Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, "O bir çiçek misali baharda açar, meyveleri güzün toplanır." buyuruyor.
Şimdiki zaman açma zamanı, bizden sonra halk sıkıştığında meyveler o zaman toplanacak. Şimdi her şey açılıyor. Açılıyor amma, muârız olanlar var, anlamayanlar var, umursamayanlar var. Fakat zaman geçtikçe iş kıymete ve değere binecek, nasibi olan nasibini alacak. Zira böyle bir kitap, kıyamete kadar bir daha yazılmayacak. Bunun içindir ki herkes bu nura muhtaç olacak. Beşeriyet bir gün ayılacak, onun sözlerinden istifade edecek. Şimdi anlamıyor. O bir çiçektir, güzün de meyve verir. Bu Zât-ı muhterem ne güzel tanıtmış...
Bizden sonra halk, bu kitaplara sarılacak. Şimdi çiçek açma zamanı, Allah-u Teâlâ'nın ihsanı ile her şey açılıyor. Halk zamanla ayılacak, meyveyi yiyecek, bunlara sarılacak ve istifade edecek. Çünkü kimseyi bırakmıyorum, esas da bu oluyor. Nasipdar olanlar bunların üzerinde duracak, açıklamalar yapacak, ondan sonra meyvesini o şekilde alacak. Allah-u Teâlâ dilediğine dilediği kadar duyuracak, O'nun duyurması ile hakikati anlamış olacak.
Nasıl ki "Hatmü'l-Evliyâ" kitabı Şâzeliye medresesinde vakti zamanında üç yüz sene ders olarak okunduysa, zaman gelecek halk da bu kitapları öyle okuyacak.
Bizim zamanımız öyle bir zaman ki yazıların yazılması ile beşeriyet bu kitaplardan istifade edecek.
Bundan sonra kıyamete kadar böyle bir kitap gelmeyecek, beşeriyetin bu kitaplardan istifade edeceğini ifşa ediyorlar.
Kişinin varlığı kişiye perdedir, o perde kalkınca daha iyi nazar eder. Bunlar Allah-u Teâlâ'nın istifade ettirmesi ile kaimdir, kişinin kendisinin bilmesi mümkün değildir. Ona o nuru verir, ona duyurur, o da o gözlükle bakar ve istifade eder.
O artık ahirete intikal ettiği için, kıyamete kadar oradan istifade edecek ve o nurla da ahirete göçecek.
İbrahim Hakkı -kuddise sırruh- Hazretleri ne güzel buyurmuş:
"Kul olan neylesin mal ile câhı,
Yetmez mi buldukta senin gibi Şâh'ı?
Hakkı'ya nasip eyle Fenâfillâh'ı,
Ölmezden evvel ölenlerden eyle."
Allah-u Teâlâ'nın yarattığı her şeyden geçmiş, O'nunla hemhâl olmuş insan O'nun kabrinin içindedir; o, O'nunla hemhâl oluyor. Asıl sır budur.
Vücut olsun, mevcûdât olsun; o, O'nun yarattıklarından sıyrılmış; O'nunla kapatılmış, ölmeden evvel ölmüş. Yani O'nunla olmuş, diğer şeylerden ölmüş. Bu da ancak O'nun dilemesiyle olur, başka türlü olmaz. O'nun lütfu olmadıkça buraya erişmek mümkün değildir. Bilemez ki erişsin.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Dilediğini rahmetinin içine sokar." (Şûrâ: 8)
İşte bu durum rahmetinin içine alması demektir. Rahmetinin içine aldığı zaman onu kapatır. O artık O'nunla olmuş, O'nunla ölmüş demektir. Her şey ölmüş ve öldürülmüş; o, O'nunla olmuş. Ölen bir kimsenin dünya ile ilgisi kesilir, o ise dünyada iken ilgisini kesiyor.
Tâ ki eski hâline dönünceye kadar. Bu hâl de her zaman bulunmaz, rahmetinin içine aldığı zaman olur. Öz mânâsı budur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Ehl-i beyt'im ümmetim için bir emniyettir, onlar yok olup gittiklerinde kendilerine vaadedilenler gelir." (Tirmizî)
Hiç şüphe yok ki önümüzde çok büyük hadiseler, çok büyük sıkıntılar olsa gerek. Allah'u-âlem öyle büyük felâketler, öyle şiddetli zelzeleler, öyle çetin harpler olacak ki tasavvurun haricinde olacak. Bizden sonra her şeyi bekleyin!
Biz Mehdi Aleyhisselâm'ı hatırlatıyoruz, o da bizi hatırlar.
Burayı Hazret-i Allah ve Resulullah sever, Allah-u Teâlâ'yı ve Resulullah'ı sevenler de burayı sever.
En büyük hatıra gönüllerde olandır. Bu ilim, bu zamanda indiğine göre Allah-u Teâlâ bu ilmin muhataplarını da halkedecek, hem de kıyamete kadar devam edecek. İlimlerin özüdür. Niçin ilimlerin özü? Hazret-i Allah'ı bilme ilmi olduğu için. Allah-u Teâlâ'yı bilme ilmi ona verilmiş. Diğer ilimleri dilediğine vermiş...
Bunun üstünde ilim yok, nasipdar olan olacak, kıyamete kadar da gidecek, bir daha da Cenâb-ı Hakk bu ilmi indirmeyecek. Gün gelecek halk tasdik edecek amma iş işten geçmiş olacak.
Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri "Mesnevî"sinde yer alan diğer bir ifşaatında, onun bu dâvet ve vazifesine karşı gözlerini kapayan ve kulaklarını tıkayan münâfık sîretli kimseleri şiddetli bir dille zemmederek; bu zâtın kim olduğunu idrâk etmekte güçlük çekenlere onun kendi irâdesiyle değil, doğrudan doğruya Allah'ın yönetmesi ile iş ve icraat yaptığını, bu nedenle ona ve yoluna hizmet edenlerin gerçek mânâda Allah'a hizmet etmiş sayılacağını ifşâ etmiştir.
Hazret, gerçek müminlere mühim bir tembih ve ikâz mâhiyetinde şu sözlerle hitap etmektedir:
"O sağır ve dilsizler gibi kendilerine doğru bir şey söylenince inkâr edenlerden olma!
O zât:
'Attığın vakit sen atmadın, Allah attı.' (Enfâl: 17)
Sırrına mazhar olmuştur; onun görüşü, Allah'ın görüşüdür.
O'na hizmet, Allah'a hizmettir. Gündüzü görmek, bu pencereyi görmektir.
Hele şu pencere yok mu? O kendinden parlamadadır; ondaki Nûr, güneşin yâhut Ferkad yıldızının eğreti nûru değildir!" ("Mesnevî", c. 6; beyit: 3195 vd.)
Herkesin bir şükretmesi lâzım, bizim bin şükretmemiz lâzım. Fakat şükründen aciziz.
Gaye rızâdır. Hazret-i Allah rızâya uygun işlerden râzı olur, rızâya uygun olmayan işlerden râzı olmaz. İnsanoğlu bunun farkına varamaz. Sebebi? Nefis ve şeytan bu işleri yapar.
Allah'ım bize suhulet, sevgi, saygı, birlik ve kaynaşmayı nasip etsin. İş muhabbettedir. Ders sınıf geçirir, muhabbet ise birlik husule getirir.
Bağlılık, birlik ve beraberlik. Böyle olalım, böyle ölelim inşallah. Zaman çok acayip oldu. Onun için bunlara inceden inceye dikkat edelim. Allah'ım dünyada da ahirette de lütuf birliğinden, beraberliğinden ayırmasın.