"Bir mevzuda çok üzülmüştüm. Vakfın bahçesine çimen ekilecekti, çimleri kesmişler getirmişler. Bahçe ise hazır değil. O anda yağmur yağdı, perişan oldu, üzüldüm. O üzüntüden uyuyamadım. Bir anda dalmışım, rüyâmda bahçede oturuyormuşum. Havuz başında Süleyman Aleyhisselâm, hanımı Belkıs ile beraber oturuyorlar. Süleyman Aleyhisselâm bir kaside gibi bir şeyler okuyordu. Amma nasıl okuyor. Ortalık çınlıyor. O ana kadar öyle güzel sesi duymamıştım. Süleyman Aleyhisselâm bir ayağa kalkıyor, bir hanımı ayağa kalkıyordu. Ben bahçenin karşı duvarının önündeyim, benim yanıma geldi, başını uzattı, başı başıma değdi;
"Bir günlük dünya için değer mi bu üzüntüye!" dedi.
Beni teskin ettiler, teselli buyurdular."
"Kur'an-ı kerim okuyun, Hatim okuyun. Bu hatim meselesi şuradan geliyor. Düzce'de müezzin İsmail Efendi vardı. Bu adamın işine akıl ermezdi. En soğuk zamanda erken gider Kur'an okurdu. Düzce soğuktu. Adam sobanın başında üşür. Sabah erkenden gelir, ezan okur, namaza kadar Kur'an-ı kerim okur. Bu zât-ı muhtereme rica ettik.
"Müezzin Efendi, babama bir hatim indirir misin?" dedim. "İndireyim!" dedi.
Hatim bittikten sonra annem babamı rüyâsında görmüş. Babam anneme diyor ki; "Gönderdiğin hediyeyi aldım."
O aklımda.
Onun için bunları yapıyoruz ki Cenâb-ı Hakk lütfederse bize de bir hediye gelir. Onun için okuyun, okutun..."
Bir mıntıkadaki idareci bir kardeş hakkında şu sözleri söylediler:
"Onun hakikaten çalıştığını da hissediyorum, çok çalışıyor, fakat varlıkla çalıştığı için beşeriyete faydası var, kendisine zararı var. Çok çalışıyor, gayretli, nur yaymaya çalışıyor, fakat kendisinde bir beğenme, bir büyüklük... Hâlbuki bizim yolumuz herkesi hoş kendini boş bilmek, mahviyet ve ihlâs üzerine kurulmuş, onda bu hâl yok. Çalışıyor, varlığı ile çalışıyor, o varlık onu helâk ediyor, farkında değil. Onu uyandırmak lâzım. Beşeriyete faydası var, kendisine zararı var. Dağıtıyor, istediği gibi hareket ediyor. Hayır, bu yol Allah yolu, senin yolun değil. Bunu kavrayamıyor. İstediğim gibi yapacağım zannediyor. Hayır, saat gibi ibre gibi kontrol altında bulundurmak zorundayız. Tutumu zarar veriyor, yolumuzun icâbâtı değil. Herkesi hoş gör, herkese değer ver, yalnız nefsine değer verme. Ben Rabb'imden dilerim:
'Allah'ım! Onu sana havale ediyorum, sana sığınıyorum onun şerrinden.' derim, amma onu beğenmiyorum.
Bu gibi haller tasvip edilmiyor. Güzel çalışıyor, nuru yaymaya çalışıyor amma bu hâlleri tasvip edilmiyor.
Dersiniz ki; o seni olduğu yerde takip ediyor ve şu şu hareketlerini beğenmiyor. Çalıştığını görüyor, nuru yaymaya çalıştığını da görüyor amma, bu hareketlerin kendine zarar veriyor. Ne oldum havasının içine girmiş, nefis onu kucaklamış, buradan takip edildiğinin farkında değil.
Bu söylediklerimi ona bildir.
Ey nefis! Yuları taktın götürüyorsun, beni nereye götürüyorsun?
Bu büyük bir ihtardır, ikazdır, kendine gel ve kendini kurtar, dolayısıyla beşeriyeti de kurtarmaya çalış.
Çünkü ihlâslı insanın sözü beşeriyete fayda verir, ihlâslı olmayanın beşeriyete faydası olmaz. Bu sözleri bir kâğıda yazın, senin için böyle söyledi deyin."
•
"Varlıkta hiçbir şey görmedim, ne gördüysem hiçlikte gördüm. Varlık Var'a perdeden başka bir şey değildir. Onu almış, ona tapmış bana ne! Ben size az sözle hakikati anlatıyorum. Siz başka yol tutmuşsunuz bana ne! Kendi düşen ağlamaz bana ne!.."
•
"Hakk yolunu bulmak, o yolda bulunmak çok büyük bir lütf-u ilâhi'dir. Bu yolun yolcuları ihlâs sahibidir, mahviyet ile yol alırlar, asıllarının bir damla kerih su olduğunu bilirler. Allah-u Teâlâ'nın tasarrufu altındadırlar. Tutulmuşlardır.
Ancak Hakk yolunu bulduğu halde kalbinde maraz çıkanlar da vardır. Bunlarda kendini beğenme, makam, mevki, menfaat gibi dünyevî maksatlar zuhur eder. Bu gibileri Allah-u Teâlâ tasarruf-u ilâhi'sinden çıkartır. Bunlar kayanlardır.
İnsan aslını unutuyor da yaratıcısına karşı açık bir düşman oluyor. O'na karşı şirk koşmaya, mantık yürütmeye kalkışıyor.
Hâlbuki insan, Yaratan'a karşı çıkmak için değil, O'na tapınmak ve kulluk yapmak için yaratılmıştır. Câhil ve gâfil her insanın durumu budur.
Başkasına âit olanı kişinin kendisine mâletmesi çok yersizdir. Hem emânete ihanetlik yapıyor, hem yalan söylüyor, hem riyâkârlık yapıyor, hem de şirk koşuyor.
Binaenaleyh Allah ehlinde dâvâ olmaz. Yaprağı çevirdiği gibi varlığını çevirir. "O" der ve orada kalır. Başka hiçbir söz söylemez. Çünkü O'ndan başkası yok.
Onun içindir ki; kendisine değer verenler, kendi nefsini putlaştırmış oluyor. Allah'ım korusun!
Bu nazik ve hassas yolda ancak "Kalb-i selim" olanlar kurtulur.
Başta ilâhi emre göre doğru olmak, mahviyet içinde yaşamak. Zira varlık, günahların başıdır. Kişi kendisini beğenirse, yetmiş senelik ibadeti o anda yok olur.
Burada hep kendiliğinden kayıyorlar, yani yollarını değiştiriyorlar. Bu yolların değişmesinden sebep; varlık, benlik, menfaat, önderlik, liderlik gibi kendilerini beğenmekten ileri gelir. Bunlar helâkiyetlerini kendileri seçmişlerdir.
Bunun için insan, varlıktan çıkması, varlığından süzülmesi, varlığından sıyrılması, Var'a ulaşması gerek.
Sen acizliğini, mücrimliğini, günahını, her şeyini itiraf etmedikçe, O'na boyun bükmedikçe nasıl süzülebilirsin?
Biz birleşmeyi, sevişmeyi, kaynaşmayı seviyoruz, ayrılık gayrılık değil...
Yemin ederim ki bir kalp kırmaya değmez. Bu arada problemler şeytanın araya girmesinden ötürüdür. Bir kere vesveseyi verdi mi, zıddiyeti koydu mu, sürtüşür, sürtüşür... Ve o sürtüşmeden ateş çıkar. O ateş, şeytandan gelir.
İhlâs kaybolduğu zaman her şey kaybolur.
Kalpte maraz olduğu zaman her kötülük husule gelir.
Ve en büyük kayış noktaları nereden oluyor?
Bir tanesi; kişinin kendisini beğenmesi.
Sonra; gayesi-maksadı, menfaati için çalışması..."