Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm - NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (23) - Ömer Öngüt
NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (23)
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Nisan 2025

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (23)

Yüce Vasıflar (3)

 

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- buyururlar ki:

"Resulullah Aleyhisselâm'la Mekke'de idik. Şehrin kenar kısımlarından bir yere çıktık. Yolda Resulullah Aleyhisselâm'ın uğradığı ağaç, taş, tepe, dağ ne varsa hepsi ona 'Esselâmu aleyke yâ Resulellah!' diyorlardı." (Tirmizi)

Allah-u Teâlâ'nın yarattığı ne ki varsa her zerresi zikrullah yapmaktadır.

Kur'an-ı kerim'de birçok Âyet-i kerime'lerde; yerdeki ve gökteki, canlı cansız her şeyin Allah-u Teâlâ'yı tesbih ettiği haber verilmektedir:

"Yedi gök ve yer, bir de bunların içinde bulunanlar Allah'ı tesbih ve tenzih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O halim olandır, çok bağışlayandır." (İsrâ: 44)

Varlıklar, akıl sahibi olanlar ve akıldan mahrum olanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Akıl taşıyan varlıklar söz ve dil ile, akıldan mahrum bulunan şeyler de rivayete nazaran yalnız hâl lisanıyla Hakk Teâlâ Hazretleri'nin vahdâniyet ve samedâniyetini, her türlü kusur ve noksanlıktan münezzeh oluşunu ikrar ve itiraf etmektedir.

Zira yoktan meydana gelen bir âlemin mâhir bir sanatkâra ve büyük bir yaratıcıya, vahdaniyet ve samedâniyet gibi kemâl sıfatlarını kendinde toplamış, ibadet ve tazime lâyık bir zâta her cihetten ihtiyacı kati delillerle sabit ve apaşikârdır.

"Yerde ve gökte eğer Allah'tan başka ilâh bulunmuş olsaydı, ikisi de bozulup giderdi." (Enbiyâ: 22)

Âyet-i kerime'sinden anlaşılacağı gibi, varlıkların ister yıldızlar gibi yüksekte, ister hayvanlar ve bitkiler gibi yeryüzünde bulunsun; binlerce seneden beri değişmez ve sarsılmaz bir kaide ve hikmet üzere devam edegelmesi Cenâb-ı Allah'tan başka bir ilâh olmadığına kati surette delâlet etmektedir.

Her zerre yaratanını bilir, zikrini, fikrini yapar. Allah-u Teâlâ bu yarattığı mevcudatında dilediğine Habib-i Ekrem'ini duyurur. Onlar da ona tazim ederler. Salât-ü selâm getirirler ve ona selâm verirler.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:

"Ben Mekke'de bir taş biliyorum. Peygamber olarak gönderilmeden önce de o bana selâm verirdi. Şimdi de o taşı biliyorum." (Müslim)

Onun peygamberliği ezelidir. Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri onun risaletini dilediğine duyurmuş ve bildirmiştir. Cemadat, nebatat, hayvanat onu zikrederdi. O cemadat Habib-i Ekrem'ini tanıyıp ona tazimini arz ederdi. Kime ne duyurmuşsa.

Hazret-i Aişe -radiyallahu anhâ- Validemiz bir defasında;

"Yâ Resulellah! Ramazan'da kıldığınız Teravih namazından sonra ve vitir namazı kılmazdan önce bu iki namaz arasında istirahat ederken uyur musunuz?" diye sormuştu.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Benim gözüm uyur, fakat kalbim uyumaz." diye cevap verdi. (Buhârî)

Cismâniyetin uyuması veya uyanık olması rûhâniyeti etkilemez. O daima uyanık olduğu için Hazret-i Allah o rûhâniyetten lâtifeler halk eder ve onları hareket ettirir.

Allah-u Teâlâ'nın lütuf izniyle kendisinden mânen istimdat edenlerin yardımına yetişir, ister yakın ister uzak olsun...

Gerek ziyaretine gelen meleklerle, veyahut gayb âlemindeki insanlarla görüşür ve konuşur. Tıpkı insanın yanında başka bir insan bulunuyormuş gibi, rûhâniyet onlara mukabele eder. O kulun bundan haberi bile olmaz. Allah-u Teâlâ ona isterse bildirir isterse bildirmez.

Bu Hadis-i şerif'ten rûhâniyet ile cismâniyet arasındaki farklılığı gayet güzel öğrenmiş oluyoruz.

Hayatta da olsa, âhirete intikal ettikten sonra da olsa izn-i ilâhi ile kendisinden istimdat edenlerin imdâdına yetişir.

Bunun da delili şu Hadis-i şerif'tir:

"İşlerinizde sıkıştığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz." (Keşfü'l-Hafâ)

Ruhu serâpâ nûr olduğundan daima uyanıktı ve uyumakla abdesti bozulmazdı.

Bu da ancak Allah-u Teâlâ'nın rûhâniyetle, kudsî ruhla desteklediği kullarda olur, başkasında tecelli etmez.

İşte bu Hadis-i şerif onun hayatı ile vefatı arasında hiçbir fark olmadığına delalet eder.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in hayatta olduğunu böylece öğrenmiş oluyorsunuz.

Hatta derler ki, bir velinin ahirete intikal etmesiyle tasarrufu çok kuvvetli olur. Çünkü hayatta iken ruhu kalıp içindedir, nefisle beraberdir. Daima tehlike ile karşı karşıyadır. Fakat vefattan sonra kınından çıkmış kılıç gibi olur. Tasarrufu daha büyüktür, tehlikesi de yoktur. Fakat buna rağmen ancak ve ancak her şey Hazret-i Allah'ın izin, emir ve hükmüne tâbidir.

Gündüz aydınlıkta gördüğü gibi, gece karanlıkta da aynen görürlerdi. (Beyhâkî)

Çünkü onlar sapa saf bir nûr olduğu için o nûr ile bakarlardı. Hakk'ın nûru ile baktığı için hakikati görürlerdi.

Hadis-i şerif'lerinde;

"Ben sizin işitmediklerinizi işitir, görmediklerinizi görürüm." buyurmuşlardır. (Tirmizî)

Çünkü Allah-u Teâlâ yakınlığı ile varlık perdesini kaldırdı ve yakınlık perdesi ile ona her şey gösterildi. Bizde kesafet onda letafet var. Letafetle o her şeyi görüyor. Çünkü o kesif değil. Allah-u Teâlâ varlık perdesinin zerresini ondan kaldırmış.

Mübarek sesleri, herkesin sesinin varamayacağı yerlere kadar yetişirdi.

Onu Allah-u Teâlâ ulaştırırdı. Çünkü "İçindeyim!" buyuruyor ya. Hazret-i Allah bu hakikati dilediğine duyurur.

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:

"Dikiş dikiyordum, iğnem düştü, aradım bulamadım. Resulullah Aleyhisselâm girince yüzünün nûrunun ışığından iğne göründü." (İbn-i Asâkir)

Bütün âlemlerin nûrunu taşıdığı için, nûrunun özüdür. Karanlık bir yere ampul tutulduğu zaman aydınlanır ve oradakiler görünür. O ise âlemlerin nûru idi. Alnındaki nûr orayı aydınlattı ve iğne göründü.

Onun için en güzel bir ifade kullanmıştık.

"Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm öyle bir varlıktır ki, her türlü tasavvurumun ve kuvve-i beşeriyemin fevkindedir."

Bu ifade her şeyi içine alıyor.

Onun hiçbir zerresine benim aklım ermez. Elhamdülillah ki Allah-u Teâlâ bu hakikati idrak ettirmiş. Onu Allah-u Teâlâ kendi nûrundan yarattı, o nûrdan mükevvenâtı donattı. İnsan mahlûktur. O nûra eremeyişi mahlûk oluşundandır.

Onun için diyoruz ki;

"Rabb'im ona nasıl teslim olmam ve tâzim etmem icap ediyorsa ona öylece teslim olayım ve tazim edebileyim."


  Önceki Sonraki