Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm - NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (20) - Ömer Öngüt
NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (20)
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Ocak 2025

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

NÛR-Î MUHAMMEDÎ -sallallahu aleyhi ve sellem- (20)

Miraç

 

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hicret'ten birbuçuk sene evvel Receb-i Şerif ayının 27. gecesinde Kâbe-i Muazzama'nın Hatîm kısmında yatarken Cebrâil Aleyhisselâm geldi ve göğsünü yardı. Kalbini Zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu.

Burak adında bir binek getirildi. Üzerine binerek Cebrâil Aleyhisselâm'ın refakatinde yola çıktılar. İlk anda Kudüs-ü şerif'e vardılar. Mescid-i Aksâ'da bütün Peygamberân-ı izam Hazerâtı'nın ervâhına imam olup namaz kıldırdı.

Bu hadise Kur'an-ı kerim'de şöyle anlatılmaktadır:

"Kulu Muhammed'i gecenin bir anında Mescid-i Haram'dan alıp civarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir." (İsrâ: 1)

Mescid-i Aksâ ile Mescid-i Haram'ın arasındaki mesafe uzak olduğu için Kudüs'teki mescide "Mescid-i Aksâ" denilmiştir.

O Mescid-i Aksâ ki, Allah-u Teâlâ çevresini din ve dünya bereketleriyle bereketlendirmiştir. Çünkü Musa Aleyhisselâm'dan İsâ Aleyhisselâm'a kadar vahyin iniş yeri ve peygamberlerin ibadetgâhı olmuş, hem de nehirler ve ağaçlarla, meyvelerle donanmış idi. Bu defa da Miraç şerefi ile bereketli kılındı.

"Ona âyetlerimizden nicelerini gösterelim diye böyle yaptık." (İsrâ: 1)

Resulullah Aleyhisselâm bu gece göklerin ve yerin melekûtundan haberdar oldu ve Allah-u Teâlâ'nın kudret ve azâmetini gösteren âyet ve alâmetleri, harikulâde halleri gördü.

O kendisi Allah-u Teâlâ'nın âyetlerinden en büyük bir âyettir. Bu şekilde Miraç, Muhammed Aleyhisselâm'a âyet göstermekten ziyade, onun kendisini bir âyet olarak kâinata göstermek olmuştur.

"Şüphesiz ki Allah işiten ve görendir." (İsrâ: 1)

Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah-u Teâlâ, kulunun gizli ve açık bütün hallerini hakiki mânâda görür, yaptıklarından haberdar olur. Bunun içindir ki bu makamı ona tahsis etmiş ve ona bu şekilde ikram ve ihsanda bulunmuştur.

Âyet-i kerime'de geçen "İnnehû" zamiri Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz için kullanılırsa, mânâsı "Gerçekten sözümüzü işiten ve zâtımızı gören yalnız o kuldur." demek olur.

İsrâ gece yolculuğu, Miraç ise yükseğe çıkmak ve yükselme vasıtası demektir. Bu yolculuk, gecenin bir anında cereyan ettiği ve Resulullah Aleyhisselâm bu gece semâlara yükseldiği için bu büyük mucizeye "İsrâ" ve "Miraç" adı verilmiştir.

Kadir-i mutlak olan Hazret-i Allah; her zaman olduğu gibi Habib-i Ekrem'inin şeref ve meziyetini yükseltmek ve azamet-i ilâhi'sini göstermek için onu Mescid-i Haram'dan, Mescid-i Aksâ'ya götürmüş, orada bütün Peygamberân-ı izam Hazerâtı'na imam olmuştur. Oradan huzuruna almak için göğün kapıları ile göklerdeki bütün esrar ona açılmış ve ona gösterilmiştir. Zira Hazret-i Allah hiç kimseye mazhar etmediğini, kendisine en çok yaklaştırdığı ve "Kulum" diye hitap ettiği Habib'ine bahşetmiş, bu şerefe ve meziyete nail etmiştir. Bu ise ona olan lütfundandır.

Daha sonra gökyüzüne bir Miraç uzatıldı. Cebrâil Aleyhisselâm ile ona binerek yedi kat göklerden geçtiler, birçok ilâhi tecellilerle karşılaştılar. Semâ tabakalarında bulunan peygamberlerle görüştüler. Cebrâil Aleyhisselâm Hazret-i Allah'ın biricik Habib'ini alıp öyle yükseklere çıkardı ki, Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz mukadderatı yazan kalemlerin cızırtısını duyuyordu.

Daha sonra karşılarına "Sidre-i müntehâ" sahası açıldı. Sidre; gökleri ve cennetleri gölgesi altına alacak kadar büyük bir ağaçtır. Müntehâ denilmesine sebep ise, oradan öteye ne peygamber ne de melek hiç kimseye yol verilmemiştir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu makamda Cebrâil Aleyhisselâm'ı aslî suretinde gördü. Daha evvel kendisine peygamberlik geldiği sırada ufku kaplayan altı yüz kanadını açmış olduğu halde bir defa daha görmüştü.

Sidre-i müntehâ'dan cennete götürüldü, inciden yapılmış köşkleri temâşâ etti. O gece cehennemi, Kürsî'yi, Arşu'r-rahman'ı da gördü. Kendisine birçok acaîp ve garip şeyler temâşa ettirildi.

Buradan öteye "Kaabe kavseyn" makamına yolculuk Refref ile oldu. Oradan ayrılacağı sırada Cebrâil Aleyhisselâm'a kendisi ile beraber gelmesini rica etmişti. O da; "Burası Sidre-i müntehâ'dır, şayet ben buradan bir parmak ucu kadar ileri geçersem yanarım." buyurdu ve orada durakladı, daha ileri gidemedi.

Muhammed Aleyhisselâm Kurb-i ilâhî fezâsında öyle ilerledi, Rabb'ine öyle yaklaştı ki, aradan bütün perdeler kalktı ve huzur-u ilâhiye kabul buyuruldu. Zamandan mekândan münezzeh olan Cenâb-ı Hakk'ın sohbeti ve Cemâl-i bâ kemâl'i ile müşerref oldu. Cemâl rüyetine erdi.

Allah öyle bir Allah'tır ki, bütün şekillerden münezzeh ve müstağnidir. O'nu baş gözü ile Miraç gecesinde yalnız ve yalnız Habib-i Ekrem'i gördü. Habib'ini kendi nurundan halkettiği için, o nur Nur'u görmeye takat getirebildi.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Kuluna iki yay kadar, yahut daha da yakın oldu." (Necm: 9)

"O anda kuluna vahyedeceğini vahyetti." (Necm: 10)

Cebrâil Aleyhisselâm mukarreb melek olduğu halde Sidre-i müntehâ'dan bir parmak ucu kadar ileri geçerse yanacağını ifade etti. Ve fakat Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'ı kendi nurundan halkettiği için onu kendisine o kadar yaklaştırdı ki, o yanmadı. Allah-u Teâlâ'nın nurundan olduğu için yanmadı ve ona dilediğini, murad ettiğini vahyetti.

Onun mübarek kalb-i şerif'i ilâhi esrar odası haline geldi ve bütün bu esrar kendisinde kaldı, dilediğine dilediği kadar açıkladı.

"Gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı." (Necm: 11)

Allah-u Teâlâ ona bütün bu esrarlarını gösterirken, onun nurlu kalbi bunları hayranlıkla seyr ediyor ve bu ilâhi lütfa, yalanlamak şöyle dursun şükranını dile getiriyordu.

"O dem ki, Sidre'yi bürüyen bürüyordu." (Necm: 16)

"Muhammed'in gözü kaymadı ve aldanmadı." (Necm: 17)

Allah-u Teâlâ'nın sonsuz nimet ve ziynetlerini gördü. Fakat o gönlünü yaratılmışa değil yalnız Yaratan'a vermişti ve bütün o güzellikler, onu bir an Rabb'isinden alıkoymadı. Çünkü o Hazret-i Allah'a yönelikti. İçinde de O, dışında da O idi.

"Andolsun ki, Rabb'inin âyetlerinden en büyüğünü gördü." (Necm: 18)

Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bütün kainattaki güzelliklerinin hepsini ona gösterdi. Bu nimetlerine karşı Rabb'isine şükrünü arttırdı. Azamet-i ilâhi'ye karşı hayran kaldı. "Güzel yaratıcı ne güzel şeyler yaratmış deyip" onlara yaratıcının nazarı ile bakıyordu.

O gece Hâlik-ı Azimüşşan'ın emir ve nehiylerini vasıtasız olarak aldı. Nice nice sırlara, ilâhi tecelli ve iltifatlara mazhar oldu.

Namazın elli vakit olarak farz edilmesi üzerine ümmetinin buna takat getiremeyeceğini düşünerek Cenâb-ı Hakk'tan azaltılmasını istirham etti. Beş vakte ininceye kadar naz ve niyazda bulundu. Müminin miracı mesabesinde olan beş vakit namaz o gece farz kılındı. O mübarek gece ayrıca, ümmetinden Hazret-i Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanların affedilecekleri müjdelendi. Bakara sûresi'nin son iki Âyet-i kerime'si (Âmenerrasûlü..) de miraç hediyelerindendir.

Kendisinden evvel hiçbir peygamberin nâil olamadığı şerefe nâil olan Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yine aynı gece içinde Mekke-i Mükerreme'ye avdet buyurdu.

Bu ilâhi yolculuk, Cebrâil Aleyhisselâm'ın refakatinde üç vasıta ile oldu, üç merhale üzerinde tecelli etti. "Burak", "Miraç" ve "Refref." Tabii ki böyle olmasının gizli hikmetleri, ayrı ayrı mânâları vardır.

 

"Muhammed'den diğer yok dahil olmuş Kaabe kavseyne

Keram-ı enbiyâ'dan girmedi bir fert o mâbeyne

Haremgâh-ı visâle Ahmedi tenha olup Mevlâ

O halvet oldu mahsus Hazret-i Sultan kevneyne."


  Önceki Sonraki