Ammâr-ı Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri velâyeti mutlak ve sınırsız olan, tasarrufu her yanı saran Hâtem-i veli'den şöyle haber vermişlerdir:
"Bir de kendisindeki tasarruf hem kendisine, hem de başkalarının üzerine olan bir veli vardır. O ise hem halkın çoğuna, hem de büyük çoğunluğa O'na karşı aracılık eden bir kimsedir. O'nun tasarrufu her yanı sarmıştır..." (Behcetü't-Tâife Billâhi'l-Ârife)
Kendisi diye bir şey yok. O'nun tecellisi o, O'nunla bakıyor, O'nunla yürüyor. Cismani olarak yansıması ama hakikati Hazret-i Allah. O var başka mevcut yok.
Resulullah Aleyhisselâm bizim gibi bir insandır, ama bizim gözümüzle. Gerçekte onu anlayabilmek ve anlatabilmek çok zordur.
Âyet-i kerime'de:
"De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak bana vahyolunuyor." buyuruluyor. (Kehf: 110)
Bu onun beşer yönüdür, zâhiri görünüşüdür, dışıdır.
İşte bu perdenin ötesine geçemeyenler:
"Allah'tan size bir nur gelmiştir." (Mâide: 15)
Âyet-i kerime'sinde geçtiği haber verilen bu "Nur"u göremediler, cisimde takılıp kaldılar. Nur'a inemediler.
Hâtem-i veli de öyledir; onun içi O'dur, cismi bedenidir, görünüşte kabuktur. Onun varlığını ifnâ edince kendi varlığı husule gelir, ondan alıyormuş gibi görünür, fakat aslında O'ndan almış olur. Meğer O, perde olarak da onu kullanıyor.
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, "Kitâbu'r-Riyâze" isimli eserinde;
"Allah'ın kendisinde gizlendiği bu kul..." buyuruyor.
Maske maskedir fakat maskenin içine O girerse dilediğini yapar. İşi gören O'dur. Hakk o cesedin içinde olduğu için O'nun âliliğinden ötürü o cesede değer vermişler, fakat o bir robottur, bir maskedir hükümsüzdür. Maskeyi çıkar O var. O'nun varlığı, O'nun tecelliyatı bütün işleri görür.
Şu kadar var ki; "Bir beşerde bu olur mu?" dersen tutulursun. "O Allah'ın nuru" dersen kurtulursun.
Ammâr-ı Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri ifşaatının devamında şöyle buyuruyor:
"İşte bu mutlak velidir, tasarrufu da mutlaktır."
O murad etmiş, âyân-ı sabitede öyleydi. Nasıl ki Resulullah Aleyhisselâm herkesten ve her şeyden evvel yaratılıp en son gönderildiyse, o da o zaman yaratıldı fakat bu zaman gönderildi.
"O'na vuslat her kişide, onun kendisine tasarruf etmesi bereketiyle zuhur etmiştir."
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kâinata mânevî hayat verdiği gibi, vekilinin kalbi Arşu'r-rahman olduğu için nasipdar olanlara o arştan veriyor.
Hakk'ın tayini ile vazife verilen kimse, emirle o makama getirilmiştir.
Allah-u Teâlâ ona tasarruf vermişse, O'nun izni ile tasarruf eder. Tasarruf vermemişse Allah-u Teâlâ onda tasarruf eder, lâtifelerini yürütür.
Taksimat bütün kâinata "Maddî Arş"tan gelir. Mânevî bütün taksimat da "Mânevî Arş"tan gelir. Bu da İnsan-ı kâmil'dir.
O "Rahmeten lil-âlemîn" değildir amma "Rahmeten lil-âlemîn"in vekili olduğu için o nuru saçmaktadır.
Bilerek veya bilmeyerek mânevî hayat suyunu alanlar ondan alırlar. Bütün âlemlerin o kalpten alışı, aslında O'ndan alışıdır. Yani Hazret-i Allah'tan alıyor ama onun deposuna vermiş. O depoya O vermiştir. "Mânevî Arş"a müridin nasibini ayırmış ve ona bağlamıştır.
Bütün emanet-i ilâhiye'yi Allah-u Teâlâ zâhiri arşa tevdi ettirdiği gibi, mânevi arşa da bütün nasipleri tevdi eder. Aslında ne arş var ne de mahlûk var, O'ndan başkası yok. Onlar nedir? Perde.
Allah-u Teâlâ nerede, nasıl tecelli ederse... İşte o kulun "Âlem-i Ekber" oluşu da o sır değil midir? Sırf Allah-u Teâlâ'nın oluşu, işte oradan gelir. O zerre yok olunca, sırf Allah-u Teâlâ'nın mevcûdiyeti kalır. Artık işi gören Hazret-i Allah'tır. Fakat Allah-u Teâlâ kendisini göstermemek için maskeyi sürmüş. Gören görebiliyor. Ama çok az kişi. Merkez-i ilâhi oluyor.
"O, sözü, fiili, hâli, dâveti, sükûtu, nazarı, himmeti, uykusu ve uyanıklığı ile halkın yardımcısıdır."
Hazret-i Allah öyle murad etmiş ve onu O kullanıyor. Bu zamanda göndermiş, onunla tecelli etmiştir.
"O kendi tasarrufu için tâbi bırakmayan bir kişidir. Kendi irâdesi ve şehvete dair herhangi bir tercihi yoktur. Bilâkis bütün tasarrufu Allah iledir." ("Behcetü't-Tâife Billâhi'l-Ârife", Berlin, -Ahlwardt-, no: 2842 16b - 17a yaprağı)
Burası çok mühim!
•
Ammâr-ı Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri ifşaatlarına devam ediyor ve şöyle buyuruyorlar:
"Bütün fiillerinde, tasarruflarında, hareketlerinde ve makamlarında Allah'ı görür. Bütün fiillerinde O'nun vâsıtasıyla tasarruf eder, Allah vasıtasıyla tasarrufta bulunan odur." (Behcetü't-Tâife Billâhi'l-Ârife)
Öyle tecelli buyurmuş. Zâtî tecelli'sini ihsan etmiş, onu Zât'ında fâni kılmış. Onun varlığı yok olduğu için Hazret-i Allah onda tasarruf eder.
Bütün tasarruf Fâil-i mutlak olan Hazret-i Allah'a aittir. Görünüşte insan-ı kâmil var fakat onu idare eden Mevlâ'dır. Çünkü o Mevlâ'da mahvolmuş, kendi varlığından zerre kalmamış, Mevlâ'nın varlığı tecelli etmiş ve onda tasarruf ediyor. Bu böyledir.
Özü şudur ki;
"Varlığını eritip yok olduğun, hiç olduğun zaman nur olursun. Nur olursan, Var olana karışmış olursun. O kalır, sen gidersin!"
Hazret burada çok mühim bir ifşaatta bulunuyor;
"Bütün tasarrufu Allah iledir. Bütün fiillerinde O'nun vasıtasıyla tasarruf eder." buyuruyor.
İşi gören Hazret-i Allah'tır.
O O'ndan ayrı değil, Hazret-i Allah'ın bizâtihi tecellisidir. Hakikatini göremiyorsun maskede kalıyorsun.
Bu tasarruf Hazret-i Allah'a aittir. Fakat maskeye koymuş. Maskeyi O idare ediyor. Maskede olmuş gibi gösteriyor. Bu umumi tasarruf Allah-u Teâlâ'ya aittir, fakat O maskede tecelli etmiş. Kul hiçbir şey yapamaz. Bir saman çöpünü kaldırmaya kâdir değildir. Fakat O'nun hükmü her şeye kâdirdir. Bunun sırrı budur. O'nda tecelli etmiş, o kadar. Tasarrufu Allah-u Teâlâ yapıyor, onu robot olarak gösteriyor. "Bu yapıyor!" diyor. O yapıyor.
Şunu itiraf edelim ki; mahviyet, mahviyet diyoruz, mahviyet dahi Hakk'ındır. O da mahlûka ait değildir. Mahlûk nedir ki varlığı olsun, mahviyeti olsun.
Hülâsa; varlığını yok edende Hazret-i Allah tasarruf eder.