetin cumhurbaşkanı emrindeki valisiyim." demiştir.
15 Temmuz hâin darbe teşebbüsünden sonra Hava Kuvvetleri'ndeki pilotların yarıdan fazlasının ordudan atılması üzerine oluşan zaafiyeti gidermek için Pakistan F-16 pilotlarını Türkiye'ye göndermiş, Pakistan pilotlarının bazıları 2 seneye yakın Türkiye'de görev yapmıştır.
Türkiye'yi nükleer silahla tehdit etmek isteyen ülkeler Pakistan'ın sahip olduğu nükleer silahları hatırlatarak, Türkiye'nin istediği an bu silahlardan alabileceğini dile getirmişlerdir. Pakistan'ın nükleer caydırıcılığı düşmanlarımız tarafından Türkiye'nin nükleer caydırıcılığı olarak kabul edilmiştir.
Bu vesile ile dikkat nazarlarınıza arzetmek isteriz ki; Hindistan'ın bile Türkiye'yi nükleer silahla tehdit ettiği, İsrail'in Türkiye ile harp yakın mealinde raporlar hazırladığı bu dünyada Türkiye'nin nükleer silah caydırıcılığına sahip olması kaçınılmaz, elzem bir durum haline gelmiştir.
Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ittifak da çok mühimdir. Türkiye ve Azerbaycan ordularının birlikte hareket etme yeteneğinin geldiği seviye Türkiye'ye askerî sahada büyük bir derinlik kazandırmaktadır. Türk ve Azerbaycan hava sahasının tek bir hava sahası haline getirilmesi ile Eskişehir'deki görüntü Bakü'de de görülebilmektedir. Nitekim bu durum Yunanistan'da da gündeme gelmiş, Türkiye'nin Azerbaycan'a doğru kazandığı derinlik endişe ile dile getirilmiştir.
Bununla beraber Azerbaycan'ın İsrail ile de askerî ve siyasî ilişkilerinin iyi olması, İsrail'e destek vermesi, İsrail'den birçok silah alması Türkiye'yi endişelendirmektedir. İsrail Azerbaycan'ı özellikle İran'a karşı kullanmak için destekliyor. Aynı zamanda Türkiye ile Azerbaycan'ın arasını açmak istiyor. Azerbaycan'ın bu ikileminin nereye evrileceği de belirsizliğini koruyor.
"İsrail'de de aynısı var. Onun için onlar İran'ı hazırlıyorlar. Çünkü Amerika onların düşmanı. Onu öne sürecekler, sonra harp başlayacak. Allah-u âlem her şey hazır, emr-i ilâhî'ye bakıyor."
İsrail'in casusluk boyutuna varan Amerikan yönetimi içindeki etkisi Trump'ın bile çileden çıkmasına, Ulusal Güvenlik Danışmanı'nı görevden almasına sebep oldu:
"... Trump 20 Ocak'ta yemin ettikten sonra Netanyahu, Beyaz Saray'a gelen ilk lider olmuştu. Fakat Netanyahu Oval Ofis'te Trump'ı görmeden önceki gece bir görüşme yapıyor. Görüşme Waltz ile… Ne mi konuşuyorlar? İran'ın vurulmasını… İkili kafa kafaya veriyor ve İran'ı vurma vaktinin geldiği konusunda anlaşıyorlar. Hatta nerenin nasıl vurulacağı hakkında askeri planları tartışıyorlar.
Yetmiyor… Waltz, Trump'ın görüşlerini etkilemeye çalışıyor. Vuralım Sayın Başkan diye kulağına fısıldıyor. Olayı öğrenen Trump küplere biniyor. ... "Bu adam bizim başkana mı, yoksa İsrail Başbakanı'na mı çalışıyor?" sorularının ardı arkası kesilmiyor.
.. Bitmedi… Geçen hafta Waltz kovulmadan bir gün önce Trump'ın Kabine toplantısına katılıyor. ... Waltz, İsrail yapımı bir mesaj arşivleme uygulaması kullanıyor. Waltz ne konuştuysa İsrail görüyor muydu yani? …" (Yunus Paksoy, Hürriyet, 7 Mayıs 2025)
Bu haberde görülüyor ki; Amerikan hükümetinin en önemli bir bakanı bile İsrail ajanı formunda İsrail ile içli dışlı.
İkincisi; İsrail Amerika'yı İran'a vurdurtmaya kararlı.
Ve fakat İsrail bu niyetinden, ortalığı ateşe verme arzusundan vazgeçecek değil. Nitekim Trump'ın Hamas ile görüşmesinden hemen sonra büyük bir saldırı yaptılar. 2 günde 250'den fazla Filistinliyi öldürdüler, Yemen'e hava saldırısı düzenlediler. Şimdi Gazze'yi işgal etmek için saldırıyor.
İsrail budur. Belki bazı geri adımlar atabilir ancak fırsatını bulduğu an niyetini icraata dökmek isteyecektir.
İsrail'le yapılan anlaşmalarda hıristiyan ve yahudi zihniyetinin İslâm karşıtı ittifakını görmekteyiz.
"Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
Türkiye açısından en dikkat edilmesi gereken ülkelerden birisi de Yunanistan ve Rum yönetimidir.
Türkiye düşmanlığı Rum ve Yunan için bir ideoloji mesabesindedir. Yunan'ın bütün amacı Türkiye'ye zarar vermek, Türkiye üzerinde hak iddia ettiği toprakları, Ege ve Akdeniz'deki denizlerimizi almaktır. "Megali İdea" adını verdiği bu amacını gizlemez ve ne siyasetçileri ne de Yunan Basını Türkiye aleyhinde konuşmaktan, yaygara yapmaktan bir an bile geri durmazlar.
Bunların Türk düşmanlığı sosyolojik yapılarının önemli bir parçası mesabesindedir.
Düşmanlığını ideoloji haline getiren bir örgüt, bir millet, kolay manipüle edilip, yönlendirilebilirler. Nitekim Amerika ve İsrail rahat eline aldı. Yunan'ın Türk korkusunu kullanan ABD âdeta Yunanistan'ı işgal etti, ülkenin her tarafında Amerikan üssü kuruldu. Fener Patrikhanesi ve Yunanistan tamamen Amerika'nın, İsrail'in güdümüne girdi.
Bu sebeple Yunanistan Türkiye'nin bunca hengame içerisinde asla gözünü ayırmaması gereken bir düşmandır.
Zaman zaman iyi geçiniyor gibi görünmelerinin tek amacı Türkiye'den taviz koparmaktır. Ordusunu üstün gördüğü an saldırmaktan zerre imtina etmeyeceklerdir.
Bu şımarıklığının en büyük sebeplerinden birisi de Batı'nın Yunanistan'a verdiği destektir.
Fransa Rafale uçağı veriyor, ABD'den F-35 de alacaklar. İsrail de Yunanistan'a her türlü insansız sistemleri, füze ve silahları veriyor. Yunan'ı Türkiye'ye karşı kullanıyor ve hazırlıyorlar.
Türkiye'nin AESA radarlı savaş uçağı ve insansız hava aracı, Hürjet, Anka-3, TB-3, Hava-SOJ elektronik harp uçağı, Altay tankı, füze, torpido, insansız deniz ve denizaltı platformu gibi bazı kritik ve stratejik projelerinde 2025 yılı sonu ve 2026 yılında mühim teslimatları var. Ayrıca Trump yönetiminin F-16, F-35 gibi uçakları ve Hürjet motorunu vermek için Türkiye ile anlaşma ihtimali var.
Bu teslimatlar tamamlandığında Yunan'ın teknolojik üstünlük kurma hayali iyice azalacak. Bu sebeple bu tarih aralığında daha dikkatli olmamız lâzım. Zira İsrail de en az Yunan kadar bu silahları temin etmemizden rahatsız ve bize zarar vermek için fırsat kolluyor.
Yunan Ta Nea gazetesi'nde geçtiğimiz ay yayınlanan bir makalede Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Eski Danışma Kurulu Üyesi Emekli Profesör Panayotis İoakimidis'in "Uzun vadeli stratejimizin birinci temel hedefi Türkiye'nin bir bölgesel süper güç olmasını engellemekti ve hala öyle... Ama hezimete uğradık. Türkiye, hemen hemen tüm dünya tarafından neredeyse süper bir güç olarak kabul ediliyor" dediği aktarıldı.
Yunan-Rum-İsrail üçlüsü ABD ve Haçlı Batı'yı Kıbrıs'ta, Akdeniz ve Ege'de Türkiye'nin karşısına çıkartmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Yunanistan 12 mil iddiasını Avrupa Birliği'nin hazırladığı münhasır ekonomik bölge haritalarına koydurdu. Yunanistan, Kıbrıs; Haçlı Batı'nın, ABD'nin askerî üssü haline geldi. Binaenaleyh kâfir kâfirliğini yapıyor ve Yunanistan'ın bütün maksimalist taleplerine destek veriyorlar.
Çünkü Hıristiyan Batı'nın hep beraber yegâne amacı ve siyaseti Türkiye'ye zarar vermek, büyümesini engellemek, hatta yok etmektir.
Son zamanlarda Ege'de 12 mil üzerinde ve bütün Ege'yi kendi ekonomik bölgeleri kabul etme konusunda çok duruyorlar ve AB'yi de alet ediyorlar. Bizim münhasır ekonomik bölge ilan ettiğimiz Akdeniz'den kablo geçirmek, Kıbrıs etrafında sondaj yapmak gibi Türkiye ile karşı karşıya gelmelerine sebep olacak her icraatı yapmaya başladılar.
Avrupa Birliği tarafından finanse edilen ve Avrupa Komisyonu bünyesinde faaliyet gösteren Deniz Mekânsal Planlama (MSP) Platformu, üye ülkelerin deniz sınırlarını gösteren bir çalışma yaptı. Yayımlanan skandal haritada Yunanistan'ın deniz yetki alanları, sadece Ege Denizi'nin tamamını Yunanistan'a ait olarak göstermekle kalmayıp, Yunanistan'ın Türkiye'den Doğu Akdeniz'deki kıta sahanlığı taleplerini içermekte ve Türkiye'yi Antalya Körfezi'ne hapsetmektedir. 2025 yılının Nisan ayında da Yunanistan'ın Ege'de 12 mil iddiasını içeren "Maksimum Deniz Yetki Alanı" haritası sunması basına yansıdı.
Avrupa bir yandan Türkiye'yi kendi güvenlik ve savunma alanına dahil etmek istiyor, diğer yandan Yunan'ın Türkiye aleyhindeki hemen her talebine destek veriyor.
Yunanistan Başbakanı Miçotakis de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Yunanistan'ın Ege'de karasularını tek taraflı 12 mile çıkartmasını savaş sebebi kabul eden 1995 tarihli kararının kaldırmasını talep etti.
Yunanistan Türkiye'nin 150 milyar Euroluk Avrupa İçin Güvenlik Eylemi projesinin dışında tutulması için çok çalıştı, Türkiye'nin askerî kapasitesine kendisini muhtaç hisseden Avrupa Yunanistan'ın bu çabalarına rağmen projeyi 29 Mayıs'ta resmen devreye aldı. Ancak 3. ülkelerden silah tedarik edilmesini sınırlayan ve Yunanistan'ın ileride veto yetkisini kullanıp işbirliğini zorlaştırmasına sebep olabilecek hükümler var.
Yunanistan istediğini alamadı. Ancak Türkiye'nin bu projeden tam yararlanması için AB ile ikili güvenlik anlaşması imzalaması lâzım. Bu anlaşma için de tüm AB üyelerinin onayı gerekiyor.
Güney Kıbrıs Rum yönetimi de gemi iyice azıya aldı. Milli Savunma Bakanlığı'nın Kıbrıs'ta yaşanan EOKA'cı terör faaliyetlerine tepkisi ve MSB kaynaklarının açıklamaları basında şu şekilde yer aldı:
"Akdeniz ve Ege Denizi'ni istikrar ve refah bölgesi olarak görmek istediğimizi ancak barışçıl bir çözüm için çaba gösterirken millî hak ve menfaatlerimizden de asla taviz vermeyeceğimizi bir kez daha vurguluyoruz. Nitekim son dönemde Kıbrıs Türkü kardeşlerimize yönelik bilinçli ve kasıtlı olarak nefret eylem ve söylemlerinin arttığı, Türk düşmanlığının körüklendiği, EOKA'cı terör zihniyetinin yeniden canlandırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Daha önce de benzerleri yaşanan bu tarz durumlar Kıbrıs'taki iki devletli çözüm vizyonunun ne kadar haklı ve gerçekçi olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Türkiye; garantör devlet olarak uluslararası anlaşmalar ve uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru haklar çerçevesinde Kıbrıs'ta barış, huzur ve güvenliğin teminatı olmaya devam edecek; garantörlüğün kendisine vermiş olduğu yetkileri daha önce olduğu gibi kullanmaktan asla çekinmeyecektir."
ABD, İsrail ve AB bunların arkasında. ABD Yunanistan'ı Kıbrıs Rum kesimini adeta işgal etti, askerî üs haline getirdi. Rumları silahlandırmaya ve eğitmeye başladı. Yunan'a her silahı veriyor zaten.
Dolayısı ile Yunan'ı küçümsememek, Yunanla yapılacak bir savaşı hafife almamak lazım. Ellerindeki silahlarla bizim altyapılarımıza, silah sanayiimize azami zararı vermek isteyeceklerdir. Çıkabilecek bir savaşı en az hasarla atlatmanın planlarını yapmamız lâzım. Unutmamak lâzım ki:
"Onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i İmran: 118)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Yunan'la bir savaşımız olduğunu haber vermişlerdi. Bunu dergilerimizde değişik vesilelerle duyurduk. Binaenaleyh bu haberlerin vakti yaklaşmış olabilir. Bunları durdurtacak tek şey Türkiye'nin güçlü olması, birlik ve beraberlik içinde olmasıdır.
Nihayette Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Allah-u Teâlâ'nın muzafferiyeti Türkiye'ye vereceğini müjdelemişlerdir.
"Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, sizi onlara karşı galip kılsın ve müminlerin gönüllerini ferahlandırsın." (Tevbe: 14)
Yunanistan saldırmak için silahlanıyor.
Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Yunan'ın bu niyetini seneler önce haber vermişler ve "Yunanlılar saldırmak için kararlılar. Bir anda saldıracaklar." buyurmuşlardı.
Yakın tarihte Aralık 2023'te Yunanistan ile "Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Hakkında Atina Bildirgesi"ne imza attık. Türkiye münhasır ekonomik bölgelerdeki petrol aramalarını, Ege denizindeki uçuşlarını vs. sınırlandırdı. Peki Yunanistan ne yaptı? Yunanistan Savunma Bakanı Meis adasına gidip Türkiye'ye meydan okudu. Gayri askeri statüde bulunan Meis Adası'nda askerlerle kameraların karşısına geçti, "Meis'in münhasır ekonomik bölgesi vardır" diye konuştu. Yunan Sahil Güvenlik botları Ege denizinde karasularımızı ihlal etti.
Lozan'da askersiz olması karara bağlanan ada ve adacıkların hepsini silahlandırdılar. Türkiye'nin aman büyük hadise çıkmasın yaklaşımını, Mavi Vatan'da birçok faaliyetini azaltmasını Yunanistan bir zafiyet olarak algılıyor ve sürekli aleyhimize bir yerlerde bir şeyler yapıyorlar. Asla fırsat vermememiz lâzım.
Avrupa, Amerika, İsrail; Yunan'ın Türkiye üzerindeki emellerini destekliyorlar.
Yunan'a her silahı, her uçağı, her füzeyi veriyorlar.
ABD ile yapılan tatbikatlarda F-35'lerle birlikte poz veriyorlar. Bu durum da Yunanistan'ı çok cesaretlendiriyor. Arkamda Amerika var, İsrail var diye düşünüyor. Her türlü çirkefliği yapıp duruyor. Saldırmak için fırsatını kolluyor.
Âyet-i kerime'de buyurulduğu üzere:
"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)
Batı Trakya'da yaşayan müslüman Türklere uyguladıkları tecrit ve zulümleri de artırdılar. Yunanistan Türklerin Türk ismini kullanmasına izin vermiyor. Lozan anlaşmasına aykırı bir şekilde Türklerin seçtiği müftüyü tanımıyor, kendisi kukla müftü atıyor. Oysa Fener Patriği bütün dünyayı dolaşıp Türkiye aleyhine faaliyetlerde bulunuyor, ekümenik sıfatı kullanıyor, yetmiyor, Türkiye'nin kontrolü dışında okul açmaya çalışıyor.
AİHM üç defa hak ihlali kararı verdiği hâlde Yunanistan bu kararları da dinlemiyor. Avrupa Birliği hiçbir üye ülkesinde müsaade etmediği zulümlere Türkler söz konusu olunca göz yumuyor, Yunanistan'a her türlü desteği veriyor.
Zira Hadis-i şerif'te buyurulduğu üzere: "Küfür tek millettir."
Yunan'ın Türkiye'ye saldırma niyetine dair daha önce de Kasım 2021 tarihli 338. sayımızda geniş izahatlar yapmış, Yunan'ın düşman olduğunu, daha önce yaptığı katliamları, Türkiye ile harp etmeye kararlı olduğunu, Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bu husustaki ifşalarını arzetmiştik.
"En birinci düşman Yunan görünüyor."
Bu beyanları ile bizi bu azılı düşmana karşı teyakkuz halinde olmamız hususunda ikaz etmişlerdir.
Kıbrıs'ta da büyük bir tehdit ve tehlike var.
Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri yine seneler evvel şöyle haber vermişlerdi:
"Kıbrıs meselesinde aniden bir ateş çıkabilir, ama takdirse. Çünkü Rumlar harbe hazır, ama takdir neyse o olur. Onlar onu bir türlü yediremiyorlar. Onun için felâket başa gelebilir."
Amerika Kıbrıs'ı silahlandırıyor. ABD 1987 yılından bu yana Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne uyguladığı silah satış kısıtlamalarını 2020 yılında kısmen, 2021 yılında ise tamamen kaldırdı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ikili savunma iş birliği, iki tarafın askeri güçleri arasında birlikte çalışabilirliğin ilerletilmesine dair anlaşma imzalandı.
Rum tarafı da bu desteği adeta bir silahlanma yarışına çevirmiş durumda.
Rumların Fransa ile de benzer askerî, stratejik ve deniz üssü anlaşmaları var.
Bütün dünya donanmalarının Doğu Akdeniz'e toplandığı, Amerika'nın Çin'e karşı Pasifik'teki üstünlüğünü kaybetme pahasına deniz gücünün ağırlığını bölgeye kaydırdığı bir zamanda Kıbrıs adası her zamankinden çok daha önemli bir hâle geldi.
Türkiye'yi adeta üslerle çevirdiler. Tehlike çok büyük.
Kıbrıs'ta zamanında büyük taviz verdik, Rumların AB'ye üye olmasını kabul ettik. Batılılar ağzımıza bir parmak bal çalıp bu gibi tavizler almaya alışkın oldukları için, sürekli taviz kopartma peşinde.
"Küffâr Kıbrıs'ta verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı. Hâlâ dayatıyorlar, limanlarınızı açın diye. Bu şerefsizce ikiyüzlülüğe karşı ciddi bir tepki duydunuz mu?
Türkiye'nin sınır sorunlarından bahsediyorlar, kendilerine yetki peydahlıyorlar. Ege'de, Irak sınırında, Ermenistan sınırında sinsice söz sahibi olmak istiyorlar." (Hâinlerin İçyüzü, s. 598)
Kâfirin sinsi oyunlarına gelmememiz lâzım. Çok dirayetli, çok uyanık olmamız, taviz vermememiz lâzım.
Atalarımız İslâm dini'nin gayr-i müslimlere vermiş olduğu dinini yaşama özgürlüğünü fethettikleri yerlerde uygulamışlar, hıristiyan ve yahudilerin dinlerini yaşamalarına engel olmamışlardır. Ancak bunun şartı ülke içindeki hıristiyan tebaanın dinini yaşama özgürlüğü ile sınırlıdır.
Oysa bugün Fener Patrikhanesi siyasi faaliyet yürüten, Türkiye lehine hiçbir açıklama ve hareketi olmayan, Yunanistan ve Türkiye içinde Pontus vb. faaliyetleri canlandırmak için toplantılar ve ayinler tertip eden, İstanbul'da Vatikan benzeri siyasi bir hüviyete kavuşma hayali kuran, Amerika'nın bu meyanda verdiği destekten ziyadesiyle faydalanarak Türkiye'yi zorlamaktan çekinmeyen bir merkez haline gelmiştir.
Patriğin bütün dünyayı dolaşması, gittiği yerlerde devlet başkanı protokolü ile karşılanması, Yunanistan'da Türkiye'ye ait Bozcaada ve Gökçeada için düzenlenen sempozyumu himaye etmesi, Trabzon'un fethi tarihinde Sümela Manastırı'nda ayin düzenlemesi, Yunanistan'ın maksimalist iddialarını el altından desteklemesi Patrikhane'nin dini değil Türkiye aleyhine faaliyet gösteren siyasi bir kurum haline geldiğinin delillerinden bazılarıdır. Patriğin bütün faaliyetleri Amerika ve Vatikan'ı da arkasına alarak hıristiyanların İznik, İstanbul vs. Türkiye üzerinde hak iddia etmelerinin psikolojik alt yapısını kurma faaliyetleridir.
Patrikhane'nin Türkiye eğitim sistemi dışında bağımsız bir Ruhban Okulu açma çabalarının ve bunun için Türkiye üzerinde uluslararası baskı oluşturmaya çalışmasının temelinde de Vatikan gibi bağımsız, siyasi bir hüviyete kavuşma gayesi vardır.
Patrikhane'nin Amerikan siyasetini destekleyen siyasi bir merkez gibi çalışmasının bir örneği de Rus Ortodoks Kilisesi ile yaşadığı ayrışmadır:
ABD Rusya ile olan mücadelesinde Fener Patrikhanesi'ni kullanarak Rus Ortodokslarına nüfuz etmeye çalıştı. Bunun üzerine Rus kilisesi 15 Ekim 2018'de Fener Patriği ile birlikteliği tek taraflı olarak kesti, üyelerinin Fener Patrikhanesi tarafından kontrol edilen herhangi bir kilisenin faaliyetlerine katılmasını yasakladı.
Bu hadisenin ardından 5 Ocak 2019'da Fener Rum Patriği Bartholomeos'un kararnamesi ile Ukrayna Ortodoks Kilisesi, Moskova Patrikliği'nden ayrılarak bağımsızlığını kazandı.
7 Eylül 2019 tarihinde ise Merkezi Paris'te olan Batı Avrupa'daki Rus Ortodoks Kiliselerinin Başpiskoposluğu Moskova Patrikliği ile birleşme kararı aldı.
Patrikhanenin Amerika ile siyasi ittifak yapmasından kısa süre sonra Yunanistan topraklarının tamamı Amerikan üssü haline gelmiş, Rusya-Ukrayna Savaşı başlamıştır.
Binaenaleyh Fener Patrikhanesi'nin "masum dini hürriyet talepleri" adı altında bağımsız okul açma, ekümenik sıfatını kullanma gibi talepleri görüldüğü üzere o kadar masum talepler değildir.
1821'de 40 bin sivil Türk'ün soykırımdan geçirildiği Mora İsyanı'nı başlattığı ve soykırımı organize ettiği için o zamanki Fener Rum Patriği Gregorius, Padişah fermanı ile patrikhanenin kapısında asılmıştır. O gün bugündür 'kin kapısı' denilen kapı kapalıdır ve bir Türk devlet başkanı orada asılınca kapının açılacağı iddia edilmektedir. Çünkü onlar patriği devlet başkanı gibi görmektedir.
16 Mart 1919'da Heybeliada'da toplanan Rumlar, İstanbul ve havalisinin Türkler tarafından terk edilmesinin sağlanması, Rumlara teslim edilmesi ve bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınılmaması şeklinde karar almışlar, bazı Rumlar "Artık geçti, Türkiye yoktur, burası Yunanistan'dır" sloganlarıyla milleti tahrik etmekten geri durmamışlardır. 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkan Yunan askeri de Rum Papazları tarafından karşılanıp takdis edilmiştir.
1990'lı yıllarda Yunanistan'da Pontus Yunanlılığı ve Pontus Soykırımı adı altında propaganda ve faaliyetler başlatılmış, FETÖ'nün etkin olduğu yıllarda, 2010 yılında da Fener Patrikhanesi'ne Trabzon'daki Sümela Manastırı'nda ayin yapma izni verilmiştir. 15 Ağustos 2010'da yapılan ilk ayindeki konuşmasında Patrik Bartholomeos "Pontus'ta hayatını kaybeden kardeşlerimiz" ifadesini kullanmıştır. 15 Ağustos tesadüfen seçilmiş bir tarih değil, Trabzon'un fethi tarihidir. Bu ayinler Trabzon'un fetih tarihinde 15 Ağustos'ta yapılmasına dair gelen tepkiler üzerine ayin 2024 yılında 23 Ağustos'a alındı. Her yıl kesintisiz ayine gelen Patrik Bartholomeos bu yüzden bu ayine katılmadı.
Bu tarihler tesadüfen seçilmemektedir. Nitekim 24 Şubat 1994'te Yunan Parlamentosu "19 Mayıs"ı "Pontus Soykırımını Anma Günü" olarak kabul etmiş, 7 Mart 1994'te ise 19 Mayıs Yunanistan'da resmi tatil ilan edilmiştir.
Yunanistan Başbakanı Miçotakis'in 19 Mayıs'ta bu çirkin iddiaları sosyal medya hesabından tekrar etmesi ve "Pontus Rumlarının fedakarlığının miras olarak her türlü şiddete karşı mücadeleyi bıraktığını" söylemesi üzerine Dışişleri Bakanlığı 20 Mayıs 2025'te bir açıklama yayınlamış, açıklamada; "Yunan makamlarınca asılsız 'Pontus' iddialarının yıl dönümü bahanesiyle yapılan ve tarihi gerçeklerle hiçbir şekilde bağdaşmayan hezeyan dolu açıklamaları kınıyoruz." denilerek Yunanlıların Anadolu topraklarında ve 1821 Tripoliçe'de yaptıkları katliamlar hatırlatılmıştır.
Yunanistan Başbakanı Miçotakis 2024 yılının 19 Mayıs'ında da 'Pontus Soykırımı'nın tanınması için uluslararası topluma çağrıda bulundu. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Hristodulidis de 'soykırımın' okul müfredatlarına gireceğini açıkladı.
Yunanistan Cumhurbaşkanı dahil adamlar her yıl 19 Mayıs'ta Pontus Rum Soykırımı Anma Günü dolayısıyla mesaj yayınlıyorlar.
Bu Yunan zihniyetini besleyen en büyük odak Patrikhane ve Yunan kiliseleridir.
2024 yılında Yunanistan'ın başkenti Atina'da, Büyük Helen Vakfı tarafından Patrik Bartholomeos himayesinde bir etkinlik düzenlendi. "İmbros (Gökçeada) ve Tenedos (Bozcaada): Nostos (Keder) ve Prospect (Umut)" adlı etkinliğe, Yunanistan Cumhurbaşkanı, Fener Rum Patriği, Yunan Başpiskopos, Gökçeada ve Bozcaada Metropoliti ve ilgili dernek yöneticileri katıldı. Bartholomeos, konferansın ana temasının Gökçeada ve Bozcaada, dolayısıyla "Nostos ve Prospect" olduğunu söyledi. Nostos, Yunancada "doyurulamamış dönüş arzusundan kaynaklanan bir keder" anlamına geliyor.
Görülüyor ki Yunan, "Megali İdea"sını, Anadolu toprakları üzerindeki emellerini çok canlı tutuyor ve Patrikhane de bu emelleri destekliyor, hatta besliyor.
Bunların asla iyi niyetli olmadıklarını, bunlara verilen hiçbir tavizin karşılık bulmayacağını bilmemiz lâzım.
Bunlara asla tâviz vermemek lâzım. İman ve vatan tavrı budur. Hazret-i Allah iman ile küfrü ayırmıştır:
"İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır." (Bakara: 256)
Unutmamak lâzım ki küffarın gayesi İslâm'ı yıkmaktır. Hasmımızı tanımamız ve uyanık olmamız icabediyor.
Mübadele ile Anadolu'daki Rumlar Yunanistan'a gönderilmiştir. Batı Trakya'da müslüman Türk'ün müftüsünü bile seçmesine izin verilmezken, İstanbul Rumlarının din adamı olan Patrik ise İznik'e Papa'yı çağırıyor, ekümenik patrik sıfatıyla dünyayı turluyor, hedeflerine ulaşabilmek için Amerika'yı Türkiye'ye karşı kullanıyor.
Açıkça görülüyor ki bunların amacı İslâm ülkesi Türkiye'de huzur içinde ibadetimizi yapalım, dinimizi yaşayalım değildir, başka amaçları olduğu çok aşikârdır.
Papalar zaman zaman İslâm ülkelerine ziyaret yapıyor. Bu ziyaretlerin dini amacı yanında, siyasi amacı olduğunu da unutmamak lâzımdır. Çünkü tarih boyu Haçlı seferlerini organize edip bu topraklar üzerine sevk eden Papalık olmuştur.
Diğer bir gayeleri ise, İslâm'ın asliyetini bozmak, iman ile küfrü karıştırmak, müslümanlara küfrü hoş göstererek böylece iman cephesini yıkmaktır. Çünkü küffarın gayesi İslâm'ı yıkmaktır.
Onların bir planı var ancak Cenâb-ı Hakk onlara bu fırsatı vermeyecektir:
"Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çok şiddetli bir azap vardır ve onların kurdukları tuzaklar da mutlaka boşa çıkacaktır." (Fâtır: 10)
Hıristiyan Papa ve Vatikan 1700 yıl önce toplanan İznik Konsülü'nün yıl dönümünde İznik'te toplanmak istiyor. Yine Vatikan'ın "Dinlerarası diyalog" misyonunun önemli bir parçası da diğer hıristiyan mezheplerle bir araya gelmek, siyasi ve dini otoritesini bütün dünyaya yaymaktır. Fetullah Gülen gibi Fener Patriği de Vatikan'ın bu misyonuna destek veriyor. Bu hususta Vatikan'la işbirliği halinde. Papa'yı Türkiye'ye davet ediyor.
Ölen Papa bu amaçla geçtiğimiz Mayıs ayında Türkiye'ye gelecek ve Fener Patriği ve Ortodoks papazları ile beraber etkinliklere katılacaktı, öldüğü için gelemedi. Ve fakat yeni Papa'ya İznik'e gitmesi için vasiyet ettiği söylendi. Yeni Papa da bir soru üzerine Türkiye'ye gitmek istediğini, hazırlandığını söyledi. Basında çıkan haberlerde, sene sonuna doğru, Kasım ayı gibi geleceği söyleniyor.
Kendisine 14. Leo ismini beğenen yeni Papa yemin töreninde ilk büyük arzusunun "Birleşmiş büyük bir kilise" olduğunu söylemiştir.
Nitekim Papalığın "Dinlerarası diyalog misyonu"nun bir ayağı hıristiyanları birleştirmek, diğer ayağı müslümanları hıristiyan yapmaktır.
"Papalık misyonu; 'hoşgörü ve diyalog' adı altında müslümanların hıristiyanlaştırılmasıdır." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
FETÖ de buradan kaydı. Hıristiyanları, yahudileri dost edinmekten, onların küfrünü hoş görmekten kaydı. Papa'ya gönderdiği mektupta "Papalık misyonunun bir parçasıyım." dedi. Vatikan onu kullandı. Hatta bazıları onun Papalığın gizli kardinallerinden birisi olduğu iddia etti.
"Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden her kim onları dost edinirse, o onlardandır." (Mâide: 51)
Fener Rum Patrikhanesi ve patriğin icraatlarına bakıldığında, onların da FETÖ gibi Papalık misyonuna bağlı olduğunu, Vatikan ve Amerikan siyasetine teslim olduğunu görebilirsiniz. Yeni seçilen Papa Amerikalı bir kardinal. Yeni Papa ve Amerika ile işbirliği yapan Patrikhane'nin birlikte yeni siyasi hedefleri nedir? Gayeleri nedir?
Bunların hepsi hıristiyan alemini diri tutmak, yeniden ayağa kaldırmak, genişletmek, Türkiye'yi Türkiye topraklarını hedef göstermek gibi niyetleri barındırıyor. "İnanç Turizmi" diye kendimizi avutmamamız lâzım.
"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Nisâ: 101)
"Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb'inizden bir hayır inmesini istemezler." (Bakara: 105)
"Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
Cenâb-ı Hakk bize bunları böyle tanıtıyor. Küfür ve küfür ehli "Necistir." (Tevbe: 28), "Murdardır." (Tevbe: 95) buyuruyor.
İmanla küfrün arasına berzah koyuyor:
"İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır." buyuruyor. (Bakara: 256)
FETÖ bu berzahı kaldırmaya, iman ile küfrü karıştırmaya, küfrü hoş göstermeye çalıştı. Büyük zararlar verdi.
Bu berzah iman-küfür, hak-batıl, hakikat-dalâlet berzahıdır. İman meselesidir. Bir müslüman küfür ehlini dost edinmez, küfür ehline sevgi beslemez.
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin." (Mücâdele: 22)
Küfür ehli müslümanlara nüfuz edebilmek, küfrünü yayabilmek, vatanlarını elinden alabilmek için bu berzahı kaldırmaya, küfrüne rıza gösterilmesini sağlamaya çalışmaktadır. Esas amacı müslümanların vatanlarını istilâ etmektir. Afrika'da, Amerika'da bunun çok örnekleri yaşanmıştır.
Binaenaleyh bu berzahın kalkması demek; hıristiyan Batı'nın amacına ulaşması, İslâm âleminin hıristiyan Batı'ya yenilmesi demektir.
Bunlara imanda taviz vermek vatanda da taviz vermeyi doğurur. Nitekim FETÖ bu tavizleri çok yapmış, Türkiye'yi ele geçiremeyince elemanları Yunan'ın, Alman'ın, Amerika'nın kucağına sığınmıştır.
Binaenaleyh küffarın amacı ve niyeti vatanımıza zarar vermektir, vatanımızı elimizden alıp tekrar hıristiyan beldesi yapmaktır.
"Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!" (Tevbe: 73)
PKK silah bıraktığını, kendini feshedeceğini açıkladı. Türkiye sahada teröre karşı kazandığı askerî başarılardan sonra PKK'yı silah bırakmaya teşvik etti. Türkiye'nin bu teşviki karşılık buldu ve süreç bu noktaya geldi. Terör örgütünün fesih kararı alması ve bunu ilân etmesi Türkiye'nin sahada kazandığı başarının tescili olmuştur.
Ancak süreci görmek lâzım. Nitekim yetkililer de bu şekilde açıklama yaptı. Zira PKK ile daha önce yaşanan tecrübeler sebebiyle bu husustaki açıklamasına güvenilemeyeceği malum. Ne yapacaklarını iyi takip etmek, bundan sonrasına çok dikkat etmek lâzımdır.
Zira PKK sadece silahlı bir örgüt değildir, aynı zamanda büyük bir fitne kaynağı olan dinsiz, ayrılıkçı bir ideolojiye sahiptir. Bu ideoloji yok olmadıkça başka şekillerde ve yerlerde tekrar karşımıza çıkma ihtimali vardır.
Amerika ve İsrail PKK'ya çok büyük yatırım yapmışlardı. Türkiye'nin Suriye ve Irak'taki başarıları, Trump'ın Suriye'den asker çekme kararlılığı İsrail ve Amerika'nın harekât alanını çok daralttı.
Hatırlarsanız Amerikan Merkez Ordusu (CENTCOM) Bafıl Talabani, Mazlum Abdi ve Barzani'yi bir araya getirmeye, PKK'yı ana aktör yapmaya çalışıyordu. İsrail "Büyük Kürdistan Devleti" projesini "PKK Devleti" projesine dönüştürmüştü. PKK'nın Süleymaniye bölgesine yerleşmesine izin veren Bafıl Talabani'yi Kuzey Irak'ın tamamında başa geçirmek istediler. Suriye'yi de Esed ve PKK arasında paylaştırmak, PKK'nın etki alanını Lübnan'a kadar genişletip Türkiye ile arasına PKK tampon devleti kurmaya çalıştılar.
Türkiye'nin desteği ile muhaliflerin Esed'i devirip Suriye'de tek otorite olarak hakimiyeti ele geçirmesi İsrail'in bütün planlarını bozdu. Süreç PKK'nın fesih kararına kadar geldi.
Yunanistan Esed rejimini ve PKK'yı çok büyük müttefik olarak görüyordu. Esed rejiminin yıkılmasından sonra PKK'nın fesih kararı alması, Suriye PKK'sının varlığının da iyice tehlikeye düşmesi şüphesiz Yunanistan'ı da ziyadesiyle üzen gelişmeler oldu.
Ancak ne İsrail'in ne Yunanistan'ın, ne de PKK'yı destekleyen diğer ülkelerin Suriye'deki Teröristan'ı, Kuzey Irak'taki Talâbani gibi aktörleri, Türkiye'nin içindeki PKK iltisaklı fitne yuvalarını kullanmaktan vazgeçmeyeceği, en azından ellerinden geleni yapmaya devam edeceklerini tahmin etmek zor değil. Bu yüzden sürecin Türkiye'nin kabul edebileceği bir neticeye ulaşması için büyük bir dikkat ve takip gerekiyor.
Diğer bir husus PKK zihniyetini Kürt halkının temsilcisi konumuna getirecek adımlardan kaçınmalı, bu fitneyi tamamen söndürmeye çalışmalıyız. Silahı bırak siyaset yap gibi söylemler çok tehlikelidir. Çünkü bu fitnenin en büyük amacı Türk-Kürt ayrılığını yerleştirmektir. Zihniyet değişmediği takdirde ha dağda olmuş, ha ovada olmuş bir farkı yoktur.
Binaenaleyh devlet olarak çok dikkat etmemiz gereken hususlar var. Terör yapısı, örgüt dağılmadan, hiyerarşik yapı ortadan kalkmadan terörün bittiğini söylemek mümkün olmaz.
Diğer bir husus örgüt kalıntılarının mafyalaşması tehlikesidir. Çünkü devlet düşmanı, illegal bir zihniyetle yoğrulan binlerce insan bulunmaktadır. Bu örgüt zaten Avrupa devletlerinin istihbarat örgütleri ile işbirliği içinde büyük bir paraya hükmeden, Kürtlerden vergi adı altında haraç toplayan, Avrupa'nın en büyük uyuşturucu mafyası konumundadır.
Bütün bu yapıların sona erdirilmesinde muvaffak olunursa, bu Türkiye'nin çok büyük bir başarısı ve insanlığa, Kürt kardeşlerimize çok büyük bir hizmeti olur.
Ancak özellikle Batılı ülkeler PKK bitse bile başka bir şekilde karşımıza gelecektir. Dikkat ederseniz hemen Avrupa'dan bazı Kürt oluşumlarının BM'ye kendi kaderini tayin hakkı için müracaat ettiğine dair haberler geldi.
PKK'nın fesih açıklamasında da rahatsız eden birçok ifade bulunuyor.
Dikkatli olmamız lâzım. Niyet güzel ama âkıbet önemli...
Kâfir bizi sevmez, düşmandır, bize göstermiş oldukları yakınlıkların sebebi bir menfaat icabıdır.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri küffarın düşmanlığını şöyle haber veriyorlar:
"Küffâr İslâm'a ve müslümanlara karşı düşmanlıktan hiçbir zaman vazgeçmez. Vazgeçmemişlerdir, vazgeçmeyeceklerdir. Küffar bu vatanı küfür beldesi yapmak istiyor. Bu vatanın İslâm beldesi olmasını hazmedebilmiş değildir. Küffar daima bu milleti bu topraklardan çıkarma hayalini kurmuştur. Gerçek niyetleri budur."
Aslında bütün küffar milletleri Türkiye'nin büyümesini ve savunma sanayiinin gelişmesini istemiyor ve hazmedemiyor. Çin ve Rus tehdidine karşı Türkiye'ye muhtaç oldukları hâlde bir türlü Türkiye'ye düşmanlıktan vazgeçemiyorlar. Çünkü "Küfür tek millettir." Ve bunların bin yıla sari bir Haçlı kültürü ve genlerine işlemiş Türk düşmanlığı vardır.
"Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb'inizden bir hayır inmesini istemezler." (Bakara: 105)
"Size bir iyilik dokunursa bu onları üzer. Başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler." (Âl-i İmran: 120)
Batılı ülkeler bugünkü konjonktür sebebiyle Türkiye'ye ılımlı mesaj veriyor, Türkiye'den yardım istiyor ama, AB Parlamentosu raporlarında sürekli Türkiye'ye haksız, mesnetsiz ithamlarda bulunuyor ve düşmanlık niyetlerini izhar ediyorlar. AB müzakerelerini bir sopa gibi sürekli önümüze koyuyorlar, durduruyorlar, talimat veriyorlar, akıl veriyorlar. Sadece İngiltere biraz daha stratejik akılla hareket ediyor ve Çin ve Rusya'ya karşı Türkiye ile ittifak kurmaya büyük önem veriyor.
Birleşik Arap Emirlikleri para ve silah desteği ile Suriye'de, Libya'da, Somali'de, Sudan'da birçok yerde Türkiye'nin karşısındaki grupları destekledi, desteklemeye devam ediyor.
Katar nasıl Türkiye ile beraber hareket ediyorsa Birleşik Arap Emirlikleri de İsrail ile birlikte hareket ediyor.
İsrail'in Arap devletleri içinde yapmak istediği, yönlendirmek istediği işler önce BAE'den başlıyor.
İbrahim Anlaşmaları diye bilinen ve İsrail'in Gazze'ye saldırısı ile sekteye uğrayan operasyon Arap devletlerinin İsrail ile normalleşmesini hedefliyordu.
İlk başlangıcı Amerika Birleşik Devletleri'nin aracılık ettiği, 13 Ağustos 2020 tarihli ilk duyuru İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında idi. Bahreyn'in de katılması ile 15 Eylül 2020'de imzalandı. Hem Birleşik Arap Emirlikleri hem de Bahreyn, İsrail'in egemenliğini tanıdı ve tam diplomatik ilişkilerin kurulması kararlaştırıldı.
BAE 2022 yılında İsrail ile serbest ticaret anlaşması imzaladı.
Gazze'de yaşanan soykırıma rağmen 2024 yılında Israel Aerospace Industries (IAI) ile Birleşik Arap Emirlikleri havayolu şirketi Emirates Boeing 777 uçaklarını kargo uçaklarına dönüştürme planını ilerletme kararı aldı.
2025 yılı Ocak ayında Birleşik Arap Emirlikleri'nin en büyük savunma şirketleri arasında yer alan Edge Group İsrailli askeri tedarikçi Thirdeye Systems'ın yüzde 30 hissesini satın aldı. Firma 2021 yılında İsrail Havacılık ve Uzay Sanayii ile ortaklaşa drone tespit sistemleri ve insansız yüzey araçları geliştirmek üzere bir ortaklığa girmişti.
BAE emiri Muhammed bin Zayed El Nahyan bu münafıklığın başını çekiyor. Trump'ı karşılarken Arap kadınlarının saçlarını sağa-sola savurması bütün dünyanın dikkatini çekti.
Bunun güya İslâm öncesinden gelen bir Arap adeti olduğuna dair yorumlar yapıldı. İslâm ahlâkı ve adâbında asla yeri olmayan böyle bir âdeti küffar aleminin en tepesindeki Amerikan Başkanı karşısında sergilemeleri bunların İslâm'la alâkaları olmadığını gösteren bir fotoğraf oldu.
Birleşik Arap Emirlikleri İsrail ile gayet iyi ilişkilere sahipken, Türkiye'yi hasım olarak görüyor, "Arap ülkelerinin egemenliğine saygı duyun" diye açıklamalar yapıyordu.
Türkiye kamuoyu önünde Birleşik Arap Emirlikleri'ni ikaz ve tehdit etmek zorunda kalmıştı. Libya'da ve başka yerlerde adeta hezimete uğrayınca BAE üslubunu değiştirmek zorunda kaldı. Ama hâlâ Sudan gibi yerlerde Türkiye'nin karşısında darbecilere destek vermeye, İsrail'in ekmeğine yağ sürmeye devam ediyorlar.
Küfür milletleri birbirine düştüğü için zaman zaman birbirlerine karşı müslüman devletlerle ittifak yapıyorlar. Ancak özde hepsi aynı düşmanlığa sahiptir. Meselâ Batılı devletler bugün askerî ittifak arayışlarında Türkiye ile iyi geçinmeye çalışıyorlar ancak içlerinde "Haçlı Batı zihniyeti" yaşamaya devam ediyor. Aynı şekilde Çin de Amerika ve Hindistan'a karşı Pakistan'ı destekliyor ancak yarın menfaati ortadan kalktığı an düşmanlık yapmaktan çekinmez.
Dolayısı ile müslüman devletlerin birbirlerini desteklemesi, birlik içinde olması, ittifak arayışlarında önce birbirlerine öncelik vermesi gerekir. Bu hem İslâm'ın, kardeşlik hukukunun bir gereği, hem de küresel tehditlere karşı takip edilecek en sağlam yoldur. Ve fakat gönüller paramparça olduğu için, küffar da işgalini ve hükmünü rahat yürütüyor.
Gazze'deki müslümanlara sahip çıkılmamasının altında bu parçalanmışlık yatmaktadır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah'a ve Resul'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider." (Enfâl: 46)
Bu Âyet-i kerime'de de Allah-u Teâlâ "Birbirinizle çekişmeyin." diye emir buyururken "Allah'a ve Resul'üne itaat"i şart koşuyor. Böyle yapılmadığı takdirde olacakları şöyle haber veriyor: "Korku ile zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider."
Cenâb-ı Hakk açıkça emrediyor:
"Hepiniz topluca sımsıkı Allah'ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın." (Âl-i İmran: 103)
"Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever." (Saff: 4)
Binaenaleyh dinimizi ve vatanımızı muhafaza için, kuvvetli olmak için, zaafa ve korkuya düşmemek için ahmetin mehmetin görüşünde, filan kurum ve kuruluşun şemsiyesinde değil, "Allah ve Resul'ü"nde birleşmemiz, "İlâhî Görüş"te birlik kurmamız gerekiyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hakikatleri hem hatırlattı hem tedbir almamızı nasihat etti. Bu devletin, bu vatanın payidar olması için çok mücadele etti, dinde ve vatanda birliğe gayret etti. Müslümanları "İlâhî Görüş Birliği"ne, Allah ve Resul'üne davet etti.
Müslüman devletlerin birlik olamaması küffara yol açıyor. Başımıza gelen bütün bu hadiselerin, felaketlerin sebebi birlik ve beraberliğimizin olamamasıdır. Bu ne acı bir tablodur. Müslüman milletler de devletler de Allah için, Resulullah için bir olmalı, Allah ve Resul'ünde, İlâhî Görüş Birliği'nde birleşmelidirler. Gerek içeride gerek dışarıda gaye bu olmalıdır.
Hazret-i Allah'ta, Resulullah'ta, Kitabullah'ta birleşelim. Yekvücut halinde hem dinimizi hem vatanımızı kuvvetlendirelim.
"İslâm çok güzel, İslâm'ı yaşamak daha güzel."
İslâm ülkelerinin ortak karar alabilmesi, müslümanların menfaati için kurulan bir teşkilat var: İslâm İşbirliği Teşkilâtı. Bu teşkilat isminin hakkını verebiliyor mu? Veremiyor. Yani ismi var, cismi var ama ruhu yok. Ne yapıyor? Hiçbir şey. Bunun en büyük sebebi İslâm ülkelerinin yöneticilerinin İslâm'dan uzak olmalarıdır, kardeşlik şuurunun olmamasıdır. Bu kurum kuvvetlendirilmiş olsa, adına yaraşır şekilde İslâm'ın emirlerine göre hareket etmiş olsa, işte o zaman Cenâb-ı Hakk yardım eder:
"Ey iman edenler! Eğer Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz (sarılırsanız), Allah da sizi muvaffak eder ve ayaklarınızı sâbit kılar." (Muhammed: 7)
"Eğer Allah size yardım ederse artık sizi yenip mağlup edecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? Müminler yalnız Allah'a güvensinler." (Âl-i İmran: 160)
Ama bu birliğin kurulmasına engel olan, üzerine düşeni yapmayan, bir de müslüman görünen liderler ise Hadis-i şerif'te haber verilen tehdit ve tehlikeye zemin hazırladıklarının farkında bile değiller.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Size çullanmak üzere yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi birbirini çağıracakları zaman yakındır." buyurdu.
Orada bulunanlardan biri:
"O gün sayıca azlığımızdan mı?" diye sordu.
"Hayır! Bilâkis siz o gün çoksunuz. Fakat sizler bir selin getirdiği çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöp durumunda olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!" cevabını verdi.
"Zaaf nedir yâ Resulellah?" denildiğinde:
"Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!" buyurdu. (Ebu Dâvud: 4297)
Aynı bugünkü durum. Dünya ve sevgisi, ölüm korkusu o kadar yayılmış ki, hakikati kokluyor, kokluyor, sonra rahatım bozulmasın, istirahatim bozulmasın diye zâlimlere destek veriyor. Amerika'ya 3.2 trilyon dolar veriyor. Niçin? Koltuğum sarsılmasın, bana dokunmasın.
Binaenaleyh İslâm devletleri, müslümanlar birlik olursa küffar bu zulümlerin hiçbirisini yapamaz. Çünkü Hazret-i Allah'ın üstünlüğü ve galibiyeti müslümanlara vereceğine dair vaad-i sübhâni'si vardır:
"Allah: 'Ben ve peygamberlerim elbette galip geleceğiz!' diye yazmıştır." (Mücadele: 21)
"Galip gelecek olanlar Allah'tan yana olanlardır." (Mâide: 56)