Mürşid-i kâmil Allah-u Teâlâ'nın ona bahşettiği tasarruf ile yürütür. Oldukları yerde müridânı tekâmül ettirir. Az dersle çok yol aldırır. İstidatları nispetinde geldikleri makamlara tekrar çıkarır. Yâni misâl âleminden gelmişlerdi, tekrar o âleme kadar çıkarmaya muvaffak olur. Bu bir lütf-u ihsandır. Allah-u Teâlâ o kişiye ihsan edecek ki, Mürşid-i kâmil bunu yapsın. Kalbi bozuk, yani cılk yumurta gibi olan hiçbir şey alamaz. Binaenaleyh bir insanın dünyaya gelerek birinci turu yapmasına anne-baba vesile olduğu gibi, ikinci turu yapıp dâireyi tamamlamasına da Allah-u Teâlâ Mürşid-i kâmil'i vesile kılmıştır.
Allah-u Teâlâ ezelden nasipdar ettiği kimsenin nasibini, yolun hakiki rehberine teslim eder ve kişiyi ona ulaştırır. Ezeli nasibi olanlara nasibini vermek için, masivâ köklerini kazımak için, marifet fidanları ekmek için mürid günâ gün o nasibi alır ve terakki eder. Mevlâ o nasibi koymasaydı, mürşidde o nasip yoktu. Mürşid O'nun koyduğu nasibi vermiş oluyor. Daha doğrusu o kanaldan almış oluyor. Çünkü veren yalnız Allah-u Teâlâ'dır.
Hakikate ulaşmak için merdiven basamaklarından çıkmak gerekiyor. Bu basamaklar üç merhaledir. Mürid Fenâfişşeyh'te varlığını, Fenâfirresul'de yokluğunu, Fenâfillâh'ta hiçliğini yok eder. Daha doğrusu hiç olduğunu gözü ile görmeye başlar. Allah-u Teâlâ dilediği zaman hakikati duyurur.
Hep ezeli nasip, başka hiçbir şey değil.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Onlar sözün en güzeline hidayet edilmişler, kendisine çok hamdedilen Allah'ın doğru yoluna eriştirilmişlerdir." (Hacc: 24)
Bu ilim-irfan mektebinin görünüşte mektebi de hocası da yoktur. Lâkin bilen için çok ince bir disiplin, hâli terbiye mevcuttur. Bu mânevi terbiye onu takvâ kalıplarına sokar, Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye rayları üzerinde yürütür.
Her yolun çalışması dıştan olur, fakat hiç şüphesiz ki bu yolun çalışması içten olur.
Bu hakikatleri bilebilmek ve öğrenebilmek için, ilim-irfan mektebine dehalet etmek zaruridir.
Bu yol Allah yoludur. Bu münevver yol Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'den gelir. Bu yol Hazret-i Allah'a ve Resulullah'a ait. Gaye varlığı atabilmek, Var'ı bulabilmektir. Bu da süzülmekle olur. Yolun esası edeptir. Tarikât-ı âliye baştan başa edeptir. Yol, edeple kâimdir. Allah'ım yolun âdâbına vâkıf ettirsin.
Mürşid, tevazu kanatlarını yerlere kadar serecek, herkes o kanatların üzerine rahatça basabilecek. Yolun temeli budur. Gaye hizmettir, lâf değildir, efendilik beylik değildir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Bir topluluğun efendisi onlara hizmet edendir." (Câmiu's-Sağîr)
Yalnız bu noktada bir incelik var. Evet tevazu kanatları herkesin ayakları altındadır. Ne mutlu o insana ki o kanadın altına girer, ne bahtsız o insan ki üstüne çıkar!