Binaenaleyh hem O'dur, hem O'ndandır. Her zerrede O'nun varlığı mevcuttur. Her şey ceset, O ise ruhtur. Nasıl ki sende bir ceset var. Allah-u Teâlâ'nın emri ile, ruhu ile duruyorsun. Kâinat da böyledir. Ruhsuz cesedin ne hükmü olabilir?
En ince sırlardan birisi; Allah-u Teâlâ'yı görmek, kabuk mesabesindeki kâinatı O'ndan ayrı görmektir. Ruh ile cesedin, yani öz ile kabuğun irtibatı, Hâlik ile mahlûkun irtibatı demektir.
"Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn" O âlemlerin Rabb'idir. "Ey bütün bu âlemleri yoktan var eden, nimetlere gark eden!" dediğin zaman, sen şimdi âlemlerin içinde kaldın, O ayrıldı. O ayrı, sen ayrı, âlemler ayrı.
"Yaratıcı yalnız sensin, kâinatı da böyle yarattın. Bu mahlûkatın içinde ben de varım." diyorsun.
Bu hakikat karşısında hakikat ehlininin durumuna gelince;
Onlar içindekini görür. Kabuğu ayrı, özü ayrı olduğunu görür. Kâinatın özü ile cesedin ayrı olduğunu görür.
Onlar "Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn" dedikleri zaman, kendilerinden zerre kalmaz. Niçin kalmaz? "Rabbü'l-âlemîn"i gördüğü için, her şeyin O'ndan olduğunu bildiği için kalmaz. Çünkü her şey O'nun "Ol!" emrine tâbidir, o kadar.
"Rabbü'l-âlemîn"i gördükleri zaman O husule geliyor.
Bir kar tanesi denize düştüğü zaman eriyip hiç olduğu gibi, onlar da Allah-u Teâlâ'nın tecellî etmesiyle hiç olurlar. O'ndan başka ilâh yok zaten.
Kendileri mahvoldukları için "Rabbü'l-âlemîn" deyince âlemleri yaratanı görür, kendisini görmez, âlemleri de görmez.
O'nu bulanlar Hakka'l-yakîn olanlardır. Allah-u Teâlâ bunları kendisi için yaratmıştır. Bunları Allah-u Teâlâ sevmiş, seçmiş, huzuruna almış. Onlar her şeyden fazla Allah'ı sever ve tercih ederler, Allah da onları sever. Allah'a varmış, varlığını ifnâ etmiştir. Ledünî ilme vâkıf olmuşlardır. Yani Hakk'a vâsıl olmuş, Hakk'ta fânî olmuşlardır. Onlar Hakk'ı sever, Hakk'tan gayrısından yüz çevirirler. Hep Hakk ile olmak ister, yaratılmışlara hiçbir zaman meyletmek istemezler. Yaratılmışlarla meşgul değiller, onları sevmezler.
Yaratan'ı görüyor, yaratılmışları biliyor. Allah-u Teâlâ onları yalnız kendisi için yaratmıştır. Bu yüzden başka bir şeyle uğraşmalarını istemez.
O, âlemleri yaratanı görüyor. Âlemleri görmek bile istemiyor. Çünkü zaten âlemleri Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin nurundan yaratmış, nuru da kendinden yaratmış. Ne büyük yaratıcı! Yaratanı gördüğü için yaratılana hiç kıymet vermez. Nazarı itibara almaz. Yaratan'ı görüyor, Yaratan'la meşgul, Yaratan'ın huzurunda.
Onlar Hakk'ı sever, Hakk'a iletir ve Hakk ile hüküm verirler.
Siz bu hakikati anlamıyorsunuz, anlasanız bile zâhirini anlıyorsunuz. Fakat tatbikata geçtiği zaman okuyamazsınız, ancak tariflerini okursunuz. Biz Cenâb-ı Hakk'ın izniyle bunun kendisini okuruz...