Beyza, daha hayatının baharında, gencecik güzel bir kızdı. Babaannesi Ayşe Hanım ise uzakta memleketinde yaşayan emekli bir öğretmendi. Beyza Ayşe Hanım'ın ilk torunu idi. 12 torunu arasında onun yeri bambaşkaydı, bu sebeple Beyza ile babaannesi arasında çok özel ve kuvvetli bir bağ vardı.
Beyza'nın günlerdir neşesi yoktu; yemek saatlerinde sofraya oturmuyor, konuşmuyor, çoğu vakit odasından dışarı çıkmıyordu. Bazen parkta boş boş oturuyor, eve dönünce odasına kapanıyordu. Sanki dünya yıkılmış, o da altında kalmış gibi ruhu sıkışmış ve mutsuzdu. Ailesi, annesi, babası ve kız kardeşi ise günlük koşuşturma ve hengâme içerisinde Beyza'nın bu durumundan çok da haberdar değillerdi.
Oysa torunu ile ilgili bir şeylerin yolunda gitmediğine dair bir his, memlekette, uzakta olduğu hâlde babaannesi Ayşe Hanım'ın kalbine doğmuştu.
Ayşe Hanım kalpten kalbe yol olduğuna inandığı için bu hissinin boş olmadığına kanaat getirdi ve ne yapabilirim diye düşünmeye başladı.
Beyza yine bir gün parkta boş boş otururken telefonuna bir mesaj gelmişti. Gelen mesaj babaannesindendi. Babaannesi bir fotoğraf göndermiş, fotoğrafın üstüne de şöyle bir soru yazmıştı; "Bil bakalım ne yıkıyorum?"
Beyza makinenin içinde yıkananın ne olduğunu bir türlü çıkaramamıştı. Görünen; köpüklerin içinden dışarıya uçları hafifçe çıkmış beyaz bir kumaştı. Cevap olarak babaannesine: "Bilemedim." diye yazdı.
Babaanneden gelen cevap gecikmedi: "Bu benim 'sanal gözlüğüm'. Sana da bir tane aldım. Kargoya verdim, yakında eline ulaşır bilgine."
Beyza ise; "Yıkanabilir bir kumaştan sanal gözlük mü olur ya?" diye düşünmeden edemedi, gelecek olan kargoyu da içten içe merak etmeye başladı.
Babaannesi Ayşe Hanım'ın çamaşır makinesinde yıkadığı kumaş ise; tam 20 sene önce eşinin kendilerine birer adet aldığı kefen kumaşıydı. Yıkamasının sebebi ise; seneler boyunca kefenin kapalı kalmaktan dolayı rutubetlenmiş olmasıydı.
Seneler önce eşinin, bir mavi bir de pembe plastik hurçla geldiği o gün, Ayşe Hanım'ın hayatının dönüm noktası olmuştu. Hurçların üzerinde "Lüks kefen takımı" yazıyordu ve içerisinde; gülsuyu, çörek otu, sünger, sabun, havlu, peştamal, eldiven, pamuk, kâfur ve bayan takımına özel bir yazma vardı.
O gün Ayşe Hanım kendi kendine gülmüştü. Kıyafetleri hiçbir zaman lüks olmamıştı ama son kıyafeti olan kefen lükstü. En azından üstünde öyle yazıyordu. Daha sonra kendi kendine hüzünlendi; acaba giymek nasip olacak mıydı?
Öyle ya; günümüzde artan afetler, seller, depremler, yangınlar vardı. Bozulan insanlık sebebiyle işlenen cinayetler, kaybolup giden, bulunamayan birçok insan ve en önemlisi savaşlar vardı.
Ayşe Hanım evinde kefen takımını koyacak yer aradı ancak bulamayınca en sonunda kendi kendine:
"Bu da bir kıyafet ise yeri gardrop olmalı." demiş ve kefenini gardroba, diğer kıyafetlerinin yanına koymuştu.
O günden sonra o kefenine baktıkça; bütün dünyanın sıkıntılarından, üzüntü ve kederlerinden arındığını ve hafiflediğini, içinde manevi duyguların yeşerdiğini, bakış ve duygu dünyasının değiştiğini fark etti.
Ayşe Hanım, kefenine bakınca sanki bir sanal gözlük takmış gibi hissediyordu kendisini.
Zira; dünyalık hiçbir üzüntü ve sevinç sonsuz değildi, ahiret vardı. Zengin, gün görmüşlerin ömrü de fakirlere nazaran daha uzun değildi, ölüm vardı. Haksızlık yapanlara, adaletsiz davrananlara ve mazlumlara zulmeden zalimler için de bir mizan terazisi vardı. Hele hele zâlimlerin cehennemde olduğunu hayal ederek düşünmek, Ayşe Hanım'a terapi gibi geliyordu.
Zaman içinde Ayşe Hanım'ın gerçek sevinç ve üzüntüleri ancak ahiret ile ilişkili oluvermişti. Pişmanlığı ise; gereksiz, geçici, boş üzüntü ve sıkıntılarına; geçici, boş sevinçlerine oldu.
Bu nedenle bu sanal gözlüğün bir an önce ilk göz ağrısı, torunu Beyza'ya ulaşmasını ve ruhunun ağrılarını dindirmesine vesile olmasını diliyordu.
Beyza ertesi gün kargo ile gelen paketi "sanal gözlük" diye açmış, "Bayan lüks kefen takımı" yazısını görünce çok şaşırmış üstünde yazılı olan;
"Gerçek Hayat Ahiret Hayatıdır" Hadis-i şerif'ini okuyunca babaannesinin kendisine vermek istediği mesajı gayet iyi anlamıştı.
Beyza kendisi ebediyete uğurlanırken, sarıp sarmalanacağı son kıyafetini gardrobuna yerleştirirken, birkaç haftadır kendisini dışlayan sınıf arkadaşlarının tavırları karşısında kendisini boş yere ne kadar çok yıprattığını düşündü ve içinden sessizce: "Allah'ım bana yeter, ben yalnız O'na güvenip dayanırım." dedi.
Birden içinde sanki yeniden diriliyormuş gibi büyük bir güç hissetti ve mutluluğu tebessüm olarak yüzüne yerleşti. Omuzları dik bir şekilde odadan çıktı.
Beyza'nın kargosu geleli bir hafta olmuştu, yüzü gülüyor, gözleri parlıyordu. Güzelliğine adeta güzellik eklenmiş gibiydi.
Ayşe Hanım torununa şifa veren Hazret-i Allah'a kalben şükrederken:
"Allah'ım! Göğsü daralan bütün çocuk ve gençlerimizin göğsünü sen genişlet!" diye dua etti.