Terbiye ayrı şey, asalet ayrı şey, edep ayrı şeydir.
Terbiye; insanda da olur, hayvanda da olur, insanı olduğu gibi hayvanı da terbiye etsen bir şey beklenir. Çünkü terbiye gerekli. Fakat o terbiye için fakir demişti ki: "Bir kaplamadır." Asaleti görünce icraatını yapar. O terbiye onu muhafaza edemiyor, kabuktur. Asil azmaz, ama asaletin kendi hududu dairesinde büyük bilgisi, ilgisi var.
Aslında her şeyin bir özü var, insanların özü asaletiyledir. O asalet de özünden geliyor. Fakir asalete çok önem veririz.
Asalet çok mühim bir şey. Asil insan kötülük yapamaz. Asaleti bozuk olan her şeyi yapabilir. Asil insanda kusur çok az bulunur. Mayası bozuk olan ise her şeyi yapabilir.
Herkes asaletinin icabatını ve yediği lokmanın icraatını yapacak. Asaletsizlik sahte boyaya benzer. Karanlıkta durursa durur. Işığa çıktı mı renk atar. Yani kendi çapındaki insanların arasında tamam. Fakat güneşin karşısına çıktı mı renk atar. Niçin? O orada değil. Bunu ehli anlar ama kimseye bir şey söylemez. Kimin ne olduğu bir sözle anlaşılır da kimseye bir şey söylemez.
Asil bir insan bir kahveyi kırk yıl unutmaz, hatır gözetir. Asaleti olmayan bir insandan ise iyilik yaptın mı; hemen bir kötülük bekle!
Asaletsiz insana iyilik yapılmaz. Asaletsiz insana yapılan iyilik, kötülük olarak geri döner. Asil insanın her şeyi güzel. Asil insanı biz çok seviyoruz. Asaletli insanlar güzel bir mayadan hasıl olmuştur. Onlardan kötülük az gelir.
Adam olmak kolay, insan olmak çok zor. İnsan olmak asaletten gelir. Asalet maddi ve mânevi olmak üzere ikidir. Mânevi asalet, ilâhi lütuf olarak kişinin üzerindedir. Maddi asalet ise;
Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Mezbelelikte biten yeşillikten sakınınız." (Deylemi)
Onun için asalet çok mühimdir.
Edebe gelince aşılanmış bir ağaca benzer. Aşısı tutarsa yabaniliği gider, eğilmeyi öğrenir, bir meyve aşı tuttuğu zaman artık o aşının hükmü vardır. Yabaniliğin hükmü yoktur. Artık onda asaletin de hükmü kalmadı, edep kaldı. Onun için bu yol edeple kaim.
Bir zât der ki:
"Edep bir taç imiş nûr-i Hüda'dan,
Giy o tacı emin ol her belâdan,
İlim-irfan meclisinde aradım, buldum talep,
İlim en gerideymiş, illâ edep, illâ edep..."
Onun için, o tacı giymek için, aşının tutması, meyvenin verilmesi, hazırlanıp da husule gelmesi lâzım ki, Cenâb-ı Hakk bize giydirsin.
Vasıta ile yolculuğa çıkan bir insan yolculuğu esnasında bir menzilde durmayıp ayrı ayrı yerler gördüğü gibi, seyr-ü sülûk yolunda bulunan sâlik de böyledir. Hiçbir an yerinde kalmaz, anbean Hakk'a tekarrüb eder.
Bu arada hep talebedir. Bir mektebi bitirirse ötekisinin talebesidir. Allah'ımız cümlesini rızâsı ile bitirmeyi lütf-u ihsan buyursun.
Hakikat kolay değil. Bir dünya mektebi ne güçlükler ile bitiriliyor. Hayat-ı ebediye mektebi ise çok daha ince, çok daha mühimdir.
Talebe olduğumuzu nefsimize duyuralım. Talebe daima mütevazıdır. Büyüklerine hürmeti arttıkça, onların muhabbeti kişinin üzerinde karar kılar. Zahiri mektepte kişiden terbiye isterler, burada edep ararlar.
Binaenaleyh insan intisap edip mânevi aşısı tutarsa, daha doğrusu alınırsa o artık mânevi bir terbiye görür, böylece edep husule gelir. O Hazret-i Allah'ın bir lütuf tacıdır.