Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (217) - Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -Kuddise Sırruh- (8) - Ömer Öngüt
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -Kuddise Sırruh- (8)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (217)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Eylül 2024

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (217)

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî -Kuddise Sırruh- (8)

 

"Velâyet" ve "İlâhiyyet"in Farkı:

Velilik ayrı, ilâhiyyet ayrı. Çok ince fark var. Birisi tarif, birisi tekâmül. Yani birisi filân evi tarif ediyor ama sen evin içine giriyorsun.

"Onlar sıdk makâmında, kuvvet ve kudret sahibi hükümdarın huzurundadırlar." (Kamer: 55)

Aynı görünüyor ama aynı değil. Arada çok büyük fark var. En güzel ilim de bu.

Velâyet umum velilere şâmildir. Allah-u Teâlâ onların her birinde ayrı ayrı tecelli etmiş, her birine bir mertebe vermiş, bir makam bir mevki vermiş, bu hususta yürümelerini emir buyurmuş. Nefisle mücadele ede ede o hâle gelmişler. O hâle geldikten sonra onlara "Hadi" ism-i şerifi ile hidayet etmiş, velâyet vermiş. Her birinin dereceleri ayrı ayrıdır. Lâkin "İlâhî velâyet"te böyle bir durum yoktur, o bunlara dahil değildir; "Yürü!" demiyor, kendisi yürütüyor, kişi ise robot mesabesinde oluyor. Bizzat kendisi idare ettiği için onu velâyetin içine koymamış. Onu sahibi kullanır, onu nasıl isterse öyle yürütür. Hep O yürütür, halk ise robotu görür. Amma bütün iradesi Hakk'ın elindedir.

"Sonra biz o kitabı kullarımızdan beğenip seçtiklerimize miras bıraktık." (Fâtır: 32)

Bu Âyet-i kerime'nin içinde hepsi var. Hazret-i Allah'ın mirasına kim sahip çıkabilir? Allah-u Teâlâ'nın mirası bir kişiye aittir ve Allah-u Teâlâ ona verir başkasına vermez. Ona emanet eder, onunla halleder. Ona emaneti verdiği için onu destekler.

Emaneti onda olduğu için, O'nun kabıdır yani. Onu Hazret-i Allah kuşatmıştır, içten, dıştan doldurmuştur. Görünüşte bir robottur o.

"İlâhiyyet" nadir kimselere verilir. "Velâyet" böyle değil.

Yani daha doğrusu, "İlâhiyyet" Cenâb-ı Hakk'ın yürüttüğü kimse... İradesini alıp yürüttüğü kişi. "İlâhiyyet" doğrudan doğruya O'nun yürütmesiyle oluyor...

İmâm-ı Rabbani Hazretleri buyurur ki:

"Bu marifet ve ilimler, ulemânın ilimleri, evliyanın da marifeti ötesindedir. Hatta onların ilimleri, bu ilimlere nispetle kabuk kalır." (317. Mektup)

Demek ki, ilâhiyyette öyle bir lütuf var ki bu üstünlük oradan geliyor. O yürüttüğü için. Mahlûkun hiç hükmü yok. Mahlûk robot haline geliyor. Bütün icraat ilâhi bir lütuf oluyor. Allah-u Teâlâ onu dilediği gibi yürütüyor.

Onun yanında, onların ilmi tıpkı zahir ulemâsının ilmi gibidir.

İlim ve akıl ilâhiyyete girmez. Neden? O'nun olduğu için. O idare ettiği için.

Azîz en-Nesefî -kuddise sırruh- Hazretleri velâyet mevzusunda mühim bir noktaya temas ederek şöyle buyurmuştur:

"Velâyet nübüvvet'in bâtınıdır ve ilâhiyyet velâyet'in bâtınıdır." ("Kitâbu'd-Derecât"; Yazma Bağışlar, nr.: 3042, vr. 44b)

Bütün ilimlerin özü bunun içindedir.

Bir düşünün; hiçbir tahsili olmayan bir mahlûk dünyaya sirayet edebilir mi? Bu ilim dünyaya yayıldı. Bunun da sebebi Hakim et-Tirmizi Hazretleri; "Allah-u Teâlâ onun irşadını dünyaya yayacak" buyurması. Cenâb-ı Hakk'ın lütfu peygamberlerin ve velilerin yardımı olmasa bu mümkün müdür? Hiçbir tahsili yok... Allah-u Teâlâ'nın hükmünü ayakta tutmaya çalışıyor. Akıl almaz. Demek ki burada gizli bir kuvvet var, o kuvveti kimse görmüyor. Kuvvet işte bu kuvvet. Başka hiçbir şey yok. Hep O'nun, hep O'ndan...

Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretlerimiz "Mesnevî" isimli eserinde Hatemü'l-evliyâ'nın hiçbir kimseden çekinmeden, korkmadan ahkâm-ı ilâhi'yi açıklayacağını, bunu yaparken ölümü dahi göze alıp tüm hakikatleri beyan edeceğini, yalnız ve yalnız Hazret-i Allah'ı düşünüp, O'nun emir ve hükümlerini ne pahasına olursa olsun âleme duyuracağını beyan ederek şöyle buyurmaktadır:

"Ne mutlu o Türk'e! Yani kâmil insana ki, çekinmeden, korkmadan konuşmasına devam eder ve atını ateşle dolu hendekten sıçratıverir. Yani ölümü göze alarak çok tehlikeli bir iş olan hakikatleri söylemeyi başarır.

O, heyecanla, ilâhi aşkla atını öyle hızlı sürer, öyle şahlandırır ki, onu ötelere, göklerin üstüne çıkarmayı düşünür!

O yalnız Allah'ı düşünür. Ne kimseyi görür, ne kimsenin hasedine bakar. Her şeyden gözünü yummuştur. Ateş gibi kuruyu da yakmıştır, yaşı da..." (Mesnevî Tercümesi, 3613-3615 beytler, trc.: Şefik Can, sh: 286)

O'nun desteği ile hareket ettiği için onun gözü hiçbir şeyi görmez, yalnız Hazret-i Allah'ın ve Resul'ünün rızâ ve hoşnutluğunu gözetir, onlar için hareket eder, hiç kimseden çekinmez. Onun işi Hakk iledir, halk ile değil, kudsî ruhla desteklenmiştir.

İlâhî velâyet; bizzat Allah-u Teâlâ'nın emri ve hükmü ile yürümesi demektir. O yürütüyor, O buyuruyor, O duyuruyor, O destekliyor, karşıda beşer görünüyor. Ruhâniyet cesetlenmiş, o ceset O'nu göstermiyor.

Her şeye vâkıf olan O'dur. Her şeye en güzel mukabele eden O'dur. Her şeyi zamanında yetiştiren O'dur. O bir kimseyi idare ederse, idarenin en güzeli olmuş olur, çünkü orada beşer yok artık. O idare ediyor, özü bu oluyor.