Bütün peygamberlerin en güzelidir. Onların güzellikleri o Nûr'un güzelliğinden iktibas edilmiştir.
Diğer peygamberlerin pak ruhları onun nûrundan yaratıldıkları için, sadece gönderildikleri topluluklara rahmet oldular. O ise aynıyla rahmettir.
"Habib'im! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ: 107)
Fermân-ı ilâhi'sinin mazharı olmuştur.
Bu öyle bir rahmettir ki, hayat verici, ebedi bir saadete ulaştırıcı, ateşten kurtarıcı ve Allah-u Teâlâ'nın sonsuz nimetlerine eriştirici bir rahmettir.
Bu rahmetin mânâsını şöyle arzedelim. Kuru toprağı bir düşünün. Cama atsanız camı, insana atsanız gönlü kırar. Bu sert toprağa rahmet inince yumuşayıveriyor. İçindekileri dışarıya atıp nice nice bitkiler fışkırtıyor.
Bir beşer için bundan büyük bir saadet olabilir mi? Hazret-i Allah'a onu gönderdiğinden ötürü şükür, Resulullah'a da gerçekten sonsuz Salât-ü selâm getirmek, gönülden bağlı olup teslim olmak gerekmez mi?
Gönülden bağlı olmak nasıl olur?
Biz şöyle deriz; "Allah'ım Habib'ine nasıl tazim ve teslim olmam gerekiyorsa beni o hale getir. Senin getirdiğin hal ile teslim olayım, saygı gösterebileyim."
İşte Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de âlemlere rahmettir, bütün insanlık ondan hayat bulmuştur.
Bu Âyet-i kerime ile zât-ı şerif'i müstesnâ bir mahiyet kazanmıştır. Varlığı bütün varlıklar için en büyük rahmettir. Rahmet-i ilâhi'nin tecessüm etmiş bir tecellisidir. Hazret-i Allah'ın bütün âlemleri bir kimsede toplaması elbette mümkündür.
Bir Âyet-i kerime'de de:
"O sizden iman edenler için bir rahmettir." buyuruluyor. (Tevbe: 61)
Eğer Allah-u Teâlâ onu göndermeseydi, iman etmen için sana lütuf etmeseydi hâlin nice olurdu?
"Allah'ın izni olmadan hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir." (Yunus: 100)
Seni yaratan Allah-u Teâlâ seni iman şerefi ile müşerref etti, Nûru ile hemhal etti. Bu gerçekten bir mahlûk için en büyük bir şeref, en büyük bir rahmet, saadetin ta kendisi değil midir?
Bu âleme teşriflerinden önce bütün peygamberler ve mukarreb melekler katında, mübarek vücudunun âlemlere rahmet olduğu biliniyordu. Semâvî kitaplarda çok çok övülmüştür, kıyamete kadar da övülüp senâ edilecektir.
Onun rahmet olduğunu tasdik edip ümmeti olanlara, zâhir ve bâtın her türlü rahmet kapıları açılır. O rahmetten nâsibini alanlar; dünyada da ahirette de saâdet ve selâmete kavuşurlar, her türlü kötülüklerden sıkıntılardan kurtulurlar.
Müminlere rahmettir. Çünkü onlara doğru yolu göstermiştir. Kâfirlere de rahmettir. Çünkü azaplarının ertelenmesine vesile olmuştur.
"Yâ Resulellah! Şu müşrikler için bedduâ etseniz!" denildiğinde;
"Şüphesiz ki ben lânet edici olarak değil, rahmet olarak gönderildim." buyurmuşlardı. (Müslim)
•
Bunun delil ve ispatı hayat-ı saâdetleri müddetince her zaman için görülmüştür.
Şöyle ki;
İslâmiyet'i yaymak için Tâif'e gitmişti. Kendisinin Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu arzederek onları Allah'a imana dâvet etti. Fakat hiç biri müslüman olmadıkları gibi, kaba ve ters sözlerle teklifi reddettiler.
"Allah peygamber göndermek için senden başka kimse bulamadı mı?" dediler.
"Kavmin senden nefret etti, onlar sözlerini kabul etmeyince bize geldin. Vallâhi biz de kavmin gibi senden kaçınır, seni reddederiz!" dediler.
"Memleketimizden çık git, nereye gidersen git!" dediler.
Alay etmekle başladılar, işi çirkin hakaretlere kadar vardırdılar. Onu Tâif'ten çıkmaya mecbur etmekle kalmadılar, içlerinden bir takım ipsiz kimseleri kışkırtıp musallat ettiler. Onlar da yolun iki yanına sıralanıp taş ve sopalarla saldırdılar. Resulullah Aleyhisselâm'ın mübarek ayakları ve topukları kan içinde kalmıştı. Dermansız düşüp oturdukça zorla kaldırıp yürüttüler, taşlamaya devam ederek gülüşüp eğlendiler. Evlâtlığı Zeyd bin Hârise de kendisini korumak için çaresizlik içinde vücudunu ona siper ediyordu. Onun da başı yarılmış, ayaklarından kanlar akıyordu.
Resulullah Aleyhisselâm nihayet Rebiâ'nın oğulları Utbe ve Şeybe'nin yol üstündeki bağına sığınarak tâkiplerinden kurtuldu. Onlar da çekip gittiler.
Üzgün ve bitkin bir halde bir asmanın gölgesinde biraz dinlenip sükûnet bulduktan sonra şöyle ilticâ ve niyazda bulundu:
"Ey Allah'ım!
Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halkın nazarında hor ve hakir görüldüğümü ancak sana arz ve şikâyet ederim.
Ey merhametlilerin en merhametlisi! Herkesin hor görüp de dalına bindiği biçârelerin Rabb'i sensin, benim Rabb'im sensin. Sen beni kötü huylu yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek, hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabamdan bir dosta bırakmayacak kadar bana merhametlisin.
Ey Allah'ım!
Senin gadabına uğramayayım da, çektiğim belâ ve sıkıntılara hiç aldırmam. Fakat senin af ve merhametin bana bunları göstermeyecek kadar geniştir.
Ey Allah'ım!
Senin gadabına uğramaktan, rızândan mahrum kalmaktan, sana senin o karanlıkları aydınlatan, dünyâ ve âhiret işlerini yoluna koyan ilâhî nûruna sığınıyorum.
Ey Allah'ım!
Sen hoşnud oluncaya kadar affını dilerim.
Ey Allah'ım!
Her kuvvet, her kudret ancak seninle kâimdir."
Rebiâ'nın oğulları ona revâ görülen bu kötü muameleye üzüldüler. Hıristiyan köleleri Addas ile bir salkım üzüm gönderdiler. Resulullah Aleyhisselâm, kendisine üzüm getiren köleye İslâmiyet'i anlatarak müslüman olmasını sağladı.
Tâifliler'den bir hayır gelmeyeceğini gören Resulullah Aleyhisselâm üzgün bir halde geri dönüyordu. O güne kadar benzerine rastlamadığı hakaret ve zulme maruz kalmıştı. Mekke'ye iki konak mesafe kalmıştı ki, bir bulutun kendisini gölgelemekte olduğunu farketti. Dikkatlice bakınca içinde Cebrâil Aleyhisselâm'ı gördü. Cebrâil Aleyhisselâm;
"Şüphesiz ki Allah, kavminin sana ne söylediklerini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin." dedi.
Bunun üzerine dağlar meleği;
"Ey Muhammed! Cebrâil doğru söyledi. Sen ne dilersen emrine hazırım. Eğer şu iki yalçın dağın Mekke'lilerin üzerine kapanırcasına birbirine kavuşmasını istiyorsan emret kavuşturayım." dedi.
Resulullah Aleyhisselâm;
"Hayır! Ben böylesini istemem. İsterim ki Allah bu müşriklerin sulbünden, yalnız Allah'a ibadet eden ve ona hiçbir şeyi şerik koşmayan bir nesil ortaya çıkarsın." buyurdu. (Buhârî)
O kadar rahmetli ve şefkatli idi ki bu kadar acı ve hakaret içinde bile onlara duâ etti.
•
Ondan önce gönderilen herhangi bir peygamberi, ümmeti ısrarla reddettiği zaman; Allah-u Teâlâ onları yere batırma, suda boğma... gibi cezalarla helâk ediyordu. Fakat onu tekzib eden müşriklerin azabı ise öldükten sonraya tehir edilmiştir.
Nitekim Âyet-i kerime'de:
"Sen içlerinde iken Allah onlara azâb etmez." buyuruluyor. (Enfâl: 33)
Rahmet peygamberi olduğu için, aralarında bulunmasından dolayı Allah-u Teâlâ bir ikrâm olarak mühlet vermiştir.
Bu onlar için büyük bir rahmet oldu. Bir çoğu hakikati görerek dâvete icabet ettiler ve iman selâmetine eriştiler.
Diğerleri de itaat etmiş olsalardı, onlar da o rahmetten istifade edeceklerdi. Fakat o Nûr'a karşı gözlerini yumdukları için, kendi kendilerini felâkete atmış oldular.
Ondan sonra bir peygamber gelmeyeceğine göre, dünyanın sonuna kadar âlemlere rahmettir. Hayatı da rahmettir, memâtı da rahmettir.
Günümüzdeki bu kadar ifsad ve fesada rağmen bizi ayakta tutması, bizi yere batırmaması, yok etmemesi O'nun bir lütfudur, O'nun nûrunun yüzüsuyu hürmetinedir. Yoksa bunca isyan karşısında helâk olmamız an işi. Ve fakat bu isyan cezasız kalmaz.
•
"Vücudun rahmeten lil-âlemindir yâ Resulellah
Cünudun enbiyâ ve mürselindir yâ Resulellah.
O ebr-i rahmet-i Rahman ü mahbub-ı Hüdasın ki
Yüzün suyuna halk oldu cihan hep yâ Resulellah."