Ammâr-ı Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri "Behcetü't-Tâife" isimli eserinde Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin beyanları üzerinde dururken; onun üslûbuna benzer ifadelerle, son ve en büyük temsilcileri olan zâttan bahsederek şöyle buyurmuştur:
"Allah-u Teâlâ Peygamber'i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-i aldığı vakit, ümmetinin içinde kırk tane sıddık bulundurur, dünya onlarla kâim olur. Çünkü Allah, peygamberlerden sonra insanlara velileri ve âlimleri halife kılmıştır.
Nitekim Allah-u Teâlâ:
"Sizi yeryüzünde halifeler yapar." buyurmuştur. (Neml: 62)
İşte onlar halkın mânevî yardımcıları olurlar. Onlar; onlarla içer, onlarla rızıklanırlar. Mahlûkâta yağmur onlarla yağar. Onlardan biri vefât ettiğinde yerine bir başkası geçer. Onların sayıları kesilince Allah bir veli gönderir. Onu seçmiş, kendine yaklaştırmıştır.
O Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in nurlu yolu üzerindedir, nefsin ve şeytanın tuzağından korunur ve himaye edilir... Veliler ortaya çıkınca, o onların efendisidir.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- peygamberlerin efendisi olduğu gibi, o da velilerin efendisidir." (Behcetü't-Tâife Billâhi'l-Ârife, Berlin, no: 2842 43b - 44a yaprağı)
Ammar-ı Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri "Hatmü'l-evliyâ" kitabının bir şerhi mâhiyetindeki "Behcetü't-Tâife" isimli eserinde; hiçbir velinin bu noktadan öteye geçemediğine dikkati çekmiş, bu noktanın "Vahdâniyyet ve Samedâniyyet mülkü" diye bilinen Hâtemü'l-evliyâ'nın mülkü olduğuna işaret etmiştir:
"Hakîm (et-Tirmizî); 'Öyle velî vardır ki, ilk mülkte ikâmet eder ve bu mülkün ismi kendisine verilir. Öyle velî de vardır ki; ikinci, üçüncü ve dördüncü mülke kadar ulaşarak, ilâhî isimlerden her mülkün ismi kendisine tahsis edilir.' buyurmuştur. Bundan sonra o; 'Vahdâniyyet' ve 'Samedâniyyet' mülkü'ne vâsıl olur. İşte 'Allah'ın velîsi'nin kalbi budur. Veliler için bundan öteye geçme ve seyretme yoktur, zirâ o Hâtemü'l-evliyâ'dır." (Behcetu't-Tâife Billâhi'l-Ârife, Berlin, no: 2842, 46a yaprağı)
Hususiyetle Hâtem-i veli'yi bildirmek ve tanıtmakla vazifeli kılınan ve bu hususta "Hatmü'l-evliyâ" adı ile bir kitap dahi yazmış olan Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, Hâtem-i veli'nin terakkiyât ve tecelliyâtını, ilmini vâsıtasız olarak Hakk'tan aldığını ve diğer velilere nisbetle ayrı bir ferdî üstünlük taşıdığını beyan etmek üzere şöyle buyurmuşlardır:
"Öyle veli vardır ki; makâmını aşar, ikinci mülkten üçüncü, oradan da dördüncü mülke erişir; bütün bunları aşarak, bu ismin verildiği mülke ulaşır. Hatta bütün bunları da aşıp, vahdâniyet (birlik) ve ferdiyet (teklik) mülkünde O'na ulaşan, isimlerden hazlarını alan kişi olur. Hazlarını Rabb'inden alan odur.
İşte o, velilerin seyyidi (efendisi)dir. Rabb'inden verilen 'Hâtemü'l-velâye' onundur." (Hatmü'l-evliyâ, sh: 334-335)
En gizli sır budur. Ferdiyet makamı, kulluk makamı burada olur. Hakk'a yakınlık makamı, Resulullah Aleyhisselâm'a komşuluk makamı da burada olur. Gizlinin gizlisi bir sırdır bu. Bu yolun en gizli kısmı budur. Mahlûka âit değildir, ancak Allah-u Teâlâ'nın dilemesiyle olur.
O hale gelenlerin durumu şudur:
O hep Hakk ile olmak, yani O'nunla olmak ister.
Şimdi sizin anlayacağınız bir tabir kullanacağız.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'den rivayet edildiğine göre Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz son hastalığında ruhunu teslim ederken şöyle duâ etmişti:
"Ey Allah'ım! Beni bağışla, bana acı, en yüce arkadaşa kavuştur." (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 1665)
En mühim sır. O doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ ile arkadaş olur.
Gerçekten Resulullah Aleyhisselâm'ın vekâletini Allah-u Teâlâ ona ihsan eder, bu vekâleti yalnız onlar taşır. Bunlara "Ferd-i kâmil" denir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e tam vâris, işte bu "Ferd-i kâmil"dir. Evliyâullah'ın ulaşamayıp tarif ettiği sır burasıdır. "Ey Vâhidi"nin sırrı da budur...
Zeyneddîn el-Hâfî -kuddise sırruh- Hazretleri buyurur ki:
"Kemâlin gayesine ulaşıp O'nu Tevhîd eden, kâinât mertebesinde O'nun vahdâniyyet'ini müşâhade eden; isimlerin ve sıfatların bilinmesiyle ilgili ilimlere sâhip olup Tevhîd'in nihayetine eren kimse düşünceye sığmaz!" ("Risâletü'l-Kudsiyye", vr. 78b)
Allah-u Teâlâ onda tecelli ettiği zaman, kendisine yaklaştırıp kapıyı araladığı zaman, onlara neyi verdiğini bir kimsenin bilmesi mümkün değildir.
Bu iki kandil üzerinde akıl yürütmeyin, herhangi bir mütalâa yapmayın. Allah-u Teâlâ bu iki kandili yarattığı zaman o kandillere neler koyduğunu yalnız O biliyor, başka kimse bilmiyor. O öyle murad etmiş, ezelden öyle takdir etmiş, Hâtem-i nebi'yi de Hâtem-i veli'yi de Âdem Aleyhisselâm'dan evvel yaratmıştır.
Bu lütuf mahlûka âit değildir, bir bilgi ve ilgi dahilinde de hiç değildir. Beşeri akılla idrak edilemez, burada ilim yürümez. Niçin? Allah-u Teâlâ'nın ne koyduğunu kimse bilmediği için.
"Lütuf ancak Allah'ın elindedir. Onu ancak dilediği kimselere verir. Allah büyük lütuf sahibidir." (Hadîd: 29)