Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm - NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (24) - Ömer Öngüt
NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (24)
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Mayıs 2025

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (24)

Yüce Vasıflar (4)

 

İbn-i Abbas -radiyallahu anh- buyurur ki:

"Resulullah Aleyhisselâm konuşurken, dişlerinin arasından nûr çıkardı." (Tirmizî)

Aslında ihlâslı insanlar Kur'an-ı kerim okurken dahi ağızlarından nûr çıkar. Çünkü onun her harfinde Hazret-i Kur'an'ın nûru vardır. Onun ise zaten aslı nûrdur. Yalnız bunu herkes çözemez. Ancak gören göze mahsustur.

Hep Hazret-i Allah'ın lütuf tecelliyatı.

Allah-u Teâlâ dilediği kulunu perdelemiştir. Hiçbir şeyini göstermez.

Şöyle tarif edelim:

Kafesteki bir kuşu salıversen, dışarıda yabani kuşlar onu parçalar. Allah-u Teâlâ dilediğini perdelemezse kâinat parçalanır. Onun için Allah-u Teâlâ dilediği kulunu perdelemiştir. Dilediği zaman onun nûrunu perdeler, kapatır. Yani O, Zâriyat Sûre-i şerif'inin 21. Âyet-i kerime'sinde, "İçindeyim." buyuruyor ya, içindeki hareket ediyor. Mahlûk orada elbise oluyor.

Aslında vücud bir elbisedir. İçindeki murad ettiği şekilde tecelli ediyor.

Elbiseyi kaldır O var, elbiseyi geçir sen varsın. Elbisenin içindeki dilediği zaman dilediği şekilde tecelli ediyor.

Gerçek Mürşid-i hakiki Hazret-i Allah'tır. Hüküm Hazret-i Allah'ındır, O hükmünde hikmet sahibidir. Esas budur. Onu anlayan da ancak hakiki mutasavvıf ve hakiki Vahdet-i vücud'çulardır.

Bunun böyle olduğunu ancak ve ancak hakiki mutasavvıflar ile hakiki Vahdet-i vücud'çular bilir. Yoksa başkasına şâmil değil. Hülasâ; Mürşid-i hakiki Hazret-i Allah'tır. Ne paçavranın, ne de maskenin hükmü vardır.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri 260. Mektub'unda o nûrdan bahsederken şöyle ifade buyuruyorlar:

"Kutb-u irşad, ferdî kemâlâtı dahi üzerinde topladığı için pek değerli bir şahıstır. Nice uzun asırlardan ve çok uzun zamanlar geçtikten sonra böyle bir cevher dünyaya gelir. Kararmış olan âlem onun zuhur nûru ile aydınlanır. Onun hidayet ve irşad nûrları bütün âleme yayılır.

Tâ arşın çevresinden yerin zeminine kadar; kendisine irşad, hidayet, iman ve mârifet gelen herkes, elde edeceğini ancak onun yolu ile elde eder, ondan istifadesini yapar, herkes ondan feyz alır. Arada o olmadan, onun tavassutu olmadan kimse bu nimete kavuşamaz, böyle bir devlet kimseye müyesser olmaz. Onun hidayetinin nûrları bahr-ı muhid gibi bütün âlemi sarmıştır. O deryâ donup kalmış buz denizi gibidir, hiç dalgalanmaz."

Bir kimsenin nûru yerin dibinden Arşu'r-rahman'a kadar uzanırsa ya Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i bir düşünün! Onun nûru âlemlerin her zerresine ulaşıyor. Bu açıdan bu hususu tasavvur edin. Onun vekilinin nûru, yerin dibinden Arşu'r-rahman'a kadar uzandığına göre nûrun kaynağı Habib-i Ekrem'inin nûru âlemin, eflâkın her zerresine nüfuz eder. Her zerreye nüfuz etmesiyle, her zerre hayat bulur. Daha evvel "Her zerrede hayat var, o da Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-i ile kâimdir." denmişti. Yani âlemlerdeki her zerre o nûrun nüfuz etmesi ve erişmesiyle hayat buluyor.

Maske maskedir, paçavra paçavradır, içindeki nasıl tecelli ederse hüküm O'ndadır. Amma Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise; "Asluhu Nûr, cismuhu âdem." O ayrı bir âlemdir.

 

Rûhâniyet ve Cismâniyet

Öteden beri işitiliyor ki bazı veliler bir yerde, iki yerde, birkaç yerde aynı anda bulunabiliyor. Bunun iç yüzünü size arz edelim:

Geçen gün bir arkadaş geldi. "Dünürüm çok hasta, yanından geliyorum. Bana sizden bahsederek 'Şimdi yanımdaydı, şurada namaz kılıyordu.' dedi. Halbuki siz buradasınız. Bunun hikmeti nedir?" diye sordu.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri dilediği kulunu kudsî ruhla destekler. Rûhâniyet O'nun yürütüp kullandığı bir ruhtur. Onu yalnız O bilir ve kullanır. Onun rûhâniyetinden lâtifeler halk eder. O lâtifeler onun mânevi askeridir. O askerleri Allah-u Teâlâ dilediği yerde yürütür, çalıştırır. Bu lâtifelerden bazen kişinin haberi olur, bazen haberi bile olmaz. Bir yerde değil, kırk yerde, dilediği yerde bulundurabilir.

O rûhâniyetin askeri olduğu için, kılına varıncaya kadar her şeyi ona benzer. Kesinlikle ayıramazsınız.

Rûhâniyet aynı bir arkadaş gibi, kişinin yanında bulunur, gelenlere mukabele eder. Onu ziyarete melekler gelir, huriler gelir, gayb âleminden Allah-u Teâlâ'nın murad ettiği kimseler gelir. Neler neler, kimler gelir, akıl almaz.

O kişinin keşfi açıksa onları görür, karşılar, uğurlar. Keşfi açık değilse onları rûhâniyeti karşılar, onlarla konuşur ve onları uğurlar. Allah-u Teâlâ kimi kapalı yürütüyorsa, rûhâniyet onlara mukabele eder. Onun vazifesini o yapar.

Allah-u Teâlâ dilediği kadar tecelli eder, o lâtifeleri çalıştırır. Burada şu hususu arz etmek istiyoruz ki; Mürşid-i hakiki Hazret-i Allah'tır, Mürşid-i kâmil ise bir maske olmuş oluyor.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"İşlerinizde sıkıştığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz." (Keşfü'l-Hafâ)

O ölmüş amma, rûhu ve rûhâniyeti ölmemiştir, askerleri de ölmemiştir. On kişi, yirmi kişi, kırk kişi istimdat etse, Allah-u Teâlâ'nın izniyle muradlarına erdirir.

"O Lâtif'tir, Habir'dir." (En'âm: 103)

"Lâtif" olan Allah'ım, "Habir" olan Allah'ım; bütün işlerin inceliklerini bilir, her şeyden haberdardır. O rûhâniyeti dilediği şekilde hareket ettirir, O rûhâniyeti her şeyden haberdar eder.

Bütün bunlar senden sana yakın olan Allah-u Teâlâ'nın tecellileridir. O rûhâniyet bütün bu işlere vâkıftır. Kabirde de, mahşerde de böyledir. İstedikleri zaman, istedikleri şekilde böyle yetişirler.

Mürşid-i kâmil'in gerçekten de bir maske olduğu apaçık anlaşılmış oluyor. Mürşid-i kâmil kendisinin bir maske olduğunu hem görüyor, hem biliyor.

Fakir der ki:

"Ben değersiz ve hükümsüz bir mahlûkum. Bütün değer ve hüküm Hazret-i Allah'a âittir."

Bu arz ettiğimiz beyanlarla Mürşid-i kâmil'in hükümsüz, değersiz ve bir maskeden ibaret olduğu anlaşıldı.

Diyeceksiniz ki; "Peki Mürşid-i kâmil'in değeri nerededir?"

Hazret-i Allah yalnız o maskededir. İşte Mürşid-i hakiki dediğimiz Hazret-i Allah budur.

Bunun içindir ki Âyet-i kerime'sinde:

"Sâdıklarla beraber olunuz." buyuruyor. (Tevbe: 119)

Bu Âyet-i kerime'nin sırrı da burada açılmış oldu. Zavallı insan "Ben, Ben, Ben!" der benlik putuna tapınır durur. Özünde nefis, sözünde; "Ben!"

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime'sinde buyuruyor ki:

"O Zâhir'dir." (Hadid: 3)

Ota bir şekil vermiş meydana çıkarmış, çiçeğe bir şekil vermiş meydana çıkarmış, insana bir şekil vermiş, meydana çıkarmış, kâinata bir şekil vermiş, meydana çıkarmış. Şimdi her meydana çıkan O'nunla çıkıyor. Varlığını çektiği zaman yok oluyor. Hani sen vardın? Yani sen O'nunla kâimsin. Fakat zavallı insan; "Ben!" dedi, putuna tapındı. Ben putuna tapındı gitti. Kâinat da böyledir. Yani bir otla, bir çiçekle, bir insanla, bir kâinat Hazret-i Allah'ın yanında değişmez.


  Önceki Sonraki